CANIN AĞIZINDAN ( busenin abisi)
Bir haftadır kardeşim kayıptı. Onu doğum gününde en mutlu olduğu anlarda benden alıp kaçırmışlardı. Bunu hangi düşmanımın yaptığını bulmak bile koca bir günümü aldı ama sonunda buldum: Şeref denen adi şerefsiz kaçırmıştı. Kendisi uyuşturucu satmak istiyordu; tabii ki izin vermedim. Kimse benim bölgemde uyuşturucu satamazdı. İşine engel olduğum ve bir sürü adamını öldürdüğüm için benden intikam almak istemesi normaldi ama bunu kardeşimi kaçırarak yapması… işte bu onun sonu demekti.
“Abi!” dedi Kerem, nefes nefese kalmıştı. “Ne oldu, buldunuz mu?”
“Abi, İkizler bulmuş kızın yerini, haber verdiler. Onlar yola çıkmış çoktan. Biz ne yapalım?”
“Bir de soruyor musun Kerem? Çabuk adamları topla, çıkıyoruz. İki tane gül bulun; çocuklardan birine söyle.” dedim.
Kardeşim benden gül istemişti. Yanındaki kız, yani Duru, o da gül istemişti. İkizler denen adamları tanımıyordum, belki gül getirmeyi unutabilirlerdi. Onu da mutlu etmek istiyordum. Şeref bize bazen kızların videosunu atıyordu; daha doğrusu Duru’ya işkence edip Buse’nin psikolojisini bozduğu videolar atıp bizi tehdit ediyordu. Duru’ya çok şey borçluydum. Orada kardeşimi koruyordu. O olmasa ne yapardım? Son videoda Buse, ondan ninni söylemesini istiyordu. “Karşılığında Şeref’in önünde diz çöküp yalvaracağım.” dedi. Duru’ya bunu yaşatmak istemiyordum. Evet, daha onu tanımıyor olabilirim ama videoları o kadar çok başa sarıp izledim ki sanki o her gün gördüğüm biriydi. Videoları izlememin sebebi tabii ki bir ipucu bulabilmekti. Şerefsiz Şeref o kadar iyi saklıyordu ki onları; ne sinyal vardı ne de onlara giden bir ipucu. Her attığı videonun sinyali başka bir ülkeyi gösteriyordu. O yüzden bulmak imkânsızdı. Ama bu sefer sinyali değiştirmeyi unutmuştu. İkizler, onun yerini bulmayı başardı.
Hızlıca arabalara binip, 10 araba yola çıktık. Konvoy şeklinde ilerliyorduk.
“Daha hızlı sür.” dedim Kerem’e.
“Sürüyorum abi, arabanın potansiyeli bu kadar.” dedi.
“Bana cevap verme lan, sür işte!” Kerem benim sağ kolum, sol kolum, hatta her şeyim. Herkes korumam diye bilse de o benim kardeşim gibidir. O yüzden bana karşılık vermeye cesaret edebilen tek kişi o. Bazen bu durum canımı sıkıyor çünkü yapmak istediğim işleri de tehlikeli diye engellemeye çalışıyor. Biz zaten tehlikeli bir iş yapıyormuşuz, o yüzden daha fazla tehlikeye girmemem gerekiyormuş…
“Bu İkizler,” dedim Kerem’e dönüp, “kimin nesi? Nasıl birileri? Bu kızın nesi oluyorlar?”
“Abi, nesi olduğunu bilmiyorum ama İkizler… yani Efe’yle Ege, 27 yaşındalar. 2 yıl yetiştirme yurdunda kalmışlar, 10 yaşında kaçmışlar.”
“10 mu?” dedim şaşırarak. “Daha küçükler kaçıp ne yapmışlar? Nasıl hayatta kalmışlar?”
“O kadarını bilmiyorum abi. Bu bilgileri bile çok zor buldum. Onlara dair hiçbir bilgi yok. Bir de keskin nişancıymış ikisi de. Başka bir şey bulamadım. Kızla bağlantılarını bilmiyorum. Bir de aynı evde kalıyorlarmış.”
“Aynı ev mi?” dedim. Nedenini bilmesem de içimde bir kıskançlık oldu. Neden iki erkekle aynı evde kalıyormuş ki? Eğer parası yoksa ben ona yeni bir ev tutabilirdim. Benim evimin yanındaki villalardan birini ona alırdım; güvenlik için bana yakın olması önemliydi tabii, yoksa başka yerden de ev tutabilirdim. Ya da kendimi öyle kandırıyorum, bilmiyorum. Bana yakın olmasını istiyorum. “Kardeş olabilirler mi?” dedim Kerem’e.
“Bilmiyorum abi ama pek sanmam. İkizlerin soy ağacında gözükmüyor. Zaten soy ağacında bile sadece ikisi var; gerisini sildirmişler. Belki birinin sevgilisidir.” dedi Kerem, alttan alttan ağzımı arıyordu. “O zaman ne yapacaksın abi?”
“Ne sevgilisi ya?! O nereden çıktı şimdi? Değildir bence… inşallah değildir.”
Banane oğlum sevgilisiyse… Ben kardeşimi kurtarırım, daha karşılaşmayız. Kız da çirkin zaten, benim işim olmaz onunla. Dışımdan bunları söylesem de içim öyle demiyordu. O kadar güzeldi ki bakmaya bile kıyamıyordum. Şarkı söyleyen sesini de çok merak ediyordum.
“Abi, geldik.”
“Geldik mi?” Etrafıma baktım. Ormanın ortasında küçük bir depo vardı. Etrafta bizden ve şu İkizler denen adamlar dışında kimse yoktu.
İkizler yanımıza geldi. Onları ilk defa görüyordum; ikisi de buz gibi, soğuk bakışlara sahipti. Uzun boylu, kaslı vücutları vardı. Duru’nun onlardan birinin sevgilisi olduğu düşüncesi beni sinirlendirmişti. İkisi de cidden yakışıklıydı, tabii benim de onlardan geri kalır yanım yoktu. Bu saçma düşüncelerimi bir yana bıraktım. Siz,” dedim, “Beş kişi deponun arkasını koruyun. Efe, Ege, Kerem ve ben önden gireceğiz. Kalanlar bizi takip etsin. Sessiz olun, önünüze çıkan herkesi vurun. Bugün bu depodan hiçbiri sağ çıkmayacak. Kızlara bir şey olursa sizi gebertirim,” dedim.
Herkes dediğimi onaylayıp yerlerini aldığında derin bir nefes aldım. “Geliyorum Busem… Gidelim,” dedim. Deponun kapısını sert bir omuz darbesiyle kırdım.
Kırılan kapının sesinden geldiğimizi anlamışlardı. Duvarın arkasına geçip sıkmaya başladım; her sıktığım kurşun bir can alıyordu. Bizim onları indirdiğimiz gibi onlar da benim adamlarımı indiriyordu. İçeride düşündüğümden daha fazla adam vardı.
“Kerem, kaç adamımız kaldı?” dedim.
“Abi… azaldık. Destek çağırayım mı?”
“Gerek yok,” dedim. “Zaten onlar yetişene kadar ya biz ölecektik ya onlar.”
İkizlere baktığımda, ikisi de başka duvarın arkasına geçmiş, önlerine çıkanı indiriyordu. Onların keskin nişancı olduğunu bilmesem bile onlara keskin nişancı derdim; hiç boşa sıkmadılar.
“Abi, azaldılar galiba. Sesleri çıkmıyor. Adamları gönder; şerefi bulsunlar sağ, istiyorum onu.”
“Emredersin abi.”
Dikkatlice kafamı uzatıp etrafa baktım, ses gelmiyordu. İkizlerle göz göze gelip birbirimize çıkmak için işaret verdik. Ortalık temizdi.Koridor sessizliğe gömülmüştü. Sanki biraz önceki çatışma hiç yaşanmamış gibi… sadece barut kokusu hâlâ havada asılıydı.İkizler önden yürüyordu, Kerem arkamı kolluyor, ben de elim tetikte ilerliyordum.
Koridoru döndüğümde çelik, paslı kapıyı gördüm. İkizler hızla gidip kapıyı açmaya çalıştı. Kapıdaki asma kilide Silahımı doğrultup sıktım. Kırılan kilit tok bir ses çıkararak yere düştü . İkizler ağır, çelik kapıyı açmayı başardığında hep beraber içeri girdik.
“Abi, şerefi bulduk,” diyen Kerem’e baktım.
“Buraya getirin.”
“Emredersin abi.”
Gördüğüm manzara karşısında tüylerim diken diken oldu, kanım çekilmişti. Buse ve Duru karşımızda, bir sandalyede oturuyor; elleri ve ayakları zincirliydi. Hatta Duru’nun beline ve boynuna dolanmış zincirler vardı. Zincirlerin oluşturduğu morlukları buradan bile görebiliyordum.Çok şükür İkisi de kendindeydi; sadece Duru başını kaldırmakta zorlanıyordu.Ölmemesi bir mucizeydi.
Buse “Abiii!” diye bağırıp ağlamaya başladı. “Sonunda geldin abi, hiç gelmeyeceksin sandım!”
Hızlı adımlarla ilerleyip Buse’yi çözmeye başladım.
“Geldim abim, geldim… Seni hiç burada bırakır mıyım?”