Dışarıdan bir süredir silah sesleri geliyordu. İkizler gelmişti, hissediyordum. Şeref yanıma gelmiş, boynuma zincir dolayıp beni boğmaya çalışmıştı. Az kalsın başarıyordu da, adamlarından biri gelip "Abi, kaç! Bütün adamları öldürdüler." demeseydi, ben de şimdiye ölmüştüm. İkizler kiminle gelmişti bilmiyordum, ama yanlarında birileri olmalıydı çünkü Şeref’in adamlarından çok hızlı kurtulmuşlardı.
"Duru abla, kurtulduk mu?" Zincirin iz bıraktığı yerler çok acıyordu. Birkaç kez öksürerek, "Kurtulduk güzelim," dedim.
"Abim de gelmiş midir?"
"Bilmesem de gelmiştir," dedim, Buse’yi üzmek istemedim. Kapının kilidine ateş edildiğini duyduğumda rahatlamıştım; sonunda buradan kurtuluyordum.
Ege ve Efe koşarak yanıma geldiğinde başımı kaldırmakta zorlansam da, bütün gücümü kullanıp onlara bakmayı başardım. Gerçekten gelmişlerdi. Gözümden bir damla yaş düştüğünde, Efe eliyle o yaşı sildi: "Geldik güzelim, geldik," dedi.
Ege hızla zincirleri çözüyor, bir yandan da izleri görüp küfür ediyordu. Efe dizlerinin önüne eğilip ellerimi tuttu: "Affet bizi, geç kaldık, koruyamadık seni." Onun da gözünden bir damla yaş akmıştı. Elimi zorlukla kaldırıp Efe’nin yanağına koydum ve akan yaşı sildim: "Olsun, geldiniz," dedim. Boğazım acıyordu, her yerim acıyordu. "Kaç gündür buradayım?" dedim.
Efe kafasını yere eğerek, "Bir ay," dedi.
"Koskoca bir ay! Burada mıydım?" Yani bir aydır bu sandalyede, zincirli bir şekilde oturup işkence görüyordum.Tuavalet ihtiyacı dışında ayağa hiç kalkmamıştım.
Ege zincirleri çözmeyi başardı ve beni kucağına aldı. Yürüyecek hakim bile yoktu. Başımı sağ tarafa çevirdiğimde Buse’yi ve abisini gördüm. Abisi onu kucağına almış, Buse de abisinin boynuna sıkı sıkı sarılıyordu. Onların bu halini görmek içimi ısıtmıştı. Demek ki ikizler, Buse’nin abisiyle beraber gelmişti.
Buse’nin birkaç kere, "Abim çok yakışıklı," dediğini hatırlıyorum. Doğru söylemişti; abisi gerçekten yakışıklıydı. 1,90 civarı boyu vardı, kaslı vücudu, keskin yüz hatları ve ela gözleriyle nefes kesiciydi. Gözleri ayrıca hoşuma gitmişti çünkü benim de gözlerim ela rengiydi.
"Öhö öhö," kulağımın dibinde öksüren Ege’ye baktım. Hala beni kucağında tutuyordu. "Bakışlarınla yedin adamı, yeter! Sen daha yeni işkenceden kurtuldun, ne bu hız kızım ?" diyerek
fısıldadığında gözlerimi devirdim.
"Saçmalama ya, tipim değil zaten. Gözüm dalmış," dedim. Tabi ki inanmadı.
"Aynen, kesin öyledir," diyerek beni odadan çıkarıyordu ki, "Dur," dedim.
"Şeref nerede?"
"Bırak şimdi Şeref’i. Önce seni iyileştirelim, sonra nasıl olsa bulup gebertiriz."
"Olmaz," dedim. "Hemen! Bu iş bugün bitecek. İndir beni."
Uyarıcı bir ses tonuyla, "Duru," dedi Ege.
"Önce sen," dedim. "Beni ikiletme!"
"Ege," dedim, ben de aynı ses tonunu kullanarak, "Bu iş bugün bitecek."
"Şeref elimde, ben öldürecektim ama istersen sen yapabilirsin," diyen yabancı bir erkek sesini duydum. Konuşan Buse’nin abisiydi.
"Sakın," dedim. "Sakın onu öldürme! Lütfen onu bana getir. Onun için çok daha güzel düşüncelerim var."
İkizlerin kızdığının farkındaydım ama bu işi bugün bitirmezsem bu fırsatı bir daha bulamayabilirdim.
"Kerem," dedi adam, "Getirin."
"Ege, gül," dedim. "Getirdin mi?"
Ege susmuştu. Yoksa getirmemiş miydi?
"Ege!" dedim sinirle. "Gül nerede?"
"Tamam, kızma… arabada," dedi Ege.
"Efe, ben getiririm," diyerek arabaya gittiğinde sinirim geçmişti. Bu mesele benim için çok önemliydi.
Kerem denen adam Şeref’i getirmişti. Ege’nin kucağından indiğimde ayakta durmakta zorlanıyordum. Ege bir elini belime sarıp ayakta durmama yardımcı oluyordu.
Ege’ye bakıp, “Onu sandalyeye zincirler misin?” dedim. Bir bana, bir Kerem’in kolundaki Şeref’e bakıyordu. Beni bırakırsa yere yığılacağımdan korkuyordu; haksız da sayılmazdı.
“Şu iti sandalyeye zincirleyin!”
Bu gür sesin sahibi, Buse’nin abisi Can’dı. Daha tanışmamış olsak da adamlardan onun adını duymuştum.
“Kerem,” dedi aynı sinirli sesiyle, “boynuna da zincir dola.”
Bu Şeref’in bana yaptığı işkencenin bedeli miydi yoksa öylesine mi söylemişti, bilmiyorum ama hoşuma gitti. Efe, elinde demirden özel olarak yaptırdığım gülle yanımıza geldiğinde içimde fırtınalar kopuyordu. Gerçekten yapabilecek miydim?
“Herkes çıksın,” dedim. “Bu bizim aramızda. Olmaz.”
İkizler aynı anda karşı gelmişti ama karşı gelen bir kişi daha vardı: Can.
“Sana ne oluyor lan ?” Ege Sinirle Can’a doğru adım attığında onu durdurdum ve Can’a döndüm.
“Bu özel bir konu, lütfen bizi yalnız bırakır mısın?”
“Olmaz,” dedi. Neden ısrar ettiğini anlamamıştım.
“Kardeşimi kaçırdı. Benim de yapmak istediğim birkaç şey var,” dediğinde gözlerinin içine baktım. Gerçekten öfkeliydi. Uzatmayarak “Tamam,” dedim.
Buse’ye dönüp yanağına bir öpücük kondurdu.
“Abiciğim, Kerem abinle araya gidip beni bekler misin? Hemen geliyorum.”
“Abi…” dedi Buse korkarak. “Ya beni yine kaçırırlarsa? Ben burada seninle kalayım nolurr…”
“Korkma abicim. Bu sefer sana kimse dokunamaz. Kerem abinin elini hiç bırakma, olur mu?”
Buse kafasını aşağı yukarı sallayarak, “Olur,” dedi. Kerem gelip Buse’yi götürüyordu ki Buse durup bize döndü.
“Duru abla, sen de bizimle gelecek misin? Lütfen gel, bırakma beni.”
Onu üzmek istemedim.
“Gelirim güzelim. Kerem abinin elini bırakma,” dedim.
Gülümseyerek dışarı çıktı. Odada İkizler, ben, Can ve sandalyede zincirlenmiş şerefsiz Şeref kalmıştık. Başlıyordu…
Elimde tuttuğum kırmızı, demirden yapılmış gülle baktım. İşte şimdi başlıyorduk. İşkence nasıl yapılırmış öğrenecekti. Annemi benden aldığı gibi, ben de onun canını alacaktım.
Derin bir nefes aldım. Hazırdım.