PUSU

1332 Words
Can'ın evine yaklaştığımızda Ege, arabayı yavaşlattı. Kimsenin bizi göremeyeceği bir yere park etti. Arabadan silahlarımızı alıp indik. "Duru, sen şuradaki binaya çık," dedi Ege. Canın evine çok yakın olmayan ama çok uzakta da olmayan, görüş mesafesindeki 12 katlı bir binaydı. Can'ın evi gibi, buradaki diğer evler de müstakildi. Bu yüzden çatılara çıkmamız imkânsız gibi bir şeydi. İkizler de kendilerine göre bir yer bulduklarında sessizce dağıldık. Bahçedeki patlayan silah sesleri duyuluyordu. Hızla 12 katlı binanın çatısına çıkıp yerleştim. Silahımı da ayarlayıp sabitledim. Öncelik olarak etraftaki çatılarda keskin nişancı var mı diye inceledim. Eğer bunlar bize dosya bırakanlarsa kesinlikle keskin nişancı kullanırlardı. Tam da tahmin ettiğim gibi, Can'ın evini gözetleyen iki keskin nişancı vardı. Birisini nişan alarak indirdim. Kurşun, adamın beynini delip geçti . Diğeri, daha ne olduğunu fark edemeden, ikizlerden biri de onu halletti. Tek bir kurşunla adam çatıdan aşağı yuvarlandı. Silahımın dürbününü Can'ın bahçesine çevirip, adamları tek tek indirmeye başladım. Çok fazlalardı. Olduğum yerden Can'ı göremesem de, bahçede kanının son damlasına kadar savaştığını hissediyordum. Bir adam, elinde pompalı tüfekle bahçe kapısına doğru koşuyordu; göz açıp kapayıncaya kadar alnının ortasından vurdum. İki kişi birden Can'ın saklandığı araca doğru atılıyordu; bir saniyede ikisini de yere serdim. Kandan ve barut kokusundan başka bir şey yoktu etrafta. Adamları yarı yarıya azaltsak da, hala savaşıyorlardı. Can'ı öldürmeden buradan gitmeye niyetleri yok gibiydi. Görüş mesafemdekileri indirsem de, Can'a yardım etmek için bahçeye girmem gerekiyordu. Silahımı toplayıp, olduğum yerden ayrıldım. Evin arka bahçesine duvardan atladığımda ayağım taşa takıldı. Beyaz, çiçek desenli fırfırlı pijamam gecenin karanlığında gereksiz derecede masum duruyordu. Silahla birlikte taşımaması gereken bir görüntüydü bu. İkizler, büyük ihtimalle beni görüp koruyordu. Çünkü tam arkamdan bana saldırmak üzere olan bir adam, alnından vurulduğu için gürültüyle yere yığıldı. Kanı, üzerime sıçradı. Hızla, devrilmiş bir arabanın arkasına geçtim. Dikkatli bir şekilde etrafa baktığımda, Can'ı başka bir arabanın arkasında gördüm. Arabanın arkasında siper almıştı. Yüzü sertti, kaşları çatılmıştı. korkutucu gözüküyordu. Ama başını kaldırıp beni gördüğü an… ifadesi değişti. Çok kısa bir an. Kaçırılabilecek kadar kısa. Ama ben gördüm. Şaşkınlık. Sonra öfke. “Sen kafayı mı yedin?” diye bağırdı. “Üzerindekilere bak!” Cevap vermeden ateş ettim. Arka bahçe duvarına yaklaşan adam yere yığıldı. Can’a doğru kaydım, arabanın arkasına siper aldım. “Bunu tartışmaya mı geldim sanıyorsun?” dedim. “çatışmanın ortasındayız, haberin var mı?” Dişlerini sıktı. Bana bakmamaya çalışıyordu. Ama bakıyordu.Sanki çıplak mış gibi hissetmiştim. İstemsizce gözleri pijamamda gezdi, sonra hızla başka yöne çevirdi. Sinirlenmişti. “Burası oyun alanı değil,” dedi sertçe. “Ben de oyun oynamıyorum,” dedim. Çatılardan iki el silah sesi geldi. Ege ve Efe işlerini yapıyordu. Can başını kaldırıp konumu kontrol etti, sonra yine bana döndü. “Buraya böyle gelinmez,” dedi. Sesini alçaltmıştı. Kontrol etmeye çalışıyordu. “Nasıl gelinirmiş, onu sonra konuşuruz,” dedim. “Şu an hayattasın. Ona odaklan.” Bir mermi arabanın kapısına çarptı. Can refleksle kolunu uzattı. Beni arkasına almaya çalıştı. Bu hareket… gereksizdi. Ve tehlikeliydi. “Yapma,” dedim. “Kes,” dedi. “Üzerindekilerle hedef gibi duruyorsun.” O an anladım. Siniri benim güvenliğimle ilgiliydi. Ama bunu kabul edemeyecek kadar yabancıydı bana. Henüz. Ateş ettim. Son hedef de düştü. Bahçe sessizleşti. Sadece nefeslerimiz kaldı Duru dedi. Sesindeki pişmanlığı hissettim. “Özür dilerim…” dedi kısık bir sesle. “O gün söylediklerim için. Beni affet.” Gözlerimin içine baktı. Gerçekten pişmandı. Yine de sustum. Sessizliğim, sözlerimden daha keskindi. Ellerimi avuçlarının arasına aldı. Sertti elleri; kan görmeye alışmış, tetiğe basmaktan nasır tutmuş eller… Başparmağı, elimin üstündeki ne zaman ve nasıl oluştuğunu bile hatırlamadığım ince çizikte durdu. Eğildi, o izi dudaklarıyla mühürledi. O an içimde bir şey kırıldı, ya da ilk kez yerine oturdu. “Ben böyle bir adam değilim,” dedi. Sesi sertti. “Özür dileyen bir adam olmadım. Kendini affettirmeye çalışan biri hiç olmadım.” Bir an durdu. “Hayatımdaki tek kadın Buse . Kadınlara nasıl davranılır, nasıl sevilir… bilmiyorum. Benim bildiğim tek şey kan dökmek, can almak.” Bakışlarımı yakaladı. “Ama seni üzdüğüm için… bana değen bakışlarını kaçırdığın için kendimden nefret ediyorum.” İlk kez başını eğdi. Mafya dünyasının korktuğu adam, kelimelerinin altında eziliyordu. “Neden böyle oldu bilmiyorum,” dedi. “Bu ne anlama geliyor, onu da bilmiyorum. Bildiğim tek şey şu: Affına ihtiyacım var.” Ellerimi yavaşça çektim. O an, aramızdaki bütün silahlar yere düşmüş gibiydi. “Tamam,” dedim. Sesim sakin ama keskin çıktı. “Affettim.” Gözlerinde bir umut parladı ama hemen söndürdüm. “Ama bir daha benimle o şekilde konuşursan…” Bir adım yaklaştım. Sesimi alçalttım. “O kurşunlar bu sefer ıskalamaz. Tam kalbine isabet eder.” Bir anlık sessizlik oldu. Sonra gülümsedi. O tehlikeli, yarım gülümsemesiyle. “Tamam,” dedi. “Deli kadın…” Başını hafifçe yana eğdi. “Bunu yapacağına inanıyorum.” Elimi tekrar tuttu. Bu kez daha dikkatli, daha yavaş. “Söz,” dedi. “Seni bir daha sinirlendirmeyeceğim.” Memnuniyetle gülümsedim. İçimdeki fırtına kısa bir anlığına duruldu. Bir süre daha kıpırdamadan olduğumuz yerde kaldık. Gece, nefesimizi bile yutacak kadar karanlıktı. Kulak kesildik… Bir ayak sesi mi var diye. “Abiiii!” “Buse!” İkimiz de aynı anda irkildik. Kapıdan fırlayan Buse’yi gördüğümüz anda her şey koptu. Cana doğru koşuyordu. “Buse, gelme!” Can’ın haykırışı gecenin içine çarpıp geri döndü. Silah sesi, zifiri karanlığı bıçak gibi yardı. Ardından bir feryad sesi duyuldu. Can kurşunu sıkan adama , iki el ateş etti , sonra Buse’ye doğru koşmaya başladı. Kim vuruldu, kim ayakta… korkudan bakamamıştım bile. Arabanın arkasından birkaç adım attım. Gördüğüm şey bir kâbus olmalıydı. Ege… Buse’yi korumak için önüne atlamıştı. Bedenini ona siper etmişti. Ne ara çatıdan inip yanımıza gelmişti bilmiyorum. Can, Ege’nin yanına çökmüş, elleriyle yarasına bastırıyordu. Kan, parmaklarının arasından taşıyordu. Ayaklarım benden bağımsız bir şekilde Ege’nin yanına sürükledi beni. Ege yerde uzanmış yatıyordu.Karnından vurulmuştu. Çok kan kaybediyordu. Titreyen dizlerim , daha fazla bedenimi taşıyamadı. Yere düştüm. Taşlar dizimi parçaladı ama zerre kadar acımadı. Asıl acı yüreğimdeydi. “Ege…” dedim, sanki sesim bana ait değildi. Elini tuttum. “Bu bir kâbus mu?” dedim.“Eğer kâbus derse inanırdım.Ege yalan söylemezdi. Bunlar gerçek değil derse inanırdım. Efe de yanıma diz çökerek oturdu. “Kâbus muymuş?” dedi. onunda sesi titriyordu.Ege ne derse ona inanmaya hazırdık. Ege zorla tebessüm etti.Dudaklarının kenarı titredi. “Değil…” dedi. “Canım… kâbus olamayacak kadar çok acıyor.” İçimde bir şeyler koptu. Efenin sanki bedeni buradaydı ,ama ruhu değildi. Duyduklarında inanmak istemiyordu . “Değilmiş…” dedim. Gözyaşlarım durmadı. Can üstündeki tişörtü yırtar gibi çıkardı, kanamayı durdurmaya çalışıyordu. “Can” dedim. Sesimi duydu mu bilmiyorum. “Onu kurtar… yalvarırım.” Can başını kaldırıp, etrafa emirler yağdırmaya başladı. Sesi öfkeyle sertleşmişti. “Biriniz İdil’i arayın! Buse’yi içeri alın! Kerem nerede bulun, hemen!” Ellerimi Can’ın ellerinin üstüne koydum. Ben de bastırdım yaraya. “Ege…” dedim, sesim titriyordu. “Bizi bırakma… Biz, Sensiz ne yaparız?” Nolur dedim. Ellerim titriyordu. Gözlerimden akan yaşlardan etrafı net goremiyordum . Hıçkırarak ağlıyordum ,bedenim sarsilsada ellerimi çekmedim. Başımı göğe kaldırdım. “Allah’ım…” "Yardım et.Ege yaşasın. Benim canımı al.” “Duru!” dedi Can. “Öyle konuşma. Ege iyi olacak.” Ege öksürerek kalkmaya çalıştı. Ağzından kan geliyordu. Yüzünü avuçlarımın içine alıp ağlamaya başladım. “İyi olacaksın.” “Korkma.” dedim. “Ben yanındayım.” Ege’nin de gözünden bir damla yaş süzüldü. Ölmekten değil… Yalnız ölmekten korktuğunu biliyordum. Gözleri kapanıyordu. Yüzünde belli belirsiz bir tebessüm oluştu. Başı ellerimden kayınca çığlık attım. “Ege!” “Uyan!” “Yardım edin!” "Kardeşim ölüyor yardım edin ". Sesim geceyi parçaladı. “Can!” diye haykırdım."Yardım et o benim kardeşim". "Bir şeyler yap". Ege’nin yanaklarına vurarak onu uyandırmaya çalışıyordum. “Ege gözlerini aç,bizi bırakma…” “Senin yerine ben ölürüm.” Başımı göğsüne yasladım. Hıçkırıklarım durmuyordu. İçimde öyle bir yangın vardı ki… Sönmüyordu. Her saniye daha da büyüyordu. Annem öldüğünden beri ilk defa bu kadar canım yanıyordu. Küçükken İkizler ve ben yetimhanede aç susuz kalmıştık. Bayılana kadar Dayak yemiştik. O zaman küçük bedenim o kadar acımıştı ki en büyük acının o olduğunu düşünmüştüm . Şimdi aç yada susuz değildim. Dayak yememistim. Bedenimde yara bile yoktu ama canım o kadar acıyordu ki sanki yara kalbimde açılmıştı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD