“Duru, ne işin var senin burada?”
Arkamdan gelen sese döndüğümde Kerem’le göz göze geldim.
“Can’la konuşmaya geldim ama meşgulmüş.” dedim, sesime ister istemez bir kinaye yerleşmişti.
“Ne hakkında konuşacaksın? Buraya geldiğine göre önemli bir şey olmalı.”
“Ulu orta konuşulacak bir mesele değil. Ama önemli.”
Kaşımı kaldırıp ona bir an baktım. “Mesele patronunun canı.”
Kerem ,tek kaşını kaldırarak beni süzdü.
“Gel benimle.” dedi sonunda. Elini sırtıma koyup beni yeniden içeri yönlendirdi.
Vale arabayı erken getirmediği için şanslıydı; yoksa çoktan gitmiş olurdum.
Lobiye girdiğimizde danışmadaki kadın beni görünce bezgin bir iç çekti. Muhtemelen Kerem’i zorlayarak içeri girdiğimi düşünüyordu.
Ona ters bir bakış atıp Kerem’in peşinden asansöre bindim. Kartını okutup 30. kata bastı.
Otuz kat… Elektrik gitse burayı merdivenle kim çıkacak, çok merak ediyorum doğrusu. 30 . kat nedir arkadaş !
Asansör durup da kapılar açıldığında Kerem henüz bir adım atmıştı ki bir ses geldi:
“Kerem! Bana bir kahve kap gel hadi koçum!”
Şaşkınlıkla Kerem’e baktım.
“Sana mı diyor o?”
Kerem derin bir nefes aldı. “Boşver.” dedi bezmiş gibiydi.
Karşımızdaki, otuzlarında hafif kilolu, kel bir adamdı. Gülümsemesi sinir bozucuydu.
“Ooo, yanına almışsın güzel kızı. Bizi mi takmıyorsun lan sen?”
Sözünü bitirdiği anda elim belimdeki silaha gitti, fakat Kerem kolumu tuttu.
“Yapma.” dedi sakin ama uyarıcı bir sesle.
“Bu adama biri, kiminle nasıl konuşacağını öğretmeli.” dedim dişlerimin arasından. Bugün zaten yeterince sinirlenmiştim, buna tahammül edecek hâlde değildim.
"Buradaki insanlar Can’ın tehlikeli biri olduğunu bilmiyor; sadece silah fabrikasını biliyor. Onu da devletin savunma sanayisine katkı sağlayan zengin bir adam olarak düşünüyorlar. Bu insanlar masum , burada şiddete yer yok.”
“Yine de bu adamı öldürmek istiyorum.” dedim soğuk bir ciddiyetle. “Sen de istersen, senin için de öldürebilirim.”
Kerem yüzüme dikkatle baktı, şaka yapıp yapmadığımı anlamaya çalıştı. Ciddi olduğumu fark edince kahkaha attı.
“Sen gerçekten delisin.”
Adam hâlâ dik dik bakıyordu ki
"Şştt, güzellik… Kerem’de ne buldun da onun yanında duruyorsun? Ben seni ondan daha mutlu ederim,"
lan dedim adama doğru, sinirle bir adım atmıştım; ama benden önce biri davrandı.
Can.
Daha ne olduğunu anlayamadan adamın yakasına yapıştı.
“Ne diyorsun lan sen?” diye gürledi. Adam korkudan titriyordu.
“Özür dilerim patron, misafirin olduğunu bilmiyordum!”
Can, yalvarmalarına aldırmadan birkaç sert yumruk geçirdi adamın yüzüne. Sesi koridorda yankılanıyordu.
Sonunda yeterli bulmuş olacak ki adamı ayaklarımın önüne attı.
“Ondan özür dile.”
Hani burada şiddet yoktu? o zaman bu neydi şimdi? herkes korkuyla bakıyordu.
Adam diz çöküp titreyerek benden özür diledi.
Bu sahne midemi bulandırmaya başlamıştı.
“Tamam, kalk. Yeter.” dedim soğukkanlı ama sert bir tonla.
Adam güç bela kalkıp arkadaşlarının arkasına sığındı.
Kerem elini sırtıma koydu. “Hadi, Can’ın odasına geçelim.”
Koridor boyunca yürürken tek duyulan, topuklu botlarımın sert tıkırtısı ve arkamızdan gelen Can’ın bastıramadığı öfkeli homurdanmasıydı.
Odaya girdiğimizde Can masasına geçti. Kerem ve ben karşısındaki koltuklara oturduk.
Bakışlarım ona dikilmişti.
“Ne yapmaya çalışıyorsun?” dedim, sesim buz gibiydi.
“Ne yapmaya çalışıyormuşum?” Onun tonu da benimkinden geri kalmıyordu.
“Sabah beni görmezden geliyorsun, şirkete geliyorum kapıdan çeviriyorsun, şimdi adam bana laf attı diye dövüyorsun. Ne yapmaya çalışıyorsun?"
“Hiçbir şey yapmaya çalışmıyorum.” dedi. “Adamı senin için dövmedim. Üstüne alınma. Başkası olsa onun için de yapardım.”
Bunu duyunca üzülmeli miyim, rahatlamalı mıyım bilemedim.
“Peki.” dedim, içimdeki kırgınlığı saklamaya çalışarak. “Öyle olsun.”
Can parmaklarını masanın üzerinde kenetledi, bakışları sertleşti.
“Eee, ziyaretinin sebebi nedir?”
Lafı dolandırmadan konuya girdim.Buradan bir an önce çıkmak istiyordum.
"Birileri seni öldürmek istiyor," dedim.
Önce yüzüme baktı. Birkaç saniye bakışları ellerinde oyalandı ve tekrar yüzüme bakıp gülmeye başladı.
"Buraya kadar bunun için mi geldin?" dedi alaycı bir tonla. "Eğer bunun için geldiysen, zahmet olmuş. Çünkü bunu biliyorum zaten."
"Nasıl yani?" dedim, oturduğum koltukta biraz dikleşerek.
"Bir sürü düşmanım var ve hepsi beni öldürmek istiyor. Bu yeni bir şey değil."
Gözlerimi devirdim. İşin ciddiyetini anlamıyordu.
"Birisi," dedim, "seni gerçekten öldürmek istiyor. Bugün kapıma bir dosya bırakılmış. Senin ölüm emrinin bulunduğu dosya. Canın karşılığında 4 milyon dolar teklif ediyorlar," dedim.
"Benim canım o kadar ucuz muymuş?" Hâlâ dalga geçiyordu.
Bir süre yüzümü inceledikten sonra ciddi olduğumu anladı. O an, havayı saran gerginlik elle tutulur hale geldi.
Oturduğu koltuktan dikleşti, gözlerindeki alaycılık yerini sert bir ciddiyete bırakmıştı. "Neden sana geldi? Sen bu işin neresindesin?"
"Orasını boşver," dedim, konuyu kapatmak istercesine. "Sen bilmen gereken kısmı bilsen yeter."
Kalkmak için hareketlendiğimde Can da oturduğu koltuktan kalkıp yanıma geldi. Kolumdan tutarak, "Otur," dedi. "Bana her şeyi baştan anlat. Sen kimsin ve bu dosya neden sana geldi?" Kerem'in yanında duran koltuğu biraz bana doğru yaklaştırıp oturdu.
Anlatıp anlatmamak konusunda kararsızdım ama eğer anlatmazsam bana inanmayıp, sadece kendini değil, Buse'yi de riske atma ihtimali vardı. Önceden güvenlik önlemlerini alması lazımdı.
"Anlatacaklarım bu odanın dışına çıkarsa, ikinizin de canını alırım," dedim.
Kerem korkuyla yutkunduğunda, Can sadece başıyla onaylamakla yetindi.
Derin bir nefes alıp anlatmaya başladım.
"İkizler ve ben keskin nişancıyız.Yani suikastçıyız .Bazı işler alırız; birilerini öldürmek gibi. Bize isimler gelir, biz de araştırıp ölmeyi hak edip etmediğine bakarız. Tacizci mi, uyuşturucu mu satıyor, yoksa karısını mı dövüyor gibi bir sürü konuda araştırma yaparız. Sonuç pozitif ise öldürürüz. Adam masumsa bir şey yapmayız, hatta bir süre koruruz. Yüzümüzü sadece öldürdüğümüz adamlar bilir. Ama seni öldürmek isteyen kişi kimse, bizi de tanıyor olmalı çünkü dosyanı evime bırakmış. Düşmanın tehlikeli."
Can ve Kerem duydukları karşısında şok olmuştu. Bizim bu kadar tehlikeli çıkacağımızı düşünmemiş olmalılardı.
"Sen," dedi Can şaşkınlıkla, gözleriyle baştan aşağı beni süzerek, "pembe pijama giyen bir kadınsın. Nasıl bu kadar tehlikeli olabilirsin?"
"Üzerimdeki renkler bir şeyi ifade etmez," dedim, bakışlarımı ona dikerek. "Asıl renk, ellerimdeki kanın kırmızısı."
Kerem şoku atlatmış olacak ki, heyecanla ayağa kalktı. "Siz..." dedi, heyecandan ne diyeceğini bilemiyor gibiydi. Ellerini saçlarının arasına daldırıp Can'a döndü. "Abi, bunlar onlar!"
"Kimmişiz?" dedim.
Heyecanla yanıma gelip, "Ben senin büyük hayranınım!" dedi. Can da ben de şok olmuştuk.
"Beni tanıyor musun ki?" dedim.
"Siz," dedi heyecanla, sesi titriyordu, "Avcılar değil misiniz? Şimdiye kadar sizin elinizden kaçan kimse olmamış. Yüzünüzü kimse görmemiş. Sen..." O kadar heyecanlıydı ki yerinde duramıyordu. "İnsanları öldürürken şarkı söylüyormuşsun. Sesini sadece öldürdüğün adamlar duyarmış. Eğer birisi senin ölüm melodini duyarsa, onu öldürmek için geldiğini anlarmış!"
Kaşımı çatıp, "Sen bu kadar bilgiyi nereden biliyorsun?" dedim.
"Dedim ya, senin çok büyük hayranınım! Hep seninle tanışmak istemiştim."
"İsteklerine dikkat et," dedim, sesimdeki tehlikeyi gizlemeden. "Başka şekilde de tanışabilirdik. Senin canını almak için geldiğimde mesela."
Sertçe yutkunsa da, heyecanı kaybolmadı.
Can, oturduğu yerden kalkıp kendi masasına geri geçti. "Sevgililerinle beraber adam öldürmek mi? Bu nasıl bir fantezi?" dedi.
"Ne sevgilisi?" dedim.
Bana garip, aşağılar gibi bakıyordu. "Bilmiyormuş gibi yapma," dedi.
"Sen ne diyorsun be!" dedim ayağa kalkarak.
"Sen daha iyi bilirsin," dedi. Oturduğu koltukta geri yaslanıp rahat bir pozisyona geçti. "İki erkeği de idare etmek nasıl bir duygu? Senin için zor olmuyor mu?"
Bu adam neyden bahsediyordu bilmiyordum ama kan beynime sıçramak üzereydi. Belimden silahı çıkartıp Can'a doğrulttum. Yüzünde korkuya dair hiçbir duygu yoktu.
"Ne demek istiyorsan açık açık anlat!" dedim.
Gözlerini devirip, "Peki, anlatayım," dedi. "Dün Efe'nin kucağında yatağına gittiniz. Sabah da Ege mesaj attı: 'Duru benim sevgilim, ondan uzak dur' ve bir sürü tehdit içeren bir mesaj."
Duyduğum hangi cümleye şaşıracağımı bilemedim. "Efe'yle yatağa gitmek" derken ne demek istiyordu? Biraz zihnimi yokladım. Tabii ya! Dün Buse'yle uyuya kaldığımız zaman beni odaya Efe götürmüş olmalıydı.
"Yanlış anlamışsın," dedim. "Evet, Efe'yle beraber uyuyoruz ama sevgili olduğumuz için değil."
Yüzünde mimik oynamamıştı. "Aynı yatağa gitmenin nasıl bir açıklaması olabilir?" dedi. Hâlâ aşağılar gibi konuşuyordu.
Silahın sürgüsünü çekip Can'ın çok yakınından geçen bir kurşun sıktım. Neye uğradığını şaşırmıştı. Hızla başını eğip belindeki silaha davrandı.
"Benimle nasıl konuştuğuna dikkat et!" dedim.
Can da silahı bana doğrulttu. "Sevgilin varken bana yaklaşmadan önce düşünecektin onu!"
"Ne, sana yaklaşmak mı? Ben mi sana yaklaştım? Bana yaklaşan sendin!" dedim. "Ben sevgilin olduğunu bilmiyordum, hem de iki tane sevgilin olduğunu nereden bilebilirdim!"
Tekrar kulağının yakınından geçen bir mermi sıktım. "Sevgilim falan yok benim! Anlamıyor musun?" İkimiz de bağırıyorduk.
"O zaman neden Efe'yle beraber yatıyorsun?" dedi. Sinirden gözlerinden alev çıkmak üzereydi.
"Sanane!" dedim. "Seni ne ilgilendirir? O benim sevgilim falan değil, kardeşim!"
Siniri biraz yatışmış gibi oldu. "Ne demek kardeşim?" dedi. Afallamıştı. Hâlâ birbirimize silah doğrultuyorduk.
"Basbayağı kardeşim. Biz beraber büyüdük. Ben altı, onlar sekiz yaşındaydı. Biz birbirimizin ailesiyiz! Öyle sandığın gibi üçümüz sevgili falan değiliz."
"O zaman neden Ege bana onun sevgilisi olduğunu söyledi?"
"Çünkü beni senden korumak istiyor. Senin tehlikeli olduğunu düşünüyor!" dedim. Hâlâ elimizdeki silahları birbirimize doğrultuyorduk.
Sinirden gülmeye başladı. "Duyanda senin masum olduğunu sanır. Sen de en az benim kadar tehlikeli bir kadınsın!" dedi. Odanın duvarları bağırış sesimizden inliyordu resmen.
Kerem araya girip bizi sakinleştirmeye çalıştı. "Yapmayın, şirketteyiz!" diyordu.
"Başlarım şimdi şirketine!" dedim, silahı Kerem'e doğrultarak. Korkuyla ellerini teslim olur gibi havaya kaldırdı.
Can da bana yaklaşıp, "Silahını kardeşimin üzerinden çek!" dedi. Zaten amacım Kerem'e zarar vermek değildi.
"Duru'nun sevgilisi yok, Can da sana kötü bir imada bulunmak istemedi," Kerem hâlâ ortamı yumuşatmaya çalışıyordu.
Derin bir nefes alıp silahımı indirdim. "Ben söyleyeceğimi söyledim," dedim.
Can da silahını indirdi. "Teşekkür ederim uyarın için," dedi, sesi hâlâ sinirliydi.
"Rica ederim," dedim ben de sinirle.
Silahımı belimdeki özel yaptırdığım kemerime geri takıp odadan çıktım. Sinirle attığım adımların sesi koridorda yankılanıyordu. Asansöre binip zemin kata bastım. Bir an önce gitmek istiyordum.
Geldiğimi söyleyen sesle kapılar açıldı. Aynı hızla çıkıp valenin getirdiği arabama bindim. Biz az önce ne yaşamıştık öyle? İkimizden birisi ölmediği için şanslıydık. Sinirle bindiğim arabamı çalıştırıp eve sürdüm. Bana bulunduğu iğrenç imalardan sonra Can'la bir daha görüşmek istemiyordum.