bc

DEM | ZAMANIN İÇİNDEN BİRİ

book_age16+
35
FOLLOW
1K
READ
murder
dark
badboy
badgirl
mafia
drama
friendship
lies
secrets
selfish
like
intro-logo
Blurb

Dünyasında yalnızca erkeklerin hükümdar olduğu imparatorlukta; kadın tek başına bir krallık kurmaya niyetliydi.

Yeterli güce,saygınlığa ve mevkiye sahip yalnız bir karakter, Derin yalvaç. Üç ağabeye sahip ancak yine de yetersizlik kan damarlarını kesiyor, birer birer.

Tek dostunu başındaki üç hükümdarın anlaşmaları yüzünden kaybetmiş, acılı ve kindar bir kadın.

Acısını dindirmeye hiçbir şey yetmez.

Krallığını tek başına inşa edebilmek için, savaşa ihtiyaç duyan arsız bir ruha sahip.

Bir kadın tek başına savaş verebilir mi?

Bir kadın yalnızlıkla savaşabilir mi?

Bir kadın, acısını dindirmek için ölüm arzusuyla tutuştuğunda, onu bir imparatorluk durdurabilir mi?

O savaş verilecek, yalnızlık alt edilecek ve kadın durmayıp o krallığı inşa edecek. Kanlı olacak, hırslı ve zor.

Yine de o kan dökülecek. Çünkü kan;bu hikayenin tek çıkar yolu.

chap-preview
Free preview
Çöküş 1
Kalbin bir dile sahip olması ne tuhaf şey. Zihnin kör kuyularını ihlal edip geçecek bir sese sahip olması... ne büyük bir zarar insana. Mantığının her bir kelimesini bastırarak kendi krallığını ilan etmesi...bir mahkumken. Bir kaşık suda boğulup, huzur mertebesine erişmek isterken; bedenime engel olmak istercesine gümbür gümbür atışları kalbimin...arzularımın bariyeriydi sanki. Yirmi altı yıldır, benim zindanım kalbimin orta yeriydi. Onu kaburgalarım arasından söküp atmak isteyecek kadar canilik vardı içimde, bilakis beni ben yapan yegane şeyin; vicdanın sahibiydi de. Bu sebeptendir hala orada duruşu. Belki de içimdeki nefretin sonunu getirmeyi beklemekteydi. Attığım her bir kulaç, suyu dövercesineydi. Suyun altındaki yüzümü yukarı doğru iterek, güçlü bir nefes bahşettim ciğerlerime. Yüzüme yapışan kısacık saçlarımı geriye doğru iterken havuzun kenarına yasladım kollarımı. "Hasta olacaksın," dedi düşünceli bir ses. "Yağmur çiseliyor." Soğuk rüzgarın dalgalandırdığı havuzun üzerine ince taneler düşerek küçük çukurlar oluşuyor ve suya karışarak yerini bir sonrakine bırakıyordu. Başımı kaldırdım ve bir parçam olan adamın yüzüne baktım. Takım elbisesi üzerine yapışmış, beyazları saçlarına tezat aralarda sırıtırcasına duruyordu. Onları özenle geriye doğru taramıştı. Elindeki ince belli bardağın içindeki çayın dumanı yükselerek yüzüne vuruyordu. Bardağın kenarını dudağına yasladı. Üç ağabeyimden ortanca olanıydı Tamay. Ona her bakışımda bir dağ gibi devrilmez ve dimdik duruşunda, güven görüyordum. Çocukluğumun kurtarıcısıydı. Küçükken yüreklilik yapıp salıncak gökyüzüne değecek gibi sallanırken her defasında kendimi boşluğa bırakırdım. Kollarında son bulurdu heyecanım. Kilometrelerce ötemde de olsa, düşmeden önce kendini bana siper edecek bir hıza sahipti. Nasıl yaparsa yapar, bana yetişirdi. Onun sayesinde dizlerimden yaralanmamıştım hiç. Fakat kötü bir huyu vardı. Silah kullanmaktan zevk alırdı ve kan onun alkolüydü. Ölüm onu sarhoş ederdi ve bunu unutmamak için bileğine bir çentik atardı. Yine de onun sıcacık bir benliği olduğuna inanırdım, her zaman. Gözlerine baktım. Üşüyor olsam da, yağmurun ve bir çiviyi andıracak soğukta olan suyun içindeyken, ona sobası tüten evimin eşiğinden bakar gibi baktım. "Bana bir şey olmaz," dedim korkuluklardan tutunup suyun içindeki merdivenlere basarak çıkarken. "Endişe etme." Havuza girerken yere bıraktığım pareoyu ayağıyla iterek almamı engellediğinde eğildiğim yerden bakışlarımı kaldırarak ona baktım. Sandalyenin üzerine attığı siyah bornozuma uzanıp avucunun içine aldı ve bana uzattı. Tüylerim diken diken ve hafif bir titreme vardı vücudumda. Bornozumu aldım ve üzerime geçirerek iplerini bağladım. Kısa saçlarımı sallayarak sularını attırdım ve uzattığı çay bardağını elinden aldım. Birlikte içeriye doğru yürürken bana bakmamak için kafasını sol tarafına çevirerek iç geçirdi. "Derin Yalvaç," dedi resmiyetle. "Bu günlerde bilerek geç kalıyormuşsun gibi hissetmeye başladım. İşe gelmek istemiyorsan, bana söyleyebilirsin." İsmimi telaffuzunda her defasında içimde oluşan kıpırtıyı içime buyur ederek tebessüm sundum yüzüne Havuzun odamın terasında olması, benim için büyük bir nimetti. Bu yüzden içeri girip kendimi direk yatağıma bırakmıştım. Ağabeyimin sorusunu yanıtsız bırakmak istemedim. Ancak kelimelerimi seçerek konuşmak istedim. Bu yüzden birkaç saniye bekledim. "Gümrüğe gidip tüm gün kağıt imzalamak bana göre bir iş değil," dedim uzandığım yatağımda doğrularak. "Bunu biliyorsun." Az önce bir yudum aldığım çayını bitirmiş, boş bardağı elinde tutarken çakır gözleri gözlerimdeydi. Bana yalandan kızgın bakıyordu. "Bugün orada olman gerekiyor. Bir gün daha sabret. Saltuk'la konuşacağım." Yüzümü buruşturdum. Saltuk, en büyüklerimizdi. En gaddar, soğuk ve konuşmaya dahi çekinilecek bir görünüşe sahipti. Aramızda evli olan tek kişi de oydu. Ne kadar ayrı da olsalar hala resmiyette bir yengemiz vardı. Tamay'ın onunla konuşmasının bir şeyleri değiştireceğine inanmıyordum. Kağıt işlerini her defasında yalnızca bana yönlendirirdi. Bu isteğimizi geri çevireceğini biliyordum. İşlerimize bizzat kendimiz gitmemiz gerektiğini oldum olası başımıza itelerdi. Çünkü her ne kadar yasal görünse de ülkeye giren malların çoğunluğu yasadışıydı. Giriş çıkışlarla ilgilenen küçük ağabeyim Toygar'dı. Tamamen deli bir adamdı. Gerçek bir sosyopattı. Uğraşılması en keyifli adamdı ancak damarına basılmadığı sürece. "Kabul etmezse onu kendi silahlarından biriyle vuracağımı söyle," dedim alayla. Yataktan kalkıp arkasına geçerek onu kapıya doğru iteledim. "Kardeş katili olmana izin veremem, cesur yürek." dedi iki parmağını alnına dayayıp selam verir gibi yaparak odanın kapısını açtı. "Giyin de aşağıya gel. Ufak işlerimizi halledelim." Cevabımı dinlemeden kapıyı kapatıp, gitti. Dolabıma yönelip, kumaş takımlarımdan gri olanını askıdan ayırdım ve yatağın üzerine attım. Üzerimdeki bornozu çıkararak mayomdan kurtuldum ve onları odanın diğer köşesindeki kirliliğe attım. İç çamaşırımı bacaklarım arasından geçirip, kumaş pantolonumu giydim. Ardından siyah dantelli braletimi başımdan geçirip, üzerine kumaş ceketimi giyerek saat çekmeceme yönelip bir saat taktım. Çantamı ve telefonumu alarak odadan ayrılırken son bir bakış attım içeri. Bunu garip bir şekilde her seferinde yapma gereği duyardım. Merdivenleri inerek salona geçtim. Ağabeylerim, masanın etrafına sıralanmış önlerindeki birkaç dosyanın kağıtlarıyla uğraşıyorlardı. Toygar'ın baştan savma, öylesine imzalayıp geçtiği kağıtların her birine kısık sesle küfredişini duyduğumda gülmemek için kendimi zor tuttum. Elimdeki çantayı masanın üzerine bırakıp Toygar'ın omuzlarını sıktım ve gülerek "Seni o kadar iyi anlıyorum ki," dedim. Omuzlarını silkeleyerek beni iterken, gülmeye devam ederek masada kendi sandalyeme oturdum. "Uğraşma," dedi uyarıcı bir sesle. "Kafam atık zaten." Elimde olmadan bir kahkaha salıverirken ortaya Tamay'da bana eşlik etmekteydi. "Ne zaman atık değil ki?" Saltuk ağabeyime baktım. Gözlüklerini burnunun ucuna kadar indirmiş ve Toygar'a bakıyordu. "Kafana sıçayım senin," dedi ciddi bir tavırla. "Bana bak, zübdem." dedi kalemi bana doğru uzatarak. "Beni kendine bulaştırma." Saltuk'a dönüp el işareti yaparak "Hayırdır ağabey, bugünlerde benim üzerime çok oynuyorsun?" Tamay, ona baygın gözlerle baktı. "Her gün insan gibi yap o zaman üzerine düşeni, Toygar." dedi. "Bu kızın canı yok mu, her hafta gümrükte adamlara kelime döküyor?" Toygar'la aramda üç yaş vardı. Saltuk ve Tamay arasında beş yaş. Tamay'la Toygar arasında ise altı yaş vardı. Üçü, birbirinden tamamen farklı karakterlerdi fakat ben en çok babama benziyordum. Yalnızca disiplinli oluşum Saltuk'tan geliyordu. Gözlemciliğim ise Tamay'dan. Fakat bütün huylarım babama benziyordu. Onun kız kopyası olduğumu düşünen annemle ise pek iyi anlaşamazdım. Babamdan konu açıldığında üzerini örter, kapatır ya da orayı terk ederdi. Ölmüş olmasına rağmen, ondan tüm zerresiyle nefret ederdi. Ölmüş olmasına rağmen, ondan tüm zerresiyle nefret ederdi. Ona hiç benzemezdim. Benzemek de istemezdim. "Ne diyorsun bilader, ben hayvan mıyım?" dedi bir an yükselerek. Başımı iki yana sallayarak geriye yaslandım ve sandalyemi hafifçe sağa sola döndürerek onları izledim. "Kız kendini telef etmeyi seviyor. Ben ne yapayım?" Saltuk, masaya sesli bir nefes verirken, gözlüğünü sertçe masaya bıraktı. "Tamam kesin hadi, işinize bakın." Masanın üzerindeki küçük laptopu kendime çektim ve açarak kendi dosyalarıma girdim. Bugüne ait dosyaları incelemeye koyulurken bir eksiklik fark etmiştim. Şeytani bir eksiklik. Dosyalardan bağımsız. "Annem nerede?" diye sorduğumda beni umursayan yalnızca Tamay'dı. "Kim bilir?" dedi iç çeker gibi. Kaşlarımı çattım. Tepkisi en doğru olandı. Ruh gibiydi. Kullandığı ilaçlar onu durgunlaştırdığı için genelde odasında oluyordu. Annem, şeytanın severek vesvese verdiği işbirlikçisi gibiydi. Kötü bir ruha sahipti. Ona artık sahip çıkamayacağımızı fark ettiğimizde bir hastaneye yatırıp tedaviye başlattık. Şimdilerde yalnızca ortalarda geziniyordu. Etrafımızda olmamasından rahatsızlık duymuyorduk. "Selma Teyzeyle çiftliğe gideceğini söylemişti en son," dedi Toygar. "Çocuklar bırakmış ama altı aydır boştu çiftlik. Alışveriş falan da yapmadan direk geçmişler. Kim bilir ne peşindeler yine." Dudaklarımı büzerek başımla onu onayladım. Kendisi ise bundan sıkılmış bir tavırla başını iki yana sallayarak imza atmaya devam etti. Annem babamın vefatından sonra psikolojik tedaviye başlamıştı. Birbirlerinden nefret ederek kırk beş yıl sürdürdükleri evliliğin, hayatımızın zorluğuna da bakılırsa ne kadar zor olduğunu anlayabiliyorduk. Her ne kadar nefret değildi desek de annem bunu asla kabul etmiyordu lakin ölümünü hala kabullenmediğini hepimiz biliyorduk. Annem cabbar, otoriter ve zeki bir kadındı. Lakin içine doğduğu hayat onun hayal ettiği ve yaşamak istediği bir hayat değildi. Artık bizi de gözünün göresi yoktu. Çünkü bu hayatın içinde olmamızı istemiyordu. Bizse bu hayattan başka bir hayatta ne yaşanır bilmeden içine doğduğumuz hayatı benimsemiş ve bundan rahatsızlık duymuyorduk. "Derin," dedi Saltuk, ellerini masanın üzerinde birbirine kenetleyerek. "Bugün orada olduğundan daha fazla gözü açık olmanı istiyorum." Kaşlarım çatıldı ve sandalyeyi masaya yaklaştırıp yaslandım. Kuşku,bir anda nüksederek tüm benliğime yayıldığında bunu yüzüme net bir şekilde yansıttığımdan emindim. "Neden?" diye sordum ifademi sesime de çekinmeden yansıtarak. "Dört yüz ton mal gelecek," dedi. Sesinde endişe tozları var gibiydi. "İlk yüz ton bizim için çok önemli. Katiyen eksik olmaması gerekiyor. Ayrıca hoşlanmayacaksın ama yanında adamlardan birkaçının da olmasını istiyorum. Her şeyden önce senin güvende olduğundan emin olmak zorundayım." Hayretle havalanan kaşlarımla birlikte ona döndüm. Yüzündeki ciddiyet yutkunmama sebep olmuştu. Bir şeyler vardı söylemediği. Ağabeyimi biraz tanıyorsam bunu anlamıştım. Ve bunu bilmeyen sanırım yalnızca bendim. Hepsinin yüzünde Saltuk'un bundan bahsetmesinden çekinir bir ifade vardı. Gözlerimi kısıp hepsinin yüzüne tek tek baktım. "Bana söylemediğiniz bir şey varmış gibi hissediyorum." dedim karamsar bir tavırla. "Farklı bir şey mi gelecek, yoksa adamlara mı güvenmiyorsunuz?" Kararsız kaldı. Bakışları diğerlerinin üzerinde bir süre gezindi, ardından derin bir nefes alarak boynunu kütletti. Benden kaçabileceklerini mi sanıyorlardı? Bunun mümkünatı var mıydı? "Kimine zehir,kimine ilaç diyelim." O an, hepimizin vücudundan bir akımın geçtiğine yemin edebilirdim. Gerilerek birbirimize bakmıştık ve gözlerimizde şaşkınlık nidaları atılıyordu. Toygar'ın gözlerinin kocaman açıldığını gördüm. Onların arasında olmak, onun için cennette olmak gibiydi. Benim yerime orada olmak için kurşun atar, kurşun yerdi bundan emindim. "İlk yüz ton bizim için önemli. Parası peşin ödendi. Geri kalanı da öyle fakat yarısı bir başkasına ait. Bu yüzden gümrüğe başkaları da gelecek. Malların hepsi bizim depoya inecek ama özellikle ilk yüz ton için gözün açık olsun istiyorum. Adamlar yanında olsun, bizim sağlamda olduğumuzdan emin ol, yeter." Başımı iki yana olumsuzca salladım. Böyle bir şeyi yapamazdım. "Bunu yapmanı gerektirecek şey ne?" dedim öfkeyle. "Ülkeye neden ne olduğu belli olmayan -ya da bana söylemek istemediğin- bir şey sokuyorsun?" Gözlerini bir an devirecek gibi oldu fakat toparladı Saltuk. Tamay lafa atlayarak; "Bir kısmı benim için. İlaç yapımında kullanacağım." diyerek kıvırıverdi. Belki de doğruydu fakat eğer aklımdaki şeyden bahsediyorlarsa ve gelen de aklımdaki şeyle aynıysa, onlara bir süre kuşkuyla yaklaşacaktım. Bunun içimi rahatlatması gerekirmiş gibi baktı bana. Ona aynı öfkeyle bakmaya devam ettim. "Geri kalanı?" "Para." dedi Toygar. Kısa ve netti. Doğruyu hiçbir zaman sakınmadan, olduğu gibi söylerdi. Benden bir şey saklamazdı. "Paraya ihtiyacımız yok." dedim öz bir şekilde, kelimesini söylediği anda cevabını vererek. Tek kaşını kaldırarak sol omzunu silkti ve kağıtlara geri döndü. Umursamamıştı. Bundan nemalanacaktı çünkü. "Aklından ne geçtiğini biliyorum, Derin. Henüz öyle bir şey yapacak kadar düşmedik," dedi Saltuk. "Bilim-araştırmaya ve kimya laboratuvarına satılacak ve yarısını abin ilaç yaparak anlaşmalı olduğumuz hastanelere satacak. Bekleyenler var. Hepsi belirli, yalnızca işini yap. Şu ön yargılarından da bir an önce kurtulmaya bak. Bizi tanımıyormuş gibi davranıyorsun." Gözlerimi devirerek saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdım ve alayla tısladım. Laptopu çantamın içine atarak omzuma astım ve ayaklandım. "Sizin ne yapıp yapmayacağınız pek belli olmuyor." diyerek sandalyemi ittim ve Toygar'ın arkasından dolaşarak salondan çıkmak için adımladım. "Umarım dediğiniz gibidir ve bunun altından bir şey çıkmaz." Salondan çıkarken son anda sarf ettiğim kelimeler, Saltuk'un bardağını taşıran son damla olmuştu ki ismimi öfkeyle bağırarak evin içini sesiyle doldurmuştu. Onu umursamayarak spor ayakkabılarımı giydim ve dış kapıdan çıkarak bahçeye doğru ilerledim. Hemen yanımda benimle yürümeye başlayan Evren'in ceketinin düğmesini iliklediğini gördüm. "Evren," dedim düşüncelerimi alt etmeye çalışırken. "Çok kalabalık toplanmayın. Tek araba gidelim." Başını olumlu anlamda salladı ve "Tamam, Derin hanım." diyerek eliyle çıktığımızı göstermek için adamlardan birine işaret yaptı. Bahçeden dolaşıp garajın önündeki arabaya geldiğimizde kapımı açarak bana her zamanki inceliğini gösterdi. İki kişi öne ve iki kişi benimle birlikte arkaya, karşımdaki koltuklara oturmuşlardı. Araba hareket ettiğinde çantamdan telefonumu aldım ve Giray'ı aradım. Şirkette ne olup bitiyorsa onun mutlaka haberi olurdu. Benim tek dostum, sırdaşımdı. Yoğun iş temposu sebebiyle aynı şirkette dahi nadir görüşebiliyorduk fakat aramızdaki bağ öylesine kuvvetliydi ki bunu sorun etmiyorduk. İkimiz de fazlasıyla yoğunduk ve eminim ki Giray benim isyanımla ilgili planlar kuruyordu. Beni en iyi tanıyan ailemden sonra ilk kişi oydu. İçimde çok farklı bir sevgiye tabi tutmuştum varlığını. Çocukluğum, gençliğim, ilk içkim, ilk tatilim, ilk partim, ilk yanlışımda benimle olan yegane ve vazgeçilemez olan biriydi hayatımda. Onu çok farklı seviyordum. Onun için de değerimin ne ifade ettiğini çok net biliyordum. Birbirimiz için, ölümle bile savaşa girebilirdik. Kaybedeceğimizi bilsek bile ateşe yürüyebilirdik. "İsminizi telefonumun ekranında görmek bile büyük bir şeref, Derin hanım." dedi kinaye kullanarak. "Buyurun efendim. Hangi konuyla alakalı müzakere etmek için aramıştınız?" Dudaklarımda istemsiz yayılan tebessüm gülümsemeye dönerken,bir yandan da ödün vermeyerek göz devirmiştim. "Saygın kişiliğinizi danışman olarak kullanmıyorum, Giray bey." Kahkaha patlattı. "Ne o sitem eder gibi açıyorsun telefonu?" İçine çektiği derin nefesi sonrası boğuk konuşmasından anlamıştım ki sigarasının son dumanlarını alıp izmaritini atmak ile meşguldü. Her anını tahmin edebilirdim. Bazı zamanlar karşımdaymış gibi izlerdim bile. Yanımda olmadığı anlarda bile yanımda olduğunu kanıtlayabilirdim zihnimin içinde. "Tabii öyledir. Sitemlerimde her zaman haklıyımdır bilirsin." Gizlemeye çalışsa da güldüğünün farkındaydım. "Her neyse, gölgene hasretiz be kızım. Arada bir görünsen mi diyorum?" Bu konuda darılsa da haklıydı."Evimin adresini mi unuttun yoksa? Ben görünemiyorsam, sen bir yokla. Belki başım dardadır?" Giray, öyle düşünceli bir insandı ki boşta kaldığını anladığı ilk dakika telefona sarılıp arayacağı kişi ben oluyordum. Beni biliyordu, bu sıralar her zamankinden daha fazla yoğun olduğumu biliyordu. Ağabeylerimle çalışıyordu. Ona açıklama yapmak zorunda değildim fakat boşladığımın farkındaydı. Yine de ikimizin de birbirimizden başka dostu olmadığından bunları göz ardı edebiliyorduk. Kinayeler olmazsa olmazımızdı elbette. "Demogojiye başladın hemen bakıyorum?" gülüştük. Hal hatır sorma kısmını atladığımızda aklıma takılan konuya çevirdim konuşmamızı. "Bugün gümrüğe gelecek olan mallar, çıkarıldıktan sonra nerelere teslim edilecek. Tahsilatlar kimlerle görüşülecek biliyor musun?" Bir süre ses alamadım. Yalnızca düşünceli bir sesle birkaç kez konuşmaya yeltendi, fakat konuşmadı. "Derin," dedi kısık bir sesle. "Saltuk ağabey bunları gizli tutuyor. Yalnız...bugün şirkete gelmeyecekler diye biliyorum. Öğrenmeye çalışacağım." Göremeyeceğini bilsem de başımı salladım ve tebessüm ettim. "Teşekkür ederim yavrukuşum. Bir şey daha sorabilir miyim, nolur çünkü? " Tam şu an karşımda olsa bıkkınca nefes verip, burun kemerini sıkıyor olurdu. Kaldı ki bunu tam şu an da yaptığından emindim. Bir sigara daha yaktığını anlayabileceğim çakmak sesiyle birlikte dumanı kuvvetlice ciğerlerine çekti. "Sor, başımın tatlı belası." Gülerek tatlılık yapmaya çalıştım ancak pek tadım olduğunu ve içten güldüğümü söyleyemezdim. "Adamların kim olduğunu biliyor musun?" Boğazından onaylarcasına bir ses çıkarıp bildiğini belli etti fakat devamı gelmedi. "Kerpetenle mi alayım lafı azından Giray?" diyerek çemkirdiğimde kıkırdadı. "Söylesene kim?" "Nolur çünkü demedin eksik hissediyorum Makber'im ya." "Hadi söyle nolur çünkü." Gülüşlerimiz keyfimi yerine getirmiş olsa da duyacaklarım pek hoşuma gitmeyecek gibi hissediyordum. "Sargın'lar. Tanıdığın adamlar değiller. Biraz daha karanlık, sağlam adamlar." Göz devirmekten kendimi alıkoyamadım. Karanlığın içine doğmuş ve o karanlık alemin sözü geçen,dinlenen ve saygı duyulan tek kadını olduğum için biraz bile umursamadım bunu. "Teşekkür ederim." "Rica ederim. İşin bitince bir şeyler yapalım mı ne dersin?" Bugün günlerden ne olduğundan bile bir haberdim. Buna rağmen "Olur," diye yanıtladım onu. İtiraz etmem ne mümkündü? Fazlasıyla özlemiştim ve konuşulacak sürüyle konu birikmişti. "Pekala o zaman benden önce bitirirsen işini bana geçersin. İçecek bir şeyler alırım ben. Şimdi kapatıyorun güzelim. Arkadan arıyorlar. Dikkat et. Bir şey olursa ara." "Tamam merak etme. Görüşürüz." "Görüşürüz." Telefonu kapattım ve çantamın içine attım. Karşımda oturan adamlar aralarında bir şeyler konuşurken başımı çevirip sahil yolunu izlemeye koyuldum. Artık bu düzenden sıkılmıştım. Mecburiyet hissi her zaman beni geriye adımlamak zorunda bırakmıştı. İçimden gelmiyordu tüm bunları yapmak. Belki de en kötüsü de buydu. Bir şeylerin artık elimden değil de içimden gelmemesi. Hevesim yoktu bir defa. Zorlaya zorlaya yapıyor olmak, tüm inancımı yitirmeye sürüklüyordu beni. Beni ayakta tutan şeyin, inancım olduğu gerçeği ise asla değiştirilemezdi. Bunu yitiriyor oluşumsa, bir krallığın usuldan çöküşü gibiydi. Araba, konteynerleri solunda bırakarak sahil kenarında durdu. Adamlardan biri kalkarak kapıyı açtı ve inmemi bekledi. Çantamı alıp arabadan indim ve bize doğru yürüyen gümrük müşaviri, başındaki kasketi düzelterek elindeki evraklarla hemen önüme kadar geldi ve elini uzattı. Elini tutup onunla selamlaştım ve direk lafa dalarak konuştu. "Onay memuruyla biraz sıkıntı yaşadım, Derin hanım. " dedi telaşlı bir şekilde. "Beyannamenin içeriğinde birkaç eksik görmüş, onları tekrar gözden geçirmeniz gerekiyor...biraz acele." Gözlerimi devirerek elindeki evrakları alıp ofisine doğru ilerledim. Yüklerde ne olduğunu biliyor gibi telaşlıydı. Bu denli evhamlı olmak dikkat çekerdi. Kısmi muayenede sorun çıkmayacağından emindim. Yine de onun enerjisinden üzerime geçen ufak bir tedirginlik olmuştu. Derin bir nefes verdim ve isteksiz bir şekilde uzattığı kasketi alarak başıma geçirdim. Gün, bitmeyecekti. * Dosyalardaki eksikleri, muayeneyi ve malları gümrükten çıkaracak tırları ayarlamış, her şeyi kusursuz bir şekilde halletmiştim. Fakat kalan malları alacak olan adamlar henüz teşrif etmemişlerdi. Beklemeyi sevmezdim. Bekletilmekten ise hiç haz etmezdim. Hafifçe yükselen sinirle birlikte bir bacağımı titretmeye başlamış, kollarımı göğsümde birleştirmiştim. O dakikada bir arabanın lastiklerinden feryat yükseldi. Başımı çevirip, arabanın durduğu yöne baktım. Birkaç adam arabadan inerken, yalnızca birinin etrafında pervane olmuşlardı. Gözlerimi devirdim. Hayatımdaki bu gösteriş, yalnızca bana özel değildi. Mafyalar böyle takılıyorlardı. Bunu hiçbir zaman kabullenmesem de, gösteriş bu işlerin gizemini arttırıyordu. Adam, yalnız olduğumu fark ettiğinde yanındaki adamlarına durmaları için işaret etti. Bizimkiler arabadan çıkarken, aynı hareketi onlara yaparak durmalarını sağladım. Gelmiyorlardı fakat hazır bir şekilde bekliyorlardı. Adam; siyah gözlükleriyle ve üzerine tamamen oturmuş siyah takım elbisesiyle oldukça genç ve karizmatik görünüyordu. Yürüyüşünden dahi belli olan korkusuzluğu bana tanıdık gelmişti. Başı dik ve sağlam yürüyüşünde bir şeyleri kanıtlama çabası vardı sanki. Hiç yoksa da içi boş bir özgüven sahibiydi. Önümde dururken, gözlüklerini usulca çıkararak beyaz gömleğinin açık olan ilk üç düğmesinin ucuna taktı ve elini uzattı. Önce eline ardından yüzüne baktım. Kirli sakalları, rüzgardan uçuşarak birbirine dolaşan saçları dağınık görünüyordu. Koyu renk gözleri, sakalları ve bıyığıyla ne kadar büyük gösterse de yirmilerinin sonunda bir adam olduğu anlaşılıyordu. "Derin Yalvaç." dedim uzattığı eline yalnızca bakmakla yetinerek. Belli belirsiz çatılan kaşlarını tekrar düzelttiğinde "Renan Sargın." dedi. Başımı belli belirsiz sallayarak elimde imzalanması gereken birkaç kağıt parçasını ona uzattım. "Her zaman geç mi kalırsınız?" dedim iğneleyici bir tavırla. Elimden kağıtları aldı ve dudak büzerek incelemeye başladı. "Her zaman değil." diye yanıtladı. "Mallar gümrükten ayrıldı mı?" Ona dümdüz ve anlamsız bir şekilde bakıyordum. Bir çalışanıyla konuşur gibi konuşması çıtalarımın kıpırdamasına sebep olmuştu. "Sadece atılacak birkaç imza kaldı." dedim ters bir şekilde. "Sizin üzerinize düşeni de yapmak zorunda kaldım tabii geç kaldığınız için." Sayfanın birini çevirirken, bana alttan bir bakış attı. Kaşları havalanmıştı fakat bakışları baygındı. "Hiçbir şey yapmak zorunda değildin," dedi sakin bir şekilde. "Karşındaki düşmanınmış gibi davranmaktan vazgeçsen, iyi edersin. Uzun bir süre birlikte çalışacağız." Beni taklit mi etmişti? Beni...taklit etmişti. Sol gözümün hafifçe seğirdiğini fark ettiğimde bakışlarımı gemilerden birine çevirdim ve sessiz bir şekilde kendi kendime güldüm. Bunu duymamış olmasını umursamayarak rüzgarla uçuşan kısacık saçlarımı kulağımın arkasına yerleştirdim ve onu beklemeye devam ettim. Ceketinin iç cebinden bir kalem çıkardı ve kapağını ağzı ile açarak kağıtları elinin üzerinde imzalamaya başladı. Kapak ağzında iken kaşları çatık bir şekilde öylesine imzalıyordu. Elimde olmadan gözlerimi devirdim. Bugün, bir kez daha devirecek olursam göz bebeklerim geriye gidecek ve geri gelmeyecekti. Neden umursuyordum ki? Birkaç dakika sonra onu bir daha görmeyecektim bile. "Başka bir sürpriz sayfa yoksa..." derken lafını kesip. "Yok." dedim. "Bu kadar." Renan, kollarını açıp "Hey Allah'ım," dedi bir anda. "Çattık ya." Ona buruşturduğum yüzümle saçmaladığını anlatmak ister gibi baktım. "Ofiste Faik beyle görüşün," dedim az önce çıktığım prefabrik ofisi işaret ederek. "Onay memurunun sorun ettiği küçük bir yer vardı beyannamede. Düzelttim. Bir de siz bakın. Sonra bir sorun olmasın." Elindeki kağıtları bana uzatarak kalemi cebine geri koydu. "Düzelttiysen, sıkıntı yok." dedi kaba bir tavırla. Kağıtları elinden çekerek aldım ve ona sırtımı dönüp, arabaya doğru ilerledim. Bunun için yanımda adamlarla geldiğime hala inanamasam da beni uyuz etmişti. Ağabeylerimin iş yaptığı adamları genelde tanıyordum. Onu ilk defa görmüştüm. Genelde orta yaşlı adamlarla olurdu bu işler. Benim yaşlarımda, genç biriyle iş yaptıklarına ilk kez şahit oluyordum. Tuhaf gelmişti. Arabaya binerken, arkama doğru baktım. Gözlüklerini takarken, beni izlediğini fark ettiğimde az da olsa gerilmiştim. Arabaya binip, adamlarımdan birinin kapıyı kapatmasını bekleyene kadar ona bakmıştım. Birbirimize bakışımızı bölen, arabanın kapısı olmuştu. "Eve, değil mi Derin hanım?" diye soran Evren'e dikiz aynasından bakmıştım. "Giray'a geçeceğim Evren." diyerek yanıtladığımda aracı çalıştırıp gaza asıldı. Aklım hala orada, o adamdaydı. Şirket adına, kendi adıma her şeyi eksiksiz hallettiğimden emindim fakat onun da aynı şekilde yaptığından emin olmadan oradan ayrılmamalıydım. Gözlerimle görmeliydim ve aklım orada kalmamalıydı. Geri dönemezdim. Onun da benden kuşkulanmasına izin veremezdim. Kendi düşüncelerime kısık bir küfür savurarak yolu izlemeye koyuldum. Bu şehirden nefret etmemin bir nedeni, trafiğiydi. Bu sebeple Giray'ın evine varana dek, bir buçuk saat geçmişti. "Bu gece felaket yağacak." dedi Evren, arabayı durdururken. Kapı, bu defa dışarıdan açılırken kendimi hemen attım ve arabadan çıktım. "Yağacak mı?" dedi bizimle gelen adamlardan biri. "Patlayacak be oğlum. Verandayı kapatalım da gece uçmayalım." Evren bana kapıyı açıp çıkmama izin verdikten hemen sonra soruyu bana yöneltti. "Derin hanım beklememizi ister misiniz?" Başımı iki yana sallayıp onun sorusunu reddettim. "Hayır gerek yok. Çok yağarsa kalırım ya da Giray bırakır. Hava da soğuk zaten siz de eve geçin, üşütmeyin. Teşekkür ederim." Evren başıyla beni selamlayıp minnetini mimikleriyle belli etti. Ben de ona başımı sallayarak kapıya doğru ilerledim ve bu sırada çantamdan Giray'ın evinin anahtarını aramaya çalışıyordum. Sonunda onu bulduğumda, kapıya da ulaşmıştım. Kilidi yuvaya sokup çevirdim ve içeri girdim. Koridorun ışığını yakıp ceketimi çıkararak vestiyere astım ve sırayla ışıkları yakarak önce lavaboya gidip ellerimi yıkadım ve ardından mutfağa geçip dolabı açtım. Amacım yiyecek bir şeyler bulmaktı fakat dolabı tam takır kuru bakırdı. Kendi düşünceme yüzümü buruşturdum. Bazen içime annem kaçıyordu. Telefonumu elime alıp Giray'ı arayacaktım ki kapının açıldığını duyup dolabı ayağımla iterek telefonu arka cebime sıkıştırıp kapıya yöneldim. "Gelmeseydin ya." diyerek yalandan hayıflandığımda mahçup bir ifadeyle yüzüme baktı. "Yapma ya? Çok mu beklettim? Ne zaman geldin?" "Takılıyorum." dizyerek omzuna hafifçe vurdum. "Az evvel geldim ben de. Yiyecek bir şeyler aldın mı?" Elindeki poşetleri bana uzatıp kapıyı kapattı ve poşetleri elinden aldığımda ceketini çıkarmak için omuzlarını düşürdü. "En sevdiklerinden hem de. İlk iş dolaba baktın değil mi?" Gülümseyerek başımı salladım. "Benim illa ki bir şeyler yemem şart." dedim bunu bildiğini bilerek yine de söyleme ihtiyacı hissetmiştim. "Biliyorsun." Somurtarak başını onaylarcasına sallarken alay eden ifadesi yüzünde yerini almıştı. Poşetlerin içine bakarken bir yandan harekete geçip salona ilerledim ve ikili yeşil kadife koltuğa kendimi bırakarak poşetlerin içinden ıslak, soslu hamburgerleri çıkartıp masaya açtım. Ardından şişelerin olduğu torbayı açıp, kahverengi cam şişeleri masanın üzerime dizdim ve sonra bunu ne kadar sevdiğimi tekrar hatırlayarak birama uzanıp kapağını çakmağımla açarak dudaklarıma yaslayıp içindeki alkolü mideme gönderdim. Rahatlamış bir tavırla geriye yaslanıp bir süre gözler imi kapatıp yorgunluğumun bir karabasan gibi üzerime çöküşünü hissettim. Yanımda hissettiğim hareketlilik ve koltuğun solunun aniden çöküşüyle gözlerimi hızla açıp ona çevirdim. "Yuh biraz daha hızlı atsaydın kendini de, ikimiz de yere yapışsaydık koltuk ikiye ayrılsaydı." Giray, patlattığı kahkahasıyla birlikte olduğu yerde tepinirken kendi şişesine doğru uzandı. "Abart ama biraz daha az oldu bu."dedi gülmeye devam ederken. "Ne kadar felaket senaryosu varsa yazdın üç saniyede." Yüzüme bakıp dinginleşen gülüşünü tekrar kuvvetlendirdi. "Yüzünün haline bak. Bi tuvalete git istersen." Sağ elimle var gücümle koluna bir yumruk salladığımda gülmeye devam ediyordu. "Belinde silah taşıyıp da düşmekten korkan birisine ne denir bilmiyorum şu an. Tuhafsın Derin Yalvaç." Göz devirip şişeyi dudaklarıma yaslayıp büyük birkaç yudum aldım. "Korkmadım, irkildim." Bir kahkaha daha patlattığında şişenin içinin dolu oluşunu umursamadan avucumla baş kısmını kavrayıp yüzüne doğru salladığımda susup bastırmaya çalıştı kendini. "Yesene soğuyacak." dedi. "İrkilince iştahın kapandı herhalde." "Patlatacağım kafanı şimdi he!" Bu defa cidden şişeyi kafasına geçirecekken eliyle şişemi yutup hızla alıp masanın üzerine bıraktı. Hamburgerimi alıp, sarıldığı kağıdı yarısına kadar açarak elime verdi ve gözleriyle yemem için işaret etti. Elinden tripli bir şekilde alıp hamburgerimi yemeğe başladım. Giray, çıkarıp telefonuyla maillerini kontrol etti, sonra bir mesaj yazıp cevap almayı bekleyerek bir yandan da yemeğe devam etti. Mesajına cevap aldığı an telefonu kilitleyip masanın üzerine bıraktı. "Nasıl geçti günün? Hangi Sargın'la tanıştın?" Yüzü gözlerimin önüne serilen adamın yüzünü yumruklama isteğiyle dolup taşarken somurttum ve Giray beni anlamış gibi başını sallayarak dudaklarını birbirine bastırdı. "Kendini bir bok sanan, bir doksan boylarında, esmer sayılabilecek, uzun saçlı, doksanlardan kalma gözlüğüyle caka satan gıcık bir Sargın'la." Lise zamanına dönüp tiksintiyle anlattığım adama mimiklerimi ve ifadelerimi dikkatle izleyip, her virgülümde gülüşü biraz daha sesle karışan Giray ağzındaki lokmayı yutmaya çalışarak işaret parmağını kaldırıp beklememi istedi. "Dur ben söyleyeyim," dedi lokmasını yutar yutmaz. "Renan Sargın." Hoşnutsuz bir tavırla kısık bir küfür savurarak dişlerimi gösterecek şekilde ifademi tiksindiğimi belli edecek bir şekilde düzenledim. "Ay konuşmak istemiyorum onu," diyerek elimi savuşturup hamburgerime gömülecektim ki Giray'ın emin olup olmadığımı sorgulayan ifadesine denk gelerek istediğini ona verdim. "Yüzünün ortasına bir yumruk çakasım geldi ki çok zor tuttum kendimi Giray." dedim yakınarak. "Bana 'çattık ya' dedi. Çat diye sıksaydım keşke kafasına." "Her tav olduğuna sıkacak olursan, seri temizlikçi tutmamız lazım güzelim." diyerek beni tiye aldı. Omuz silkip "Peşimde bir seri temizlikçim eksikti zaten." diyerek bitirdiğim hamburgerin kağıdını avcumda sıkıştırıp masanın üzerindeki poşetin içine atarak şişemi alıp geriye yaslandım. Giray hala yemeğe devam ediyordu çünkü benim payım iki onun payı üçtü. "Şu dükkanı keşfetmeseymişiz ne yermişiz lan acaba?" diye sordu kendi kendine söylemiş gibiydi fakat bana söylediğini biliyordum. İkinci hamburgerini bitirip üçüncüyü açarken üçüncü birasını da açıyordu. Sünger miydi bu çocuk? "Yavaş iç midende mayalanacak köfteler." dediğimde beni kaile almayıp homurdanarak bir yudum aldı şişesinden. Ağzındakini yuttuğunda bana omzunun üstünden bakarak sırıttı. "Hatırlıyor musun o geceyi?" diye sordu. Elimdeki şişeyi kaldırıp birkaç büyük yudumda içindekini bitirip diğer şişeyi alarak onu da çakmağımla açarak büyük bir yudum aldım. Gülümserken zihnime hücum eden anıya hasretle doldu içim. Yirminci yaşımı bir daha unutamayacağımız şekilde kutlamak istediğimiz o gece, Çeşme'deki tüm mekanlara tek tek girip, kanımıza karışan bir çok çeşit alkolün etkisiyle, yorulduğumuzu dahi hissetmeden dans edip, eğleniyor ve ilk kez hiçbir şey düşünmeden, sadece anı yaşayıp, aklımıza gelen ilk fikirde mekandan ayrılıp yine aklımıza gelen ilk fikirle bir başka mekana geçiyorduk. En son mekanın kapanışını yaptığımızda, müessesenin son bir kadeh ikramıyla beraber bardakları da alıp çıkmıştık. Ceketlerimizi giyecek halimiz olmadığından, omuzlarımıza asmıştık. Tüm gece boyunca jazz, rap, pop şarkılarla dolan kulaklarımızın ardında,zihnimizin en ücra lakin en kıymetli köşesinde durmaksızın çalan o türkü, dilime nüksedip dışarı firar ettiğinde, bana son nefesine kadar bu türkü çalsa eşlik edeceğini bildiğim dostum eşlik etmeye başlamıştı. "Bin cefalar etsen almam üstüme,oy." diyerek başladığımda, ne ses tonum, ne kanımdaki arsız sıcaklık ne de gecenin bir körü oluşu umurumda değildi. "Gayet şirin geldi dillerin, dostum oy." Giray'ın sesinin kayışı, beni bastıran kalın ses tonunun nameye geldiğinde incelişi, kadehlerimizin sürekli, bir öncekini unutarak birbirine çarpışı,bedenlerimizin çizdiği zikzaklar, tökezlediğimiz an sanki çok sağlammışız gibi birbirimize destek olduğumuz, gülüşlerimiz, mutluluğumuz ve dilimizde dönen türkünün içinde var olduğumuz o saatlerin kıymetini yıllar sonra gözlerimiz dolu bir şekilde anışımız narinleştirmişti. "Varıp yad'ellere meyil verirsen, oy." Giray'ın dönüp yüzüme tehditkar bir şekilde söylediği benimse başımla onaylayarak ve kendimce onun içinin rahata ermesi için kendime yönelttiğim, devamını getirdiğim o satırları.... "Kış ola bağlana yollarım dostum, dostum dostum..." Kollarımız çarparken arabaların aynalarına, birkaçının alarmı da hadsizce eşlik ederken bize,onları bastırmak için daha da kuvvetleniyordu sesimiz. Bizi bastırabilecek hiçbir kuvvet yoktu çünkü. Hiç bir kuvvet, bu türküyü biz yaşatırken bastırabilecek kadar kuvvetli olamazdı. Bizden daha kuvvetli bir kuvvet söz konusu dahi olamazdı. "İlahi olmayan Yar'dan ayıran oy," kadehler bitti, sonu buldu zehir lakin dilimizden düşenler en masum yanımızdan hissettiğimiz kelimelerdi. Kadehleri çarpıp yere, parçalara ayrılışını izlediğimizde,sonra temizlenecek mi diye kısa bir an düşünüp vicdan azabı çekip dudak bükerek üstünden atlayıp yola devam etmiştik. "Bahçede bülbüller ötüyor,oy." Tepemizden bir şey düştü önümüze. Bir saksıdan geriye toprak ve kırılan parçalaro kalmıştı. Başımızı kaldırıp bizim ayyaşlığımıza küfürler savuran adamı zerre umursamadan devam ederek daha da kuvvetli, boğazımız yırtılırcasına yüksek sesle söylemeye ve yolumuza devam ettik. "Kul'a gölge ise Allah'a ayan,oy." "Senden ayrılalı gülmedim dostum,dostum,dostum..." Sonra bulduğumuz ilk çocuk parkının banklarına oturup birbirimize yaslanıp o iki salıncağı izlerken çocukluğumuzu salladık zihnimizde. Tıpkı onlar gibi el ele tutuştuk. Kahkahamız onlar gibiydi, neşemiz, hevesimiz. Fakat biz artık o salıncaklarda değildik. Onları orda bırakmıştık ve sadece izlemekle yetinmek zorunda kalmıştık. Gözlerimizi kapattık. Zihnimizde bir ileri bir geri sallanırken hala el eleydik. İlkte de, sonda da. "İyi ki doğdun,dostum." dediğini duydum yarım ağızla. Gülümsedim. "İlkte de,sonda da." Başımı sallayarak onu onayladım. "Hiçbir anımızı unutmam mümkün değil ama o gece...o gece gerçekten kendimizi kontrol etmek zorunda hissetmediğimiz, kendimiz olabildiğimiz tek geceydi." Giray'ın daldığını fark ettiğimde uzanıp sırtını sıvazladım. "Bir daha o geceye dönemeyeceğimizi bilmek kalbimi kırıyor, Derin. Tek düşündüğümüz silahların konuşmayacağı, işlerin sorunsuz hallolacağı bir gün geçirmek. Gündelik yaşıyoruz uzun zamandır. Halbuki ikimiz de sadece iş düşünebilecek insanlar değiliz. Bir partiye katılmayalı bile neredeyse iki yıl olacak. Biz bu muyuz sahiden?" Dudak büzerek kapalı televizyona yansıyan bedenlerimize baktım. "Eskisi gibi istesek de olamayız ki." dedim. Bunun bilincinde olmanın yüreğimin üzerine koyduğu taşı asit dökerek eritmek istedim. Kalbimle beraber hem de. Eskisi gibi atmayacaksa, orada sadece durmasının da bir anlamı da yoktu. "İçimizdeki o çocuklar bile yara bere içinde, bir bankta oturmuş, bizim yaptığımız o salıncaklarda sallanan diğer çocukları izliyorlar, Giray. Eskisi gibi zil zurna sarhoş olup, sokaklarda bağıra çağıra türküler söyleyip sonra nerede olduğumuzu bilmeden buluğumuz ilk çocuk parkının bankında sızıp kalacak umursamzlığım yok ki benim. Artık belimdeki silahın ağırlığını ruhumda taşıyorum." "Zaman da o zaman değil ki artık," dedi huzursuzca. "Sokaklar eskisi gibi değil, biz eskisi gibi değiliz, hayat git gide nasırlaştırıyor insanı. Zorla alıyor elinden ihtiyaç duyduğun, duyacağın her şeyi. Sonra senden geriye ne kalırsa nimet sayıyorsun işte. Övünüyorsun. Övüyorlar bir de seni." Elindeki şişeyi kafasına dikti ve dibini görene dek bırakmadı. "Çalışkan,başarılı,azimli. Ee, adamın eline başka ne kalmış ki? İşe adayacak tabi kendini. Mecbur olacak hepsini." "Aslında tüm bunların benden daha çok sana ağır geldiğini tam şu an fark etmem, beynimden vurulmuşa döndürdü beni." Diyerek ona hislerimi doğrudan ifade ettiğimde, yüzüme bakmadan yaptığı tüm konuşmayı bir kenara bırakıp bana dönerek oturdu ve ne söylediğimi açıklamamı isteyen bir ifadeyle baktı yüzüme. "Eve gidiyorum, seksen tane adamın içine. Uğraşacak, kafa dağıtacak, konuşacak, zaman geçirecek biri illa ki oluyor etrafımda. Ama sen eve geliyorsun, taş, duvar. Belki televizyonu açıyorsun, ses olsun diye o da. Yalnız olduğunu hissesiyorum. Her gün gelemiyorum, hep seninle kalamıyorum biliyorum ama zaten ikimiz da ömür boyunca, geçmişte yaşadığımız alelacele, birkaç günlük hevesler yüzünden kapatamayız ki kendimizi. Sadece birbirimizi avutamayız ki be Makber'im. Biz dostuz. Sen benim dostumsun. Bunu ölüm bile değiştiremez." Ona sokuldum. Ona sokulduğumu fark ettiği an kolunu kaldırıp beni bağrına bastırdı. "Bu evde biri daha olsun, Giray. Dolabını doldursun, odanı doldursun, kalbini doldursun. Benim için yakın gelecekte böyle bir şey söz konusu değil ama seni dünya gözüyle bir de aşık göreyim, hım?" Giray'ın kalbinin bir an için hafif bir taşikardi geçireceğini sandım. O an kafamı kaldırıp dehşet içinde yüzüne baktığımda bana sırıtarak baktı. "Yok kızım öyle bir şey." Onu iterek koltukta geriye doğru kaçtım ve gözlerim neredeyse yuvalarından çıkacak gibi açıldığında ellerim ağzıma benim kontrolüm dışında kapandı. "Var!" dedim dehşet içinde. Ellerimin ardından boğuk çıktığını anladığım sesimi düzelterek bu defa nereye koyacağımı bilemeden oradan oraya savurdum. "Var işte! Tipine bak bir." "Derin. Bir dur kızım ya." diyerek hayıflanıp ayağa kalktı ve masayı toplamaya başladı. Lakin masada toplanacak bir şey yoktu. Zaten çöpler poşetteydi. "Ne yapıyorsun, salak? Kaçmaya çalışırken kendini ele veriyorsun." Göz devirip dönüp yüzüme baktı. "Ne istiyorsun?" diye sordu. Bıktıracağımı biliyordu. İçimdeki coşkuya engel olamayarak çığlık attım. Şu an tüm dünya bunu duysun istiyordum. Yirmi altı yıllık hayatımda, yirmi yıldır tanıdığım bu adamın sonunda kalbinin duyduğum gibi, sadece düşünerek bile deli gibi attığı biri vardı.

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

Patika

read
13.6K
bc

TUTKUYA TUTSAK (+18)

read
42.2K
bc

A D A M

read
4.7K
bc

Genç Polisler

read
2.1K
bc

CEHENNEM ÇUKURU

read
8.5K
bc

Kara Kutu

read
6.9K
bc

Ajan Akademisi 2 / Kara Liste

read
3.0K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook