Çöküş 2

1294 Words
"İsim." dedim yerimde duramayarak. Ne süründürüyordu ki acaba? elinde sonunda söyleyecekti işte. "Aramızda kalacak." "Bir çarparım seni cin çarpsaydı keşke diye dua edersin secdelere kapanıp. Bunu söyleyeceğin son kişiyim. Söyle artık şunu delirdim burda!" Beni sakinleştirebilmek için ellerini teslim olur gibi açtı ve havaya kaldırdı. "Ceyda." dedi. "Sekreterim." Kahkaha atarak koltuktan düşerek yere kapaklandım. Onun da sırıttığını gördüğüm an gülüşlerim daha da derinleşti. "Ofis aşkı." diyerek gülmeye devam ettim. Giray'ın katı kuralları vardı. Benim yüzümden başının girmediği bela, çekmediği dert kalmadığından,bir başka kadını da zaafı haline getirip onun sebep olacağı şeyler yaşamak istemiyordu. Giray sahiplenici ve kıskanç bir erkekti. Annesiyle erkek kardeşini bile kıskandığına şahit olmuşluğum da vardı. Bu nedenle asla iş yerinden biriyle bir şey yaşamayacağını söyleyip dururdu. "Asla asla deme, ha?" "Biliyordum bu tepkiyi alacağımı anasını satayım." diyerek elindeki poşeti masaya atıp koltuğa kendini atarcasına bıraktı. Neredeyse ayaklarına kapanacaktım gülmekten. "Drama queen. Abart ama biraz daha. Abart abart. Çık sokak sokak bağır bir de. Kalk şurdan." diyerek beni ayağının ucuyla dürttü sinirle. Gerçekten sinirli olmadığını biliyordum. "Aşık değilim kızım. Bakıyorum öyle sadece. Uzaktan. O da bana bakıyor, melül melül. Patronuyum diye de belli edemiyor. Yanakları falan kızarıyor...." "Aşık değilsin, evet." dedim lafını keserek ciddiyetle. Sonra sesim ve heyecanım devralıp devam etti; "Yanmışsın, bitmişsin, kör kütük olmuşsun. Düşününce yüzün gülüyor, kalbin taşikardi geçiriyor. Sen abayı yakmışsın Makber'im!" - Ertesi gün sızıp kaldığım koltuktan beni uyandırmadan sabah sessizce işe giden Giray'a binlerce küfür sayarak akşamüstüne doğru evden çıkmış, Evren'e kendimi aldırmış ve eve gelmiştim. Saatler süren trafikten sonra eve gelene dek akşamı çoktan geçmişti gün lakin umurumda değildi. Arabadan indiğim an hafif bir baş ağrım vardı fakat dayanabileceğim kıvamdaydı henüz. Bahçede çaylarını yudumlayan adamlara baktım. Tanımadığım adamlardı ve bu beni biraz tedirgin etmişti. Kapıda sıralı siyah arabalar da dikkatimi dağıtmıştı zaten. Ne oluyordu yahu bu evde? Onları es geçerek içeriye doğru yürüdüğümde, açık kapıdan dışarı kadar uzanan saz sesine ağabeylerimin ki karışıyordu. Kaşlarım çatık ve gerçekten şaşkın bir şekilde kararsız adımlarımı içeriye doğru attım. Salondaki kalabalığa doğru yürürken daha da şaşırıyordum. Tüm büyükler toplanmış, salondaki on iki kişilik yemek masasının etrafına dizilmiş, rakı bardakları ve masayı dolduran yemek tabaklarıyla birlikte türkü söyleyen adamı dinliyorlardı. Salonun kapısından görünmeden bir göz attığımda kadehlerini tokuşturuyorlardı. Saltuk, beni gördüğü an kadehini masaya bırakıp hafifçe kıpırdandı. Bunu çoğu güzel işten sonra yaparlardı. Bu onların fasılıydı. Ve ben hiç hoşlanmazdım. "Zübdem," dedi Toygar yerinden kalkarak yanıma geldi ve omzuma kolunu atarak beni içeriye kadar çekiştirdi. "Beyler, takdim edeyim," Nefesindeki alkol kokusu burnuma geldiğinde ona hem gülerek hem de yüzümü buruşturarak baktım. "Derin Yalvaç. İş bitiricimiz." Çoğu çocukluğumu bilen ve bir kısmı da iş yaptığımız adamlardı. Tebriklerini başımla kabul edip teşekkür ettim. Buradan çıkmak için yeltendiğimde ağabeyim omzumdaki elini sıkarak masadan bir sandalye çekti ve beni oturttu. Ona sorgular gibi baktığımda beni dizginlemek ister gibi yumuşak bir şekilde baktı. Önümdeki ters kadehi çevirdi ve rakıyı yarıya kadar doldurdu kadehime. Derin bir nefes alarak ona bakmayı sürdürdüm. Sek içtiğimi biliyordu fakat her daim benimle inatlaşmak zorunda olduğundan iki küp buzu bardağın içine salladı. Saltuk ve Toygar buradaydı fakat Tamay masada değildi. Annem de hala ortalıkta görünmüyordu. Onların nerede olduğunu sorgularken, beni öven birkaç konu açılıp konuşulmaya devam etti. Sazı çalan adam durduğunda ağabeyimin yüzüne baktım. Ona işaret etmişti. Herkesin salonun kapısına dönen bakışıyla, başımı oraya çevirdiğimde olduğum yere biraz daha bastırılmış gibi hissettim. Renan Sargın, buradaydı. Bedenim şaşkınlık içerisindeyken gözlerimiz kesişti. Adamlardan birinin sesini duydum. "İşte; oğlum Renan," dedi sevinçle. "Beyler, oğlum benden sonraki muhattabınızdır artık." Tıpkı bana olduğu gibi, tebrik nidaları onun için de atıldı. Bir süre asık suratla onların tebriklerini kabul etti ve babasının yanına bir sandalyeye oturdu. Ne için tebrik ediliyordu? İşin tamamını benim bitirdiğimden haberleri yok muydu bunların? "Öyleyse, kardeşim güzel sesiyle bize bir türkü söyler mi?" dedi, Saltuk ağabeyim bana bakarak. Dişlerimi farkında olmadan sıktığımı, daha fazla sıkarak başıma bir ağrı girmesine sebep olurken fark ettim. Ona başımı sola yatırarak yapmamasını ister gibi baktım. "Bugünün hatırına." diye ekledi onu kıramayacağımı bildiği halde. "Çocukken de Tufan'la birlikte söylerdi," dedi Yahya amca. Çocukluğumu bilenlerden yalnızca biriydi. Babamı en iyi tanıyan biriydi. İsmini duymak bir an kalbimin burkulmasına sebep olmuştu."En son onunla dinlemiştim bülbülü." Ona gülümsemek istesem de zorakiydi tebessümüm. Sandalyemden kalkıp sazı çalan gençten adamın elinden usulca alıp, yerine oturdum. Bakışları altında mesken tutulmuş gibi hissediyordum. Sazı elime almamla birlikte ağabeyimin bakışları hayranlığa dönmüştü. Diğerleri gibi. Biri hariç. Asla tepki vermiyor oluşu dikkatimi daha fazla üzerine yöneltmeme sebep oluyordu. Şöyle bir düşündüm ve uzun zamandır dilime yeltenmeyen bir türküyü söylemeye karar vererek sazı kavradım. Tellerine dokunduğum her saniye, ağabeyimin yüzündeki tebessüm yerini yavaş yavaş acıya bırakıyordu. Toygar ise donmuş bir şekilde bakıyordu bana. Bu onları tamamıyla bozguna uğratmıştı. Yaptıkları emrivakinin cevabını bu şekilde alıyorlardı. Üçümüzün de yarasını kezzap batırdığım parmak uçlarımla soyarak veriyordum cevabımı onlara. "Erzurum çarşı pazar, leylim aman. İçinde bir kız gezer, oy nenen ölsün...Sarı gelin aman...suna yarim" En son babamla birlikte söylediğim türkü...Sarı gelin. Beni saza ve türküye gönülden bağlayan tek adamdı babam. Bir o kadar da koparan. Uyuyamadığım geceler yanına usulca sokulup kıvrıldığımda, ninni gibi gelen sesiyle bana söylediği türkü. "Elinde divit kalem, leylim aman.... Dertlere derman yazar, oy nenen ölsün..Sarı gelin, aman." Saltuk'a bakıyordum. Cam gibi parlayan gözlerine. Avucundaki kadehi neredeyse sıkarak parçalayacak gibiydi. Yüzüme kitlenmiş bakışları...beni hissediyordu. Hissettiklerimi hissediyordu. Biliyordu. "Erzurum'da bir kuş var, leylim aman...Sarı gelin. Kanadında gümüş var, oy nenen ölsün... Sarı gelin aman." Başımı önüme eğmemem için ardımda çırpınıp duran üç dağım vardı. Fakat hiçbirine bakmak istemiyordum. Kiminin yüzünde tebessüm, kiminin hüzün, kiminin geçmişe daldırılmış kaşığı tutan donakalmış elini görmek istemiyordum. Ve onun bakışlarını. Bir şey ifade etmeyen yüzünde aralanmış dudaklarının ve karmaşa dolu hislerini yansıtan yüzünde şimdi bir ifade vardı. Bunu bir savaşı kazanmış gibi hissederek kendi içimde bir kefede tartmaya koyulmuştum. İçim yanıyordu. Babam, geçmişimin ardından bana göz kırpıyordu. İçimde dövünerek ağlayan çocuğu kucağında sallıyordu. Ağabeyimin arkasında ellerini sandalyeye yaslamış gözlerimin içine bakıyordu. Gözlerimin ardında çırpınan çocuğa, gözleriyle dokunuyordu. Sesimin titrediğini hissettiğim o kısacık an, kendime gelerek düşüncelerimi susturdum ve devam ettim. "Yarim gitti gelmedi, leylim aman...Sarı gelin. Elbet bunda bir iş var, oy nenen ölsün... Sarı gelin aman suna yarim." "Zübdem benim." dedi gururla Toygar. Avuçları birbirine vururken dalıp giden birkaç adamı kendine getirmişti. "O sazı bir daha elime alamam," dedi az önce elinden aldığım adam. Bana sıcak bir gülümseme sunarak yanıma geldi. Ayağa kalkıp sazını ona uzatacakken eliyle usulca itti. "Hediyem olsun." diye fısıldadı. "Bu gece hatırına." "Devrem," dedi masada olan adamlardan biri. "Nereye götürdüyse, geri gelemedik oralardan." diyerek güldü ve gülüşüne diğerleri de eşlik etti. Ağabeyim yalnızca bana bakarken kırgın bir tebessüm sundu onlara. "Götürür." dedi onaylayarak. Sandalyeme geçip oturdum ve kadehimi elime alıp dudaklarıma yasladım. Toygar, elini omzuma atıp beni kendine çekerken saçlarıma bir öpücük kondurdu. "İyisin," dedi sessizce. Bir tek ben duyabildim sesini. Soru değildi, onay vermemi bekliyordu sadece. O an bakışlarım Renan'ı buldu. Elindeki kadehi havalandırarak dudaklarına hizaladı ve yaslayarak içindeki zehri midesine gönderdi. Gözlerini gözlerimden hiç çekmeden bunu yapması avucumdaki kadehi farkında olmadan sıkmama sebep oldu. Başımı sallayarak geri çekildim ve "Neden kötü olacakmışım?" dedim alaycı bir tavırla. "Ulan ruh parçam benim," dedi gözlerini yumup başını savurarak. Gülüyordu. "Zübdem." Alkollü oluşu, onu bu şekilde konuşmaya itmiyordu. Bana hep bu sözlerle hitab ederdi. Bir bana böyleydi. Geri kalan herkes ona düşmandı. Herkese öyle bakardı. Elimde olmadan hareketine gülerek "Ayyaş," dedim yüzünü iterek. "Tamay nerede?" Herkes bir muhabbete dalıp gitmişti. Tatlı bir sohbet, sanki benim sorumu bekliyormuş gibi bölündü ve tüm bakışlar tekrar salonun girişine döndü. Tamay, salonun kapısında şaşkınlıkla dikiliyordu, tıpkı benim gibi. Fakat onda bir fark vardı. Beyaz gömleği, kan lekeleriyle doluydu. Boynu ve yüzüne sıçramış kanlar sanki hiç yokmuş gibi ceketinin düğmesini ilikledi ve gülümsedi. O an, bileğinden yukarı sıyrılan gömleğin altında gördüğüm şey, kalp ritmimin sekteye uğramasına sebep olmuştu. Bakışlarımda ki dengenin şaşmasına ve nefeslerimin içimde sıkışmasına. Yalnızca bizim bileceğimiz bir şeydi gördüğüm. Bileğinde kanlı bir çizik vardı. Tamay; bunu öldürdüğü adamın kanıyla yapardı. "Bensiz bir gece, fasıl olmaz."
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD