Istırap

4991 Words
Birini ardında bırakmak. Bu cümle içimde bir tâbire oturtulamıyordu. Yıllarca onun varlığı sayesinde, bunca kötülüğü göğüs kafesimde saklayabilmiştim. Onun desteğiyle. Şimdi bir destek yoktu bana. Fakat sanki o kötülüğü de alıp gitmişti içimden. Geleceğe dair kaygılarım, geçmişteki yaralarım, ruhumdaki zifirilik yok olup gitmişti. Fakat içimdeki sızı bakiydi. Yüreğimin tebessüm dolu odası, yas odasına dönmüştü öylece...gözyaşıyla temizlenen. Hala durduramıyordum kendimi. Dilim usulca dönüyor, dudaklarım bitkinlikle açılıyordu. Gözlerim içinde sisli bir yangın vardı. Kapatamıyordum lakin açık da tutamıyordum. Yarıda kalsın istemedim, türkümüz. Onu hala hissederken sessizce söylemeye devam ettim. Gözlerim, arabanın camından geçtiğimiz tünelin sarı ışıklarında dolanıyordu. Betona bakıyordum, onun yüzünü görüyordum. Gülüyor, somurtuyor ve tokuşturmak için kadehini uzatıyordu. Görmek istemediğimden değil ama üzerimde hala onun kanı varken ve gözlerini kendi ellerimle kapatmışken bana gülümsesin istemediğimden yumdum gözlerimi. Saltuk'un, direksiyonu hafifçe kırışını hissettim. Oturduğum yerde küçücük olmuş, onun ceketinin içine sinmiş, başımı kapıya yaslamıştım. Telefon çaldı. Saltuk, arabanın içinde karşı tarafın sesinin yankılanmasını sağladı. "Ne yaptınız?" Sesin sahibi Tamay'dı. Saltuk'un bakışları bana döndü. Dişlerini birbirine bastırıp direksiyonu mümkünmüş gibi daha da sıktı. "Eve geliyoruz." dedi Saltuk. "Polisler ne alemde?" Hışırtı sesi doldu arabanın içine. Ardından Tamay homurdandı. "Derin'i ifadeye çağırıyorlar. Yengi'yi aradım. Bize bir ifade gönderecek, Derin için. Sonra diğer savcı arkadaşlarıyla görüşecekmiş, üstü kapatılacak bir şekilde yani." Dondum. O an dudaklarımın kıpırtısı, zihnimin ardında oluşan girdabın içine çekilip yok oldu. Midem yükselerek boğazıma dayanırken gözlerim arabanın içindeki küçük ekrana kitlenmişti. Yengi...geçmişin ucu yanık bir sayfasıydı. Saklı gizli bir davaydı. Bir kramptı yüreğimin içinde. Eskiden olan, eskide kalmış. Yıllar sonra tekrar yüz yüze gelebilecek olmanın düşüncesi bile kahırıma kahır eklerken sadece titreyen ellerimi birbirine sardım. Yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Yine, yutmam gereken şeylere bir yenisi eklenmişti. Yumuşak karnıma bir tekme savruluyor, o tekmeyi bir bıçak takip ediyor, o bıçağın kesiğinden bir mermi yuva kuruyordu. "Toygar sizinle mi?" "Hayır, Giray'ın kardeşini alıp bizim yere 1 geçecek." Kullandığı kelimeler karşısında yüzüm buruştu. "İyi, tamam. Bir an önce burada olun." Saltuk, cevap vermeden telefonu kapattı ve gaza biraz daha asıldı. Arada bir yüzüme bakıyordu, halimi tartmak ister gibi. Acımın yüzümde katre katre artışına şahit olmak ona ıstırap veriyordu. Midem buruluyor, içindekileri dışarıya çıkarabilmek için can atıyordu. "Saltuk," dedim kasılan mideme engel olamayacağımı fark ederken. "Sağa çek." Bana anlamadığını belli eden garip bir bakış attığında öğürecek gibi oldum. Aniden gazı kesip fren yaptığında, arabadan inip, dağlık olan yolun kenarındaki ağacın dibine çöktüm ve içimde ne var ne yoksa bıraktım köklerine. Sırtım, ağabeyim tarafından sıvazlanırken, tekrar titremeye başlayan vücudum arasından kusmaya devam ettim. İçimdeki tüm pislik, ağacın köklerine işliyordu. Toprak tüm pisliği içine çekiyordu. Artık verecek olduğu her meyve, kötülüğün tohumları olacaktı. Bir ölüm sancısının meyveleri olacaktı. Koparan her el kana bulanacak, indiği her mide sancılar içinde kıvranacaktı. "İyi misin?" diye sordu Saltuk. Düzenlemeye çalıştığım nefeslerim arasından, cevap veremeyeceğimi anladığımda yalnızca başımı salladım. Bana kollarını açıp, ona sığınmam için müsaade etti. Ben de ona sığındım. Kolları arasına girerek, sırtına doladım ellerimi. Başımı boyun girintisine saklayıp, tutamadığım yaşlarımı akıttım köprücük kemiğine. Saçlarımı okşadı, tüm merhametiyle. "Sizi affettiğim gün, kanım kurusun." Son kez gittiğimiz o lunapark kapandı, elimdeki balonlar uçup birer birer gökyüzüne dağıldı. Şekerlerim düştü, dondurmalarım eridi...o öldü ve çocukluğum bitti. * Eve geldikten sonra kargaşanın ortasında kalmış dilsiz bir kedi gibi köşeye çekilmiş olup biteni izliyordum. Koltuğun kenarına sinmiş, mahur bir uyuşukluğun esiriyken, sadece konuşmaları dinliyordum. Gözlerim açık kaldıkça yanıyor, kapattığımda ise sureti önümden ayrılmıyordu. Son kez ölü bakan gözleri...hep gözlerimin ardındaymış gibi. Bakmaktan kaçındığım bir çift gözün esiriyken,onun olmadığı her köşeye bakıyor olduğu köşeye ise bir namlu üzerime dikilmiş gibi kaçınıyordum. "Bu halde ifadeye gidemez." dedi Yengi. Karşımda oturmuş, elleri birbirine kenetlenmiş bir şekilde üzerimi süzdü. İçimden küfürler savurmak istiyordum, sesini duyduğum an sanki muhtaç kalmışcasına gözlerine çevrilmişti gözlerim. Kaçtığım her şeyin esiri olmuştum. "Ben gidip Özgür'le halletmeye çalışacağım ona takılmayın. Giray'ın ölümü haberlere düşmemiş. Bu bizim için iyi bir şey ama Derin'in giriş çıkışları bariz görünüyor. Şimdi, tüm rotalar onun üzerinden tekrar hesaplanacak. Koruma altına alınması gerekiyor." Koyu kahve gözlerine dimdik baktım. Etrafımda ağabeylerimin isteğiyle dolaşan sürü halindeki adamlardan dahi ne denli nefret ettiğimi, atlatmak için her defasında büyük bir çaba sarf ettiğimi bilmesine rağmen bir de devletin adamlarını mı dikeceklerdi tepeme? Onu mimiklerimle sorgularken, her zaman yaptığı şeyi yaparak ağabeylerime döndü ve bu kez de onlardan yana olduğunu belli etti. Boş bakışlarımı tekrar aynı noktaya çevirirken dakikada bir bedenimi yoklayan ürperti tekrar bedenimi yokladı. Saltuk'un başını sağ ve sol omzuna yatırıp kütletişini, Tamay'ın içinden bir şeyler geçiyormuş gibi kasılarak yaptığı hareketleri onun da gerginliğini simgeliyordu. Yalnızca onları izliyordum, donuk bir şekilde. "Kimin rotaları, Avukat?" diye sordu Tamay, küçümser bir tavırla. Yengi, dudaklarını diliyle ıslattı ve derin bir nefes alarak belini doğrulttu. "Seçilenler, bu işi irdeleyecektir, Tamay. Derin'in deşifre olması devletin içindeki ajanların da dikkatini çoktan çekmiş olmalı." Tamay, alaylı bir nefes verdi dışarı. "Seçilenler kendi boklarıyla oynasın." dedi. "Devlet için diyecek bir şeyim yok." Saltuk, her an onun üzerine atlayacakmış gibi bakarken, sabır dilercesine etrafına bakındı. "Olmasa iyi olur, Tamay bey." dedi onu uyarırcasına. Sonra alay eder gibi baktı yüzüne. "Senin diyeceklerin onların baya umurunda olur çünkü." "Beyler," dedi Yengi, sıkılgan bir tavırla. "Aranızdaki gerginlik fazla uzun sürmemeli. Dışarıyla bu olayın sizi etkilediğine dair bir açık vermemelisiniz. Ayrıca bir şeylere kalkışmadan önce, beni bekleyin. Bu olayın medyadan kaldırılması gerekiyor." Yengi ayaklanırken, bana olan bakışları kısa fakat anlamlıydı. İçinde hangi anlamları barındırdığını bilmiyordum, kestiremiyordum fakat bir şeyler vardı ardında, görebiliyordum. Saltuk, onunla birlikte ayaklanarak dışarıyı gösterircesine hareket yaptı ve Yengi onu takip ederek salondan hole açılan geniş kapıya kadar ilerledi. Görüş alanımdan çıktıklarında gözlerimi kapatıp, derin bir nefes aldım. "Derin," Yengi'nin sesiyle birlikte hafifçe sesinin geldiği yöne döndürdüm başımı. İçimde anlamsız bir korku vardı. Gözlerinin gözlerime tutunma ihtimali, benim bir boşluktan aşağı kendimi salma ihtimalimle eş değerdi. Ancak bile isteye, dokundum gözlerine. Omzunun üzerinden bana bakıyordu. Dudaklarını birbirine bastırdı ve bu adamların asla olamayacağına inandığım bir şekilde masumca baktı bana. Öyleydi ve bunu derinden biliyor oluşumdu sayfanın ucunu yaktıran. "Başın sağ olsun." Ona belli belirsiz salladığım başımla birlikte cevabını verirken evden çıkıp gidişini izledim bir süre. Tamay aklında dönüp duran kırkının da ayağı kırık olan tilkilerin katliamını sessizce planlarken dalgındı. Giray'ın ölümüne yalnız benim heder olmam, gözle görülürdü. Bu canımı hayli daha fazla sıkıyordu. "Derin," dedi sessiz bir şekilde. "Giray senin dostun, bizim de sevdiğimiz bir adamımızdı. Dün gördüğün adamların hepsi orada olacaktır. Bir duş al, sonra da biraz uzan. Cenazede dik durman gerek." Benimle değil de acımla konuşuyormuş gibiydi daha çok. Bunu yadsımadım, yadırgamadım. Sessizce kalkıp, camit bir bedene ait adımları sürükleyerek salondan çıktım. Odama çıkan merdivenleri neredeyse emekleyecek durumdaydım. Yine de trabzanlara tutunarak çıktım ve odama girdim. Üzerimde onun kanına bulanan giysileri çıkarıp attım. Onun ruhunun bulandığı ruhumu çıkarıp atamadım. * Ölüm, kurtuluştu. Fakat arkasından yapılan her merasim, geride kalanları avutmak içindi. Dört duvar arasında düşündüğüm tek şey, onun kanı gibi akacak olan diğer kanlardı. Ölüme alışıktım. Ölümle büyümüştüm. Fakat bu kez farklıydı. İçimde öyle bir kin, nefret yeşermişti ki üzerine bastıkça büyüyordu. Ezilmek yerine, daha da sağlamlaşıyordu. Onun suretinin ardında birkaç yüz daha canlanıyordu gözlerimin önünde. Sargın'ların yüzü. Bu, içimdeki volkanı dindirilemez bir şekilde kabartıyordu. Sıçrayacak olan lavlarım, önce onların bedenlerine çarpacaktı. Ceketimi boğazıma kadar çekip, sessiz adımlarla aşağıya indiğimde, ağabeylerim salonda toplanmış, şirket için yapılabilecekler hakkında konuşuyorlardı. Onlara görünmeden çıkıp gidebilmek için parmak uçlarımda sessizce kapıya doğru yürüdüm. "Konkordato ilan edeceğiz." Ses, Saltuk'a aitti. Merdivenin arkasına gizlenip yürümeye devam ettim. "Bunu yapmak, şirket zincirlerini de etkiler." Toygar her zamanki itiraz cümlelerini sarf ederken sesi derinden geliyordu. Odanın diğer köşesinde olmalıydı. Yapmak istedikleri şey umurumda değildi. İsterlerse şirketi batırabilir, satabilirlerdi. Artık o işletme için çabalayacak biri yoktu. "Sormadım." diyerek tersledi, Saltuk. "Avukatla konuşup işlemleri başlatmasını söyleyeceğim." Kapının kulbuna uzanıp usulca indirdim ve kendime çektim. "Bu gece toplanılacak. " Durdum. Kaşlarım çatılırken omzumun üzerinden geriye, içeriye doğru baktım. Üçü de sırtı bana dönük, toplantı masasında otururken tepkilerini göremiyordum. Ne için toplanacakları belliydi. Bizim ortağımız, seçilenlerden oluşan grubun da ortağı demekti. Bu durum üzerine konuşulacak ve bir sonuç elde edilecekti. "Öyle ya da böyle, seçilenlerin birinin vasisine sıktım. Kim kalıp kim gidecek, öğrenelim. Sonra işimize bakalım." dedi Tamay, çok da umursamaz bir tavırla. Onurlu, yaralı ve yazgısına yenilmiş bir adamdı, Saltuk. Toplantıda onun saygın kişiliği göz önünde bulundurulacak, bir sorun olmayacaktı. Bir şart sunulacak ve iki yüzlü sistemin köleleri boyun eğdiğini gösterip, üzerimize saldırmaya devam edecekti. Ağabeylerim birazdan yokluğumu fark edip yapacak olduğum şeyi ben daha yoldayken öğrenip, ya peşime adam takacak ya da kendileri gelecekti. Bu umurumda dahi değildi. Evden sessizce çıkıp kapıyı da aynı hassasiyetle çekip bahçeye çıktığımda kapıda yalnızca iki adam vardı. Yıllardır bizimle olanlardan yalnızca iki tanesiydi. "Derin hanım, bir yere mi gidiyorsunuz?" "Şşt," dedim onu susturarak. "Silahını ver bana." İkisi birbirine bakıp kararsızlıkta kaldıklarında dişlerimi sinirle gıcırdatarak "Versene şu silahını!" dedim. Hâlâ bir tereddüt içindeyken elini beline attı. "Derin hanım, isterseniz size eşlik edelim?" Ona dönüp keskin bir bakış attığımda susması gerektiğini anlayıp önüne dönerek başını eğdi. Silahın soğuk demirini elime alıp pantolonumun kenarına sıkıştırdım. "İçerdekiler bir şey öğrenirse, artık konuşacak bir diliniz olmaz. Anladınız mı?" İkisi de başını onaylar şekilde sallarken onlara tehditkâr bir bakış atarak bahçeden çıktım ve kapıdaki arabaya binip, telefondaki adrese bakarak gaza bastım. Evren'i bir şekilde kandırarak Renan Sargın'ın evinin adresini almıştım. Ancak o, kandırılacak bir adam değildi. Sadece bana istediğimi verip bunu birkaç dakika sonra evdekilere yetiştireceğini bildiğimden acele ederek trafik kurallarını son raddesine kadar ihlal ederek telefondaki rotanın gösterdiği şekilde ilerledim. Varmam on dakikamı almıştı fakat sokağın köşesine park ettiğim arabadan çıkmak hayli sürmüştü. Korkudan değildi bu. Gece yapılacak toplantıda bize bir eksi daha atılır mı, yoksa bu konu oraya ulaşmaz mı bilemediğimdendi. Sonra silkelendim. Onu öldürmek için doğacak olan her sonuç, her felaket kabulümdü. Sokağı ilerleyip, avlunun kapısına kadar geldiğimde korumaların bana tepkisiz bir şekilde bakışını gördüm. Evin avlusunda adım başına bir adam duruyordu. İçeridekilerin ise yüzlerinde kar maskesi, üstlerinde çelik yelek ve ayaklarında postallar vardı. Kendimce alay ettim onunla. Mafyacılık oynarken, kendini örgüte satmış bir alçaktı. Fakat hangi örgüt olduğunu öğrenecek ve bunu o toplantıda elbet dillendirecektim. "Ne var lan? Daha önce kadın mı görmediniz?" dedim onlara aşağılayıcı bir şekilde bakarken. "Çekil önümden." Gözlerimin içine dimdik bakan adamı göğsünden iterek avluya girdiğimde, kapıdakinin içeriye çoktan haber gönderdiğini biliyordum. Avludakilerin ise aralarından geçerken, silah doğrultamayacaklarını bildiklerinden etraflarına safça bakışlar atması komikti. Fakat benim bu kadar haine kıvrılacak bir dudağım yahut gülümsemem yoktu. Aşağılayacak da olsam. Kapıya yaklaştığım her an, kalbim daha bir farklı çarpıyordu. Her adımım, daha sağlam basıyordu yere. Kapının önüne gelip durdum. Burada olduğumu bilmesine rağmen, kapıyı açmaması gözlerimi devirmeme sebep olurken zile uzandım ve elimi üzerine koyup destek aldım. Dakikalarca elim zilin üzerinde kaldı, zil uzun uzun kesintisiz çaldı. Sonunda savurduğu küfrüyle birlikte kapıyı hızla açtığında, haberi yok gibiydi. Beni karşısında gördüğü an yüzündeki ifade çöktü. Saçları ıslaktı. Sanırım banyodan alelacele çıkmıştı. Elini soluna doğru uzattı ve tekrar geriye çektiğinde, elinde silahı vardı. Sürgüyü kendine doğru çekip bıraktı ve namluyu bana doğrulttu. Onunla birlikte arkamda bir şeylerin hareketlendiğini hissettiğimde adamların da ondan güç bularak silahlarını ellerine aldıklarından emindim. Ona baktığımda yalnızca kin ve nefretin bedeninin etrafında dönüp duran sis bulutunu görüyordum. Beni korkutmak için yaptığı şey, yalnızca güldürmeye yeterdi. "Bir kadına silah çekmek mi?" Ona alaylı bir ifadeyle bakarken belime sıkıştırdığım tabancayı alıp tıpkı onun yaptığı gibi yüzüne doğrulttum. "Yanlış." "Doğru," dedi,gözleri keskin bir şekilde gözlerime bakarken. "Sen öylesine bir kadın değilsin." Bu beni bilhassa gururlandırırken, silkelemişti de. Düşmanın avlusundan bir kuğu gibi süzülerek girip, evinin önüne dikilmiştim ve bunu yapmamda ki sebep ise yalnızca dilimden çıkacak kurşunların bedenini, kendi inine serebilmekti. Hayatım boyunca yalnızca üç kez silah kullanmıştım. İlkinde, tek kurşunla merhametimi öldürerek. İkincisinde, çifte kurşunla geçmişimi öldürerek. Üçüncüsü ise bir şarjör mermiyle, babamın katilini öldürerek. Çocukluğumu öldürerek zayıflığımdan, geçmişimi öldürerek zaaflarımdan, babamın katilini öldürerek intikam arzusuyla kendime verdiğim zarardan kurtulmuştum. "Haklısın," dedim omuz silkerek. "Değilim." Sanki sıkamayacağımdan eminmiş gibi bakıyordu bana. Bu, silahı daha da sıkmama sebep oluyordu. "Sizin buralarda misafir böyle mi karşılanıyor?" Dişlerini sıktı ve burun deliklerinin genişlediğine şahit oldum. Öfkeliydi. Olması gerektiği gibi. "Uzatma," dedi uyarırcasına. "Seni öldürebilmem için neden ayağıma kadar geldin, onu söyle?" "Basit," dedim omuz silkerek. "Beni öldüremeyeceğini bildiğim için geldim." "Seni neden öldüremem, sayın zeka pırıltısı?" diye sordu, yüzündeki alçak gülümsemeyle. "Bu hayvanlara mahsustur. Hayatta kalabilmek, yemek için kendilerinden daha aciz olanları öldürürler." Ondan aciz olduğum için değildi bu söylediğim. Onu manipüle etmekti amacım. Dudak büzdü. "Hayvan sayıldığımı öğrendim." dedi. Ona kaşlarım havada bakarken yapmacık bir şekilde gülümsedi. "Hayatta kalabilmek için birilerini öldürüyorum da. Birazdan tetiği çekeceğim mesela, hayatta kalabilmek için." Ona gerçek bir tiksintiyle baktım. Başımı sol omzuma doğru eğerken gözlerim kısık bir şekilde içten olmayan yapmacık gülümsemesini izliyordum. "Hayvanlığın üzerine su dökülmez ama hayatta kalabilmek derken?" "Bir aslanın dişisini öldürürsen,senin için gelir." Bir göz kapağı devrildi ve bana göz kırptı. Aslan, ağabeyim ve dişi de ben oluyordum bu durumda. Aval aval bakmaya devam ettim ona. Zırvalıyor ve bunun farkında olduğunu biliyordum. "Bizi deşifre edebilmek için, dostumu öldürdün." dedim. Gülümsemesi bir an solar gibi olduğunda tekrar toparladı ve baygın bakışlarını gözlerime daha da dikti. "Beni karşına almamalıydın." Dudaklarını diliyle ıslattı ve yerinde biraz kıpırdanarak burnunu çekti. "Aldıysam ne olmuş?" dedi gerçek bir merakla. "Ağabeyin yaptığını mı yaparsın? benden korkuyorsun diye, öldürür müsün beni?" Bedenim elimde olmadan gerildi, dişlerim birbirine kenetlendi, içim titredi. Bir mızrak çıktı, gözlerimin içinden. Hedefi oydu fakat sanki görünmez bir kalkana sahipmiş gibi geri dönerek boğazımın boşluğuna saplandı. Nefesimi kesti. İçimdeki nefreti körükledi. "Ne ağabeyim ne de ben, sizin gibi hainlerden korkacak bu alemdeki son insanlardan bile değiliz." dedim tükürür gibi. "Ama siz öyle korkaksınız ki ağabeyim kadar olamayıp gelip bize değil, masum insanların olduğu bir yere ateş açtınız. Bu onların umurlarında olur mu sandın? Yaptığın sadece beni kışkırtmak oldu. Çünkü yanan sadece benim canımdı." Cümlelerim ardı ardına sıralanırken, yüzündeki ifade yavaş yavaş dondu. Bir şeyler söyleyecek gibi bakıyordu lakin dilinin üzerine yerleşemeden idama gidiyordu sanki kelimeler. "Sen ya da onlar, bir farkınız yok." dedi, bir katilin sesinin ardında saklanarak. "Acı ortak." Yüzüne tükürmek ve çekip gitmek arasında yalpalanırken, elimdeki silah bileklerime ağır gelerek titredi. Gözlerinin içine, acımı saklayıp nefretin arkasına saklanmış kanlı bir perdeyle baktım. Onu öldürmeyecektim. Onu burada öylece öldürmek, beni dizginlemeyecekti. Beni tatmin etmeyecekti. Bunu yapmayacaktım. "Ben kül yutmam." dedim silahı indirip, belime geri yerleştirirken. "Seni öldürmek için gelmiştim ama bunu yapmayacağım. Başkasının yapmasına da izin vermeyeceğim." Dilimde döndürüp durduğum zehri, tükürerek yüzüne bahşettim. "Sen hariç, etrafında kim var kim yoksa kollarında ölmesi için çabalayacağım. Seni, iti olduğun örgüt bile kurtaramayacak duydun mu?" Eliyle, yüzünü sıvazladı ve şimdi gerçek bir öfkeyle baktı yüzüme. Silahını indirdi fakat elinden bırakmadı. "Bu dediklerini yap, Yalvaç kızı." dedi sakin kalmaya çalışarak. "Benden farklı olmadığını kendine göster." Ona güldüm. Bir daha asla gülemeyeceğimi düşünürken, güldüm. Neredeyse kahkaha atacak gibi güldüm ve bir anda soldu gülümsemem. Ani ruh hallerim, bir deliden farksızdı. Şayet öyleydim de. Kan, çekiyordu. Tüm yüz hatları kasılarak, boynu titremeye başladı ve tüm damarlarının patlayacakmış gibi şiştiğine şahit oldum. "Baktığın her yerde olacağım." Elindeki silah umurumda olmadan ona arkamı dönüp, avlunun içinde adamların arasına yürüyerek çıktım. Ne ben onu, ne de o beni öldürebilirdi bu gün. Bu bir milattı. Bugün, içimdeki şeytanla dost olup, bir anlaşma imzaladım. Yoldaşımdı benim. Cenneti, kilometrelerce uzaktan dahi göremeyecek kadar günahkar olsam da durmayacaktım. Arabaya bindiğimde, arka arkaya ateş sesi duydum. Arabayı çalıştırıp kapısının önünden geçerken, kapıdaki korumalar üst üste düştü. İçerideki tüm ajanlar da dahil, avlu sadece cesetlerle dolmuştu. Ortada öylece dikilmiş, bana ikinci bir göz dağı vermek için bakan adama başımı çevirip gaza yüklendim ve mezarlığa doğru sürdüm. * Korkulması gereken, yaşayanlarken mezarlıklardan korkuyordum. Binlerce ölünün aslında huzur mertebesinde sonsuz bir uykuya yatıyor olmaları beni ürkütüyordu. Tek korkum, sevdiklerimi kaybetmekten çok; onları bir çukura gömerek yalnız bırakmaktı. En çok da bu mezarlıkta bıraktığım insanların, yalnızlıktan yaşamları boyunca kaçmalarıydı bana ağır gelen. Attığım her adımda, durmak yahut geriye dönmek arasında ki o arafta, saç teli kadar ince bir ipin üzerinde yürüyormuş gibi hissediyordum. Etrafıma bakmamak için kendimle savaşıyor ve o savaşı inatla kaybediyordum. Sessiz bir topluluğu gördüğümde, dizlerimin bağının çözüldüğünü hissettim. Bir adım daha atsam bedenim yere serilecekmiş gibi hissetmek beni duraksatmıştı. Nefesim, ciğerlerimi titreterek dışarı salındığında gözlerime toplanacak olan yaşlara, göz kapaklarımı bir engel olması adına kapattım. Bir el, sertçe kolumdan tutup beni sarstığında, gözlerimi irkilerek açtım. "Neredesin sen?" dedi kısık sesinin ardındaki şiddetle, Tamay. "Hedef sensin dedikçe, bir başına ortalarda dolanarak ne yapmaya çalışıyorsun?" Kolumu elinden savurarak kurtardığımda, dudaklarımı aralayarak ona öfke dolu bir cevap sunacaktım ki o an Çağıl'ın acı yüklü sesi kulaklarıma fermanını serdi. "Abla!" Yüreğimin içindeki o dağ parça parça ayrıldı, binalar birbiri üzerine devrildi, çığlıklar mahşer alanı gibi yayıldı içimde. Titrek bir nefes verdim, Tamay'ın gözlerinin içine bakarken. Sert çehresinin usuldan yumuşayışını gördüğümde, bir şeytanla yüz yüze gelecekmiş gibi tedirginlikle sesin geldiği yöne çevirdim başımı. Çağıl, annesinin tuttuğu kolunu bırakarak, o gece fasılda olan herkesi yarıp bana doğru yürüdü. Sultan annenin yaşlı gözlerine bakmamak için Çağıl'ın bana doğru yürüyen bedenine baktım sadece.Yaklaştıkça adımları hızlanırken son adımlarında koşarcasına ilerledi ve kollarım arasına öyle bir girdi ki acılarından sıyrılırcasına sarıldı kolları bedenime. Sığınacağı son insanmışım gibi yasladı başını omzuma. Bana ilk kez sarılıyordu. Bunun şaşkınlığını bir yana atıp, titreyen karnını hissederken ağlamamak için sıktığı bedeninin yavaştan gevşiyor olmasına doldu gözlerim. Kollarım bedenine uzanamıyor, sarılamıyordum onun gibi. Dolan gözlerimi saklamak için başımı omzuna gömdüm. Onun ceketinin üzerinde olması, kokusunun burnuma dolmasına sebep olurken, ağlamamak için direnişim imkansız hale gelmişti. Hafifçe geri çekildi benden. Kan çanağı gözleri ve solmuş teniyle gülümsemeye çalıştı. Yapamadı. "Şimdi ne olacak?" diye sordu, sesinin ardında can çekişen bir benlik dans ediyordu. "Ağabeyim olmadan...ne yapacağız abla?" Verebilecek bir cevabım yoktu. Onu teselli edecek herhangi bir kelime yoktu lügatımda. Çürümüştü o kelimeler. İntihar etmişti birer birer. Çocukluğum toprağın altına gömülürken, ondan bana kalanın gözlerine acı acı bakmaktan başka elimden gelen hiçbir şey yoktu. Azap ruhumu öyle bir sarmıştı ki ruhum boğularak can veriyor, kemiklerim çatlıyordu. Ona güç vermem gerekiyordu, kendimde o gücü bulamazken. Üzerinde durduğum ayaklarım titrerken sağlam bastığımı hissettirmek istiyordum ona. Güvencesinin ben olduğumu bilsin, ardında bir dağ olduğunu bilsin diye. Halbuki ardındaki dağ, benim üstüme yıkılmıştı. Bu yükü kaldırır mıydı insan evladı? "Gel," dedim omzuna dokunarak. Onu kendime çektim ve tekrar sarıldım. Ensesini okşadım. "Annenin senden başka dayanağı olmadığını unutma. Güçlü dur. Kimin dost, kimin düşman olduğunu bilemezsin." Kaşları çatık, benden uzaklaşırken etrafına bakındı. Tamay'ın komutundan sonra diğerlerinin yanına ilerledik ve bir çift âmâ gözün bende olmasını diledim. Görmemeyi istedim. Belki hissetmemeyi. Boğazımdaki düğümün çözüldüğünü, acımın katre katre çoğalışını, yutkunduğum her an mideme inen zifirin içimi kavurduğunu hissetmemeyi istedim. Uzanıp, Sultan annenin ayakta tutamadığı bedenine destek olmak için beline doladım kolumu. Başı omzuma düştü, gözyaşları dinmedi. Yalvarışları, yakarışları dinmedi. Giray'ın bedeni çukurun içine girdi. Üzerine toprak örtüldü. Duası edildi. Hoca gitti...herkes birer birer çekip gitti. Bir biz kaldık, her zaman olduğu gibi. Sultan teyzenin bir kolunda annem, bir kolunda ben onu ayakta tutmaya çalışırken, daha fazla dayanamadı. Oğlunun toprağının önüne çöküverdi dizleri. Kapanıp üzerine, toprağını avuçlayarak ağladı. "Sana bunu yapan eller kırılsın, oğlum." Kendimi tutamıyordum. Bedenim zil zurna bir sarhoştan farksız dengesini yitiriyordu. Tamay'ın belime dolanan eliyle dolu gözlerimi ona diktim. Fakat geride, babasıyla nispet atar gibi elleri ceplerinde duran Renan'ı görmemle birlikte tüm bedenimden bir cereyan akımı geçti. Nasıl burada olabiliyorlardı? Hangi yüzle gelebiliyorlardı? Bu düzenden de kurallarından da iliğimle, kemiğimle nefret ediyordum. m "Hangi cürretle buradalar?" dedim onlara doğru atılırken. Tamay beni kendine iyice çekerek, saçlarım arasına daldırdı yüzünü. Sanki acıma ortak oluyormuş gibi. Beni, en önemlisi öfkemi herkesten saklar gibi. "Sana geleceklerini söyledik," dedi sadece benim duyabileceğim tonda. Saçlarım üzerinden başımı öptü ve sakinleşmem için dilini dişlerine uzatarak bir ses çıkardı. "Şimdi sakin ol ve sorun çıkaracak bir harekette bulunma. Buradan sonra toplantıya gideceğiz. Emin ol orada yapacağın her şeyin arkasında duracağım." Duracağını biliyordum. Her zaman benim için var olacağını biliyordum. Gözünden dahi sakındığı beni, her daim savunacağını biliyordum. Başımı usulca sallarken, koluna tutunarak destek aldım. Son kez ona baktım, gözleri üzerine gizlenmek için taktığı gözlüğü ardından, beni izlediğini bilerek ona dik dik baktım. Arsız bir şekilde yukarı doğru kıvrılan dudağına içimden milyonlarca küfür savururken hiçbirşey yapamadan öylece diş bilendim. Kuru bir nefret, beni dizginlemiyordu. Ağabeyimi bırakarak, Sultan teyzeme yöneldim ve onu sarıldığı topraktan kaldırdım. Çağıl, onu benden alırken destek olarak mezarlıktan çıkmak için ilerledi. Geriye yalnızca ağabeylerim ve toplantıya katılacak olanlar kaldığında, siyahlar içindeki adamlar da dostumun mezarından ayrıldı. Toprağına doğru ilerleyip, son kez dokundum ona. Başını okşarcasına dokundum tahtasına. "Özür dilerim, seni yalnız bıraktığım için." dedim titreyen sesimle. "Özür dilerim, kemiklerini sızlatacağım için. Yaptıklarım ve yapacaklarım için." Omzuma dokundu bir el, uyarı mahiyetinde sıktı. Bir damla firar etti sağ gözümden. Dişlerimi sıkarak yumdum gözlerimi. Testiye uzanarak, suladım toprağını. Kekre bir tat yayıldı ağzıma. Yutkundum. Sonra testiyi aldığım yere geri bırakarak ayaklandım. Onu bırakmak istemiyordum. Fakat onu burada bırakmama sebebiyet veren adamlardan, intikamımı almak zorundaydım. Bunu yapmazsam,kendime olan saygımı yitirecektim. Yapmazsam, ona olan borcumu asla ödeyemeyecektim. "Gidelim." dedi Saltuk. "Düreceğimiz hesaplar var." * Boş fabrikanın orta yerine üç masa U şeklinde kurulmuş , üzerine siyah bir örtü örtülmüştü. Yedi kişi, karşılıklı ve yan yana oturmuş, varisleri ise arkalarına dizilmişti bir asker gibi. Tamay ve Saltuk, masanın başında oturuyor; Toygar ise Tamay'ın başında duruyordu. İlk kez onların toplantılarında bulunmuyordum fakat ilk kez Saltuk beni varisi olarak başında tutuyordu. Bir kadın, varis olamazdı lakin Saltuk kendi kurallarından birini ihlal ederek beni varisi yaptığını herkese göstermek istemişti. Artık her şeyin, tüm düzenin yavaş yavaş bozulduğunu ve alaşağı olduğunu net bir şekilde gözler önüne sermişti. Tanıdığım herkes, eski dostane bakışlarını bir ipe asarak sandalyesini ayakları altından itmişti. Şimdi herkesin gözlerinde bir idamın izleyicisi gibi şaşkınlık ve saf korku vardı. İki kişi hariç. Onlarda, sonunun hangi mürekkeple yazıldığını bilen bir kalemin cesareti, hangi kelimelerle yazılıp eserleşmiş olduğunu bilen bir kitabın sayfalarındaki arsızlığı ve kapağının düzlüğüne nazaran içinde kelimelerin yarattığı dünyanın neler anlattığını bilen bir yazarın gururunu sergileyen bakışlar vardı. Sessize birbirine bakan adamlardan biri buna bir son verip, masaya ellerini yasladı ve boğazını temizledi. "Buraya bir sebepten ötürü geldik, Saltuk." dedi orta yaşlarındaki adam. Bakışları bir bende, bir ağabeyimde dolanırken devam etti. "hepimiz senden bir savunma bekliyoruz." "Savunma mı?" diye atıldı Tamay. "Ne haddinize Servet bey?" Aşağılayıcı bakışlar ile herkesin üzerinde gezindi bakışları. Birkaçı gözlerini kaçırırken birkaçı bundan rahatsızlandığını belli edercesine sandalyesinde dikleşip kıpırdandı. Bunlar, büyük adamlardı. Ülkenin ticaretini sağladığı adamlardı. Fakat Saltuk karşısında değil. Onun karşısındayken; hepsi yalnızca birkaç milyar dolarlık adamlardı. "Hepimiz seninle işler yapıyoruz, Saltuk." dedi tekrardan Servet denilen adam. "Çoğumuza teklif ettin ortaklığı. Demem o ki sen kabul eden ben de olsam, bu kazığı bana da atacaktın. Yılların güvenini bu kadar kolay silip atmanda ki sebebi hakkımız olarak merak ediyoruz." "Elbette edeceksiniz," dedi Saltuk, gocunmadan. "Fakat şuan lanse ettiğin şeyin sizinle bir bağlantısı olmadığını açıklamam gerekirse bile öncesinde söylemek istiyorum; yılların güvenini silip attığımı kesin bir yargıyla düşünen yahut söylediklerimden sonra fikri değişmeyecek olan varsa, masadan şimdi ayrılsın. Aksi takdirde kalkmak isteyen olursa, sorumluluğunu üzerime almayacağım bilinsin." Bir süre, tedirgin bir sessizlikle beklendi. Gözlerim, Renan'ın tepkisine kitlenmişti. Fakat donmuş bir şekilde Tamay ve o, birbirine kitlenmişti. Oturduklarından bu yana, gözlerini birbirlerinden katiyen çekmemişti. Babası ise o günkü neşesini bir çuvala tıkıp denizin en derinlerine göndermiş gibi saf kinle bakıyordu. "Kendi kurallarını ihlal ediyorsun," dedi otuzlu yaşlarının ortalarında olan adamlardan biri. Ceketinin düğmesini iliklerken, sandalyesini itip ayağa kalktı. "Bacını arkana alarak bunu daha sürdüreceğini kanıtlamış oldun. Bu şartlar altında ne seninle çalışmaya devam edebilirim ne de sonraki adımlarında destek çıkabilirim. Kusuruma bakın beyler, herkes düşüncesinde özgür." Yakasında, herkeste takılı olan üç çizgili rozeti çıkarıp bıraktı. Bu onlara ait bir simgeydi ve çıkarıp masaya koyması, artık bizimle olmadığının kesin kanıtıydı. Varisinin koluna dokunduğu sırada; "Eyvallah, Cemal." dedi Toygar, vurgulu bir tonda. Başını sallayarak arkasını döndüğü sırada Servet denilen adam da sandalyesini itip ayaklandı ve rozeti çıkarıp masanın üzerine bıraktı. "Düşüncelerimi bilirsiniz," dedi, son defa kendini açıklamak ister gibi. "Bu işlerde kadın, uğursuzluk getirir. Derin'i bilirim, eşi yoktur kimseye benzemez. Sadık gibi bir adamın kızı, eyvallah. Lakin doğası farklı. Onun yeri göğün tepesi, bizimki yerin altı. Herkes ait olduğu yerde olmalı." Tamay yerinde doğrulduğunda, Saltuk gururlanmışcasına arkasına yaslandı ve gerildi. Yüz ifadesini göremesem de dudaklarının hafifçe yukarı kıvrılmış olduğundan emindim. "Seni de Allah'ına kavuşturmadan siktir git lan buradan!" Tamay'ın gürleyen sesi fabrikanın boş duvarlarına çarparak binlerce yankıyla dağıldı. Adam, öfkesini belli eden bir nefes verdi, bozuluşunu dışa vuran bir ifadeyle birlikte varisinin koluna girerek çıkıp gitti. Şimdi masada beş kişilerdi. Çoğu kararsız olsa da ya merakından, ya da ağabeyimi karşısına almak istemediğinden oturmaya devam etmişti. "Şimdi," diyerek başlamak istediğini belirtti Saltuk. "Servet'in söylediklerine bir açıklık getireyim ki kimsenin kafası karışmasın. Ortaklığı hepinize teklif etmemdeki sebep sizlerin milyon dolarlık bir vurgunu yapmayacağını bildiğimdendi. Başından Sargın'lara buyurduğum teklif zaten kabul görmüştü. Söz konusu olan kazığın sizinle bir alakası olmadığını belirteyim. Bundan mütevellit Ruhi bey ve varisi Renan'ın şuan bu masada oturuyor." İki tarafın birbirine aldığı cepheden vuran silah sesleri, masadan hiç kimseye çarpmıyor, savaş yalnızca bizim kulaklarımızda çınlıyordu. "Bildiğim kadarıyla Ruhi beyin varisi Renan bey değildi." dedi, masanın en ucunda oturan, kelimeler ağzında geveleniyormuş gibi konuşan adam. "Aldığım duyumlara kulak asmadım fakat Tamay'ın Reşat'ı öldürdüğü, doğru mu Saltuk?" Gerginlik, soba dumanı gibi masanın etrafında gezinmiş ve sinsi bir şekilde içimize işlemişti. Renan'ın gözlerinin canlı bir köşeye sıkılmışlık gösterisi sergilediğini gördüğüm anda vücudumun kasıldığını hissettim. Tamay'ın masanın altında sıktığı yumruklarını net bir şekilde görebiliyordum. Yavuz beye baktım. Tek kaşı havadaydı fakat yüzünde dumur bir ifade vardı. "Doğrudur," dedi bu bakışmaya bir son vererek, Yavuz bey. "Oğlumu Tamay Yalvaç öldürdü." Bir fısıldaşma yayıldı içeride. Tüm yüzlerden avaz avaz bağıran şaşkınlık, duvarları yarıp geçecekti az sonra. "Ne sebeple hala burada oturursunuz?" dedi adam, sesinde hayret nidaları cirit atıyordu. "dolandırıldınız, oğlunuz öldürüldü ve siz nasıl hala karşı karşıya oturabilirsiniz?" Tamay kendine hakim olamayarak elini masaya sertçe vurdu. "Dost musun, düşman mısın Kenan?" Yaşına hürmeti dahi umursamadan ona ufak bir göz dağı vermişti. Adam omuzlarını dikleştirdi fakat gözlerini kaçırması bile Tamay'a olan korkusunu belli etmişti. "Ben doğruları söylüyorum." dedi kendini savunarak. Tamay, ona başıyla onay verirken ifadesi tehditkardı. "Bu işler böyle yürümez, Saltuk." dedi adamların hepsinden yaşça büyük olan. "Ha," dedi alaylı bir tonla Toygar. "emekler mi, Yahya ağabey?" "Sürülür...süründürür, yeğenim Toygar." Amcanın konuşmaya mecali kalmamış da zorla kendini konuşturuyormuş gibiydi. Usülünce anlatmaya başlayacak oluşu, masaya yaslanıp ellerini birbirine kenetlemesinden belli olmuştu. "Yeğenim Saltuk, belli ki bu adamı düşman belleyip karşısına oturtmuş. Deşmenin anlamı yoktur. Mamafih burada ya bir ant olacak ya ahıt atılacak. Doğru muyum, Saltuk bey?" Ağır ağır yaptığı konuşmayı tamamladığında, Saltuk başını aşağı yukarı salladı. Bu onu onaylarcasınaydı. Adam da tıpkı onun yaptığı gibi başını sallayarak ona karşılık verdiğinde bir kez daha araladı dudaklarını. "Ama ve lakin burada başka bir dümen var, yeğenim. Kızımızın burada varisliğini değil, gecenin cellatlığını yapacağını sanıyorum. Doğru mu sanıyorum,yeğenim Tamay?" Tamay onu keyifle onaylayarak "Doğru sanıyorsun,amcam Yahya." Adam, ceketinin küçük cebinden tesbihini çıkarıp eline aldı ve ona odaklanarak sırayı başkasına devretti. O sırayı alan, ağabeyim oldu. "Kız kardeşim, Derin. Hepiniz tanıyorsunuz." dedi,beni takdim ederken. "Şirket artık tamamen onun. Yani sizler artık onunla çalışıyorsunuz fakat...bir diğer husus da bu günün kararını verecek olan kişi odur." Sandalyesinden usulca kalktı. Geriye doğru çekilirken yüzümden okunan şaşkınlığı bana sorun olmayacağını göstermek ister gibi kapatıp açtığı gözleriyle geçirmek istemişti. Dişlerimi sıkarak ona başımı eğdim ve oturmamı ister gibi eliyle yaptığı işarete bir süre bakıp,dediğini yaparak herkesi dumura uğratmıştım. "Para bir yana, aramızdaki kan davası onun dostunu öldürmenizle birlikte sizle onun davasına döndü. Bu sebeple benim konuşmam doğru olmaz." Tamay, tüm öfkesini Saltuk'un üzerine çevirirken Yavuz ve Renan'ın nefreti de benim üzerime çevrilmişti. Diğer hiçbir göz, hiçbir düşünce umurumda olmadığından dolayı yalnızca onlara bakarak, omuzlarımı hafifçe öne çıkarıp çenemi dikleştirdim. Bu, onlardan bir zerre kadar korkmadığımın göstergesiydi. "Oğlumun kanına karşılık, kan döktüm. Bahsi geçen bir dava değil, benim yok olan itibarım ve oğlumun sizin kaçırdığınız mallardan sonra peşine düşen yırtıcılardır." dedi Ruhi "Belli ki arkanıza güveniyorsunuz. Ben,mallarımı istiyorum." Gözlerindeki arsızlık ve yüzsüzlük doğrudan Saltuk'u hedef almıştı. Fakat tahminlerimdeki şeyler, Saltuk'un konuşmasına dahi izin vermeden dilimde bir mermiye dönüşerek tek hedefi haline getirdiği Yavuz'u hedef almıştı. "Bizim arkamızda yine biz varız. Fakat sizin arkanızda bir örgüt olduğu bariz. Oğlunuz, yırtıcıların peşine düşebileceği biri değil, Ruhi bey. Bence bunu ikimiz de biliyoruz." Dilimden dökülen kelimeler karşısında Ruhi denilen itin sarsılmaz bir cesaretle yüzüne oturmuş ifadesi deprem etkisiyle yıkılmış, Renan'ın kısık gözlerle kendinden emin bakışları ifadesiz bir hâl almıştı. Bu beni daha da cesaretlendirmişti. "Mallara da artık ulaşamayacağınızı biliyorsunuz. İstediğiniz bunlar değil. Ne istiyorsunuz, Ruhi bey?" İyice kasılan bedeni sandalyenin üzerinde put kesilmişti. Renan'a baktım. Burada aldığı her nefesi geri vermesi, onun verdiği nefesle karışan havayı soluyor olmam bile kendimi kaybetmeme sebebiyet verirken, zorlukla dik ve cesur durmaya çalışıyordum. Gözleri gözlerime öylesine bir mezar gibi bakıyordu ki ceset gibi taşıdığım ruhumu görebildiğine inanmaya başlamıştım. "Akıllı kadınsın ama bir Yalvaç kadınısın," dedi, neye vurgu yaptığını anlayamadığım bir sesle. "Bence ne istediğimi de biliyorsundur." Tamay kesik kesik, öfkeli bir nefes salıverdiğinde Yahya amcayla göz göze geldim. Bana takdir edercesine bir tebessümle bakıyor ve beni bundan onur duymak zorunda bırakıyordu. Sanki ne dersem, ağabeylerimin yanında olup arkamda duracakmış gibi. "Seninle bir bu masada oturan adamlar, burada yalnızca şahit olarak oturuyorlar. Onları değil, yalnızca sizi görüyorum. Şeref ve haysiyetten yoksun, masum insanları öldüren iki adam." Tebessümüm onların yüzüne tükürmek isteyen bedenimin yansıması gibiydi. Nefret dolu. "Doğru konuş," dedi Renan,sonunda konuşması için attığım yemlerden birini açlıkla kaparak. "Kes lan sesini!" diyerek neredeyse üzerine atlayacak olan Tamay'a durması için elimi uzattığımda, ikisi de yerinden hafifçe doğrulan bedenlerini tekrar sandalye tepesine bırakmışlardı. Yerimden kalktım ve ellerimi masaya yaslayarak hafifçe öne doğru eğildim. "Ben kan istiyorum, ya da ölüm." Sesimin ardına yapışan zehir dudaklarımı yakarken gözlerimdeki ateş Renan'ı kavuruyordu. "Sen oğluna karşılık dostumu öldürdün. Karşına alman gereken son kişi bendim. Sen beni karşına aldın. Şimdi ben de dostumun kanına karşılık senin kanını dökeceğim. Sonucu her ne olursa olsun." Sesimdeki kararlılık ve karanlık harmanlanarak, onları süratle gelen bir arabanın içinde duvara çarpmış gibi derinden etkilemişti. "Bana diş bilendin demek," dedi Renan, tek kaşını hafifçe kaldırıp indirirken. "Sana söylediğim gibi, dediklerini bir bir yap, Yalvaç kızı." Ona, bunu yapacağıma dair net bir ifadeyle baktım. Dudaklarını ıslatıp, başıyla onayladığında babasının omzuna hafifçe dokundu. "Hep karşılığı olacak bir savaş başlattın sen." dedi Ruhi, sandalyesinden ağır ağır kalkarak tıpkı benim yaptığım gibi bana doğru eğildi. "Belli ki bu savaşı oğluma açtın. Bilmeni isterim;yerdeki kan hiç kurumaz." Arkalarını dönüp, dışarı doğru ilerlediler. Kurumayacaktı. Belki masumlar ölecekti, belki de biz kanayacaktık fakat umurumda değildi. Sevdiği,sevmediği farketmeksizin etrafında kim varsa, kollarında ölmesini sağlayacaktım. O, kollarında can veren herkesin ölü gözlerine bakarken ben onu izliyor olacaktım. "Sargın!" diyerek Renan' seslendim. Sesim içeride bin parçaya bölünerek yayılırken inatla gülümsemeye devam ettim. Omzunun üzerinden geriye bakarken yalnızca kargaşa doluydu ifadesi. İçinde bir kasırga yaratmıştım "Ödeşmeden bitmez ömür, merak etme.”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD