bc

PEŞİMDE (+18)

book_age18+
1.2K
FOLLOW
11.4K
READ
badboy
heir/heiress
detective
poor to rich
like
intro-logo
Blurb

"Sakince ilerle," dedi kulağıma tıpkı bir şeytan gibi fısıldayarak. Koridorda ayrılıp, kulübe ayrı ayrı şekilde girdik. Kenan Hanzade kendine yakışır bir köşeye kuruldu. Girdiği her ortamda olduğu gibi, burada da dikkatleri fazlasıyla üzerine çekmeyi başrıyordu. Sanırım bundan nefret ediyordum.

Bakışlarımı ondan güçlükle ayırıp bar tezgâhına doğru ilerledim. Yüksek sandalyelerden birine yerleştikten sonra iki buzlu bir viski istedim. O hazırlanırken omzumun üzerinden geriye dönüp kulüptekilere kısa bir bakış attım. Ancak bakışlarım yine Kenan Hanzade'nin haki yeşili gözlerine takıldı.

Hâlâ titriyordum ve bu titreme ona baktıkça daha da artıyordu. Gözlerimiz birbiriyle buluştuğunda, ifadesini bozmadan sol gözünü kırptı. Hemen önüme dönüp derin bir nefes almaya çalıştım. Bu adam nefesimi kesmek zorundaydı.

Tezgâhın üzerine bırakılan kristal bardağı elime alıp, dudaklarıma götürmek istediğimde heyecandan elimin zangır zangır titrediğini fark ettim. Hızlıca birkaç yudum alıp bardağı tezgâhın üzerine bıraktıktan sonra titreyişimin dikkat çekmemesi için, parmaklarımı tezgâhın üzerinde ritimli şekilde kıpırdatmaya başladım.

Söz vermişti. Bu sondu...

2 gün önce

Tam karşımda oturmuştu. Kendimi çok çaresiz hissetmiştim ama hiç bu kadar çaresiz hissettiğimi hatırlamıyordum. Onca kayıp yaşayan ben, en çok buna dayanamıyordum. Böyle olmamalıydı.

"Sana sormadım," dedi. "Borçlusun, hem de can borcu ve ben de karşılığını istiyorum. Alacağım da..."

Dolan gözlerimi saklamak adına başımı önüme eğip, kirpiklerimi birkaç kez kırpıştırdım. Sesimi temizleyip, "Yapamam," dedim. "Emin ol ben yanlış kişiyim. Yapamam..."

"Yapacaksın," dediğinde başımı kaldırıp, şaşkın şekilde haki yeşili gözlerine baktım. Parmaklarının arasındaki sigarayı dudaklarına götürüp, derin bir nefes çekti içine. Ruhum gibi cayır cayır yaktığı sigarasını aşağıya bırakıp, siyah ayakkabısının sivri burnuyla ezerek söndürdü. "Yapacaksın Tani..."

"Ben Tani değilim!" diye bağırdım. Hangi cesaretle bilmiyorum ama pişman da değildim. Daha fazla bağırmam, haykırmam, artık şu başıma gelenlere bir dur demem gerekiyordu. "Yeter! Bir adım var... Zorlama. Gerçekten yeter..." dedim git gide bir fısıltıya dönüşen sesimle.

Gözlerini sıkıca kapatıp açtı.

"Benimle misin, Tani?"

Bir ölüm fermanı ancak bu kadar nahif seslendirilebilirdi.

Bir hayat en fazla bu kadar berbat edilebilirdi.

Ve bir insan en fazla bu kadar acıtılabilirdi.

"Bu son," dedi.

Özgürlüğüme kavuşmak için yapmam gereken son bir şey vardı.

Seçim şansım, hayır deme lüksüm, kaçma imkânım yoktu. Hepsini tüketeli çok olmuştu.

Başımı tekrar önüme eğip, ellerime taktığı kelepçe ve ayağıma taktığı çiçekten prangalara baktım.

"Seninleyim," dedim son olmasını umut ederek. "Son kez, seninleyim..."

chap-preview
Free preview
"Peşimde."
Hiçbir iyilik karşılıksız yapılmaz ve Sevgili dostum, burada cevaplar soruların içinde gizli. Çünkü, hiçbiri soru değil. Onlar bir cevap, onlar bir emir ve yerine getirmen gerekir... * * * "Sakince ilerle," dedi kulağıma tıpkı bir şeytan gibi fısıldayarak. Koridorda ayrılıp, kulübe ayrı ayrı şekilde girdik. Kenan Hanzade kendine yakışır bir köşeye kuruldu. Girdiği her ortamda olduğu gibi, burada da dikkatleri fazlasıyla üzerine çekmeyi başrıyordu. Sanırım bundan nefret ediyordum. Bakışlarımı ondan güçlükle ayırıp bar tezgahına doğru ilerledim. Yüksek sandalyelerden birine yerleştikten sonra iki buzlu bir viski istedim. O hazırlanırken omzumun üzerinden geriye dönüp kulüptekilere kısa bir bakış attım. Ancak bakışlarım yine Kenan Hanzade'nin haki yeşili gözlerine takıldı. Hâlâ titriyordum ve bu titreme ona baktıkça daha da artıyordu. Gözlerimiz birbiriyle buluştuğunda, ifadesini bozmadan sol gözünü kırptı. Hemen önüme dönüp derin bir nefes almaya çalıştım. Bu adam nefesimi kesmek zorundaydı. Tezgâhın üzerine bırakılan kristal bardağı elime alıp, dudaklarıma götürmek istediğimde heyecandan elimin zangır zangır titrediğini fark ettim. Hızlıca birkaç yudum alıp bardağı tezgâhın üzerine bıraktıktan sonra titreyişimin dikkat çekmemesi için, parmaklarımı tezgâhın üzerinde ritimli şekilde kıpırdatmaya başladım. Söz vermişti. Bu sondu... 2 gün önce Tam karşımda oturmuştu. Kendimi çok çaresiz hissetmiştim ama hiç bu kadar çaresiz hissettiğimi hatırlamıyordum. Onca kayıp yaşayan ben, en çok buna dayanamıyordum. Böyle olmamalıydı. "Sana sormadım," dedi. "Borçlusun, hem de can borcu ve ben de karşılığını istiyorum. Alacağım da..." Dolan gözlerimi saklamak adına başımı önüme eğip, kirpiklerimi birkaç kez kırpıştırdım. Sesimi temizleyip, "Yapamam," dedim. "Emin ol ben yanlış kişiyim. Yapamam..." "Yapacaksın," dediğinde başımı kaldırıp, şaşkın şekilde haki yeşili gözlerine baktım. Parmaklarının arasındaki sigarayı dudaklarına götürüp, derin bir nefes çekti içine. Ruhum gibi cayır cayır yaktığı sigarasını aşağıya bırakıp, siyah ayakkabısının sivri burnuyla ezerek söndürdü. "Yapacaksın Tani..." "Ben Tani değilim!" diye bağırdım. Hangi cesaretle bilmiyorum ama pişman da değildim. Daha fazla bağırmam, haykırmam, artık şu başıma gelenlere bir dur demem gerekiyordu. "Yeter! Bir adım var... Zorlama. Gerçekten yeter..." dedim git gide bir fısıltıya dönüşen sesimle. Gözlerini sıkıca kapatıp açtı. "Benimle misin, Tani?" Bir ölüm fermanı ancak bu kadar naïf seslendirilebilirdi. Bir hayat en fazla bu kadar berbat edilebilirdi. Ve bir insan en fazla bu kadar acıtılabilirdi. "Bu son," dedi. Özgürlüğüme kavuşmak için yapmam gereken son bir şey vardı. Seçim şansım, hayır deme lüksüm, kaçma imkânım yoktu. Hepsini tüketeli çok olmuştu. Başımı tekrar önüme eğip, ellerime taktığı kelepçe ve ayağıma taktığı çiçekten prangalara baktım. "Seninleyim," dedim son olmasını umut ederek. "Son kez, seninleyim..." 57 gün önce Bir rüzgâr esti. Bembeyaz tül perdeler içeriye doğru şişerken, gecenin ayazı odayı kısmen doldurdu. Vücudumdan derin bir ürperti geçtiğinde, irkilerek yönümü pencereye doğru çevirip, elimdeki kazağı yatağın üzerine bıraktım. Hızlıca adımlayıp pencerenin önüne geldiğimde, tek elimle tülleri kavrayıp yukarıya kaldırarak rüzgârın etkisiyle açılan pencereyi sıkıca kapattım. Perdeyi çektikten sonra ürperen vücudumu odanın dışına attım. Sesler salondan geliyordu. Gece gece nedensizce içimde kötü bir his vardı, lakin bunun benim hüsnü kuruntum olmasını diliyordum. Salonun girişine ulaştığım anda duyduğum ses olmasa bile, sarf edilen kelimeler beni olduğum yere mıhladı. "Hikmet! Kızı veriyor musun, vermiyor musun onu söyle sen... Uzatmaya lüzum yok..." "Saçmalamayı kes! Satılık mal yok bende!" diye bağırdı babam. "Bedavaya vermek istiyorsan, yine sorun değil ama arada sen kaynayacaksın. Yazık olacak..." Babamın ayaklandığını işittim. "Basın gidin ulan! Bende size verecek kız mız yok! Cezamı çektim bitti, kızıma dokundurtmam!" Dolu gözlerle burukça gülümsedim. Hangi cezadan bahsediyordu bilmiyordum ama babam kolay kolay pes edecek, böylelerine papuç bırakacak bir adam değildi. Salonda olan kişilerin kim olduğunu görmek için, sağ elimi girişteki pervazın üzerine koyarak yüzümün yarısını dışarıya çıkardım ve içeriye baktım. Babam düşündüğüm gibi ayaktaydı, tam önündeki tekli koltukta kırklı yaşlarda bir adam oturuyordu. Onun hemen yanında ellerini arkada birleştirip, asker gibi duran genç, kumral bir adam. "Bak Hikmet," diyerek ayağa kalktı adam. Genç adamın önüne geçip babama yaklaştı. Babam her zaman olduğu gibi öfkelendiği için kızarmıştı. Üzerindeki koyu lacivert renkli ceketin önlerini düzeltip, yüzünü onaylamaz şekilde iki yana salladı. "...Yanlış yapıyorsun, kızı verirsen her şey tatlıya bağlanır. Sen de rahat edersin, biz de." dedi deliye dönmüş babamın karşısında, olabildiğince sakin kalarak. "Defol git ulan!" diye bağırdı babam, adamın yakasına yapışarak. Tek varlığım olan adamla bir kez daha gurur duydum. "Bende sizin gibilere verecek kız yok dedim sana! Bizde evlat mal gibi satılmaz! Dön köyüne, git öyle cahillerden kız al! Hakkımı hukukumu bilirim, cezamı da çektim!.." Seni seviyorum baba. "Bırak yakamı!" diye çıkıştı adam. Lakin babam yakasını bırakmak yerine, sanki o anlık verilmiş bir karar gibi, aniden kafasını adamın burnuna geçirdi. "Bıraktım yakanı." dedi, adam yere boylu boyunca serilirken. Yüzümde gururlu bir gülümseme vardı. Babam kalıplı, aynı zamanda yürekli bir adamdı. Onun evinde, ona ahkâm kesilmesine, üstelik tek evladına böyle zarar vermelerine izin vermezdi. Bakışlarım yerde yüzünü kan götüren adama, babama ve yine o genç adama kaydığında, elini arkaya götürmesiyle birlikte yüzümdeki gülümsemenin silinmesi bir oldu. Şok geçirmiş hâlde bir babama, bir adama baktım. Lakin bu çok uzun sürmemişti. Silahtan ard arda çıkan kurşunlar babamın göğüs kafesine ve kaburga altına saplanırken, dudaklarımın arasından kontrolünü kaybettiğim çığlıklar firar etti. Babamın yere düşmesi, bir dağın devrilme anıyla eşdeğerdi. Yıllarca özenle bulup birleştirdiğim yapbozumun parçaları bir anda dağıldı ve ben bu arayışın içine tükenip, kendimi kaybettim. Çığlık attığım an, katilin bakışları benim üzerime çevrilmişti. Bunu bilsem bile birkaç saniye boyunca bakışlarımı yerde kanlar içinde yatan babamdan ayıramadım. Ona baktığımda ise silahını beline yerleştirmiş, beni çirkin bakışlarıyla süzüyordu. Üzerimdeki şoku kısmen kenara atıp, bana doğru gelen adamdan kendimi kurtarmak adına geriye doğru adımladım. Anlık gelen o kendini koruma içgüdüsüyle önce bakışlarım, daha sonra yönüm kapıya çevrildi ve olduğum yerden, ölüm korkusuyla sıçrayıp kapıya doğru koştum. Beni vurmayacaklardı belki de, kaçma şansım vardı. Belki daha ölmemişti babam, ama onu kurtarmak istiyorsam orada kalmanın bir çare olmadığı aşikârdı. Kapının kulpunu çevirip açarak kendimi dışarıya attığımda, seslenişleri ve adım sesleri kulaklarımda yankı yaptı. Anlık kararlarla çıktığım bu yolda, artık kimsesizleşen ruhumu azad etmek adına kanımın son damlasına dek koşacağıma, babam gibi asla teslim olmayacağıma sessizce ant içtim. Üzerimdeki siyah, dar triko elbise attığım her adımda biraz daha yukarıya çıkarken, bir elimle baldırımın yan tarafından onu tutup, diğer yandan etrafa bakarak çaresizce koşuşturuyordum. İstanbul'un cani sokakları beni kucaklayıp, saklamak konusunda hiç meraklı değildi. Bense o sokakları karış karış dolanıp, çıplak ayaklarıma batan cam ve çakıl taşlarını umursamayan, bahtsız bir bedeviydim. Rüzgâr bu gece olacakları biliyormuş gibi keskindi. Yüzüme dolanan saç tutamlarım ara sıra yoluma gölge düşürüyor, onlar bile bana kaçmam konusunda engel oluyorlardı. Sokakta birileri olmalıydı. Saat gece yarısını bulmuştu, hava soğuktu. Bu saatte, bu havada dışarıda birilerini bulmak, samanlıkta iğne bulmak demekti. Sokağın köşesini dönerken, ayağımın altına sert bir şeyin saplanmasıyla sessizce inleyerek tökezledim. Duvara tutunmak isterken, bir anlık yapılan frenin etkisiyle önce duvara, daha sonra ise yere tosladım. Buz gibi betona dokunan kalçalarımdan vücuduma yayılan soğuk, damar yolumu tıkadı, nefesimi kesti. Elimi ayağımın altına götürüp, saplanan küçük cam parçasını kavradım. Diğer elimi sesimi boğmak için ağzıma götürüp, dişlerimi elime sapladım. Derimin altındaki kırık cam parçasını tek bir hâmleyle çekip çıkardıktan sonra tüm acısını yine kendi elimi ısırarak çıkardım. Lakin olası bir gözyaşımın sebebi kesinlikle vücut acısı değil, ruhuma sarılan acıların, hiçbir zaman kabullenemeyeceğim gerçeklerin içime ok gibi saplanıyor olmasıydı. Elimdeki kanlı parçayı kenara atıp, yan dönerek duvara tutundum ve olabilecek en hızlı şekilde ayağa kalkıp koşmaya devam ettim. Artık topallıyor olmamdan sebep daha yavaştım. Yakalanırsam olacakları düşünmek bile istemiyordum. Bu beni ayakta tutan tek şeydi. Bir anda gözlerim sarı bir ışıkla kamaştığında, durup elimle yüzüme gölge yaparak yüzümü buruşturdum. Az sonra ışıklar biraz olsun seridiğinde, elimi aşağıya indirip karşıya baktım. Işığın ve karanlığın uyumuna alışan gözlerim yine o adama, babamın katiline rastladığında sertçe yutkunup geriye doğru adımlamaya başladım. Göz bebeklerimde intikam ateşine ve nefreti sarıp sarmalayan kokuyu, o da net şekilde görüyor olacak ki, bu işi bu gece bitirmekte kararlı görünüyordu. O bana geldikçe, ben topallayarak geriliyordum. Arabanın girebileceği kadar geniş bir sokaktan kaçmakla hata yapmıştım, ama her hata bir dersti. Şimdi aklımda çok başka şeyler vardı. Bana doğru gelen o katilin yüzündeki çirkin gülümseme, kazandığı zaferin kırıntılarını içime işliyordu. "Nereye kaçabilirsin ki?" diye sordu. Sesini ilk kez duydum, lakin meziyyetlerinden haberdardım. "Seni elimden baban bile alamamışken, kim alabilir ki?" dedi ürkütücü bir ifade ve ses tonuyla. "Kaçabilir misin? Kaçsan bile bulamaz mıyım, saklambaçta iyi misin?" dedi bana doğru adımlamaya devam ederken. Susmayı tercih ederken, göğsüm korkuyla inip kalkıyordu. Kötü olan yanı ise, onun babamın katili olduğunu bildiğim hâlde hiçbir şey yapamıyor olmamdı...

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

Askerin Yaralı Gelini

read
26.3K
bc

Sessiz Çığlık

read
9.9K
bc

İNFAZ

read
4.8K
bc

KIZIL ŞEYTAN (BERDEL) TAMAMLANDI

read
14.2K
bc

Askerin Gelincik Çiçeği

read
33.1K
bc

KARŞI KOMŞUM Bİ ROMEO

read
7.3K
bc

YIKIK MESKEN

read
3.3K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook