Nihan...Giz demekti.
Ben koca bir gize adımımı atmıştım. Artık ben giz demektim.
Taksideki yolculuğum devam ederken nefes almak için arabanın camını açtım. Başımı hafifçe uzatıp içime nefesler çekerken şoför uyardı hemen.
''Abla gir içeriye valla biçer arabalar.''
Başımla onu onaylayıp içeriye sokuldum. Camı kapatmadan derin derin nefesler almaya devam ettim. Ellerim titriyordu sebep olacağım şeyler beni korkutuyordu. Ne kadar cesaret bulsam da kendimde korkmadan edemiyordum işte, korkuyordum. Buna engel olamıyordum.
Yıllarca belli kalıpların içinde büyümüştüm ben, bu kalıpların dışına çıkıyor olmak garip geliyordu bana. Mesela ilk kez taksiye biniyordum, hayatımda hiç taksiye binmemiştim. Üniversite hayatımda da tüm okul hayatımda da hep özel şoförler oldu etrafımda. Sarı taksi ne demekmiş şu an öğreniyordum. Bir taksinin arka koltuğunda oturuyor olmak çok mutlu ediyordu beni, kendi kararımdı çünkü bu. Özgürce aldığım bir karardı. Taksiye binmek istiyorum dediğimde karşı çıkmamıştı annem, bilse çıkardı çünkü. Artık sorgusuz sualsiz kendim alabilecektim kararlarımı. Bu bana kendimi çok değerli hissettiriyordu.
''200 lira tuttu.''
Çantamı açıp cüzdanımdan bütün 200 lira alarak ödemeyi yaptım. Geldiğim yer havaalanıydı. Taksici bavulumu bagajdan indirdiğinde kulpunu çıkartıp teşekkür ettim. Taksici gittiğinde havaalanına doğru ilerledim.
Dakikalar süren kontrollerin ardından nihayet uçaktaki koltuğuma yerleşmiştim. Uçağın kalkmasını beklerken oldukça sabırsızdım. Bu uçak havalandığında beni yepyeni bir hayata götürecekti. Ben o hayatta mutlu olacaktım.
Uçak kalktığında yüzüme koca bir gülümseme yayıldı. Gidiyordum işte, tüm tutsaklıklarımdan kurtulup gidiyordum. Başımı gökyüzüne çevirip gülümsemeye devam ettim. Bu gece hüzün yoktu. Ben bu mutluluğu hak ediyordum. Hiçbir şey düşünmemeye çalıştım, sadece mutluluğuma odaklandım.
Başımı koltuğa yaslayıp gözlerimi özgürlüğe açmak için usulca kapadım.
Gözlerimi açtığımda gelmiştik. Uçaktan inip bavulumu aldım. Saat epey geçti ama umursamadım. Bavulumu sürükleyerek çıktım havaalanından. Şehre adım attığım an kapadım gözlerimi.
''Hoş buldum Şanlıurfa.''
Fısıltım havaya karışırken içimdeki duygular dalgalanıp coşuyordu.
Ağır bavulumu çeke çeke ilerledim. Bir taksi bulup beni şehir merkezine bırakmasını söyledim. Buraya gelmeden önce nerede kalacağıma tam karar veremediğim için şu an kendime kızıyordum. Çok kızıyordum hem de.
İletişime geçmem gereken muhtar da telefonlarımı açmayınca kalmıştım öyle.
''Bir kafe ya da restoran var mı?''
''Ben sizi öyle bir yerde indireyim.''
Taksiden indiğimde bari ısınayım kafam çalışır diye düşünerek hemen yakındaki restorana adımladım. Ağır kapıyı açmaya çalışırken bavulum da yere düşmüştü. İçerideki bakışlar bana döndüğünde yerdeki bavulumu kaldırıp en yakın masanın yanında diktim. Hemen sandalye çekip oturdum, hava o kadar soğuktu ki içerisinin ısısına çok ihtiyaç duyuyordum.
Bir çorba sipariş verip beklemeye başladım. Montumun cebindeki telefonu açmaya henüz cesaretim olmadığı için restoranın telefonunu kullanmak üzere ayağa kalktım. Kasanın ve telefonun hemen yanında kalabalık bir erkek grubu vardı. Keyifle yemeklerini yiyorlardı, içlerinden birisiyle onları izlerken göz göze geldiğimde utandım. Yüzünde dikiş izine benzer ufak bir yara vardı. Bakışlarımı çekip kasaya ilerledim.
''Telefonunuzu kullanabilir miyim?''
''Tabii buyurun.''
İşaret ettiği telefon eski tip bir ankesörlü telefondu, antika bir görünümü de vardı. Ahizeyi elime alıp cebime koyduğum muhtarın numarasını almak için elimi cebime soktum. Ufak not kağıdını cebimde bulamayınca o an delirmek üzereydim. Zaten soğuktan ellerim titriyordu. Henüz ısınamamıştım bile.
''Nerde bu numara?'' diye söylenirken bir yandan da ceplerimi kontrol ediyordum.
''Hanımefendi.'' diyen sese başımı çevirdiğimde erkek grubunda oturan herkesin bana baktığını gördüm.
İçlerinden birisi parmağının ucunda tuttuğu kağıdı uzattı bana, ''Düşürdünüz.''
Rahatlayarak kağıdı aldım elime, ''Teşekkür ederim.''
Başını hafifçe sallayıp arkadaşlarının arasına döndü. Titreyen ellerimle numarayı zar zor çevirdim. Açılmasını beklerken sağ ayağımı stresle yere vuruyordum. En sonunda açıldığına şükür ettim.
''Alooooov.''
''Merhaba muhtar beyle mi görüşüyorum?''
''Evet buyurun ben oluyorum muhtar.''
''Şakir bey ben Nihan Aktan.''
''Nihat mı?''
''Nihat değil, Nihan. Dün konuşmuştuk hani köy için.''
''Nihat diye köylüm yok benim, sen kimlerdensin?''
Sinirle ayağımı yere vurdum, her bir yanıma öfke işlediğini hissediyorum.
''İsmim Nihan, dün konuşmuştuk hani telefonda. İstanbul'dan gelecektim. Nihan Aktan.''
''Ha ha siz Nihan hanım. Bildim bildim.''
Rahatlayarak usul bir nefes verdiğimde hemen konuşmaya başladım.
''Ben geldim buradayım, görüşmemiz mümkün mü acaba?''
''Bu saatte imkanı yok ben evdeyim çıkamam. Erken gelmişsin sen.''
''Evet erken geldim, öyle gerekti. Ne yapacağım peki ben? Beni siz götürecektiniz.''
''Yarın gelirsiniz şimdi kalın siz orada.''
''Ben pek bilmiyorum buraları, tanıdığım kimse de yok üstelik. Alelacele gelmek zorunda kaldım. Otel falan göremedim, ne yapacağım bilmiyorum.''
''Sesiniz gelmiyo vallah duymuyon.''
''Ben kalacak yer bulamadım, otel falan yok diyorum.''
''Alo. Alo muhtar bey. Aloo!''
Telefon kapandığında çaresizce kalmıştım başında. Ahizeyi yerine koydum. Çorbanın parasını öderken kasadaki adama döndüm.
''Buralara yakın bir otel biliyor musunuz, ya da pansiyon?''
''Pek güvenli değildir buralar, fazla terör olayı oluyor.''
Tüm boş vermişliğimle konuştum, ''Olsun fark etmez, sokaklardan daha güvenlidir öyle değil mi? Tarif eder misiniz?''
Kısaca ondan bir tarif aldığımda teşekkür ederek ayrıldım kasadan. Bavulumu yanıma alıp zar zor çıktığımda çok daha soğuk bir hava karşıladı beni. Gideceğim yere varmam için biraz yürümem gerekiyordu. Bavulumu çekiştire çekiştire yürümeye başladım.
''İyi geceler.''
Başımı çevirdiğimde hemen yanımda 30 yaşlarında sakallı bir adam olduğunu gördüm, bu restorandaki masalardan birinde oturan adamdı. Cevap vermeden yoluma devam ederken bir yandan da cebimdeki biber gazını kavramıştım.
''Niye cevap vermedin? Benim kalacak yerim var, hem de yatak iki kişilik.''
Yaptığı imâ midemi bulandırırken başıma ilk günden bela almak istemediğimden hırsla daha da hızlandım. Sözlerini kulak ardı ettikçe daha da hızlanıyordu sanki. Uğultuları duymazdan gelip hızlandığımda kolumda bir el hissettim.
Bu andan itibaren kayış kopmuştu bende, hemen biber gazını çıkartıp yüzüne rastgele sıktım. Sorun şu ki yüzüne biber gazı sıktığım adam deminki adam değildi.
Restoranda kasanın yanında duran erkek grubuydu göz göze geldiğim.
Peşime takılan adamda yerde yatıyordu. Ayağıyla onun sırtına basan kişi de alnında dikiş izi olan kişiydi.
''Bacım bana sıkılır mı şu meret.'' diye isyan eden kişiye çevirdim gözlerimi.
''Sizde peşimdeymişsiniz, nerden bileceğim kime sıkacağımı. O kadar şerefsiz dolu ki etraf, ne yapmamı beklerdiniz?''
''Haklısınız, biz onlardan değiliz.''
Yerde yatan adama hırsla bir tekme atıp bavulumu daha sıkı kavradım, ''Buna sorsan o da onlardan olmadığını söyler.''
Adımlarımı hızlandırıp tarif edilen yere daha hızlı yürümeye başladım. Daha ilk günden başıma gelmesinden korktuğum şeyleri yaşarken kendimi daha şimdiden tükenmiş hissediyorum.
En sonunda pansiyon bulduğumda odama yerleştim. Küçük kısmen temiz olmayan bir odaydı. Annem olsa buraya kümes derdi, bu oda benim için şu an özgürlüğü ifade ediyordu. Üzerimdekileri çıkarmadan yatağa uzanıp gözlerimi kapadım.
İlk defa gözlerimi kapadığımda yaşadığımı hissettim.