Gösterdiği yere oturdum. Onlar da hemen ardımdan binmişti yine ve yine o kişiyle karşı karşıya kalmıştık. Bu onunla diğer karşı karşıya kalışlarımın ilk tohumlarıydı. Bunu sonradan öğrenecektim.
''Sürekli yardım ediyorsunuz, çok mahcup oluyorum.''
İlk karşılaşmamız pek hoş olmasa da sonrasında hep yararları olmuştu bana. Bu yararları görmezden gelemezdim. İçimde onlara karşı bir mahcubiyet vardı. Nasıl ödeyeceğimi bilmediğim koca bir mahcubiyet vardı hem de.
''Ne demek öğretmenim.''
''Nihan yeterli.'' dedim bana öğretmenim diyen kişiye gülümseyerek.
''Peki Nihan öğretmenim.''
Sanırım bu böyle devam edecekti. Koltukta geriye yaslandım, yüzlerinde gözlerimi gezdirdim hızlıca. Asker oldukları için hepsinin saçı kısacıktı ve sakalları da tıraşlıydı elbette.
''Tam olarak tanışmadık.'' diyerek konuştum. En azından isimlerini öğrenebilirdim kendi içlerinde onları ayrıştıramıyordum başka türlü.
''Seyfi Yılmaz Van, emret komutanım!''
Artık gözüne biber gazı sıktığım asker olarak değil de onu Seyfi olarak hatırlayacağım için mutluydum. Bana komutanıymışım gibi icazet vermesi beni gülümsetirken üsteğmen ona ters bir bakış attığında alnındaki elini indirdi.
''Ben bir an karıştırdım öğretmenim. Seyfi ben.''
''Memnun oldum.''
''Ben Batu Nihan hocam.''
''Ben de Zafer hocam.''
Seyfi Batu ve Zafer'le tanışmıştım. Şimdi en azından onlar için bir hitap vardı dilimde. Biz tanışırken hiç oralı olmayan üsteğmen kendini bana tanıtma işine de hiç girişmemişti. Ben de yüzsüz gibi onu tanımak için soru sormayacaktım elbette. Tanıdıklarım bana yeterdi şimdilik.
''Memnun oldum.''
Üsteğmene nazaran diğerleri sohbet sever askerlere benziyorlardı.
''İlk görev yeriniz mi Nihan hocam?''
Bunu soran da Batu'ydu. Nezaketen soruyordu sessizlikten ölmeyelim diye ya da gerçekten ikidir yardım ettikleri kadını merak ediyorlardı. Belki de hepsinin koca bir karışımıydı. Bilemiyordum.
''Evet,'' dedim başımı sallayarak, ''İlk görev yerim.''
Seyfi elini dizine vurup yakınmaya başladı, ''Benim de ilk görev yerim geldi şimdi aklıma, çok zorlanmıştım. Böyle ikinci günü istifa etmeyi düşündüm. Darıldım, bunaldım. Çok zordu.''
''Çok güzel moral verdiniz.''
''Siz ona bakmayın Nihan hocam insan alışıyor, ilk başta zorlansa da her şeye alışıyor.''
Başımı salladım usulca, alışmaktan başka çarem yoktu diyemedim. Ben kendim için öylesine muhtaçtım ki bu okula, bu şehre başka bir seçenek bile sunmamıştım kendime. Şimdi sadece buraya alışıp mutlu bir şekilde yaşamak vardı planlarımın arasında. Öteki türlüsü yoktu, ve hiç ama hiç olmamıştı da. Ben birçok şeye rağmen buraya gelmiş ve kendime yeni bir yol çizmeye karar vermiştim. Bu yola cesurca girerken kendimi yolsuz bırakmak istemiyordum. Felaketim olsun buralar...İstemiyordum.
''Alışırım, zor olması daha değerli kılar bazen. Alışırım.''
Zor olsa da alışacaktım. İlk defa zoru seçmiştim ve alışacaktım.
''Nerelisiniz?'' diye soran Batu'ydu.
Şimdilik aramızda böyle bir sohbet ileri gelmişti. Özel hayatım hakkında pek bir şey söylemek istemesem de memnuniyetle cevaplandırdım sorusunu.
''İstanbulluyum.''
''Babanız nereli?''
Babam...Her şeyimdi bir zamanlar. Her şeyimi kaybettiğimi, mutluluğumu da onunla birlikte bir mezara koyduğumu çok sonra anlamıştım. Her şeye ve herkese rağmen onunla mutluyduk. Anneme rağmen babamla biz hep çok mutluyduk. Şimdi ise mutlu olamayacak kadar uzağız birbirimize. Şimdi ise birbirimizi göremeyecek kadar uzağız birbirimize. Oysa ne çok isterdim başımı onun omzuna yaslayıp eski günlerdeki gibi dertleşmeyi. Oysa ne çok isterdim benim için çok değerli şeyleri onunla paylaşmayı. Şimdi içimde volkanlar patlatan o kederin her bir yanımı sarmasına izin vermez ve elleriyle sarardı yaralarımı. İlk kanadım babamı kaybettiğimde kırılmıştı, şimdi ise kanatsız hissediyordum kendimi. Yere düşen kırılan o kanatlarımı ellerimle yerden toplamıştım ben, yalnızca kendim sarmaya çalışacaktım yaralarımı. Kimseye ihtiyaç duymadan yapabilirdim bunu. Ben bunu sadece kendim başıma başarabilirdim. Babam da hayatta olsa eminim ki bunun böyle olmasını isterdi. Babamın varlığı bile yetiyordu beni mutlu olmama şimdi ise derin bir üzüntü bulutunun içinde geziniyordum ve bu gezintime de yalnızca kendim son verebilirdim. Bunu ben biliyordum, güçlü kalmayı güçlü durmayı öğrenmiştim babamdan. Şimdi de ondan öğrendiklerimi hayata geçirme sırasıydı.
Dolan gözlerimi gizlemek ister gibi kocaman ve sahte bir çabaya giriştim. Bana hala yabancı olan insanların yanında ağlamak istemiyordum. Yıllarca ben canlarımın yanında bile ağlayamamıştım oysa. Hıçkırsam bile kapamışlardı kulaklarını benim ağlamalarıma. Şimdi ise böyle anlamsız bir çaba sarıp sarmalamıştı dört bir yanımı.
Zafer'e bakmadan havaya söyler gibi konuştum, ''O da İstanbullu.''
''Dedeniz peki?'' diyerek tekrar sordu.
Sanırım ilk defa İstanbullu birini görüyordu Zafer. Evet biz yedi göbek İstanbulluyduk.
''O da öyle.''
''Yedi göbek İstanbullu musunuz hocam?''
''Evet, sanırım öyleyiz.''
''Daha önce hiç köyde yaşadın mi?''
Bu soru ise baştan beri susan üsteğmenden gelmişti. Nedense o sorduğu için gerilmiştim biraz. Neden sormuştu ki?
''Hayır yaşamadım.''
''Belli.'' dedi başını yana çevirerek.
Kaşlarımı çattım, ''O ne demek?''
''Köyde yaşamadığın çok belli oluyor demek.''
''Evet yaşamadım bu bir eksik mi?''
''Buralara uyum sağlaman zor olur, hatta sağlayamazsın.''
Öyle net ve kesin konuşuyordu ki dört bir yanında kibir gezindiğini hissediyordum. Kendinden eminliği delirtmişti beni, çok hadsizce gelmişti bu yorumu bana. Ne hakkı vardı benim umutlarımı çiğnemeye?
''Nasıl bu kadar emin konuşuyorsun? Elbette uyum sağlayabilirim.''
''Buradan bakınca pek öyle durmuyor hoca hanım.''
''Sizin taraftan nasıl göründüğümde zerre ilgilenmiyorum komutan.''
Sinirlenmiştim içimde burada yapamayacağıma dair yeşeren o tohumlara elleriyle su ekmişti tam da şimdi. O tohumların varlığı bile beni kocaman bir endişeye sürüklerken o nasıl o tohumları sulardı?
Annem, eğer annem de yanımda olsa bu fikirlerimi ona sunsam buralarda asla ama asla yapamayacağımı söyler ve beni vazgeçirmeye çalışırdı. 'Vazgeç Nihan yapamazsın buralarda.' diyerek değil ama, annem güzelce işlerdi psikolojime ve beni burada yapamayacağıma inandırırdı. Ben içten içe direnmeye çalışsam da annemin baskısına boyun eğerek bulurdum kendimi ve yapamazdım.
Daha önce çalışmak istediğimde de beni böyle yaparak vazgeçirmişti çünkü. İşlemişti ilmek ilmek psikolojime. Her bir darbesinde sıkıca sarıldığım mesleğimden ellerimi, parmaklarımı çekmiştim bir bir. En sonunda da güçsüz olduğum ve yapamayacağıma kendim inandığım için vazgeçtiğimi sanırdım. Oysa annemin parmak izleri vardı tüm döküntülerimin üzerinde.
Onun da aynı annem gibi konuşması yere düşürmüştü beni, o yerde kalmayacaktım bu kez. Dizlerimdeki yaraları bir bir sarıp o yerden daha da güçlü bir şekilde kalkacaktım. Öteki türlüsü yoktu ve hiç olmayacaktı.
Arabada bizim aramızda geçen soğuk diyalogun sonrasında çıt çıkmamıştı. Hiç kimsede de konuşacak tat kalmamıştı zaten. Köye geldiğimizde araba durdu ama benim içimdeki o sinir durmadı. Arabadan inerken askerlere baktım.
''Teşekkür ederim.''
Bir adım atmıştım ki duraksadım. İçimdeki o sinir denizinin içinde boğulduğumu hissediyordum. Kurtulmak için çırpınsam da boğuluyordum sanki. İçimdeki öfkeye itaat edip hala gitmeyen zırhlı araca yaklaştım. Üsteğmen'in gözlerine karşı koyar gibi baktım.
''Burası benim için çok değerli ve başaracağım duydun mu beni. Bu kez pes etmeden başaracağım üsteğmen. Herkese ve her şeye rağmen mutlu olacağım, daha önce başaramadığım her şeyi başaracağım. Göreceksin.''