1. Yeni başlangıçlar
7 Eylül 1999
“Ahhh kızım! Ne desem boş, dinlemiyorsun, kafanın dikine gidiyorsun. Senin ülkenin bir ucunda ne işin var kızım?” Annem ah vahlarına devam ederken, ben yeni atanmış olmanın mutluluğunu yaşıyordum. Sonunda hayalim gerçek olmuş, öğretmen olmuştum. Atamam, ülkenin doğusunda bir şehrin, bir ilçesinin, bir köyüne çıkmıştı. Annem bu duruma söylenmeye başlamıştı ama benim için bu görevi Bursa’da yapmakla aynıydı. Vatan toprağı benim için her yerde birdi.
“Anne lütfen! Bak, ne güzel atandım, sevdiğim işimi yapacağım artık. Üzme beni. Hem oradaki çocukların öğrenmeye, bana ihtiyacı var. Daha önce de anlattım sana, yanıma gelirsin; gelemesen de ben tatillerde geleceğim. Sadece üç yıl.”
“Ayy, ne bileyim kızım… Haklısın, yine de gurbet işte, içim rahat etmiyor. Televizyonda nasıl anlatılıyor biliyorsun.”
“Sen televizyonda anlatılan her şeye inanma anne.”
Valizimi evimizin dış kapısına bırakmıştım; sabah taksi geldiğinde rahatça alıp çıkayım diye. Sabah olduğunda annemle vedalaşıp taksiye bindim. Otogara geldiğimizde, doğup büyüdüğüm İstanbul’umdan ayrılıyorum diye bir hüzün tutmuştu içimi. Yola çıktığımda ise yeni hayatım, yeni heyecanlarım için bir mutluluk baş göstermişti içimde. Uzun bir yolculuk olacaktı. Görev yerimde beni köyün muhtarı bekliyor olacaktı; nerede yaşayacağımı, okulun nerede olduğunu ve daha fazlasını bana o anlatacaktı.
Yirmi küsür saat kadar yol gittikten sonra, içim dışıma çıkmıştı adeta. Otogarda inip valizimi elime aldım ve görev yerim olan köye gidecek minibüse bindim. Bir buçuk saat daha yol gittikten sonra, doğa harikası bir yerde indim. İnmeden önce şoför, eliyle ileride bir yeri işaret edip, “Gideceğiniz köy karşıdadır öğretmen hanım.” dedi. Biraz yürüdükten sonra nihayet köye vardım.
Dün sabah erken saatlerde yola çıkmıştım, şimdi ise saat üçe geliyordu. Eylül ayının başlarıydı ve akşama doğru hava serinlemişti. Yol yorgunu olduğum için tek isteğim, anneme sağ salim geldiğimi haber edip uyumaktı.
Köyün girişinde beyaz bir Toros araba ve iki adam bekliyordu. Elimde valizle beni fark ettiklerinde,
“Öğretmen hanım?” diye sordular.
Ben de anlamak için,
“Muhtar İsmail?” dedim.
“Heh, doğrudur öğretmen hanım, hoş geldin.” deyip oğlunun omzuna vurarak,
“De haydi git, çantaları valizleri al oğlum. Öğretmen uzak yoldan gelmiş.” dedi.
On yedi, on sekiz yaşlarındaki oğlu hemen elimdeki valizi ve çantamı alıp arabanın bagajına koydu. Muhtar, arabaya doğru “buyur” ettiğinde arka koltuğa geçip oturdum. Yol boyunca kendisinden, ailesinden ve çocuklarından bahsetti muhtar İsmail. Oğlunun adının Azad olduğunu öğrendim. Bir de kızı vardı, Berfin. Buralarda çok çocuklu olmak normaldi onlara göre ama muhtarın karısı, oğlu Azad’tan sonra hastalanınca iki çocukla devam etmişler hayatlarına. Etraftan “kuma getirsin” diyenlere kulak asmamış, karısını seviyormuş. Uzunca hayatını anlattı.
En son, evlerine misafir etmek istediklerini, yemeğe davet ettiklerini söylediklerinde nazikçe reddettim, çünkü çok yorgundum.
“Muhtar, buralarda telefon falan var mıdır?” diye sordum.
Başını sallayıp, “Vardır Zeynep öğretmen, benim muhtarlıkta var bir tek ama bazen çekiyor, bazen çekmiyor.” dedi.
“Sana zahmet muhtar, ben bir anneme yetiştiğimi, geldiğimi haber edeyim; aklı bende kalmıştır.”
“Tabi tabi, hemen.” deyip muhtarlığın önüne geldik. Sahiden de dediği gibi, ilk iki defa hat düşmedi. Üçüncü denemede bağlandı. Anneme sağ salim geldiğimi, iyi olduğumu ve beni merak etmemesi gerektiğini söylediğimde biraz olsun sakinleşti. Daha sonrasında muhtar beni yeni evime bırakıp gitti.
Hava kararmaya başlıyordu. Elimdeki valizle, yeni başlangıçlarımın başlayacağı tek katlı, küçük avlulu toprak evin toprak duvarlarını görüyordum. Paslı demir kapıyı itip içeri girdim. Muhtarın verdiği anahtarla kapıyı açtığımda, dışı bile daha cazip gelen evin içi tam anlamıyla viraneydi. Büyük bir “of” çekip evi gezmek istedim.
Şükür, elektrik ve suyu vardı. Su biraz az aksa da idare ediyordu. Ev 1+1, eski bir evdi. Muhtarın anlattığına göre, önceki öğretmenlerin bazıları yaşam koşulları yetersiz olduğu için bırakıp gitmişti. Diğerleri ise örgütten korkup bir gece kalıp ertesi sabah geri dönmüş. Çocukların eğitim durumu anladığım kadarıyla vasattı. Durumu olan aileler, çocuklarını şehir merkezindeki yatılı okullara gönderiyordu; olmayanlar ise okutamıyordu. İçim parçalanmıştı.
Tuvalet ve banyoyu gördüğümde elden geçmesi gerektiğini anladım. Mutfakta, eski tabak çanaklar dolaplarda toz kir içinde duruyordu. Salona geldiğimde ise rengi solmuş, tozlanmış iki çekyat, bir tüplü televizyon ve eski bir sehpa vardı. Valizimi yatak odasına götürdüğümde orası da içler acısı haldeydi. Demirleri paslanmış bir yatak başlığı, lekeli ve ezilmiş bir sünger, bir masa, bir sandalye ve eski tahta iki kapaklı bir dolap vardı.
Bu evi görüp giden öğretmenleri artık az çok anlayabiliyordum ama bana göre halledilmez şeyler değildi bunlar. Anlaşılan, bu evi adam etmek beni çok yoracaktı. Muhtardan bu konuda yardım istemem gerekecekti.
Yatmak için her ne kadar iğrenç olsa da, annemin valizime koyduğu çarşafı serip ağır basan uykunun kollarına bıraktım kendimi.
Erken bir saatte, dinlenmiş bir şekilde uyandım. Bugün bu köydeki ilk günümdü ve her yerini gezip keşfetmek istiyordum. Tabi önceliğim, yaşam alanım olan evimi temizleyip düzenlemekti.
Gün içerisinde yan komşumla tanışıp sabun, kova, bez gibi gereçler alıp evimi dip bucak temizledim. Koltukları, döşeği köpüklü sularla güzelce yıkayıp kuruması için kendi haline bıraktım. Eski bir buzdolabım vardı ama içi boştu. Bir ara muhtarla ilçeye gidip alışveriş yapmayı aklıma not ettim. Sağ olsun, muhtarın karısı ve komşular tabaklarda, tencerelerde beni iki gün idare edecek çörek, börek, tandır ekmeği ve yemek göndermişlerdi ama bu sürekli olmazdı elbet.
Yatak odamda bulunan masa ve sandalyeyi temizleyip salona alıp pencere altına koydum. Küçük süs eşyalarımı çantamdan çıkarıp motive etmesi için masaya ve tüplü televizyonun üzerine yerleştirdim. Gün akşama dönerken epeyce yorulduğumu hissettim. Banyoya girdiğimde, ısıttığım sularla duş alıp rahatladım.
Zaman beklediğimden daha çabuk geçmeye başlamıştı. Bu şehirde ve köyde beş günümü tamamlamıştım. Birçok kişiyle tanıştım. Yol, temizlik, koşuşturmaca derken hafif hastalandım; sağlık ocağındaki Doktor Hasan ve Hemşire Zehra ile tanışıp kaynaştım. Bir haftamı böylece tamamladım.
Bazen bazı başlangıçlar zor olabiliyordu ama her şeye rağmen sevdiğiniz işi yapıyorsanız, gerisini pek de düşünmüyorsunuz. Ben bu köyde bir başlangıç yapmıştım; devamında neler olacağını bilmeden, aslında çok da düşünmeden… Belki iyi şeyler olacaktı, belki kötü. Rahmetli babam, “Bir işe başladığın zaman sonrasını sonra düşün.” derdi. Ben de öyle yaptım. Annem benim için tedirgin olsa da ben çok düşünmemiştim gelirken. Zaman bana ne gösterecek bilmiyordum. Bazen merak ediyordum ama çok da düşünmüyordum. İçimden, “Yaşayarak her şeyi göreceksin Zeynep.” diyordum.
Evet… Her şeyi yaşayarak görecektim. Zamanla...