bc

Meltem Rüzgarı

book_age16+
194
FOLLOW
2.8K
READ
family
second chance
brave
drama
sweet
bxg
serious
kicking
city
highschool
childhood crush
musclebear
like
intro-logo
Blurb

Bir sabah uyanıyorsun kalbinde sessiz bir sızı. Hayatına heyecan katan insana sürpriz hazırlarken bayılıyorsun. Kalp yetmezliği diyorlar. Sonra hayatına heyecan katan insan seni bu sebeple terk ediyor. Hastanede bir kızla tanışıyorsun. O on yıldır kalp hastası ve hala bir şekilde hayata tutunmaya çalışıyor. Sen siyah gibi kararırken o beyaz gibi insanlara umut veriyor. Hayatına heyecan katan insanın yanında bu kız sana ve kalbine iyi geliyor. Ona aşık oluyorsun ve hayatın anlam kazanıyor. Ben Rüzgar o Meltem. Biz Meltem Rüzgarı...

chap-preview
Free preview
1.Bölüm 🫀
🫀 Yaklaşık on yıl önce, parkta çocuklarla oynarken bir anda bayılmışım. Başımda bekleyen annem büyük bir panikle beni hastaneye getirmişti. O gün öğrendik: Kalp hastasıymışım. İlaçlar, doktorlar, kontroller… Hayatıma hepsi o gün girdi. Çocukken kalp hastası olmak bir çocuk için o kadar zor gelmeyebilir. Ama anne babalar için… Onlar çocuklarının kalbini yormamak için hep diken üstünde yaşarlar. Annem de babam da çalışıyordu. Ama hastalığımdan sonra annem işini bıraktı. Aslında çok şanslıydım. Çünkü annem hemşireydi. Maddi anlamda hiçbir zaman zorluk yaşamadım. En azından ben hissetmedim. Bir de küçük kız kardeşim vardı, Dilara. Ben hastalığımı öğrendiğimde yedi yaşındaydım, o ise henüz üç. Evde annem, okulda öğretmenlerim sürekli benimle ilgilenirdi. Annem işini bırakmıştı ama benim yanımda bir gün olsun “çalışmayı” bırakmadı. Hayatım hep, onların karşısında “her şey yolundaymış” gibi davranmakla geçti. Ne kadar normal davranmaya çalışsam da fark ettim: Aslında hiçbir şey normal değildi. Kendimi üzmemeye çalıştıkça bir gerçek gün yüzüne çıkıyordu; Benim kalbim, bana yetmiyordu. Doktorumla aram hep iyiydi. Annem hemşire olduğu için doktorum, özellikle kardiyoloji alanında çok deneyimli ve hassastı. Kalp nakli... benim için hep en son seçenekti. Ama zaman, birçok şeyi alıp götürüyordu. Ve benim kalbim, zaman geçtikçe beni daha çok yarı yolda bırakıyordu. Başta "kalp yetmezliği" gibi ciddi bir teşhis yoktu. Ama artık… üçüncü evredeydim. Haftanın çoğunu hastanede geçiriyordum. Okul? Sınavlar? Onlara gitmeyi bırakalı o kadar uzun zaman oldu ki... Evden eğitim alıyordum artık. Aslında... benim yüzümden kardeşim hep görünmezdi. Ebeveynlerim Dilara'yı görmezden geldikçe, ben ona daha çok sarıldım. Ve bu yüzden o benim en iyi arkadaşım oldu. Üçüncü evre… Bu, sona yaklaşmak demekti. Organ nakli listesinde artık en üst sıralardaydım. Annem o kadar endişeliydi ki... Hiçbir zaman arkadaşlarım olmadı. Çünkü ona göre arkadaş demek, enerji demekti. Enerji demek de… kalbimin yorulmasıydı. Ev ile hastane arasında sıkışıp kalmış bir hayat yaşarken, mecburen Dilara’dan başka kimsem yoktu. Zaten okulda da arkadaşlık kurabilen biri değildim. Aşk mı? Sanırım doktorum da dahil herkesin en çok korktuğu, benimse hiç düşünmediğim o duygu. Aşk… Kalbi çok yoran bir duyguymuş. Aşık olursam çok mutlu olup, çok heyecanlanabilirmişim. Ve eğer bir gün bu aşk biterse… Benim kalbim, o kırıklığı kaldıramazmış. Eğer bir erkekle tanışırsam... Annem kalpten gidebilirdi. (Bu durumda kalp hastası annen olabilir miydi?) Bu düşünce beni gülümsetmişti. Benim güldüğümü fark eden babam: — “Neye gülüyorsun bakalım?” — “Öyle baba... aklıma komik bir video geldi.” — “Bu süreçte çok sıkıldığının farkındayım. Bugün seni hastaneye ben götürmek istedim.” — “O ne demek baba?” — “Annen çok üzerine geliyor. Hatta neredeyse tüm hayatını o yönetiyor. Bundan bunalmış olabilirsin.” — “Baba, ben hayatımdan memnunum. Hasta bir kalbim var ve annem de bu kalple nasıl yaşanır, onu öğretmeye çalışıyor. Siz ikiniz de bütün hayatınızı bana göre planladınız.” — “Biliyorum kızım. Konu bu değil. On yedi yaşındasın. Yakında reşit olacaksın. Hayatında Dilara dışında kimse yok.” — “Hayatımda siz, annem ve Dilara'dan başka kimseye ihtiyacım yok.” — “Ama annen, Dilara'nın hayatına bile müdahale ediyor. Farkında mısın?” — “Nasıl yani?” — “Demek ki Dilara sana bunu anlatmadı.” — “Neyi anlatması gerekiyordu baba?” — “Geçen gün Dilara okuldan bir arkadaşının doğum günü partisine davet edilmişti, hatırlıyor musun?” — “Evet. Sonra benimle vakit geçirmek istediğini, o yüzden gitmek istemediğini söylemişti.” — “O iş öyle değil güzel kızım. Aslında Dilara o partiye gitmek istiyordu ama annen çok kızdı. Ona, ‘Eğer arkadaşlıklar kurar ve ablanı yalnız bırakırsan, ablan buna çok üzülür. Bu yaşına kadar sosyalleşemedi. Senin arkadaşlık yapmanı istemiyorum. En azından ablanın önünde yapma. Hepimiz gibi ablanı ön planda tutmalısın,’ dedi.” (Senin annen normal değil kızım. Çünkü ben öyle yazıyorum. 😁) Bu sözleri duyduğumda içimde garip bir sıkışma hissettim. Bu... çok bencilce bir düşünceydi. Ben hiçbir zaman Dilara’nın başka arkadaşlar edinmesine engel olmamıştım. Ama annem... Beni yalnız bırakmamak adına Dilara’ya kendi hayatını yaşamayı yasaklamıştı. Bu, bencillikti. Ve ben, buna göz yumduğum için kendime kızdım. — “Keşke bir arkadaşım olsaydı baba. Belki o zaman Dilara bu kadar baskı altında kalmazdı.” — “Bunları seni üzmek için anlatmadım tatlım. Hastalığının ciddiyetini biliyorum. Ama seni üzmek, isteyeceğim en son şey.” — “Ben senin sözlerine üzülmedim baba. Annemin Dilara’ya, benim yüzümden böyle davranmasına çok sinirlendim.” — “Biliyorsun annen sadece seni düşünüyor.” — “Ama bu... ona da zarar verebilir baba.” — “Nasıl yani?” — “Eğer bir gün ben ölürsem… Annem, bu kez Dilara’ya yüklenecek. Ve Dilara, tüm hayatını bana göre yaşamışken beni de kaybederse... koskoca bir yalnızlıkla baş başa kalacak.” — “Öncelikle sen—” — “Baba… Benim hastalığım grip değil, kalp yetmezliği.” Babamın gözleri dolmuştu. Ona hastalığımın bu yönünü ilk kez böyle doğrudan söylemiştim. Yıllarca farkındalardı ama hiç dile gelmemişti. Ben de onları bu gerçekle yüzleştirmemek için elimden geleni yapmıştım. --- Hastaneye vardığımızda babam arabayı park etmek için indi. — “Sen içeri geç, kızım. Hemen geliyorum,” dedi. Biliyordum ki… ağlayacaktı. (Ağlasın, ağlamak insanlıktır. Sen ağlama ama… çatlak annenle uğraşamam.) Hastanenin içine adımımı attım. Randevu kartımı aldım, sonra EKG için sıraya geçtim. Babam gelene kadar küçük kontrollerimi halledebilirdim. Tam EKG odasına yönelmiştim ki, koridorun sonunda bir çocuk duvara yumruk atıyordu. Yanında ailesi vardı; onu sakinleştirmeye çalışıyorlardı. Bir de küçük bir kız vardı, yaşça Dilara’yla aynı gibiydi. Derken doktorum Oktay Varol göründü. Her zaman babacan ve yumuşak tavırlarıyla tanıdığım Oktay Bey’in, bu kez ses tonu oldukça sertti: — “Bu hastanede tek derdi olan kişi sen değilsin delikanlı! Kalp hastası olduğunu öğrenen ilk kişi de değilsin. Burada aileni, hastane çalışanlarını ve diğer hastaları rahatsız edemezsin!” — “Sen az önce benim gözümün içine baka baka öleceğimi söyledin... Hem de bu kadar soğukkanlılıkla!” — “Tedaviye hızlıca başlayacağız. Şimdi lütfen söylediğim testleri yaptır.” — “Siktiğimin testleri ve tedavisi... beni tamamen iyileştirecek mi?” Bu sorusu çok tanıdık geldi. Çünkü onun yeni başladığı bu zorlu yolculuk, benim yıllarım olmuştu. Ve belki... onun ailesi de en az benim ailem kadar yıpranacaktı. Şu an hastalığını reddetmeye çalışıyordu. Ben küçükken bu inkâr evresinden ailem geçmişti. Ama o, yaşına rağmen hâlâ “neden ben?” sorusundaydı. Oktay Bey onu kolundan tuttu, biraz daha sakinleşmesi için içeri götürdü. Benim girmek üzere olduğum odaya. (Maalesef çocuk, ölecek olsan bile o testleri olup bir yerden başlaman gerekiyor.) Yanında onu sakinleştirmeye çalışan kadın ve küçük kız oturdu. Ben ise çantamdan suyu çıkardım. — “İyi gelir,” dedim gülümseyerek. Kadına uzattım. O da suyu alıp içti, gözleri doluydu. — “İlk başta çok zor oluyor ama zamanla... bu yoğunluğa bile alışıyorsun.” Tam o sırada babamı gördüm, koridorun köşesinden geliyordu. Elimi uzattım: — “Bekleseydin, beraber gelirdik.” — “Sen gelene kadar halledeyim demiştim ama odada biri varmış.” — “Tamam, diğer sedyeye geçeriz.” Yanımdaki kadın başını yerden kaldırdı, gözleri yaşlı ama sıcaktı: — “Sen de mi hastasın kızım?” — “Çok değil ya... Yedi yaşımdan beri. Arada bir kalbimi vurdurmam gerekiyor işte.” Dedim ve kahkaha attım. Kadın ve küçük kız da gülümsedi. — “Sen kaç yaşındasın bakalım?” — “On üç abla.” Babam hemen lafa karıştı: — “Görüyor musun, Dilara’yla yaşıt.” — “Görüyorum,” dedim gülerek. “Hadi biz de girelim, testlere başlasınlar. Sonra da odama geçeriz.” Kalktım, odaya girecekken durup babama döndüm. — “Baba... senden bir şey isteyeceğim.” — “Tabii kızım, ne istersen?” — “Oktay Bey’den rica etsen… beni şu ailenin çocuğuyla aynı odaya koydursan olur mu?” — “Neden istiyorsun bunu?” — “Çocuk hastalığını yeni öğrenmiş herhalde, az önce buraları birbirine kattı. Oktay amca zor sakinleştirdi. Madem annenin üzerime çok geldiğini düşünüyorsun... o zaman bu isteğimi kırma. Sosyalleşmek istiyorum.” — “Tamam kızım. Sen nasıl istiyorsan... Annene başka oda kalmadığını söyleteceğim.” — “Başka türlü kabul etmez zaten.” İçeri girdiğimde, az önce her yeri birbirine katan o çocuk artık sakinleşmişti. Onun yan sedyesine beni yatırdılar. Aramızda bir perde vardı. Oktay Bey içerideydi. — “Nasılsın Meltem? Nasıl hissediyorsun?” — “Her zamanki gibi... mutlu ve enerjik.” — “Delikanlı, yakında bu kız gibi olabilirsin... Mutlu ve enerjik.” — “Niye? O iyileşti mi?” — “Yok. Hatta senin aksine, onun durumu çok daha kritik. Ama biz onunla on yıldır birlikte tedavi sürecindeyiz.” — “On yıldır hasta ve hâlâ iyileşememiş mi?” — “Tedaviyle hâlâ organ nakli listesinde, ama yakın zamanda üst sıralara girdi.” — “Onun hastalığı hangi evrede?” — “Üçüncü. Seninki ise birinci evre. Sen listedesin ama en alttasın. Eğer tedavi olumlu ilerlerse, listeden bile çıkabilirsin.” — “Bende başta liste bile yoktu, Oktay amca...” — “Aynen öyle. Küçük bir ritim bozukluğuydu başta. Ama bedeni büyüdükçe kalbi yetmemeye başladı.” — “Ben olsam, ben de yetmezdim. Bu kadar mutlu ve enerjik birine nasıl yetsin?” — “Peki ya arkadaşların? Onlarla yaşadıkların... ya da yaşayamadıkların? Bunların yarım kalmasından korkmuyor musun?” — “Şey... Benim arkadaşım yok. Sadece kız kardeşim ve ailem var. Kız kardeşim senin kız kardeşinle yaşıt. Az önce dışarıda sohbet ettim onunla.” — “Neden böyle bir şey yaptın ki? Tanımadığın insanlarla niye konuşuyorsun? Yalnızlık sende artık kafada problem olmuş bence.” — “Öncelikle annene su uzattım. Emin ol, senin o sinir krizin sonrası annene en iyi gelecek şey su ve biraz moraldi.” — “Niye moral verdin ki? Sen söylüyorsun: On yıldır hastasın. Ailene ‘yaşayacağım’ umudu veriyorsun ama ölürsen ne olacak?” (Kabul edelim Meltemcim... çocuk haklı. Ama o çocuk daha birinci evredeyken öleceğini düşünüyor. Gerçi yazar ben olunca, okuyanlar da korkuyor... İkinizden birini öldürmemden. Malum, felaket tellalı gibi yazıyorum.) — “Ölmemekte bir ihtimal, gıcıkcım.” — “Öncelikle ben senin gıcıkcın değilim. İkincisi, ikimize de konulan tanı grip değil.” Başımı çevirdim, babama baktım. Arabada söylediğim cümlenin aynısını şimdi o bana kurmuştu. — “Eğer sen hastalığını grip gibi basit görürsen, emin ol grip gibi geçiyor.” — “Rüzgar, senin işin bitti. Şimdilik seni iki kişilik odaya alacağız. Bütün odalar dolu.” Yine babama baktım. Kapıda girmeden önce uydurduğumuz yalan... gerçek mi olmuştu? (Eee çünkü sizin muhabbetinizin ilerlemesi lazım. Ben de böyle bir çözüm buldum.)

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

İNFAZ

read
4.8K
bc

Askerin Gelincik Çiçeği

read
33.2K
bc

KIZIL ŞEYTAN (BERDEL) TAMAMLANDI

read
14.3K
bc

Sessiz Çığlık

read
10.0K
bc

Askerin Yaralı Gelini

read
26.4K
bc

KARŞI KOMŞUM Bİ ROMEO

read
7.3K
bc

YIKIK MESKEN

read
3.3K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook