Kısa süren yolculuğumuzun ardından eve vardık. Daha biz zile basmadan Seval teyze kapıyı açmış, bana sıkı sıkı sarılmıştı. Annemin rahatsızlığından dolayı ona anlatamadığım ne varsa Seval teyzeye anlatırdım. Annem gibiydi. Sığınıp ağladığım kucak, her zaman onun kucağı olurdu. “Hadi geçin bakalım, çaylar soğumasın.”
Biz içeri girerken arkasını döndü Seval teyze. Arabanın yanında duran Timuçin’e seslendi. “ De haydi oğlum! Çaylar soğumasın demedim mi? Kitle o arabanın kapısını gel hemen. Kapıyı da kapatmayı unutma.”
Sibel ile göz göze geldik. Ne çok hayaller kurardık. Hep Timuçin’in bu eve nasıl ya da ne şekilde geleceğini tahmin etmeye çalışırdı. Ama bu seçenek aklımıza hiç gelmemişti. Buruk bir tebessüm dudaklarımızda peydahlandı. Hafifçe omuzlarını silkeledi. Ne yapalım der gibi…
Masada çeşit çeşit kahvaltılıklar bana bakıyordu. Ben de onlara. İştah kalmamıştı ki. Oysa bu sabah gönlümde kuşlar şakımaya başlamıştı. Bir dakika! Öyle mi olmuştu? Benim neden kendimden haberim yoktu? Ya da kendimin bile haberi olmayan olayları vücudum bana nasıl itiraf ettiriyordu? Organlarımı bile tanıyamaz hale gelmiştim! Seval teyzenin kısık sesli çığlığı ile birden silkelendim.
“Aaaaa, içim şişti ama. Hadi bak sen seviyorsun diye bizim oranın katmerlerinden çıkardım buzluktan. Bu sene gittiğimde almıştım. Sıcak sıcak ye annem.” Nasılda beni kızı gibi görüyordu.
Timuçin durup durup Sibel’e bakıyordu. O esnada Sibel’in telefonu çaldı. Masanın üzerinde olduğu için Timuçin de ben de arayan kişiyi görmüştük.
‘ Avukat Kaan Soylu’
“Geliyorum hemen kuzum, sen ye lütfen.”
Telefonu açarken mutfağa doğru ilerliyordu. Alo dedikten sonrasını duyamadık. Timuçin’in yavaştan alnındaki damar şişmeye başlamıştı. Elindeki sıcak çay bardağını sımsıkı tutuyordu. Ben içmek için tutarken bile elim yanmıştı. Şimdi nasıl bir ateşte yanıyorsa elini hissetmiyordu muhtemelen.
Seval teyze heyecanla bana döndü. “Ayyy Aslı, olacak galiba bu iş. Ailesi nasıl da istiyor Sibel’imi. Hele Kaan nasıl efendi, nasıl saygılı bir görsen. Vallahi ne yalan söyleyeyim yine yok deyip kestirip atacak sanmıştım ama numarasını verdiğine göre bir şans verecek demek ki.”
Gülümseyip “ Haklarında hayırlı olan neyse o olsun Seval teyzem. Bizden kız almak öyle kolay değil. Sibel’in görücüleri de isteyeni de maşallah boldur. Mahalledeki evlenecek erkeklerin anneleri, Sibel’in bir numaralı hayranı. Dükkâna gelip gelip ‘sen bir konuşsan ne olur kızım yuva kurmak, kurana yardımcı olmak çok sevaptır bak’ deyip benim de aklımı çelmeye çalışıyorlar.” Deyip kıkırdadım. Sözlerimi Timuçin’e bakarak söylemeye devam ettim.
“ Bir kızı bin kişi ister bir kişi alır. O da almayı bilene nasip olur. Korkacaksa, aşkına sahip çıkamayacaksa, Sibel’imi görmeyecekse o gözleri, ona da nasip olmaz, olmasında inşallah.”
Timuçin tek kaşını kaldırıp sorgulayan gözlerle bana bakıyordu.
“ Öyle yavrum öyle tabi, ama ne bileyim bir ısındım ben bu çocuğa. Dün o kadar buluş görüş dedim, ‘yok gitmeyeceğim’ dedi durdu. Sonra aradı ki ‘ anne gideceğim randevuya nerde bekleyecekti beni’ dedi. Bende sen ikna ettin sandım. Merak ettim de bakalım hayırlısı.”
O esnada Sibel masaya geri dönmüş, gelirken de demliği alıp gelmişti.
“ Uzatın bakalım bardakları. Hayrola anne, neye bakıyoruz bu arada?
Timuçin’in bakışları Sibel’in üzerinden çekilmiyordu. O, öyle dikkatli bakıyordu ki Sibel ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Sormak istiyor ama soramıyor gibi bir hali vardı, bakarak anlamaya çalışıyordu. Onu daha fazla kıvrandırmamak için ben sordum.
“ Konuşamadık kuzum. Dünkü randevu nasıl geçti ona bakalım diyordu Seval teyze. Anlat bakalım.”
Benim sözlerimle Timuçin dikkat kesilmiş, gelecek cevabı merakla bekliyordu. Bunu fark eden sadece ben değildim. Zira Sibel verdiği cevaplarla bunu kanıtlamıştı.
“ Görünüş olarak yakışıklı şimdi Allah var maşallahı vardı. Fiziksel olarak yakışıyor gibiydik. Oturup konuşmaya başladığımızda ise kafalarımız da uyuşuyor gibi duruyordu. Yaşına rağmen bir abi gibi değil, bir eş gibi önemsedi beni.”
Bu cümleleri sadece Timuçin’e bakarak söylemişti. Karşımda kırmızıdan mora doğru bir renk değişimine giren Timuçin ayağa kalktı.
“ Sen bir gelsene benle Sibel. Anacım ellerinize sağlık, benim dışarda olmam lazım. Daha fazla rahatsızlık vermeyeyim.” Deyip çıkış kapısına ilerlemeye başladı. Ardından Sibel de kalkarken Seval teyze “ oğlum ne celallendin hemen! Bir şey anlatıyordu kız anlamadık ne olduğunu. Neyse, ne demek oğlum yine gel burası senin de evin sayılır” diyordu. O esnada Sibel ve Timuçin çıkışa doğru gitmiş gözden kaybolmuştu.
Seval teyze tam ağzını açıyordu ki telefonum çalmaya başlamıştı. Vestiyerde unuttuğum çantamın içinden geliyordu ses. “ Sultanım sen otur, bu sefer de benim telefon çalıyor bakıp geliyorum hemen! “ deyip vestiyere doğru ilerlerken sesler gelmeye başladı.
“Bana bak Sibel, çıldırtma insanı! Ne demek yakışıklı, görüşmeye gitmek ne demek. Yakışıklıysa sana mı yakışıklı sanki!”
Sibel’in gözleri alev almış, kendine hâkim olamayarak Timuçin’in üzerine yürümüş, göğsüne doğru vurup bağırmaya başlamıştı.
“Sana ne be adam sana ne! Babam mısın? Abim misin? Kocam mısın? Sevgilim misin? Sana ne oluyor tabi ki görüşüp tanışacağım! Ayrıca evet çok yakışıklıydı! Boylu poslu, kaslı en az 1.90 boyu vardı. Gayet de beğendim! Evleneceğim sende göreceksin anlad…”
Gözlerim fal taşı gibi açılmış, çalan telefonumun melodisi uzaklardan geliyordu sanki. Anlamıştık ancak ben bile böyle bir tepki beklemiyordum.
Timuçin Sibel’in sözlerini bile tamamlamasına dayanamayıp, göğsüne vuran elleri bileklerinden tuttuğu gibi onu arkasındaki duvara yaslayıp dudaklarına yapışmıştı. Bir anda o soğuk hava alev almış, beni bile yakmaya başlamıştı.
Onu öpmüştü.
Sibel anın verdiği şok etkisiyle donup kalmıştı. Ancak Timuçin bir çocuğun uzun zamandır ailesine alması için yalvardığı oyuncağa sonunda kavuşmuş gibi büyük bir istekle, arzuyla ve şehvetle Sibel’in dudaklarını tüketmeye başlamıştı. Geri çekilmek gibi bir durum ise şu an mümkün görünmüyordu. Ellerini bırakıp beline sarılıp kendine bastırmasıyla oha dedim.
İkisi de inledi. Sibel de ellerimi Timuçin’in ensesinde, saçlarında gezdirmeye başlamıştı. Ben de sapık gibi kalakaldım resmen. Şoktan çıkamadık ki! Ne ayıp şeyler bunlar! Arkamı dönmüş gidiyordum ki sözlerini duydum.
“ Önce sevgilin, sonra kocan, sonra abin, baban, arkadaşın, dünyan, her şeyin olacağım kıvırcık! Ben yeni anladım. Sen de bugünden itibaren anlamaya başlasan iyi edersin. O avukatı da engelliyorsun! Daha fazla ümitlenmesin.”
Bu sözlerden sonra merakıma yenik düşüp tekrar onlara bakmaya başladım. Hızlı nefes alışverişleriyle ikisinin de inip kalkan göğsü birbirine değiyordu. Gözleri birbirine takılı kalmıştı. Sibel’in gözleri ışıldamıştı adeta. Bakışlarından anladığım kadarıyla kaçacak, anlamazdan gelecekti bizim kız. Ne var canım hep hırsız, uğursuz peşinde mi koşacaklardı. Biraz da benim kıvırcığımın peşinden koşsun yani çok mu? Bu kızdan ders almam lazım.
"Neyi anladın önce onu söylesene bir" dedi fazla cilveli bir şekilde. Bu arada o omuzları niye öyle salladı onu da anlamadım ama Timuçin fazlaca etkilenmiş görünüyordu. Dişlerini sıktığı traşlanmış yanaklarından baya belli oluyordu. Şu an yemek ister gibi bakışı, beni bile ürkütüyorsa Sibel’i düşünemiyorum!
"Seni bir abinin kız kardeşi gibi değil, bir kadın olarak görmeye başladığımı mı duymak istiyorsun? Yanına da, sol yanına da kendimi yakıştırdığımı mı duymak istiyorsun? Söyleyeyim o zaman. Kulaklarını aç beni iyice dinle o halde." Bunları söylerken bir eli belini sıkıca tutarken diğer eli yanağını okşuyordu. Sözlerini bir an önce bitirip az önceki işine devam etmek ister gibiydi hali ve hareketleri. Sesini biraz daha kısarak konuşmaya devam etti.
"Seviyorum seni. Bir erkek gibi. Bir kadını seven adam gibi. Aradaki tek fark ben SENİ SEVİYORUM KIVIRCIK!