Rahibe Teresa kucağında yatarken uykuya dalan küçük kızın, birden bire hayatına girmesinin şaşkınlığını yaşarken,manastırdan hızlı bir şekilde ayrılan,adını dahi bilmediği yabancının ardından bakakaldı.Rahipin bu durumdan hoşnut olduğu her halinden belliydi.Neden hoşnut olmasın ki?Kendi çapında yabancı ile karlı bir anlaşma yapmıştı.Küçük kızın kim olduğu,neden buraya getirildiği hiç önemli değildi.Önemli olan bu işten ne gibi bir çıkar elde ettiğiydi.
"Tanrı yüzümüze baktı."dedi Rahip Yohan son derece memnun bir ifade ile."Artık yiyecek sıkıntısı çekmeyeceğiz.Tabi bu demek değil ki,gelen yiyecekleri bolca harcayalım.Sizi uyarıyorum Rahibe Teresa.Hiç kimseye fazladan bir ekmek bile vermeyeceksiniz."
Teresa adamın yüzüne sert bir bakış atıp,hiç cevap vermeden oradan hızla uzaklaşarak,merdivenlere yöneldi.Bu adamı görmek gerçekten midesi bulanmaya başlamıştı.
Odasına girince Anna yı yatağının üzerine yatırıp,üzerindeki ıslanmış giysileri çıkardı.Üzerine bir örtü sererek,odasında bulunan sandıktan,manastıra getirilen eski çocuk giysilerinden bir kaç tane çıkarıp,Anna ya giydirdi.İşini bitirince yatağın kenarına oturup,sevimli kızı izlemeye başladı.
"Acaba seni neden buraya getirdiler küçük melek?"dedi usulca."O kadar masum ve güzel bir yüzün var ki,gerçekte kim olduğunu çok merak ediyorum.Belki bunu bir gün öğreniriz..."
On iki Yıl Sonra....
"Yaptığımız şey çok tehlikeli..."diye fısıldadı Anna."Rahip Yohan her an gelebilir Amy.Lütfen buradan gidelim."
Amy önünde duran sandığı karıştırırken,
"O adamın canı cehenneme."diye cevap verdi."
O kadar rahat ve umursamaz görünüyordu ki,Rahipten korkmadığı her halinden belliydi.
"Bu kadar yiyeceği sadece kendine saklıyor.Domuz herif ne olacak!"
Anna odanın kapısından gelen varmı diye etrafı izliyordu.Amy nin aklına uyup,buraya geldiği için kesinlikle pişmandı.Hiç bir zaman bu kız kadar cesur olamamıştı.Amy manastırın kurallarına uymamak için elinden geleni yaparken,kendisi oldukça itaatkar ve çekingendi.Tabi böyle olmasının sebebi rahibe Teresa nın,onu yumuşak başlı yetiştirmesinden kaynaklanıyordu.
"Yüce Tanrım Amy!Lütfen gidelim buradan.Rahip bizi görürse başımız ciddi şekilde belaya girer.Neden burada olduğumuzu asla açıklayamayız."
Amy sandıktan elbisesinin cebine bir kaç şekerleme ve çörek koyup,
"Ne zaman cesur bir kız olacaksın Anna?"dedi."Bu kadar korkak olma sevgili kardeşim."
"Hırsızlık yapmak için burayız.Nasıl korkmayım?"
"Hırsız olan biz değiliz,asıl hırsız Rahip Yohan.Tüm bu yiyecekler manastırda yaşayan herkese ait.Ama O ne yapıyor?Hepsini kendine saklıyor.Umarım yerken boğazında kalır ve ölür.İnan arkasından çok gülerim."
"Böyle konuşma.Tanrı yı kızdırıyorsun.Bir rahibe,asla insanlar için kötü konuşmaz."
"Henüz rahibe olmadık Anna.Yemin etmedikten sonra,bence hiç bir sorun yok."
Anna koridorun ucundan gelen ayak sesi ile ürperip,
"Biri geliyor!"diye seslendi."Tanrım yakalandık."
Amy diz çöktüğü yerden kalkıp,sandığı kapattı.Ardından kapıya doğru koşup,Anna yı kolundan çekerek,odada bulunan geniş dolabın içine soktu.Kendiside yanında yer alıp,kapıyı kapattı.Anna nın kalbi korkudan öyle hızlı atıyordu ki,bedeninin titremesine de bir türlü engel olamadı.
"Şışt..Sakin ol."dedi Amy fısıldayarak."Sessiz nefes al Anna.Rahip Yohan geliyor."
"Bence nefes almayalım."diye cevap verdi Anna "O adam bizi bulup öldürmeden,intihar edelim daha iyi.Tanrım!Sana uyup neden buraya geldim ki?"
"Ne macera ama..."
"Hala dalga geçiyorsun."
Amy cebinden bir çörek çıkartıp,Anna ya uzatarak,
"Yiyeceğimiz var en azından "dedi alaycı bir sesle "Bir kaç gün burada idare edebiliriz."
"Amy!"
Rahibin ayak sesi ile ikiside nefesini tutup,sessizliğe gömüldü.Adamın odanın içinde gezindiği belli oluyordu.Rahip cebinden çıkardığı mendille,burnunda ne var yok sümkürürken,çıkardığı ses ikisininde midesini inanılmaz bulandırdı.Ardından idrar tasının sesi...Tanrım gerçekten çok iğrençti.Yaşadıkları an işkenceden farksızken,Anna bir daha Amy nin aklına uymayacağına içten içe yemin etmekle meşguldü.
Rahip Yohan sandığına yönelip,kapağını açtı.Kendisine yiyecek bir şeyler alıp,
"İşte benim hazinem."diyerek sesli bir şekilde güldü."Tanrım beni ne kadar çok seviyorsun.Sandığım asla boş kalmıyor."
"Tanrı mı seni seviyor?"dedi Amy sessizce.
"Sus..Amy."
"Geber seni pislik.Dilerim o sandıkla birlikte gömülürsün."
"Amy.. "
"Ne?"
"Sus..."
Adam karnını doyurup,odadan çıkınca ikisi de derin bir nefes aldı.Sessizce dolaptan çıkıp,odanın kapısına koştular.Koridor boyunca hiç durmayıp,manastırın arka kapısından bahçeye yöneldiler.Bahçeye ulaşınca,Amy kahkahalarla gülerken,Anna çimlerin üzerine çöküverdi.Arkadaşı kadar eğlenmediği yüzündeki ifadeden gayet açıktı.Elini kalbinin üzerine koyup,derin derin nefes alarak,korkusunun geçmesini bekledi.
"Ben çok eğlendim Anna?"dedi Amy neşeyle "Ya sen?"
"Ne eğlenmesi Amy?Korkudan kalbim duracaktı.Bir daha asla sana uyup o odaya girmeyeceğim."
"Ama başımıza hiç bir şey gelmedi."
"Nerede ise yakalanıyorduk."
"Yakalanmadık."
"Tanrım lütfen sen bu kıza biraz akıl ver.İnan çok ihtiyacı var."
Amy arkadaşına gülerek,cebinden iki tane şekerleme çıkarıp,birini ona uzattı.
"Harika görünüyorlar ister misin?"
"Hayır canım sen ye.Benim boğazımdan şuan hiç bir şey geçmiyor."
"Sen bilirsin canım..."
Rahibe Teresa nın sesi ile ikisi de dönüp,manastırın kapısına doğru baktı.
"Kızlar hadi gelin ayin saati."dedi kadın."Çabuk olun."
"Yine mi ayin?"diye cevap verdi Amy."Of çok sıkıcı."
Anna oturduğu yerden kalkıp,kızın koluna girerek,
"Asla kaçamayız Amy biliyorsun."dedi."Hadi gidelim."
"En azından bu konuda anlaşıyoruz Anna. "
"Hangi konuda?"
"İkimizde rahibe olmak için yaratılmamışız.Burada olmamız kesinlikle bir talihsizlik."
"Birisi duyacak sessiz ol."
"İtiraf et.Sen de benim gibi düşünüyorsun."
"Amy. "
"Hadi ama..."
"Evet canım.Bende aynı fikirdeyim fakat yapacak bir şey yok.Ergeç yemin edeceğiz."
"Ben etmeyeceğim.Hatta ne yapacağım biliyor musun?"
"Ne?"
"Buradan kaçacağım."
"Tanrım!Nereye peki?"
"Nereye olursa.İnan her yer manastırdan çok daha iyidir.Burası tam bir cehennem.Rahip Yohan da cehennem bekçisi."
İkisinin kahkahası Teresa nın keyfini yerine getirirken,çok sevdiği manevi kızına doğru bakmaya başladı.Anna büyüdükçe ne kadar güzel ve zarif olmuştu.Üzerindeki rahibe giysisi güzelliğini bir nebze olsa gizlese de,mavi gözleri,altın sarısı teni,kavisli burnu ve dolgun dudakları...
Daha onbeş yaşında olmasına rağmen,bu kadar güzel olması şaşılacak şeydi.Yirmi yaşına gelince,nasıl olacağını düşündü.Boyu daha çok uzayacak,vücudu kadınsı hatlara sahip olacak,kesinlikle çok ilgi çekecekti.Sadece güzelliği mi?O kadar kibar ve zarif bir kızdı ki,kalbinin içinde en ufak bir kötülük taşımıyordu.Herkese karşı sevecen davranan,elinden geldiğince yardım eden iyi bir insandı.
Onu en iyi şekilde yetiştirmek için yıllarını harcamıştı.Evet yetiştirmek çok önemliydi ancak iyilik ve asalet bu kızın mayasında vardı.Ailesini ve onu doğuran kadını tanımasa da,iyi insanlar olduklarından kesinlikle emindi.
Matthesan Kalesi
Lord Henry Matthesan yatağında uzanmış,son dakikalarını yaşayan erkek kardeşinin yüzüne sert bir bakış atıp,
"Bana söylediğin şeyi kulağın duyuyor mu Derek?"öfkeli bir sesle"Kendi kanından olmayan bir piçi Matthesan Lordu ilan etmemi istiyorsun.Bu nedir böyle?"
"Sakin ol abi."diye cevap verdi adam oldukça zor bir şekilde konuşarak "John benim öz oğlum olmayabilir ancak,ben onu oğlum olarak kabul edip soyadımı verdim.Senin bir varisin olmadığına göre,tek varis şuan o."
"Benim sadece bir çocuğum oldu.Sophie!Ama onun da başına geleni biliyorsun."
"Bunun için çok üzgünüm.Kızının kaybolması çok büyük bir talihsizlik.John soyadımızı taşıyacak olan tek kişi.Artık bunu kabullen."
"Asla kabul etmiyorum.O ve annesi sen öldükten sonra buradan defolup gidecek!"
"Abi..."
"Ben senin gibi gurursuz bir adam değilim.Ailemin kanını taşımayan bir adamı,asla varis olarak kabul etmiyorum.Tanrı büyüktür.Birgün kızımı bulacağım ve onun çocukları benim varisim olacak.Bunun için her gün dua ediyorum."
"Çok öfkelisin abi...Bu halin beni korkutuyor.Hırsın kendine zarar vermene sebep olacak.Tanrı nın işine asla karışma.Başına öyle şeyler gelir ki,hayallerinin olmaması için dua eder hale gelirsin.Sophie yi bulabileceğin meşhul.Onunla ilgili tek bildiğin şey,gece yarısı esmer bir adamın kucağında buradan çekip gittiği.Kim ya da neden bilmiyorsun."
Lord Henry odanın içinde tur atıp,
"İngiltere nin her köşesini aradım!"diye bağırdı."Kızımı hiç bir yerde bulamadım.Onu benden koparan her kimse,bir elime geçirsem!"
Odanın açılan kapısından içeri giren,genç delikanlı John, babasının yatağına doğru ilerledi.Yaşlı adam oğlunu görünce gülümseyip,
"John..."dedi."Sevgili oğlum.."
"Baba nasılsın?"
Babası olumsuz anlamda başını sallayınca,John sadece yutkundu.Henüz on yedi yaşında olan delikanlı,gerçekten cesur ve güçlüydü.Sekiz yaşından beri askerlerin arasında büyümüş,Matthesan kalesindeki ezilmişliğini atmak için,ayakta durmaya çalışarak,kendini en iyi şekilde yetiştiriyordu.Babasının bir süre sonra olmayacağını düşününce,kalbine şiddetli bir acı saplanırken,kendisini düşmanca izleyen amcasını fark etti.
Lord Henry ile hiç bir zaman anlaşamamıştı.Onun kendisinden nefret ettiğinin farkındaydı.Ancak bu artık hiç önemli değildi.Nasıl olsa büyümüştü.Annesi ile kendisine buradan uzakta,gayet huzurlu bir hayat kurabilirdi.
Yeni aldıkları Zoltan kalesi,çok yakında yeni evleri olacaktı.Babası öldükten sonra,amcası ile aynı çatı altında yaşamak kesinlikle zordu.
"İyi olacaksın baba."dedi John.Bunun gerçek olmadığını bilse de."Lütfen kendini yorma."
"Çık dışarı John!"
Amcasının öfkeli sesi canını sıktı.O kimdi ki,babasının odasından çıkmasını istiyordu.Üstelik zavallı adam son dakikalarını yaşarken.
"Çıkmıyorum Lord Henry."diye cevap verdi."Buraya babamı görmeye geldim.Sizi değil!"
Henry kendisine karşı gelen adama,sert bir bakış atıp,sinirden burnundan solurken,
"Seni Tanrı nın cezası piç!"diye bağırdı."Baban artık ölüyor.Bu zamana kadar onun gölgesinde yaşadın.Bundan sonra seni benden kimse koruyamayacak."
John adama doğru adım atıp,parlak mavi gözlerini yüzüne dikerek,
"Ben kendimi korumayı biliyorum!"dedi sinirle."Kimsenin arkasına saklanmak gibi bir derdim yok.Tehditleriniz işe yaramıyor Lord Henry.Bence bundan sonra siz benden korkun!"
"Bana ne yapabilrsin seni velet?"
"Matthesan kalesinin ve topraklarının tek varisi olarak,elinizde ne varsa alırım.Bana karşı koyacak gücü bile bulamazsınız."
Lord Henry kendine hakim olamayıp,gencin yüzüne doğru bir yumru savururken,John adamın elini bileğinden hızla tutup,avucunun arasında sıkıştırarak,
"Bir daha bunu yapmaya kalkarsan."dedi buz gibi bir sesle."Bileğini öyle bir kırarım ki,elini yaşadığın müddetçe kullanamazsın."
Ve adamı ileri doğru itti.Gencin gücü,Lordu şaşırtırken,yere düşmemek için,yanında duran tahta sandalyeye tutundu.Lanet çocuk büyüdükçe,oldukça inatçı,gururlu ve dik başlı olmuş,korkusuz tavırları sinirlerini bozmaya başlamıştı.
John nun babası olanları sessizce
izlerken,oğlu ile gurur duymadan edemedi.John kendi kanını taşımasa da,Matthesan soyadına layık bir varis olduğunu belli ediyordu.
"Tanrı her zaman yanında olsun oğlum."dedi dudaklarının arasından."Umarım bir gün layık olduğun bu yerin sahibi olursun.Ve Sophie...Acaba nerelerdesin?Tanrı biliyor ya,senin oğlumla evlenmenin her zaman istedim..."
Bir kaç gün sonra,Lord Derek ailesini terk edip,sonsuzluğa uğurlanınca,John annesi Leydi Alicia yı yanına alarak,yeni kalesine doğru yola çıktı.Matthasen kalesinden ayrılırken,genç adamın tek düşündüğü şey,bir gün bu kaleye geri dönüp,annesine ve kendisine yıllarca eziyet eden Lord Henry den intikam almaktı.Ama nasıl?
Tanrı o kadar büyüktü ki,bu fırsatı elbet karşısına çıkaracaktı...