Yedi Yıl Sonra....
Leydi Alicia odasının penceresinden bahçede olan biteni izliyordu.Sevgili oğlu John askerlerini karşısına dikmiş,talimatlar verirken,onlarla yaptığı kılıç müsabakasına hayran kalmadan edemedi.Genç adam dövüşmek konusunda ne kadar becerikli olduğunu kanıtlarken,bir kez daha oğlu ile gurur duydu.Aklına yıllarca önce Matthesan kalesinden ayrıldığı gün geldi.Kocasının ani ölümü sonrası,hayatının büyük bir kısmını geçirdiği kaleden,oğlu ile resmen kovulmuştu.Bugün bile yaşadığı şey gururuna dokunurken,Lord Henry e olan nefreti biraz bile azalmadı.Hatta her geçen gün daha çok artmaya devam etti.Onun öldüğünü duysa kesinlikle huzur bulacaktı.
Tanrı nın yardımı ile ve şüphesiz oğlu John nun sayesinde,bugün mutlu bir şekilde yaşıyordu.John çelik gibi iradesi,güçlü kişiliğiyle onlara iyi bir hayat kurmayı başarmıştı.Bugün yirmi dört yaşına giren genç adam,yaşına göre oldukça olgun ve güçlüydü.Onun böyle olmasına sebep,daha çok küçük yaşta ailesinin sorumluluğunu omuzlarına yüklenmiş olmasıydı.Ve Lord Henry Matthasen a duyduğu kin...
Her ne kadar onun soyadını taşısa da,Matthesan olmaktan hiç bir zaman onur duymamış,hatta bu isimden nefret bile ettiği olmuştu.Birgün o adamdan intikamını almak için,fırsat kolluyordu.
Leydi Alicia içeri giren hizmetçinin kendisine getirdiği bitki çayını yudumlayıp,yatağının kenarına oturdu.Ellili yaşları devirmesine rağmen gayet dinç görünse de,zaman zaman kendisini rahatsız eden şiddetli baş ağrıları yüzünden,odasında dinlenmeyi tercih ediyordu.
"Yakında çok büyük bir savaş olacakmış Leydim."
Hizmetçinin söylediği şey,Leydinin epeydir canını sıkarken,
"Duydum."diye cevap verdi."Beni en çok üzen de bu zaten.Oğlum neden bu kadar çok çalışıyor sanıyorsun?Tek derdi İskoçya ya yapılan saldırıda yer almak.Zavallı annesinin ne düşündüğü hiç önemli değil.İnatçılığı yüzünden onunla tartışmaktan bıktım."
"Tanrı Lordumuzu korusun Leydim."
"Ona bir şey olursa asla yaşayamam Sara."
Leydinin yüz ifadesi bu konudaki mutsuzluğunu belli ederken,bir anda gözleri doldu.John her yönü ile mükemmel bir evlat olsa da,gereksiz inadı ve kararlılığı canını epey sıkıyordu.
"Beni üzmemek için savaşın çok önemsiz ve kolay olacağını söylüyor.Ona göre İskoçya kolay yenilecek bir düşman."
"Umarım öyledir."
"Krala o kadar kızıyorum ki,bazen saraya gidip o adama avazım çıktığı kadar bağırasım geliyor."
"Leydim neler söylüyorsunuz?Kral canınızı asla bağışlamaz."
"Bu umrumda bile değil.Oğluma bir şey olursa,o adamı kendi ellerimle boğarım."
John elindeki kılıcı,karşısında duran askerin başının üzerinden geçirirken,saçlarının bir kısmını kesip,
"Eğer eğilmezsen,saçın yerine kafan gider seni aptal!"diye bağırdı."Kılıç tutmayı bile bilmeyen bir avuç gerizekalı ile savaşa gidiyorum.Kesinlikle işim çok zor."
Genç adam elindeki kılıcı yere doğru fırlatıp,yanında duran arkadaşının ona doğru uzattığı suyu,eline alıp içmeye başladı.Beyaz gömleği terlediği için,resmen sırtına yapışmıştı.Kısa koyu sarı saçları,sırılsıklam olmuş,alnından akar ter inanılmazdı.Sabahtan beri beceriksiz adamları eğitmek için harcadığı gücün tarifi mümkün değildi.
Suyu bitirince derin bir nefes alıp,yere doğru eğilerek,iki eli ile dizlerinden güç alarak,
"Bunlarla ben ne yapacağım Carter?"dedi öfkeyle."Adamların çoğu inanılmaz berbat.Bir kaç gün sonra İskoçya ya saldıracağız."
"Bu kadar büyütme John."diye cevap verdi genç adam "Aslında hepsi gayet iyi."
"Ben neden göremiyorum sevgili dostum?"
"Sen mükemmel olduğun için,onların da mükemmel olmasını istiyorsun.Bu asla mümkün değil.Hiç biri senin gibi usta bir savaşçı olamaz.Ben bile..."
John yukarı doğru dikilip,mavi gözlerini arkadaşının yüzüne kaydırdı.Aslında onun söylediklerinde haklı olduğunu çok iyi biliyordu.Askerleri savaşmak konusunda çok da kötü değildi.Ancak ciddi bir savaşa gittikleri için,asla hataya yer olamazdı.
"Kraldan haber var mı?"dedi merakla.
"Evet var John."
"Nedir?"
"Üç gün sonra güney sınırından İskoçya ya girmeni istiyor.Kuzeyde çatışmalar çoktan başlamış.Ve duyduğum kadarıyla İngilizler epey yol kat etmişler."
"Güney sınırına yakın olan Peterson kalesi değil mi?"
"Öyle ama Lord Gustov Peterson savaşta yer almayacağını açıkça belirtti.Bu yüzden kral seni seçti."
"O adama saygım var.Böyle bir karar aldıysa mutlaka haklı bir gerekçesi vardır."
"Krala kirli oyunlarına alet olmayacağım dediğini ne çabuk unuttun?O gün sarayda sen de vardın."
"Unutmadım tabi ki.Gustov dürüst bir adam ve oldukça da güçlü.Kral onunla baş edemeyeceğini bildiği için,üzerine gitmek istemedi.Bende savaşa karşıyım."
"O zaman neden İskoçya ya gidiyorsun?"
"Çıkarlarım için diyelim.Başta krala hayır dedim ama bir güç beni iterek,kralla anlaşma yapmamı sağladı."
"Nasıl bir anlaşma?Bana hiç söz etmedin.Gerçek dost olduğumuzdan şüphelenmeye başlayacağım."
"Savaşta yer alıp,galibiyette payım olursa,hakkım olan Matthesan kalesini ve hatırı sayılır altını alacağım."
"Yani bu senin için intikam savaşı öyle mi?"
"Öyle diyelim Carter.Lord Henry bana boyun eğmeyi ve hakkım olanı vermeyi elbet kabul edecek."
"Çok akıllıca.Kralın emrine karşı koyacak kadar güçlü bir adam değil.Elbet kabul edecek."
.
"Edecek sevgili dostum.Bana ve anneme yaptıklarını,ona ve onun kanını taşıyan herkese ödeteceğim."
John un yüzündeki ifade oldukça ciddileşti.O an aklına küçük bir çocukken,mutfaktan aldığı somun ekmeğini elinden alan adam geldi.
"Nimetimizi kirletiyorsun seni küçük piç!Kardeşim olmasaydı seni ve anneni çoktan öldürmüştüm!"
Lord Henry nin sesi kulaklarında çınlarken,
"Asla o adama boyun eğmeyeceğim."dedi öfkeyle."Hayatta hiç bir güç,benim onun önünde eğilmemi sağlayamaz.Asla!"
İskoçya.. Manastır...
"Ne olursa olsun büyüklerimize saygı duymak zorundayız çocuklar.Çünkü Tanrı böyle emretti."
Anna manastırın bir odasında,dini eğitim verdiği bir grup çocuğa bakıp içtenlikle gülümsedi.
"Beni anladınız mı bakalım?"dedi.
"Anladık Rahibe Anna."
Çocukların hep birlikte söylediği şey,genç kızı mutlu ederken,
"Bugünlük dersimiz bitti."diye devam etti."Herkes evine.Sakın yolda oyalanıp,annenizi merakta bırakmayın."
"Tamam!"
Çocuklar odadan çıkınca Anna sandalyesine oturup,derin bir nefes aldı.Bir süre önce,McGray kalesinden gelmiş,ama orada bulunan Leydi Olivia McGray i bir türlü unutamamıştı.Onunla geçirdiği süre boyunca,gerçek aşkın ne olduğunu ilk defa görmüş,ister istemez duygulanmıştı.Genç Leydi ve kocasının birbirlerine olan bağlılıkları gerçekten mükemmeldi.İlk bebeklerini kaybetmek onlar için,inanılmaz zor olsa da,sevgileri bunun üstesinden gelmeleri için yeterli olmuştu.Orada bulunmasının sebebi,ruhen çöküntüye girmiş kadına yardım etmekken,bu sürede ister istemez hayatını sorgulama vakti olmuştu.
Galiba bunun sebebi manastırın dışında bambaşka bir dünya olduğunu görmesiydi.
"Tanrım..."dedi dudaklarının arasından."Hiç bir zaman kendimi buraya ait hissetmedim.Ama nereye ait olduğumu da bilmiyorum.Sanki koca bir boşlukta kaybolmuş gibiyim...Geçmişim,nereden geldiğim,ailem...Hepsi bir soru işareti iken,nasıl yaşayacağım?"
Kapının hızla açılması ile içeri dalan Amy,
"Anna daha işin bitmedi mi?"diye seslendi "Hadi ama seninle konuşacaklarım var."
"Bitti Amy.Ne konuşacağız?"
Amy kapıyı sıkıca kapatıp,Anna nın yanında duran sandalyeye oturdu.Genç kızın mutluluktan gözlerinin içi parlarken,Anna nın elini avuçlarının arasına alarak,
.
"Ben gidiyorum kardeşim."dedi usulca.
"Ne?Tanrım Amy!Nereye gidiyorsun?"
"Sus...Yavaş.Bir duyan olur."
Anna genç kızı merakla süzüp,
"Anlat."diye cevap verdi.
"Aşık oldum Anna.."
"Amy..."
"Anna çok mutluyum.Bu inanılmaz bir duygu.Hayatımı bu zindan da geçirmek istemiyorum.Rahibe olmak asla bana göre değil.Bunu sen de çok iyi biliyorsun.Artık başka insanların benim için seçtiği hayatı yaşamaktan bıktım."
"Emin misin canım?"
Anna onu yıllardır tanıyordu.Manastıra babasının zoru ile gelmiş,aslında burayı hiç sevmemişti.
"Ya baban?Ona ne diyeceksin?"
"O ihtiyar umrumda bile değil!"
"Amy ne olursa olsun,O senin baban.Saygı duymak zorundasın."
"O benim seçimlerime asla saygı duymadı ama.Hatta bana yaptıkları..."
Amy babasından gördüğü şiddeti hatırlayınca,gözleri doldu.Babası için sadece erkek çocukları önemliydi.Kız çocuk sadece başbelası...
Anna arkadaşı kollarının arasına alıp,
"Seni anlıyorum Amy."diye fısıldadı."Çok cesur bir kızsın.Hiç bir zaman senin gibi olamadım.Hep hayallerin vardı.Ve şimdi hayalinin peşinden gidiyorsun."
Amy başını kaldırıp,çok sevdiği dostunun yüzüne bakmaya başladı.
"Bende senin gibi olamadım Anna."diye cevap verdi."O kadar iyi birisin ki,kalbinin içinde hazine taşıyorsun.İnsanlara yardım edip,mutlu olabilen,herkesi ne olursa olsun sevebilen,Tanrı nın varlığına inan..."
"Sen de inanıyorsun Amy."
"Ama senin gibi değil.Sen daha farklısın.Rahibe olmak için hazır olduğunu biliyorum.Ancak bunu yapmanı istemiyorum."
"Neden?"
"Çünkü o kadar güzelsin ki,birgün gerçekten sevebileceğin bir adam karşına çıkacak."
"Bu imkansız."
"İmkansız değil tatlım.İkimizde bu rahibe giysilerinin içinde,ucubelere benzesekte,içindeki güzelliği mutlaka biri görecektir."
"Bilmiyorum Amy..."
"Kafanda sorular varken,yemin etmen asla doğru değil.Sen bu manastırda çürümeye layık değilsin."
"Gidecek hiç bir yerim yok."
"Belki de vardır.Bunu şimdi bilmiyoruz.Hiç bir şey için acele etme.Tanrı aşkına!Sen rüyalarında bazen olacakları görebiliyorsun."
"Bazen..."
"Bu sana Tanrı nın verdiği iyi bir yetenek dostum.En son rüyanı hatırlasana.Hani koca bir kale görmüştün ve senin saçların gibi sarı saçlı bir kadın..."
Anna gördüğü şeyin rüya mı ya da,çocukluğunda yaşadığı bir anımı olduğunu anlayamamıştı.
"Ve mavi gözlü bir adam."
"Adamın yüzünü göremedim."
"Belki de bu bir işaret Anna.İki gün sonra yemin töreni var.Bunu yapmanı istemiyor belki de."
"Kim?"
"Kim olacak kaderin."
"Amy...Asla rüyalarla hareket edilemez."
"Anna iyi düşün.Ben bu gece buradan kaçacağım.Ama aklım hep sen de olacak.Lütfen yemin etme ve ilk fırsatta bu cehennemden kurtul."
Anna Amy nin kendisini düşündüğünün farkındaydı ancak gelecekte ne yapacağı hakkında henüz bir karar vermemişti.
Genç kız oturduğu yerden kalkıp,odanın penceresine doğru yürürdü.Gözleri bahçeye dalarken,
"Umut etmek çok güzel bir şey Amy."dedi usulca."Ben hayatımın burada geçeceğine inanıyorum.Aslına bakarsan buranın kalbime verdiği huzuru seviyorum.Kendimi bazen Tanrı ya o kadar yakın hissediyorum ki,bu inanılmaz bir duygu.Sonra Rahibe Teresa var.O kadın beni yetiştirmek için elinden geleni yaptı.Tıpkı...Tıpkı bir anne gibi...Onu bırakıp asla gidemem."
"Teresa harika bir insan.Eğer gitmeye karar verirsen,seni çok iyi anlar.Zaten buraya ait olmadığını O da biliyor."
Anna arkadaşına doğru dönüp,gayet hoş bir şekilde gülümseyerek,
"Seni çok özleyeceğim Amy."diye seslendi."Gel buraya cesur kız."
Amy koşarak,çok sevdiği dostunun kolları arasına girdi.Birbirlerine sarılmaları ve sevgileri kesinlikle görülmeye değerdi.
"Ben de seni çok özleyeceğim."diye cevap verdi Amy."Belki bir gün yine karşılaşırız belli mi olur?"
"Nereye gidiyorsun?"
"Fransa."
"Ama orası çok uzak."
"Tommy orada çok mutlu olacağımızı söyledi.Annesinin ailesi Fransa daymış."
"Kim bu Tommy?"
"Geçen ay manastıra gelen denizciler vardı ya..."
"Ee..."
"Onlardan biri işte."
"Amy sana inanamıyorum.Ne çabuk aşık oldun?"
"Aşkı bu tatlım...Bazen ilk görüşte de olabiliyor."
İki genç kız kahkahalarla gülüp,biraz daha sohbet ettikten sonra,hava kararınca,belki de sonsuza kadar vedalaştılar.
İki Gün Sonra...
Anna sabah erkenden kalkıp,önce revirde yatan hastalara bakmaya indi.Onlara ilaç ve yemeklerini verip,eğitim için gelen çocuklarla vakit geçirmek için,odaya geçti.Yemin etme ayini yaklaştıkça,nefesi daralmıştı.Çocuklar ilahi söylerken,genç kızın gözleri bir boşluğa daldı.
Acaba doğru mu yapıyordu?Ya da belki de karar vermekte geç kalmıştı.Tanrım...Bu ne kadar zor bir karardı.
"Anna.."
Anna odanın kapısından kendisine seslenen Rahibe Teresa yı görünce hızla ayağa kalkıp,
"Buyurun Rahibe Teresa."dedi."Ben...Şey çocuklarla..."
"Ayin için seni bekliyoruz canım..."
Anna bir an ne diyeceğini bilemedi.Olduğu yerde donup kaldı.Artık o büyük gün gelmişti.Bundan asla kaçışı yoktu.
"Geliyorum."dedi usulca ve çocuklara baktı."Herkes evine gidebilir."
Anna ağır adımlarla odadan çıkıp,Teresa ile birlikte salona yöneldi.Salonun kapısına gelince,derin bir nefes alarak,sakinleşmeye çalışıp,
"Bunu yapmam gerek."diye geçirdi içinden.
Teresa genç kızın elini tutup,
"Hazır değilsen,yapma kızım."dedi."Rahip Yohan ın ne dediğini takma.Hayatının sonuna kadar burada kalabilirsin.Yemin etmen şart değil.Yirmi ki yaşında bir kız,doğru kararı elbet verir."
Anna Teresa nın her zaman sevecen ve şefkatli tavrını sevmişti.O burada olmasaydı,belki de manastırı çoktan terk edip giderdi.
Tam salona adım atacağı sırada,ortalığı inleten bir ses duyuldu.
"Kaçın İngilizler geliyor!Kaçın!"
İki kadın koridor boyu koşup,buldukları ilk odanın penceresinden bahçeye doğru bakmaya başladılar.
Aman Tanrım!Her yer İngiliz askeri doluydu.Ve anlaşılan beklenilen savaş çoktan başlamış,İngilizler İskoçya ya girmeyi başarmıştı.
"Anna çabuk git buradan!"diye bağırdı Rahibe Teresa"Tanrı aşkına kızım!"
"Ama neden?"
"Bunlar düşman canım.Görünüşe bakılırsa kimseye acımak gibi bir niyetleri yok."
Anna mavi gözlerine dolan yaşlara engel olamazken,
"Seni bırakıp asla gidemem..."diye cevap verdi."Lütfen birlikte gidelim."
Yaşlı kadın tek elini genç kızın yanağına koyup,
"Anna sen aslen bir İngilizsin bebeğim."dedi fısıldayarak."Ve soyadın Matthesan.Ama sakın bunu hiç kimseye söyleme."
Anna zaten bir İngiliz olduğunu biliyordu.Ancak soyadını ilk defa duymuştu.
"Neden Rahibe?"
"Çünkü bazı sırlar insanın hayatını tehlikeye sokabilir.Karşına kim çıkarsa çıksın,kendini sadece Rahibe Anna olarak tanıt."
"Hiç bir yere gitmiyorum.Seni bırakamam."
"Ölmeni istemiyorum Anna."
Anna yanaklarından süzülen yaşları silip,annesi gibi sevdiği kadına içtenlikle sarıldı.
"Gitmek istemiyorum..."
"Gideceksin.Hemen şimdi.Manastırın altında uzun bir geçit var.Seni doğruca ormana çıkarır.Ordan İngiliz sınırına ulaşman sadece bir gününü alır canım.İskoçya artık güvenli değil."
"Rahibe lütfen..."
Teresa genç kızın yanaklarını ellerinin arasına alıp,
"Kaderin seni çağırıyor."dedi."Anna Matthesan artık doğduğu topraklara dönmeli."
Anna ısrar etmenin faydası olmadığını anlayınca,Teresa ile ağlayarak vedalaşıp,koşarak manastırın alt katına indi.İnsanların çığlıkları kulaklarını tırmalarken,kendini karanlık geçitte buldu.
Ve artık anlamıştı ki,manastırdaki hayatı bu andan itibaren artık bitmişti.Ama acı olan şey kendisini nelerin beklediğini kesinlikle bilmiyordu.