4. Buz gibi Ölüm Nefesi

1284 Words
Kadının dairesinden çıktığında gerçekler sert rüzgarla beraber yüzüne vuruldu. Tüm hayatı büyük hatalarla, yanlış kararlarla doluydu. Bu hatalarının bedelini de hapishane köşelerinde ölümü bekleyerek ödeyecekti.   Boğazı düğümlendi kadının, yutkunmakta zorlanıyor adeta boğuluyordu. Hataları birer birer boğazına dizilmiş, onu boğmak için sıralarını bekliyorlardı.   Nereye götürdüğünü bilmediği ayakları, tanıdık olan caddeye girdiğinde histerik bir şekilde güldü kadın. Gözyaşlarına savaş açan bir gülüştü bu. Buğulu gözleri yüzünden zor da olsa kapıyı açabilmişti.   Çöplüğündeydi, kimsenin sevemeyeceği köhne dairesinde yine bir başınaydı. Sadece sevilmek istemişti kadın, en azından tek bir kişinin kendisini karşılıksız sevdiğini görmeye ihtiyacı vardı. Sadece bir kişinin sevgisi bile yeterliydi onu mutlu etmeye. Oysa annesinin bile sevmediği bir kızı kim severdi ki?   Aile sevgisi görmediği için açtı sevgiye, aşka.... Çocukluğu sokaklarda, evsizlerle geçmişti. Tek başına büyümüş, evsizleri aile bilmişti. Kendisine gülümseyen herkese güvenmiş, çok darbe yemişti. Bunlardan en büyüğü de henüz 16 yaşındayken yine kendisine gülümseyip ilgi gösteren pisliğin teki tarafından gerçekleştirilmişti.   Adam bir mal gibi kullanmıştı Lena'nın küçük bedenini, henüz taze oluşmaya başlayan kadınlığını. Elinden aldı kadının hayata dair tüm umutlarını. Sonrası boşluk, karanlık...   Dipsiz çukurdan çıkamadı bir türlü Lena. Debelendikçe battı, hep yanlış kararlar verdi. Bir başkasının zevk uğruna kullanığı bedenini artık kendisi para uğruna kullanmaya başladı. Kurtulamadı, her gece bir kez daha öldü...   Tüm bunları düşündükçe hıçkırıkları şiddetlenmişti kadının. Saçlarını diplerinden tutarak çekti ve haykırdı. ''Dayanamıyorum!''   Bir kez daha bağırdı ve öfkeyle ayağa kalktı. Kırılmamış ne varsa hepsini yerle bir ediyordu. Tuzla buz olan cam parçaları kadının kalbini görse, biz neden bu kadar parçalanamadık diye utanırdı.   Artık kırıp dökecek bir şey kalmayınca nefes nefese bir halde duvara dayandı. Bacaklarında vücudunu taşıyacak güç kalmamıştı, ruhunda da yaşayacak.   Yavaşça yere çöktü ve kafasını başını dizlerine dayayıp kollarını bacaklarının etrafında birleştirdi. Dakikalarca sessiz sessiz ağladı. İçine içine akıttı gözyaşlarını.   Gözyaşları kalbine düştü, düştüğü yeri kor ateş gibi yaktı. Ağladıkça acıdı kalbi, her bir damla dökülen göz yaşı da katlanarak artırdı acısını.    Ağladıkça acıdı kalbi, her bir damla dökülen göz yaşı da katlanarak artırdı acısını...   'Neden ben?' diye fısıldadı. 'Neden hala katlanıyorum bu hayata? Yıllar önce ölen ruhum neden terk edip gitmiyor bedenimi? Daha fazla ne kadar acıyabilir ki canım?'   Yavaşça duvardan destek alarak doğruldu. Bir kez daha yenik düşmüştü hayat karşısındaki savaşında. Bir kez daha yenilmişti. Hoş artık bir önemi yoktu, kazanıp kaybetmenin. Geleceği pek de parlak görünmüyordu demir parmaklıkların ardından. Kendinden emin ama yavaş adımlarla banyoya yürüdü. Aynadaki darmadağın haline bakıp son bir kez gülümsedi yansımasına.   ''Senden başka kimsem yok bu hayatta.''   Bir an Grace canlandı gözünde. Beraber gülümsedikleri anıları... Acaba üzülür müydü ardından? Belki ama o da bir kaç haftaya unutur, hayatına devam ederdi nasıl olsa.   Hatalarıyla onun da hayatını zehir etmişti zaten. Kendi aptallığı yüzünden kız ailesiyle tartışmış, güzelim evini terk etmiş ve onunla bu çöplükte yaşam mücadelesi vermeye başlamıştı.   'Şu hayatta kimseye iyiliğim dokunmuyor, kendime bile.' diye düşündü kadın aynanın önündeki jilete uzanırken.   Soğuk metal acının ateşiyle yanan elinde canlanmıştı neredeyse. Yavaşça avucuna aldı ve soğukluğu hissetti. Buz gibi ölüm nefesini ellerinde hissetti kadın. Bu sefer sondu, parmaklıklar ardında nefes alarak çürümektense toprağın altında çürümek istiyordu. Kendi canını almak istiyordu artık. Zayıflık değil bu diye düşündü Lena jileti sımsıkı tuttuğu parmaklarına bakıp. 'Asıl zayıflık nefes alırken öldüğünü kabul etmemek, ölmekten korkmak...' İki parmağıyla sıkıcı kavradığı jileti hafifçe bileğine batırdı. Acı hissetmiyordu, şu an yaşadığı yoğun duygular 'bundan daha fazla acıyı hissedemezsin' diyordu adeta.   Biraz daha derine batırdı jileti. Gözlerini kapattı ve derin bir nefes alarak tek hamlede çizdi ölüm çizgisini.   Başta damlacıklar belirdi kesikte, yavaş yavaş fayansa damlamaya başladılar. Beyaz fayans kan kızılına boyanırken titreyen kesik koluna rağmen aynı işlemi diğer bileğine de yaptı. Zorlansa da vazgeçmedi.   Ne de olsa ölüm yaşamaktan daha kolaydı onun için... Lena kulağındaki uğultunun sebebini ölürken başını bir yere çarpmış olmasına bağladı. Her yer karanlıktı ve gözlerini açmaya korkuyordu. Evet ölmeye cesareti vardı kadının ama cehennemle yüzleşmek onu ürkütüyordu. Bu saçma düşüncelerine son verip gözlerini açma cesaretini veren eline dokunan bir el oldu. Buz gibi kurumuş ellerine değen sıcak ve yumuşak bir dokunuş...   Birkaç kez gözlerini kırpıştırıp kendisine bakan buğulu gök mavisi gözlerin içinde kayboldu Lena. Karşısında duran adam gerçekten yakışıklıydı. Güneş yüzüne bir nur gibi düşmüş, teni saydam denecek kadar beyaz ve pürüzsüzdü. Biçimli dudakları yukarı kıvrıldı adamın ve gülümsedi. Lena bu gülümseyişten cesaret alıp aklındaki soruyu dile getirebildi.   ''Sanırım cehennemde değilim çünkü cehennemde bu kadar yakışıklı şeytanların olduğunu bilseydim, kendimi daha önce öldürürdüm.''   Adam Lena'yı hayran bırakan bir kahkaha atıp kadının elini daha sıkı kavradı.   ''Ahh hayır. Sen yaşıyorsun. Şu an hastahanedesin ve iyisin merak etme." dedi yakışıklı şeytan kaygılı sesiyle. Kadının yanındaki sandalyeye yavaşça oturdu ve devam etti.   ''Senin için çok endişelendik, yani seni öyle kanlar içinde görünce...'' diye devam edecekken kapı açıldı ve neşeli bir sesle Grace odaya daldı. Beni yine bu kız kurtarmıştı demek. Yine! Diye içinden sövdü Lena.   ''Ahh sonunda kendine gelebildin demek Lena, seni kanlar içinde görmemek ne kadar güzel.'' Diyerek elindeki karton bardaklardan birini yakışıklı şeytana uzattı.   ''Demek tanıştın kahramanınla.'' Diye ekleyerek gülümsedi.   ''Ben ona kahraman demiyorum.'' Dedi Lena sırıtarak.   "Her neyse ben yine de sizi tanıştırayım. Bu benim şoförüm Lucas. Lucas bu karşımızdaki şapşal da benim ev arkadaşım Lena.''   Kadın gözlerini devirip yatakta doğruldu. Karton bardaklara göz atarak Grace'e bakıp ''Bana viskili kahve yok mu, nasıl ayılacağım ben?" Diye sorunca kızın gözlerinden resmen ateş çıkmıştı.   ''Sana alkol falan yok Lena! Hem bu sefer geçen seferki kadar şanslı değilsin maalesef. Sana verilen ilaçları almadığını duyan doktorlar seni hastanede yatırarak tedavi etme kararındalar.''   Lena şok içerinde mavi gözlerini kocaman açarak ayağa kalkmaya çalıştı ama Grace izin vermedi.   ''Lena, dur ayağa kalkamazsın. Hem bunu baştan düşünecektin. İkinci intihar vakan bu, tabi ki seni öylece salmayacaklardı.''   ''Bunu düşünmemi gerektirecek bir davranışta bulunmadım ben Grace. Öldüğümde beni hastaneye kapatamayacaklardı nasıl olsa. Hem sen beni yine nasıl kurtardın? Alarm falan mı kuruyorsun bugün Lena kendini kesebilir, bugün Lena kendini asabilir diye?!''   Grace sinirle karşısında hala bu durumla dalga geçen kadına baktı. Dünya umurunda değildi. Kendine geldiğinde en azından bir teşekkür edeceğini düşünürken Lena neden kurtardın beni diye azarlıyordu.   ''Saçmalama lütfen Lena. Babamla yoğun ısrarları sonucu görüşmeye karar verdim ve Lucas ile buluştum. Tam babama doğru yola çıkmıştık ki Finn aradı ve her şeyi anlattı. Bana verdiği adrese gittiğimde kadın çoktan gittiğini söyledi. Ha bu arada kadınla küçük bir dipnot; kadınla anlaştım, dava falan olmayacak. En ünlü estetisyenlerin birinde ameliyatını olacak, biraz da sus payıyla konuyu kapattık. Hapise falan girmeyeceksin yani lütfen bunu dert etme.''   Grace'in bu sözleri üzerine Lena bir rahatlama hissetmişti. Kendine geldiğinde hastaneye yattığında o kadının ne yapacağını düşünüyordu. Hastane hapishaneden iyidir belki diye düşünüp kendini bile sakinleştirmeye çalıştı. Grace onun biraz olsun rahatladığını görünce kadının elini tuttu.   ''Lena, neden hep yalnızmışsın gibi davranıyorsun. Bana bu olayı anlatmak yerine kendi canına kıymayı seçiyorsun. Belki de senin gerçekten profesyonel bir desteğe ihtiyacın vardır.''   Lena'nın öfkeli bakışlarını umursamadan devam etti kız. ''Her neyse ben anlatmaya devam edeyim. Kadınla konuşunca eve gidip bir aptallık yapacağını bildiğimden Lucas ile hemen eve geldik ve seni yine ben kurtardım. Koruyucu meleğin falanım sanırım.'' Diyerek gülümsediğinde doktor içeri girdi.   ''Evet arkadaşlar, hastamızı bir süreliğine sizden çalmam gerekiyor. Siz de kafeteryada bir şeyler yiyin.'' Diyerek kibarca gençleri odadan kovmuştu.   Yatakta sinirli bakışlarla kendisine bakan kadına bakıp gülümsedi. Bu durumlara alışıklı, kendisine küfredip saldırmaya çalışan insanlara bile yardım etmeyi seviyordu. Boğazını hafifçe temizleyerek eline kalemini aldı ve hafif bir tonla konuşmaya başladı.   ''Merhaba Lena, kendini nasıl hissediyorsun?'' Kadın gerçekleri söylerse onu tımarhaneye kesin tıkacaklarını bildiği için gülümsedi.   ''Çok iyi hissediyorum doktorcuğum, hatta böyle bir hatayı nasıl yaptım hala anlamış değilim. Sanırım dikkat çekmek falan istedim.''   ''Lena bu bir ay içinde iki kez tekrarladığın bir hata yalnız.''   ''Ben çabuk ders almıyorum.'' Diyerek gülümsedi tekrar. Olabildiğince pozitif ve iyi görünmeye çalışıyordu.   ''Sana verdiğim ilaçları kullanmamışsın. Bu da tedaviyi reddettiğini gösteriyor ve hastalığın şiddetlenerek ilerliyor.''   Buna hastalık mı diyordu? Depresyon tanısı bir hastalık değil Lena'nın hayatının eş anlamlısı olan kelimeydi oysa. Tıpkı boşluk gibi...      
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD