Sabah kahvaltıyla beraber getirdikleri ilaçları içmedi Lena. Klozete atıp üstüne sifonu çekmişti hemşire gidince. Dün belki kafamı güzelleştirir, diyerek içtiği haplar amacını sağlayamamış üstelik bir de kendisini sersemletmişti. Onlara ihtiyacı olmadığını düşünen kadın kahvaltısını yaptı ve boş tepsileri toplamak içim gelen hastabakıcıya sordu:
''Hobi odası denilen bir yer varmış, yerini tarif edebilir misin?''
''Tabi hemen koridorun sonunda ama birazdan rutin ziyaretler olacak. Doktorun geldikten sonra ondan da onay alarak gidebilirsin.'' diyerek tepsiyi aldı ve odadan çıktı. Lena doktorun ziyaretini öğrenince içimdeki hareketliliği engelleyememiş aptal bir heyecana yenik düşmüştü.
Banyoya gittiğinde istemsizce aynadaki yansımasına baktı soğuk suyu yüzüne çarptı. Yüzü en azından soğuğun etkisiyle daha canlı görünürdü.
Darmadağın olmuş topuzunu çözerek saçlarını saldı ve üstündeki aptal kıyafete söverek banyodan çıkıp yatağına oturdu.
On dakikalık bir bekleyişin ardından kapısı tıklatılmıştı. Doktor ilk onun ziyaretiyle güne başlamayı tercih etmişti ve bu kararı almasındaki sebebi kendisi bile kabullenemiyordu. Sadece güne Lena'yı görerek başlamak istemişti, dünden sonra kadını merak ediyordu.
İçeri girdiğinde yatakta oturduğunu gördü ve iki çift heyecanlı göz buluştu. Kadının dudaklarının bir saniyeliğine de olsa hafifçe yukarı kıvrıldığına yemin edebilirdi ama hemen kendisini toparlamış ve boş bir ifadeyle kendisini karşılamıştı.
Doktor umursamadan gülümsedi ve ''Bugün nasılsın Lena?'' diyerek sandalyesine oturdu.
''Harikayım, buranın yemekleri de bir harika. Üstelik yatak o kadar rahat ki deliksiz bir uyku çekmişim. Sen gelene kadar her şey yolundaydı anlayacağın.'' diyerek adamın tepkisini izledi. Doktor yine kadını şaşırtmıştı.
''Buna sevindim, en azından dünkü hapishane düşüncenden vazgeçmişsin Lena, bu da bir ilerlemedir.''
Neydi şimdi bu? Pollyanna'nın erkek versiyonu mu! Lena gözlerini devirerek yine elindeki sargılarla döndü. Sabah erken saatlerde gelip sargıyı yenilemiş ve pansuman yapmıştı Sofia. Şu an sargılarla oynamak adamın gözlerine bakmaktan daha güvenliydi.
''Canını acıtıyor mu?'' dedi adam sargıyla uğraşan kadını bir süre izledikten sonra.
Kadın buruk bir gülümsemeyle baktı doktora. Omuz silkip soruyu cevapladı.
''Bu önemsiz,daha fazla acıtan şeyleri gördüm.''
Doktor en sevecen ses tonunu seçip şansını denemek istemişti. Belki de neden bu halde olduğunu anlarım umuduyla "Ne gibi şeyler mesela?" diye sordu.
"Alkol getirdiysen seve seve anlatırım doktor." Dedi kadın yüzünde sinsi bir gülümsemeyle. Doktorun kendisine olan ilgisini fark etmişti ve bunu kendi çıkarları için kullanmayı düşünüyordu.
"Saat henüz sabahın dokuzu Lena" diyerek yüzünü buruşturdu adam.
"Geç bile kalmışız o halde. Sen saat kaç sularında içersin doktor, bana o saat de uyar." Dediğinde adamın vücudu anlamsız bir şekilde kasıldı. Hafif gülümseyen yüzü donuk ve buz gibi bir hal alınca kadın yanlış bir şey söylediğini fark etmişti.
Adam buz gibi bir bakış ve yüksek ses tonuyla "Ben içmem!" diye cevapladı kadını. Lena doktorun bu haline anlam veremese de şakalaşırken kendisine böyle bağırılması altında kalamazdı.
"Doktorların bu psikolojideki hastalarına seslerini yükseltmeleri ne kadar doğru sence? Sen doktor olduğuna emin misin? Doktor kılığına girmiş bir deliye daha çok benziyorsun şu an."
Adamın yüzünde canlanan öfke Lena'yı tatmin etmişti. Sanki biliyormuş gibi adamın tüm zayıf noktalarını buluyor, onlar üstünden ilerliyordu.
Poyraz bir süre daha burada durursa sinir krizi geçirebileceğinden emindi bu yüzden odayı hemen terk etmek zorundaydı. Kliniğin yönetiminden sorumlu Profesör hasta doktor ilişkileri hakkında hassastı ve hataya tahammülü yoktu. Öfkeyle sandalyeden kalktığında sandalye hızı karşısında yere devrildi.
"Şimdilik bu kadar yeter, akşamüstü devam ederiz." Diyerek kadına cevap fırsatı bile tanımadan odadan ayrıldı.
Lena sertçe kapanan kapının ardından bakakalmıştı. Bu adamın derdi neyse öğrenmeliydi. Öğrenmeli ve bunu kullanmalıydı. Böylece adam onun doktoru olmayacak, daha bunak ve iyileştiğine ikna edebileceği bir doktora sahip olabilecekti. Yaptığı bu plana gülümsedi. Gün daha çekilebilir hale gelmişti. Şu hobi odası denilen yeri merak ediyordu kadın. Merakını gidermek için odasından çıktı ve dün tarif edilen yere vardığında şaşkındı.
İçeride en az on beş hasta, üç dört doktor ve bir o kadar da hemşire vardı. Hastalardan kimisi masaya geçmiş kitap okuyor, kimi bir şeyler yazıyor, kimisi ise kendi arasında sohbet ediyordu. Böylesine sıradan bir ortam beklememişti Lena. Bağıran, durmadan sayıklayan, bir ileri bir geri sallanan deli insanlar göreceğini düşünüyordu.
Kendisini kapıda gören hemşire Sofia hemen Lena'nın yanına geldi.
''Sen de katılsana Lena, sana iyi hissettirir.''
''İyiyim zaten.'' Diyerek yine hastalığını reddetti kadın.
Hobi odası beklediğinin aksine geniş ve ferahtı. Büyük camlarla çevrilmiş, içerisi güneş ışıklarıyla aydınlanıyordu. Pencerelerin önüne yerleştirilmiş küçük masalarda ise dışarıdan güzel bir bahçe manzarası izleyebilirdiniz. Yan duvar boydan boya kitaplıktı ve küçük bir sehpada süt ve kurabiye bile bulunuyordu. Tabi Lena'ya tüm bunlar yetmedi, içinden söylenmeye başladı.
'Şuraya bir televizyon koymayı akıl edememişler mi, insanlar komedi filmleri izleyip biraz olsun gülebilirdi.'
Duvar dibine yakın boş bir masaya geçip bu sefer de bakışlarını odadan çok içindekilere çevirmişti. Tek tek baktığı yüzleri hızlıca geçiyordu kadın. Ta ki o adamın yüzüne gelene dek.
Tam karşısında duvara yaslanmış, ellerini göğsünde sıkıca bağlamış olan adam doğruca kendisine bakıyordu. Adamın yüzünden hiçbir duygu okuyamayan Lena meraklandı. Dik dik gözlerinin içine bakan bal rengi gözler bir an ürpermesine sebep olmuştu.
Korkutucu bakışların sahibinin kim olduğunu düşündü kadın. Neden kendisine böyle baktığını. Gözlerini adamdan kaçırıp dışarı çevirdi. Tekrar kontrol etmek için adama döndüğündeyse hala aynı bakışların kendisine bakmakta olduğunu gördü. Buz gibi nefret dolu bakışların...
İnsanın en derinine işleyen buz gibi bakışlar kadını ürkütse de bir tepki vermedi. Onlardan kaçarcasına bakışlarını pencereye çevirdi kadın. Belki adam da gözlerini kaçırır umuduyla.
Yaklaşık iki dakika kadar rüzgar esintisiyle salınan ağaç dallarını ve yaprakları izledikten sonra merakına yenik düşüp tekrar adama baktı.
Adam bir heykel misali hala aynı şekilde duruyor, aynı anlamsız ama sert bakışlarla kendisine bakıyordu. Vazgeçmiyordu bir türlü. Sanki söyleyecekleri vardı ve söyleyemiyordu, gözleriyle anlatmaya çalışıyordu. Bu sefer Lena da adama baktı. Belki beş, belki on dakika boyunca ifadesizce birbirlerine baktılar. Sonunda pes eden kadın öfkeyle ayağa kalktı ve adama doğru yürümeye başladı.
Adam suratındaki ifadesizliği hala koruyordu. Gözlerini bir an olsun kendisinden ayırmayan adamın omzuna sertçe vurdu Lena.
''Heey, ne bakıp duruyorsun?''
Adam hiçbir cevap vermedi. Lena bu sefer daha yüksek bir sesle ''Bir şey mi istiyorsun, yaklaşık yarım saattir neden beni izliyorsun?!''
Heykel gibi duran adam yine konuşmayınca Lena daha da öfkelendi ve adamı bacağıyla dürtükleyerek ''Sana diyorum, cevap ver!'' diye bağırdı. Odadaki tüm bakışların kendisine döndüğünü umursamamıştı, şu an tek umursadığı şey şu lanet adamın derdinin ne olduğunu öğrenebilmekti. Tam adama vurmak için elini kaldırdığında birinin bileğini yakaladığını gördü ve öfkeyle bileğindeki elin sahibine döndü.