Artık yanında olamayacak olan annesine sıkıca sarıldı. İçindeki fırtınanın etkisiyle hırpalanan bedenini zorlukla sabit tutuyordu. Kalbinin olduğu yerde kasırga vardı artık. Şiddetle eserek kalbini parçalıyordu. Zaten kalbinin olduğu yerde uzun zamandır bir boşluk vardı. Doğduğundan beri yarısı yoktu. Şimdi ise diğer yarısı da yok olmuştu.
Başını soğuk bedenin üzerine bırakıp ağlamaya devam etti. Hıçkırıkların ardı arkası kesilmiyordu. Bazen nefes almakta bile zorlanıyordu. Canı çok acıyordu. Gitmemeliydin anne. Beni bu kadar erken bırakıp gitmemeliydin. Beni bırakmayacağına söz vermiştin hani? Neden bu kadar çabuk döndün sözünden? Hiç düşünmedin mi kızımın benden başka kimi var diye. Ben gidersem ne yapacak diye. Hiç düşünmedin mi anne? Ben şimdi tek başıma nasıl devam edeceğim söyler misin? Seni özlemeyecek miyim? Babam gibi beni terk etmek zorunda mıydın? Sen de onun gibi olmak zorunda mıydın anne? Sende onun kadar acımasız olmak zorunda mıydın? Cevap ver anne... Bana cevap ver... dedi içinden. Bunları sadece kendi duydu. Ve bir de annesi...
Biri ellerini uzatıp onu belinden yakaladığında, çığlık atmak içip yanıp tutuşuyordu. Ama nedense o her zaman güvendiği sesi ortalarda görünmüyordu. Bağıramadığını anladığında annesine daha sıkı dolandı. Ancak beline tutunan eller ondan daha güçlüydü. O yüzden elleri annesinden yavaşça ayrıldığında sessiz çığlıklarını atmaya devam ediyordu. Çırpınıp onu annesinden ayıran kollardan kurtulmaya çalışıyordu ama başaramıyordu. Elleri yavaş yavaş annesinden ayrılmaya başlamıştı.
Morgdan zorlukla çıkarıldığında, kapıda bıraktığından daha fazla kişi olduğunu fark etmişti ama ilgilenmedi. Yeniden içeriye girmek için kapıya tutunmuştu fakat açmayı başaramamıştı. Girmemesi için kilitlenmişti.
Kapı kolunu çekmeye devam etmiş ama açılmayacağını anlamıştı. Tamamen bitik haldeydi. Elleri kapının üzerinden aşağıya doğru kaymaya başladığında, kendisi de yere çökmüştü. Arka tarafta onu izleyenlerle ilgilenemeyecek kadar acı çekiyordu. Ellerini yumruk yapıp kapıyı yumruklamayı sürdürüyordu. Birinin kendisine kapıyı açmasını umut etmekten başka elinden bir şey gelmiyordu.
Bir el omzuna değdiğinde parmakları kapının üzerinde yumruk şeklinde kalmıştı. Sızlamaya başladığını ancak o zaman anlamıştı. Ama kalbi elinden daha fazla sızlıyordu. O yüzden elinden çok kalbini umursuyordu. Omzundaki el saçına yöneldiğinde başını geriye çevirmeyi başarmıştı.
Hayatın cilvesi onu bir kez daha tokatladığında, gözyaşları bir süre ara vermişti. Karşısında duran uzun boylu adama baktığında onun kim olduğunu o an anlamıştı. O mavi gözler sarı saçlar... Annesi o kadar yürekten anlatırdı ki, görmese de onu yolda görse tanıyacağına inanırdı. Bunu istediğinden değil annesinin anlatışından bilirdi. Bir kere bile resmine bakmamış olsa da onun kim olduğunu anlamıştı. O kendisini hiç görmeden giden babasıydı. Ve kendisini göremeye annesi öldüğü gün gelmeyi uygun gören babasıydı. Buna sevinse mi öfkelense mi bilememişti. Hangisinin bu ana daha uygun olduğunu bilemiyordu. Bir kızın babasıyla tanışması annesinin cenazesinde olmamalıydı. Bir baba bu kadar acımasız olmamalıydı.
“ Masalım.” Dedi yumuşak bir sesle. Masal buna tepki vermemişti. Babasının sesini ilk defa duyuyordu. Belki yer ve zaman başka olsa, kalbi bu sese tepki verirdi. Belki de mutlu olur, onu terk etmesini bile unutabilirdi. Bir kere görmemiş olmasını, arama zahmetine girmemiş olmasını bile affedebilirdi. Ama şimdi olmamalıydı. Babasının gelişi, bu dünya da yapayalnız kaldığı ana denk gelmemeliydi. Babası bu kadar kalpsiz bu kadar düşüncesiz olmamalıydı. Onun parçalanmış kalbini, sağa sola savuracağını düşünmeliydi. Ama yapmamıştı.
O hiçbir zaman onu düşünmemişti ki zaten. Doğmadan terk edip gitmişti. Daha doğmadan babasız bırakmıştı onu. Ama annesi vardı yanında. Onu her şeyden herkesten koruyan melek annesi vardı. Fakat şimdi annesi de onu bırakıp gitmişti. Kaderin cilvesi bu ya; bu kez de babası gelmişti.
Hiçbir tepkiyi barındırmayan gözlerle oturduğu yerden karşısındaki adama bakmaya devam ediyordu. Hiç tanımadığı, sokaktan geçen her hangi biri kadar yabancı olan biriydi babası. Aslında daha kötüsüydü. Annesini tek eden bir adamdı o. Acı çekmelerine yol açan, onların yerine parayı seçen bir adamdı. Şimdi ise çıkıp gelmiş ve ona Masalım diyordu. Bu hitabı ona sadece annesi söylerdi. Onu sadece o sahiplenirdi zaten. Ama şimdi üzerinde hiçbir emeği olmayan bu adam, ona annesinin hitabını kullanıyordu. İşte bunu kabullenmemişti. Gelmesinden çok buna öfkelenmişti. Eğer konuşma yetisine kavuşabilseydi onlarca hakareti ardı ardına yüzüne söyleyebilirdi. Ama lanet sesi gitmek için bu günü seçmişti.
Adam onun cevap vermeyeceğini anladığında kollarını uzatıp kızına bakmaya başlamıştı. Yerde oturan, ağlamaktan gözleri kıpkırmızı olan kızının kalkıp kendisine sarılmasını bekliyordu. Ne yazık ki Masal ona aynı şekilde karşılık vermemişti. Öfkeyle açtığı ellerine bakmış ve uzattığı elini görmezden gelerek ayağa kalkmıştı. Hemen ardından da yanından geçip yürümeye başlamıştı.
Ona sarılmasını bile hak etmiyordu. O bir hiçti... Sıradan bir adamdı sadece. Onun için tanıdık bir yabancıydı hepsi o. Yokluğunu hep içinde hissettiği kişiydi o. Yıllarca gelmesini beklediği kişiydi o. Ama hiç gelmemiş, onu unutup kendine yeni bir aile kurmuştu. Onun tamamen bir yabancı olmasına izin vermişti.
Gözyaşları yeniden kendini gösterdiğinde arkasında kalan adama göstermemek adına geriye dönmeden yürüyordu. Bundan sonra yalnız bir kızdı ve artık acılarını tek başına göğüslemeyi öğrenmesi gerekiyordu. Bunun için sonradan hayatına girmeye çalışan birinin desteğine de ihtiyacı yoktu.
*****
Annesinin cenaze işleri bittiğinde ayakta duracak gücü kalmamıştı. Aldığı sakinleştiriciler yüzünden hissiz bir şekilde oradan oraya sürükleniyordu. Ne ağlayabiliyordu ne de gülebiliyordu. Bütün hayat enerjisi çekilmiş gibiydi. Bunca olan bitenden sonra, babası olduğunu söyleyen adam yanından bir dakika olsun ayrılmamıştı. Bunca yıldır yapmadığı babalığı iki günde yaptığını sanacak kadar işi abartmıştı. Ama Masal, onunla uğraşamayacak kadar hissizdi. Ona kızamayacak, onu kovamayacak kadar bitikti. Acısı her geçen gün içinde daha büyük bir yıkım yaparken, kimseyi düşünerek harcayacağı zamanı yoktu. Annesini kaybetmişti ötesi var mıydı?
Yaş toprağa oturup ellerini annesini örten toprağa daldırdı. İhtiyacı olan her şey annesiyle beraber gömülmüştü. Oysa yağmurdan sonra yayılan toprağın kokusunu hiç sevmezdi. Her zaman o kokunun boğucu olduğuna inanırdı. Ama şimdi o kokuyu duyabilmek için ölüyordu. Artık annesini alan, toprak kokusunu duyabilmek için yanıp tutuşuyordu. Annesinin kokusunu yeniden hissetmek istiyordu. Bunun mümkün olmadığını biliyordu ne yazık ki. O yüzden toprağın kokusuyla yetinmek zorunda kalacaktı. Annesini alan ve bağrına basan toprağın kokusunu içine çekmek için beklemesi gerekecekti.
Elinin arasında olan toprağı burnuna doğru götürdü. Ama annesi kokmuyordu toprak. Annesi böyle küf kokmazdı. Annesinin kokusu, hiçbir zaman nefesini kesmezdi. Fakat bu koku onu boğuyordu. Elindeki toprağı yerine bırakıp başını yumuşak toprağa bıraktı. Kokusu olmasa da ona sarılmakla yetinmeyi düşünmüştü. Ama annesi hiç bu kadar soğuk olmamıştı. Annesi soğuktan hoşlanmazdı. Şimdi soğuk toprağın altındaydı.
Üşüyor musun anne? diye seslendi içinden. Üşüdüğünü biliyordu. Annesi soğuğa dayanamazdı ki...
Sonunda yeniden kendini gösteren yaşlara engel olamamıştı. Durdurmaya çalışıyordu ama yapamıyordu. Annesinin daha fazla üşümesini istemiyordu. Başını yumuşak topraktan kaldırdığında ona acıyarak bakan adamın mavi gözleriyle karşılaşmıştı. Hemen ardından da yanına gelmiş ve onu eve götürmek istemişti. Masal’ı zorlukla mezardan ayırıp arabaya bindirmeyi başardığında kendisi de sürücü koltuğuna yerleşmişti. Kız direndiği için onu zapt etmek de zor olmuştu. O yüzde de nefes nefese kalmıştı. Bir süre dinlendikten sonra arabayı çalıştırmıştı çalıştırmasına ama gidemiyordu bir türdü. Gidemiyordu çünkü evin adresini bilmiyordu.
Başını çevirip çaresizlikle Masal’a bakmıştı. İki gündür hastanedeydiler. O yüzden eve gitmemişlerdi. Nerede yaşadıklarını bilmiyordu ne yazık ki. Ama kızının da konuşamadığını bildiğinden öylece kızına bakarak kalmıştı. Masal ise konuşamadığına o zaman dua etmişti. Ona evinin adresini söylemek istemiyordu. Bunu bilmesi geriyordu normalde. Masal onun çocuğuydu o da babasıydı ya, nerde yaşadığını bilmesi gerekiyordu sonuçta. Ama kendisini bile yeni gören babası evi de yeni görecekti elbette. Ondan bu kadar büyük bir jest beklemiyordu. Onun gibi birinden bu kadar incelik beklenemezdi.
Sonunda yardımsever komşulardan biri arabaya binip babasına yolu gösterdiğinde, iki odalı küçük gecekondunun önüne gelmişlerdi. Babası eve küçümseyici bir bakış attığında içinden ikinci bir şey daha kopmuştu. Bu bakışları biliyordu. Annesini de bu bakışlarla terk etmişti büyük olasılıkla. Onu da bu kadar küçük görüp gitmişti. Bu ona öfkesini biraz daha bilemişti.
Onu bırakıp arabanın kapısını açarak indi. Koşmak, eve girip kapıyı arkasından kilitlemek istiyordu ama bunu yapmak için gereken güce sahip değildi. Adım atmakta bile zorlanıyordu, koşmak imkânsız görünüyordu.
Masal önden kapıyı açıp eve girdi. Evde çalınmasından korktuğu pek bir şey yoktu zaten. Kimse bir gece kondu mahallesinde bir ev soymaya kalkmazdı. Çünkü burada gireceği herhangi bir ev ona sadece vakit kaybettirirdi. Önünde duran masaya takıldı gözü. Birkaç gün önce annesiyle burada son kez kahvaltı yapmıştı. Onu son kez gördüğünü bilseydi hiç o kadar çabuk bırakır mıydı? Sarılmaz mıydı boynuna? Öpmez miydi bahar gibi kokan saçlarından? Bakmaz mıydı o zümrütlerden daha yeşil gözlerine? Yüzlerce kez dile getirmez miydi onu sevdiğini? Ama yapamamıştı işte. Ölüm annesinin kapısını zamansız çalmıştı. Oysa onunla yapmak istediği onlarca şey vardı.
Annesinin oturduğu sandalyeye elini uzattı. Orada oturduğunu hayal etti annesinin. Konuşamasa da sessiz çığlıklar attı salonda. Kimse duymamıştı ama annesi duymuştu, biliyordu. Gözyaşları yine akmaya başladığında bu kez de kontrol altına alamamıştı. İlaçların etkisi tamamen bitmişti anlaşılan. Yine acılar hiç eskimemişçesine içine dolmaya başlamıştı. Güçlü kollar onu sardığında, hiç düşünmeden itmişti.
Nefret... Evet, nefretti şu an hissettiği. Bu adama karşı, içinde bulunduğu hayata karşı nefret doluydu. Zaten bu hayat ona ne vermişti ki? Bir annesi vardı sadece? Onu her şeyden çok seven, sırf o eksiklik çekmesin diye saçını süpürge eden annesi vardı bu hayatta. Şimdi ise yapayalnız kalmıştı. Masal Kaya artık kimsesizdi. Herkes sevinebilirdi.
“ Sakin ol meleğim. Baban yanında artık. Geçti... Geçti...” dedi onu yeniden kucaklayıp sakinleştirmeye çalışarak. Bir süre sonra çırpınmayı bırakmıştı kız. Sessizce babasının kollarına uzandığında adam şüpheyle başını kızın saçlarından kaldırıp yüzüne baktı. “ Masal!” diye seslendi tepkisiz duran kızına. Bunun normal bir şey olmadığını artık biliyordu. Kızı onun dokunuşlarından hoşlanmıyordu çünkü. Fakat şimdi kız tepki bile vermemişti. Başını kendisine çevirip yüzüne baktığında ise kızının tepkisiz yüzüyle karşılaştı.
İçine dolan korkuyla hemen eğilip kalbini dinlemeye başladı. Zayıf kalp atışlarını dinledi bir süre. Sesleri duyunca rahat bir nefes almıştı. Kızı sadece bayılmıştı. Zaten böyle bir şey bekliyordu. Üç gündür ağzına hiçbir şey koymamıştı kız. Ne kadar ısrar ederse etsin onu görmezden gelmek dışında hiçbir şey yapmamıştı. Aldığı ilaçlar biraz olsun onu sakinleştirmiş olsa da kızın bu hali hiç hoşuna gitmiyordu. Sonunda olan olmuş ve bedeni pes etmişti. Günlerdir zayıf düşmüştü zaten.
Aslında endişelenmeye hiç mi hiç hakkı yoktu. Bir baba olarak kızına karşı hiçbir görevini yerine getirmemişti. Bir kerecik olsun ne aramış ne de görmeye gelmişti. Onun nasıl bir kız olduğunu bile bilmiyordu. Şimdiki karısı onu görmesini istemiyordu. Babası ise eski karısını görmesini yasaklamıştı. Bu yüzden bir kere olsun onların yanına gelmemişti. Suçlu muydu? Evet, hem de çok suçluydu? Bir baba gibi davranmadığı için, kızının babasız büyümesine neden olduğu için suçuydu. Babasının kölesi olduğu içinde suçluydu. Eğer öyle olmasaydı kızı yanında büyümüş olurdu.
Hiçbir zaman Eda’nın hakkını ödeyemeyecekti. Ona yaptığı onlarca şeylerden sonra bile bir kez olsun onu suçlamamıştı. Hatta arada ona mesaj atıp Masal’ı görmesinin mümkün olup olmadığını bile soruştu. O ne yapmıştı? Kadına cevap bile vermemişti. Çünkü korkmuştu. Babasının ve karısının bunu duymasından korkmuştu. Bu yüzden Masal’ı yok sayması daha kolay görünüştü. İçindeki vicdan azabı onu öldürmeye yetse de görmeye gelmemişti.
Ama Eda’nın öldüğünü öğrendiğinde, nasıl oldu hala bilmiyordu fakat babası gidip torununu getirmesini söylemişti. Buna o an şaşırsa da memnun olmuştu. Masal artık yanında büyüyecekti. Şimdiye kadar yapmadığı babalığı yapma fırsatı elde etmişti. Zamanlaması berbat olsa da sonunda kızını görebilecekti. İlk çocuğunu, çok sevdiği eski karısının parçasını yanına alabilecekti artık. O yüzden arabaya bindiği gibi soluğu hastanede almıştı.
Masal’ı ilk gördüğünde hemen tanımıştı. Annesine o kadar benziyordu ki? Mavi gözleri olmasa onun gençlik hali olduğuna yemin edebilirdi. Ama o mavi gözleri aynı kendisininki gibiydi. Ve kızında da çok iyi durmuştu. Ne yazık ki ağlamaktan kızarmış gözleri, sararmış yüzü ve bitik haliyle o kadar perişan görünmüştü ki, yıllardır acımayan kalbi ilk defa acımıştı. Daha önce çoğu kez vicdan azabı çekmişti ama bu acıyı ilk defa tadıyordu. İlk defa bu denli şiddetli azap çekiyordu. Onu yıllardır bir başına bıraktığı için pişmanlık yaşıyordu. Ama artık zamanı geriye alamazdı. Artık geçmiş hatasının telafisi yoktu. Şimdi sadece onun geleceğini kurtarmak istiyordu.
Kızının düşmanca bakışlarından, onun da kendisini tanıdığını anlamıştı ama o öfkeyi görmek canını yakmıştı. Buna hakkı yoktu biliyordu. Ona koşup sarılmayacağını zaten beklemiyordu. On yedi yaşında genç bir kızdı. Yıllardır babasız kalmıştı ve elbette ki onu görünce kızmıştı. Annesinin öldüğü gün gelen bir baba ona sadece öfke verirdi o kadar. Öylede olmuştu. Hiçbir şey demeden yanından öylece ayrıldığında gerçekten üzülmüştü. Onu şimdiye kadar nasıl yok saydıysa Masal’da onu aynı şekilde yok saymıştı. Sanki orada hiç yokmuş gibi, sanki ona kollarını açmamış gibi, öylece yanından yürüyüp gitmişti.
Konuşmaması ve gitmesi karşısında o kadar kahrolmuştu ki doktor onun perişanlığına üzülmüştü. Kızının bir şok geçirdiğini ve geçici bir süre konuşamadığını söylediğinde biraz olsun içi rahatlamıştı. Masal’ın neden ona hiçbir şey söylemediğini şimdi anlamıştı. Ondan beklediği onca kötü cümleyi neden duymadığını artık biliyordu. Kızı gerçekten çok sarsılmıştı. Yıllarca tek sığındığı kişi de ölmüştü. O küçük kalbinde nasıl fırtınalar koptuğunu şimdi biliyordu. Masal isteyerek susmuyordu. Onun ki mecburi sessizlikti. Eğer konuşabilseydi ona şimdiye kadar söylemek istediği tüm şeyleri bir bir söylerdi. Belki bu sayede biraz rahatlardı. Ama o yapamıyordu. Tüm nefretini içine akıtıyordu. Ve sadece kendi duyuyordu.
Masal’ı kaldırıp nazikçe kanepeye yatırdı. Elini korkarak yumuşacık saçlarında gezdirmeye başladı. Her an uyanacak ve elini itecek gibi hissediyordu. Ama yine de kızına dokunabilmenin keyfini yaşıyordu. Onu sakinleştirmek için sarılmalarının dışında dokunamamıştı. Şimdi böyle yatarken bunu fırsata çevirebiliyordu sadece. Zaten fazlasını hak etmediğini kendi de biliyordu. Onun üzerinde hiçbir hakkı yoktu. Ne ona sarılmaya ne de o güzel sesini duymaya hakkı vardı. Tüm haklarını yıllar önce terk ederken yok etmişti.
Bir süre daha onu izlemeye devam etti. Kızının uyumasına izin vermek adına ayağa kalktı. Sonrada soğuk evi gezmeye başladı. Eda’nın ve kızının nasıl bir yerde yaşadığını anlamaya çalışıyordu. Ama bu evin neresine bakarsa baksın berbat durumdaydı. Zaten iki tane odası vardı. Önüne gelen ilk odayı açıp içeriye girdi. Tek kişilik bir yatak, uyumsuz bir çalışma masası ve büyük bir kitaplıktan oluşan bir odaya girmişti. Kızının odası olduğunu anlamıştı.
Oysa küçük kızı Sude’nin odası, yaşadığı evin en küçük odası olmasına rağmen bu odanın iki katıydı. Üstelik oldukça zevkli döşenmişti de. Ama Masal, yokluk içinde büyüyordu. Bu kadar basit bir odayla yetinmek zorunda kalmıştı. Bir de babası olacaktı. Kızının neler çektiğini bile bilmiyordu.
Ama büyük kitaplık ve duvarlarda asılı duran belgeler, kızın ne kadar zeki olduğunu gösteriyordu. Sürekli takdir belgesi almıştı. Onun daha iyi koşularda eğitim alması gerekiyordu. Artık emindi. Kızı iyi bir okula giderse parlak bir geleceği olacaktı. Ona imkân vermese de kızı kendi çabasıyla iyi yerlere gelebilirdi. Onda bu potansiyel vardı. Ama yine de babası olarak bundan sonra vazifesi, onun çabalarının sonucunu en hızlı şekilde almasını sağlamak olacaktı.
Çalışma masasının üzerinde duran siyah kaplı kutuyu fark edince, kutuyu alıp açtı. İçinde onlarca resim vardı. Resimleri çıkarıp tek tek incelemeye başladı. İlk resim oldukça küçük yaşlarda yapıldığını gösteriyordu. Tek odalı bir ev çizmişti kızı. Normal çocukların yaptığı gibi sıradan resimlerden farklıydı. Yanında bir insan falan yoktu. Birkaç yuvarlak ağaç vardı hepsi oydu. Arkasını çevirip Eda’nın el yazısıyla “ Kızımın ilk mimarlık çalışması. Yaş: 7” yazıyordu. Bu yazıyı o kadar iyi tanıyordu ki. Bir süre o yazının üzerinde parmağını gezdirmişti.
Onu çok sevmişti. Eda tanıdığı tüm kızlardan çok farklıydı. Hiçbir zaman zengin olmak gibi bir hayali olmamıştı. Öyle uçlarda yaşayan bir kız değildi. Babasını erken kaybetmiş annesiyle yaşayan bir kızdı. Hiçbir zaman yaşadığı hayattan şikâyet etmemişti. Ona zengin bir adam olduğunu söylediğinde de umursamamıştı. Bir kez olsun bana şunu al diyen bir cümleyle gelmemişti. Oysa istediği her şeyi alabilecek gücü vardı. Ama o kız o kadar gururluydu ki, kendi emeği olmayan hiçbir şeyi istememişti. Ona aldığı hiçbir pahalı hediyeyi de kabul etmemişti. Bir tek bileklik dışında… Onu da zorla eline takmıştı. O zaman bile Eda’nın karakterine hayrandı. Fazla parada mülkte gözü olmamıştı. Elinde olanla her zaman yetinmeyi bilmişti. Kızı da ona benziyordu. Bunu biliyordu çünkü hesabına yatırdığı paraların bir kuruşuna bile dokunmamıştı şimdiye kadar. Oysa o genç bir kızdı. Odasına bakınca ne kadar ihtiyacı olduğunu da görüyordu. Ama o yine de el sürmemişti.
Elindeki resimlere biraz daha baktı. Yedi yaşından on altı yaşına kadar yaptığı resimler vardı elinde. Her yıl ne kadar geliştiğini net bir şekilde görüyordu. Kızı da annesi ve kendisiyle aynı hayallerini paylaşıyordu. O da mimarlık okumak istiyordu. Bu gülümsemesine neden olmuştu. Masal her ikisinden de oldukça fazla özellik almıştı. Resimleri yeniden kutuya koyup kızının odasından çıktı. Bu kez diğer odaya girdi. Eda’nın odasına...
Oda o kadar basit döşenmişti ki, bir küfür savurmuştu. Bu kadın her zaman böyleydi. Evlendiklerinde aldıkları her şeyi orada bırakıp gitmişti. Bunlar onun kendi alın teriyle alınmış olan eşyalardı. Oldukça ucuz oldukları her yerden belli oluyordu. Eskimiş bir perde, kapısı kırıp bir dolap, makyaj masası ve bir yatak dışında hiçbir şey yoktu odada. Aynanın önünde duran kutulara göz attı. Nerdeyse hiçbir şey yoktu. Bir parfüm ve birkaç makyaj malzemesi dışında boştu. Oysa şimdiki karısı ne bulduysa çekmecelere doldururdu. Eskimiş ahşap çekmeceyi çekti. İçinde birkaç toka ve birde kırmızı kadife kutu vardı. Uzanıp kadife kutuyu alıp açtı.
Yutkunmak zorunda kalmıştı. Bu kendi aldığı safir bileklikti. Eda, bunca zorluğa rağmen dokunmamıştı. Hala onun hediyesini saklıyordu. Yüreği büyük kadındı her zaman. Bunu bir kez daha anlamıştı. Ona yaptığı her şey bir vicdan azabı gibi içine oturuyordu. Eda hiçbir zaman intikamcı bir kadın olmamıştı. Oysa onun yerinde başkası olsa neler yapardı. Ama o bir kez olsun rahatsız bile etmemişti. Bilekliği çıkarıp parmaklarının arasında tuttu. Bir anda eline sertçe uzanan parmaklara şaşkınca baktı. Mavi gözleri kızarmış ve yanağı yaşlardan ıslanmıştı. Ne ara uyanmıştı ve ara yeniden ağlamıştı anlamamıştı.
Kızın öfkeyle bakan gözlerine bir süre baktı. “ Ben sadece annenin nerde yaşadığını görmek istemiştim.” Diyebilmişti. Ama kız yanıt olarak arkasını dönüp odadan çıkmıştı. Onu kazanmak için çok çabalaması gerekecekti. Bunun oldukça farkındaydı ama bu kez pes etmeyecekti. Kızını kazanmakta oldukça kararlıydı. Zaten yıllardır ondan mahrum kalmıştı. Artık daha fazla ayrı kalmak istemiyordu.