3

2373 Words
 Akşama doğru evden çıktıklarında Masal arka koltuğa yerleşmişti. Tüm eşyaları iki valize sığmıştı. Zaten kayda değer hiçbir şeyi de yoktu. Bir de Tahir Kaya’nın kızı olacaktı. Kimsesiz bir çocuktan farkı yoktu. Üzerindeki kabandan tutup, giyindiği ayakkabıya kadar her şey ikinci sınıftı. Hele o telefonu, milattan önce kalmış gibiydi. Onu evde bırakmakla en doğrusunu yapmıştı. Kızına bundan sonra hak ettiği hayatı yaşatacaktı. Sahip olamadığı her şeyi önüne serecekti. Diğer çocukları gibi en iyi okullarda okuyacak, en iyi eşyaları kullanacaktı. Zaten annesi neredeyse saat başı arayıp Masal’ın zevkini sorup duruyordu. Ona güzel bir oda hazırlığındaydılar. Sürekli Masal hakkında sorular soruyordu. Nasıl kıyafetler giyiyor, hangi renkleri seviyor, nelerden hoşlanıyor ve daha onlarcası.  Ama hiç birine vereceği yanıtı yoktu. Çünkü kızını hiç tanımıyordu. Ancak bundan sonra her şeyi değiştirmek için çabalayacaktı. Öyle ki abisini aramış ve Masal’a güzel bir telefon ve bilgisayar almasını istemişti. O da kabul etmişti. Evde herkes, karısı ile kızı dışında Masal’ı heyecanla bekliyorlardı. Onlarında zamanla Masal’ı kabulleneceğine inanıyordu.  Aynadan arkada tarafta gözleri kapalı oturan kızana baktı. Hiç kıpırdamıyordu. Bileğine taktığı bilekliğe sarılmış şekilde duruyordu. Onun ne düşündüğünü, ne hissettiğini öğrenmeyi çok istiyordu. Ona yardımcı olamamak, acısını paylaşamamak, ona dokunamamak canını oldukça fazla acıtıyordu. Masal, acı çekiyordu. Bunu anlamak zor değildi. Ne yazık ki, onun acısına ortak olamıyordu. Kızı onu şiddetle reddediyordu. Ona her yakınlaşma çabasını geri püskürtüyordu. Konuşamadan bu denli belirgin olan öfkesi, dile gelse nasıl olurdu öğrenmek bile istemiyordu. Kalbi henüz buna hazır değildi. Yine korkaklık yapıp bu yüzleşmeyi ertelemeye çalışıyordu. ****** Araba lüks bir mahalleye girdiğinde Masal’da gözlerini açmıştı. Bu tarz yerleri bir tek filmlerde görmüştü. Birbirine benzeyen büyük evler ve her yerden zenginlik fışkıran bahçeleri görünce gözünden bir damla yaş süzülmüştü. Araba, sonunda bir evin bahçesinde durduğunda bir damla daha yaş gözünden akmıştı. Babası kapıyı açıp onun inmesini beklediğinde istemese de ayağını uzatıp lüks arabadan inmişti. Karşısında duran üç katlı sarı binaya baktı. Kocaman bahçeli bu ev babasının yaşadığı yer olmalıydı. Onları terk edip yerleştiği yer... Bu evi yıllardır hayal etmişti. Babasının kendisini terk edip gidişine neden olan her şey gibi bu evden de yıllarca nefret etmişti. Ama canlı canlı gördüğünde biraz da olsa babasına hak vermişti. Yaşadığı ev bu evin çeyreği bile etmiyordu. Bu kadar lüks de değildi. Büyük bahçesi yoktu. Böyle bir yerde büyümüş bir adamın yaşamak isteyeceği türden bir yer değildi. Burayı görünce bunu anlamıştı. Fakat madem yapamayacaktı hem annesinin hem de kendisinin hakkına neden girdiğini anlamakta zorlanıyordu. Annesinin durumunu biliyordu. Kendi babasının durumunu da biliyordu. Madem pes edecekti neden yarı yolda bırakıp gitmişti? Üstelik de bir kez olsun arama zahmetine bile girmemişti. İşte hazmedemediği yer de burasıydı. Para ve lüks için terk edilmeyi hazmedemiyordu. Kendisinin zerre umurunda olmayan zırvalıklar, babasının her şeyini ifade ediyordu. Öyle ya, onlar için karısından ve çocuğundan vazgeçmişti. Babası önde ilerlerken yürümediğini anlayınca ona dönmüştü. Evden gözlerini ayırıp babasına bakmıştı. Ondaki heyecanı görmemek için kör olmak gerekirdi. Masal kör değildi. Birçok kişiden daha fazla dikkatliydi. O yüzden gözünden hiçbir şey kaçmazdı. Şu an babasının ne kadar mutlu olduğu gözünden kaçmadığı gibi. Ama onun mutluluğunu paylaşmıyordu. Bundan sonra da paylaşacağına inanmıyordu. Onun ardından yürümeye başlamıştı. Ne kadar girmek istemese de şu an elinden bir şey gelmiyordu. Son birkaç gündür duyduğu yasal işlemlerden dolayı on sekizine girene kadar ya burada ya da yetimhanede kalacaktı. Eğer ona sorma gereği duysalardı yetimhaneyi tercih ederdi. Ama babası onun konuşamamasından faydalanıp kendisini buraya sürüklemişti. O yüzden geri dönmek için çok geç kalmıştı. Mermer merdivenleri çıkıp büyük kapının önünde durdular. Babası görmediği bir zile basınca kısa bir sürede kapı açılmıştı. Babası içeriye girmişti ama kendisi adım bile atamamıştı. Üzerinde beyaz bir önlük olan, saçları ensesinde toplanmış, orta yaşlı kadın hala kapıda bekliyordu. Bir süre kendisini izledikten sonra sonunda fark edildiğini anlamış olacak bakışlarını çevirmişti. O sırada babası onun gelmediğini fark edip geri dönmüştü. “ Masal hadi gel.” Diye çağırmıştı. Derin bir nefes alıp parlak döşemelerle kaplı hole adım atınca, dışarıdaki soğuk hava yerini sıcaklığa bırakmıştı.  Kocaman bir holde duruyordu şimdi. Hemen karşısında duran büyük boy aynasında tanımadığı bir kız görüyordu. Ona çok benzeyen yabancı bir kız... Mavi gözleri ağlamaktan kızarmıştı. Uzun siyah saçları birbirine geçmiş, yüzünün her yerine dağılmıştı. Üzerinde kullanılmaktan solmuş kırmızı bir kabanı vardı. Bu ev için oldukça paspal duruyordu. Babası bileğinden tutup içeriye doğru çekmeseydi orada bir süre daha o kızı inceleyecekti. Ama babası buna izin vermemiş, onu şık bir salona getirmişti. Pahalı mobilyalar ve birbirinden şık giyimli topluluğa göz ucuyla çekinerek bakmıştı. Oysa utangaç bir kız değildi. Her zaman girişken olmuştu hayatı boyunca. Ama şu an gerçekten utanıyordu. Karşısında ona bakan onlarca göze çekinerek bakıyordu. Sonunda pes edip başını, babasının tuttuğu bileğine çevirdi. Bir zamanlar hayal ettiği sahneydi bu. Babasıyla el ele bir şeyler yapmak tek isteğiydi. Ama olmamıştı. O da tüm hayallerini babasıyla beraber kalbine gömmüştü. Beklemek ona daha acı veriyordu. Çünkü biliyordu ki babası gelmeyecekti. Adam da kızın nereye baktığını anlayınca kendisi de bakışlarını oraya çevirmişti. Ama Masal, daha fazla o şekilde durmaya dayanamayıp elini sertçe babasının sıcak avuçlarından kurtarmıştı. Adam bu harekete bir süre üzülerek baksa da hak ettiğini biliyordu. O yüzden önüne dönüp kızını ailesiyle tanıştırmaya karar vermişti. Kızının omuzlarından tutup babasının önüne doğru getirdi.  Yaşlı adam karşısında duran kıza keskin bakışlarından bir kaçını sunuyordu. Masal ise, kim olduğunu tahmin ettiği adama öfkeyle bakıyordu. “ Masal, bu deden.” Dedi keyifli bir sesle. Kız, karşısında duran beyaz saçlı ve beyaz sakallı adama bir süre baktı.  Şu an konuşabilmeyi o kadar istiyordu ki. Ona yaşattıklarını, annesinin acılarını bir bir yüzüne vurmak istiyordu. Onlara bunu neden yaptığını sormak istiyordu. O vicdanının bunlara nasıl elverdiğini, hiç pişman olup olmadığını sormak için yanıp tutuşuyordu. En önemlisi bir kalbinin olup olmadığını sormak istiyordu. Ama bunların hiç birini dile getiremiyordu. O yüzden sessizce ağlıyordu. Bu kez kendisine ağlıyordu. İçinde bulunduğu acizliğe ağlıyordu. “ Dedenin elini öp kızım.” Dedi onun tepki vermediğini gördüğünde. Yaşlı adam hiçbir  Ebru belirtisi olmayan gözlerle kıza elini uzattığında, Masal sadece başını çevirmişti. Onun elini öpecek değildi. Ama bu hareket bile yapmak istediklerinin yanında oldukça hafif kalmıştı.  Babası kızın öpmeyeceğini anlayınca bu kez annesine çevirdi kızını. Babasına bakamamıştı. Onu getirdiği yere geri götürmesini söylemesinden kokuyordu. O yüzden destek almak için hemen annesine yöneltmişti kızını. Annesi babası gibi mesafeli davranmıyordu. “Bu senin babaannen.” Dedi. Yine aynı şeyi yapmasını bekliyordu ama Masal tepki vermedi. Bu kadın hakkında hiçbir şey hissetmiyordu. Onun nefreti dedesi ve babası içindi. Yaşadıkları her şeyin suçlusu o ikisiydi. O yüzden onların dışında kimseye öfkeyle bakmıyordu.  Baksaydı da babaanne için bir şey ifade etmeyecekti. İki kolunu da açıp kıza sardığında, Masal bir süre tepkisiz kalmıştı. Daha fazla dayanamamış bu sıcak kollara teslim olmuştu. Hayır, sarılmamıştı ama başını yaşlı kadının omuzlarına koyup hıçkırarak ağlamıştı. “ Tahir, neden hiç konuşmuyor?” Masal soruyu duyduğunda yaşlı kadının kollarından kendini kurtarmış ve soruyu soran kadına dönmüştü. “ Şok geçirmiş abla. Geçici bir süreliğine konuşma yetisini kaybetmiş.” “ Ah benim kuzum.” Babaanne yeniden kızı kendine çektiğinde biraz önce ki kadar kızgın davranmamıştı ona. Bir süre daha kadının sarılmasına izin verdikten sonra yeniden geri çekilmişti. Babası bunu fırsat bilerek yeniden başka bir tarafa yönlendirdi onu. Bu kez oldukça yakışıklı bir adamın önünde durduruverdi. Bu evde diğerlerine benzemeyen tek kişi de sanırım oydu. Yabancı olduğu, aileye sonradan geldiği belliydi. Kahverengi gözleri, ona uyumlu kısa kesilmiş ve özenle şekillendirilmiş saçları sakallardan arınmış yüzüyle olması gerekenden daha genç görünüyordu. Üzerindeki takım elbiseye bakılırsa, şirkette çalıştığı anlaşılıyordu. Ona sıcak bir gülümseme hediye etmişti. Ama Masaldan karşılık alamamıştı. Yine de pes etmemiş eğilip kızın yanağından öpme gereği duymuştu. Kız, annesi gibi ona da tepki vermemişti. Sakinlikle karşılamıştı. Öfkesinin kaynağının babası olduğunu bu sayede diğerleri de anlamıştı. Eniştesi olduğu söylenmişti ancak yanlış da anlamış olabilirdi. Sonrada yanındaki güzel kadına döndü. Omuzlarına kadar gelen sarı saçları, mavi gözleri ve güzel bir yüzü vardı. Babasına oldukça benziyordu. Tek farkı onun kadın olmasıydı. Üzerinde lacivert dizinde biten kolsuz bir elbise vardı. O da diğer adam gibi eğilerek kızı öpmek istemişti. Masal bu kadına da izin vermişti. Halası olduğunu bu gün öğrenmişti ve hiçbir şey hissetmiyordu. Ona kızması için bir nedeni yoktu. O yüzden kadının ona sarılmasına da öpmesine de sorun çıkarmamıştı. “ Ben kuzenin Sude.” Dedi yüzüne bile bakmadan boynuna sarılan kız.” Hoş geldin Masalcığım. Artık hep birlikte olacağız” dedi heyecanlı bir şekilde. Geri çekilip kızın yüzüne bakabildiğinde karşısında oldukça güzel bir kızla karşılaştı. Aynı babası gibi mavi gözler, annesi gibi kahverengi saçlar bu kıza da miras kalmıştı. İnce uzun fiziği ve sıcakkanlılığıyla bu evde onu istediğini hissettiren nadir kişilerden biriydi. Eğer kalbi acımıyor olsaydı ona aynı şekilde gülümserdi, ama yapmamıştı. Yapamamıştı. Bir daha gülebileceğini bile düşünmüyordu. Bir el elini tuttuğunda başını o yöne çevirip bakmıştı. “ Ben Engin. Kuzeninin. Sude’nin de abisiyim. Seninle tanışmak çok güzel Masal.”Dedi aynı rahat bir ifadeyle.  Masal şu an konuşamaması konusunda oldukça şanslıydı. Bunun gibi bir adama ne diyebileceğini bilmiyordu. Oldukça yakışıklıydı. Koyu renk gözler ve koyu renk saçları vardı. Babasına çektiğini düşünüyordu çünkü bu evde sarı saç ve mavi göz hakimdi. Üzerindeki takım elbiseye bakılırsa onunda eniştesı gibi şirkette çalıştığını anlamıştı. Ona gülümseyen yüzüne ifadesiz yüzle bakmayı sürdürdü.  Sonunda koyu saçlı bir kadının önünde durduğunda, kadının delici gözlerinden onun kim olduğunu anlamıştı. Annesinden sonra gelen ikinci kadındı bu. “ Bu da eşim Seher.”  Kadın istemese de kıza elini uzatmıştı. Ona sarılmaktan daha iyi bir fikir gibi görünmüştü kadına. Eğer kıza soğuk davranırsa şu an büyük tepki toplardı. O yüzden elini uzatmakla yetinmişti. Havadaki elini çekmeden tutması için Masal’ın elini beklemeye başladı.  Aslında onun da bir suçu yoktu. Babası annesini terk etmişti. Onun yüzünden olan bir şey değildi. Zorlukla elini uzatıp kadının elini sıktı. Hemen ardından da hızla geri çekti. Bu kadını sevmemişti. Bakışları kadar dokunuşu da soğuktu. Kendisinden haz etmediğini hiç saklama gereği duymuyordu. O yüzden ondan hoşlanmadığını kendisi de saklamayacaktı. “ Bu da kardeşin  Ebru.” Dedi omuzlarından tutup annesinin yanında duran sarı saçlı kıza çevirerek.  Üzerindeki pembe elbisesiyle oldukça sevimli duruyordu. Kısa saçları yüzünün iki yanında duruyordu. Ela gözleri, en az annesi kadar nefretle bakıyordu. Bu evde pek seveni olmadığını anlamıştı zaten. Ama bunlardan birinin, tanımadığı kız kardeşi olmasını beklemiyordu. Her zaman bir kardeşi olsun istemişti. Yalnız olmaktan nefret ediyordu. Ancak annesi bir daha evlenmemişti ve dolayısıyla kardeşi de olmamıştı. Şimdi kardeşi vardı fakat kendisinden pek haz etmiyordu. Ama kız kardeşinin aksine iki kol boynuna dolandığında şaşırdığını inkâr etmemişti. “ Hoş geldin abla. ” Neye uğradığını şaşıran kız tepki vermekten acizdi. Onun konuşmayacağını anlayan çocuk devam etti.”Ben Murat. Senin küçük kardeşin...” Dedi oldukça neşeli bir sesle. Geri çekilip genç çocuğa baktığında aynı babasına benzeyen yakışıklı bir genç duruyordu. Mavi gözleri gülümsüyor, uzun sarı saçları yüzüne dökülüyordu. Kendisine abla demeseydi onun kendisinden küçük olduğuna inanmazdı. Oldukça yapılı görünüyordu. Ve şimdiden bu kadar yakışıklıysa ilerde nasıl bir şey olacağını merak etmeye başlamıştı bile. En azından kardeşlerinden biri onu seviyordu. Bu da bir şeydi. “ Torunumu bırakın da dinlensin.” Dedi babaannesine ait olduğunu düşündüğü ses. Arkasına dönmemişti. Hala ona gülümseyen kardeşine bakıyordu. “ Ablamı odasına ben götürebilir miyim?” diye sordu babasına. Babası bunu onaylayınca sevinçle kıza elini uzattı. Masal bir süre kendisine uzatılan ele bakakalsa da, onu kırmak istemedi. Kardeşi oldukça hevesli görünüyordu. Ne kadar faklı anneleri olsa da sonuçta kardeştiler. Elini yavaşça uzattı.  Kardeşinin elini tutup kendisini yönlendirmesine izin verdi. Çocuk gülerek onu kalabalığın arasından çıkardığında oldukça memnun olmuştu. Tanımadığı hatta sevmediği insanlarla bir yerde durmaktan sıkılmıştı. Murat onu ahşap merdivenlere yönlendirdiğinde, iki kat yukarıya çıkmışlardı. Merdivenlerden çıkarken hiçbir yere bakmamıştı. Ne evi merak ediyordu ne de nerde yaşayacağını. O sadece annesini merak ediyordu. Üşüyor muydu? Yalnızlıktan sıkılmış mıydı?  Onu özlemiş miydi? Geri dönmek istiyor muydu? Onun için tek önemli şey buydu. Hayatını kendisi için feda eden annesiydi. Onun haricinde hiç kimse umurunda değildi. Sonunda durduklarında başını kaldırdı. Büyük beyaz bir kapının önündeydiler.  Murat, ablasının elini bırakıp kapıyı açtı. Onun yanından geçip içeriye girmesini bekliyordu ama ablası hareket etmemişti. Öylece kapıya bakıyordu. Onun hareket etmeyeceğini anlayınca kolundan tutup odasına girmesini sağladı. Masal, odaya girdinde küçük çaplı bir şaşkınlık yaşadı. Bu evin büyük olduğunu biliyordu ama kendine bu kadar büyük bir oda vereceklerini hiç düşünmemişti. Sonuçta istenmeyen biriydi. Annesi ve kendisi aile kararıyla yok sayılmıştı. Şimdi buraya getirilmekle kalmamış bir de kocaman bir oda verilmişti. Ailenin hareketlerindeki tezatlığı aklı almıyordu. Bu olanların sadece annesiyle bağlantılı olması canını yakıyordu. Yıllarca yok sayılmış, yoklukla yaşamıştı. Annesi ölür ölmez bir anda lükse kavuşmuştu. Bu onlardan daha fazla nefret etmesine neden oluyordu. Odaya göz atmaya devam etti.  Annesinin ölümüyle kavuştuğu hayata bakıyordu. Hemen hemen kendi odasının iki katı kadardı. Oldukça da zevkli döşenmişti. Gri duvarlar ve beyaz eşyalar oldukça uyumlu görünüyordu. Bir duvar kocaman kitaplıkla kaplıydı. Bir kısmı doluydu ama diğer yerleri oldukça boş görünüyordu. Bunu bilerek mi yapmışlardı yoksa öylesine yapılmış bir şey miydi emin olamadı. Kendisini hiç tanımayan insanların kitaplardan hoşlandığını bilmesi garip olurdu zaten. Kuzey tarafındaki duvar camla kaplıydı. Camdan dışarısını izleyebilmek için konulmuş mor bir koltuk duruyordu. Camın diğer tarafında bir çalışma masası vardı. Üzerinde bir tablet, oldukça iyi bir markanın telefonu vardı. Onları umursamadı bile. Diğer duvarın dibinde büyük bir yatak duruyordu. Üzerinde mavi saten bir nevresim takımı vardı. Yastıkları saymıyordu bile. Karşıda başka bir kapı vardı.  Kapının hemen yanında büyük bir dolap duruyordu.  İçinde ne olduğunu merak bile etmedi. Şu an tek isteği uyumaktı. Uyumak ve her şeyi unutmak…  Devasa yatağı boş geçemedi. Yatağa uzanıp gözlerini kapattığında, bir anda üzerine bir şey ötürüldü. Gözlerini açtığında kardeşi üzerine bir pike bırakıyordu. İşte o an gözünden bir damla yaş süzüldü. Annesi gibi, biri onun üzerini örtüyordu. Bir daha kimsenin bunu yapacağına umudu yoktu. Bu evde hiç yokmuş gibi yaşayacağına o kadar emindi ki bu, ani ilgi onu duygulandırmıştı. “Ağlama abla. Sen yalnız değilsin. Anneni kaybettiğin için çok üzgünüm. Ama biz varız artık. Biz seni hiç yalnız bırakmayacağız. “ dedi yumuşak bir sesle. Onun hala kendinden küçük olduğuna inanmıyordu. Söyledikleri küçük bir çocuğun söyleyeceği şeyler değildi. Ama nedense iyi hissettirmişti. Birinin onu sahiplenmesi iyi hissettirmişti. Yalan da olsa yalnız olmadığını duymak yaralı kalbine iyi gelmişti. Konuşamadığından ağlayarak ona karşılık vermişti.  Konuşabilseydi de ne diyeceğini bilmiyordu. O yüzden bu durumu sevmeye başlamıştı. Bazı şeyler dışarıya çıkmak için içini yakıp yıksa da konuşamaması daha iyiymiş gibi hissediyordu. Öfkeye karşı vereceği onlarca yanıt vardı ama şefkate vereceği ne bir cevabı ne de bir tepkisi vardı. Bu onun beklemediği, hiç beklemeyeceği bir durumdu.  Ebru ve şefkat kelimeleri annesiyle beraber gömülmüştü. Kardeşi daha fazla durmayıp onu yalnız bıraktığında sadece uyumak istediğini bir kez daha hissetti. Gözlerini kapatıp bunların bir kâbus olduğunu, birazdan uyanıp annesine sıkıca sarılacağını düşündü. Ve sonunda uyumuştu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD