Görüntü kaygısı yaşayan bir insan olarak her yıl stil değiştirirdim. Muhakkak kahkül keser, ara sıra kat attırır, bazen simsiyah olmasına rağmen başka renkler denerdim.
"Lenslerimi getirir misin?"
"Hemen efendim."
Yine de bir türlü memnun kalmazdım kendimden. Çevremdekilerin görüntüm hakkında ettiği hoş sözler de ikna etmiyordu beni. Yalan söylediklerini düşünüyordum hep.
Günün sonunda, yine ayna başında memnuniyetsizce süzüyordum kendimi.
Giydiğim krem rengi gömleğin yakasını düzelttim. Eteğin altına giydiğim ultra ince siyah çorabı yırtmadan yukarı çekerken "Arabayı hazırlasınlar." diyerek Betül'e komut verdim.
Telefonla şoföre ulaşan Betül; erkenden kalkıp evime gelir, kahvaltıya teşvik eder ve günün sonunda dosyadaki tüm görevleri yerine getirmemi sağlardı. O yetenekli bir asistandı. Numaralı gözlüklerine çeşitli çerçeveler bulur, çoğu zaman at kuyruğu yapardı düz saçlarını.
"Arabanız hazır. Artık çıkabiliriz."
Çalışanların görüntülerindeki düzene de dikkat eder, onların stillerine karışmadan edemezdim.
"Önünü ilikleme, cekette potluk oluşuyor." evden çıkarken onu durdurup düğmesini açtım. "Böyle daha iyi..."
Bir başkasının benim giyimim hakkında konuşmasına tahammül edemezdim. Ancak onlar bana alışmıştı. Üstelik kalplerini kırma amacıyla yapmadığımı da biliyorlardı.
*
Şirkete ulaştığımızda ilk işim Uygar'ı bulmak oldu. Kat'i suretle bugünkü yakın koruma seçimine girmesine izin vermeyecektim.
Ofisinde harıl harıl dosya incelerken, onu dikizleyen asistanının masasına vurdum kapı tıklar gibi.
"Ah, Mine Hanım, fark etmedim geldiğinizi."
"Belli... Dalmışsın şöyle ofise doğru. Ne varsa artık o yönde."
Gülerek söylediğim söze karşın başını eğdi utanarak. Bütün çalışanlarımla özel ilgilenmek hayat felsefemdi. İyi çalışanlar, ilgili bir patronla performanslarının tamamını ortaya koyarlardı.
"Müsait mi bu delikanlı?" Uygar'ı gözlerimle işaret ederken cevap verdi asistanı.
"Evet efendim, girin lütfen."
Kapıyı açmadan önce gözüme takılan kalemliğe yöneldim.
"Hediye mi bu?"
Sarışın asistan başını iki yana salladı.
"At gitsin o zaman. Ya da al ve başka renge boya."
Mavi renge olan nefretimin hafife alınmasına müsaade edemezdim. Elimi omzuna koyarak yakın temasta bulunup sıvazladım.
"Kolay gelsin."
"T-Teşekkür ederim. Sağ olun Mine Hanım."
Mavi...
Lacivert, gökyüzü mavisi, parlament, saks...
Kâbuslarımdan uyandıracak kadar nefret ediyordum bu renklerden. Başımı göğe kaldırıp bakmaktan imtina ediyordum.
Tüm bunların sebebi beni bir iddia uğruna harcayan Kutlu'ydu! Nereden de düşmüştü aklıma şimdi? Sanki bir an olsun çıkıyordu da aklımdan...
Uygar'ın odasına girerken, iş ve arkadaşlığı ayırmam gerektiğini biliyordum. Samimiyetime hiçbir zaman set koymazdım. Hem hayal kırıklığımı bağırıp çağırarak atınca ne geçecekti elime? 10 yıllık dostluğumuzu kaybetmek dışında...
Bana zarar vermek için yapmadığını biliyordum.
Aslında bu ihanete sessiz kalmamın en büyük sebebi de buydu.
"Gü-nay-dın! Günaydın 'takım elbiseli yakışıklı'."
Hitabımı anlamayınca telefonumu çıkararak Kızlar Köşesi isimli blogu açtım ona. Okuduğu başlığı görünce şaşkınca açtı gözlerini.
"Takım Elbiseli Yakışıklının Adını Bilen?"
Yüzünü buruşturdu kendi resmini yaklaştırırken. Kıkırdayarak elinden aldım telefonu.
Sen misin babamla işbirliği yapan, öyleyse biraz kızdırılmayı hak ettin!
"Hazır mısın, okuyorum."
"Bırak şunu Mine. Ne ara çekmişler resmimi? Rahatsız oldum."
"Dursana ya... Dramatikleştirme olayı. Bir grup genç kız tarafından beğenilmenin nesi kötü?"
"Nesi mi kötü?" burnundan soludu ve işine döndü tekrar. "Sana laf anlatmaya vaktim yok huysuz patroniçe. Sen de işinin başına dönsen hiç fena olmaz."
"Bak dinle ama bir! Lütfen ya... Hiç mi merak etmiyorsun?"
Bıkkınlıkla sağa sola salladı başını.
Ama ben biraz... Birazcık... İnatçı bir tiptim. Hem o benim istemediğim her şeyi keyfince yapıyordu. Üstelik dili de bir yılanınki kadar çatallıydı.
Kışkırtıcı tavrımı koruyarak, o istemese de okumaya başladım.
"Sosyetenin gözde bekârı Mine Elver'in, uzun zamandır birlikte çalıştığı adamı bilirsiniz. Görüntü olarak hafızamda ama ismine dair bir bilgim yok. Son zamanlarda ona adeta kapılmış durumdayım! Eğer yolda karşıma çıkarsa, herhalde düşüp bayılabilirim. Belki beni kucaklayıp evine götürür, ne dersiniz?"
"Rüyasında göreceğini yaz."
Dedi kibirli tavrıyla.
"Hah, küstah!" Masasına oturarak okumayı sürdürdüm sesimi inceltip.
"Sizce bu adam gibi kumral erkekler mi, yoksa esmerler mi daha iyi? Bana kalırsa bu adam, esmer erkekleri beğenenlerin fikirlerini bile değiştirir."
Seslice gülerek okuduğum yazıdan rahatsızlık duyunca, elinin tersiyle vurdu telefonuma. Yere düşmeden dizimde yakaladığım telefonu kucağıma bastım.
"Yeter artık Mine, istemiyorum diyorum sana!"
Ne diye böyle gergindi ki?
Sinirli olması gereken kişi bendim! Hangimiz ihanete uğramıştık? Hangimizin içmesi gereken bir poşet ilacı vardı? Hangimiz ruh hastasıydık, hadi ama!
"Ne vuruyorsun ya? Seninle şakalaşamayacak mıyım?"
Aynı şekilde ben de onun eline vurdum.
"İstemiyorum, dediğimde dur yeter! Bunları bana okuma! Başka kadınların... Başka kadınların fikirleriyle ilgilenmiyorum."
Bana olan ilgisinden dolayı incinebileceğini göz önünde bulundurmamıştım.
İzin versem, müsaade etsem bir anda söyleyebilirdi içinde tuttuğu her şeyi!
Kısa bir süre göz teması kurarak ağzından atacağı baklayı bekledim. Belki, bir ihtimal babamın bugünkü planından bahseder; yahut daha kötü ihtimalle bana bir itirafta bulunur diye korktum.
Yüzleşmekten nefret ediyordum çünkü.
Sorunlardan kaçmak, sonra da gece yattığımda, neden böyle söylemedim ki, diye dertlenmek beni daha mutlu ediyordu.
"İyi. Böyle öfkeliysen, bugün izin veriyorum sana, evine git ve dinlen."
Kağıtlara döndü tekrar. Kaygısız!
"İşlerim var, gidemem. Yakın koruma seçilirken orada olmalıyım."
Seni sarı tilki! Uyanık herif... Ben sana seçtirir miyim kendi korumamı? Kim bilir babam nasıl bir arma göndermişti başıma? Belki her cümlemi yetiştirecek belki de şirkete farklı elden iş getirecekti.
"Hımm..." bacak bacak üstüne atarak geriye yaslandım hafifçe. "Sana gerek kalmadı ama."
Çenemden yorulmuş gibi bir hâli vardı. Oturuşumu boydan boya süzerek iki yana salladı kafasını.
"O neden?"
"Çünkü ben seçeceğim. Kendim, sensiz yani delikanlı."
"Saçmalama lütfen, insanlar hakkında fazlasıyla toysun Mine. Bu seçimi sana bırakamam."
Bahanesi de muydu yani? Son derece geçersiz.
Üstelik şirketimdeki bir casus olmasına rağmen, fazla işkolikti! Resmen tavrıyla kovuyordu beni odasından.
Gülerek kalktım masadan. Oturduğum yerin sıcaklığına elimi koyup sağa yatırdım başımı.
"Benim değerli arkadaşım... Ne kadar da hassassın bana karşı. Ama emin ol lisedeki o alık kız değilim artık. Bu yüzden endişelenme."
Beni ciddiye almıyordu. Kağıtlarla ilgilenmeye devam ediyordu Uygar.
"Endişelenmeyeyim mi?" güldü sinsice. Kafasından hangi skandalım geçiyordu kim bilir? "Peki, pekala patron, sen ne dersen odur."
Alay konusu olmuştum şimdi de!
Madem onu toplantıya almayacağıma inanmıyordu. Öyleyse bizzat o an şahit olacaktı, kapıdan nasıl kovaladığıma.
"Patronunsam eğer sözümü dinleyeceksin Uygar!"
Gülüşü iyice arttı yüzünde. Ne düşünüyordu yine? Böyle tuhaf gülüşler attığı zaman kendimden şüphe ediyordum.
"Çok korktum, biri hemen güvenliği çağırıp bu tehlike saçan kadını alsın yanımdan."
Bağdaş yaptım kollarımı ve son defa baktım dalgacı suratına. Beni gerçekten de ciddiye almıyordu bu herif!
Herhalde şirketi benim kurduğumdan, onu işe alanın ben olduğumdan habersizdi beyefendi!
"Şu tavrına pişman edeceğim seni!"
Dedim ve odasını adeta terk ettim.
Uygar'ın öğrenemediği pek çok şey vardı. Bunlardan biri de ne zaman beni küçük görse, onun canını yakacağım gerçeğiydi.
Dostluk başka, iş başkaydı!
Neticede bu benim değil; onun meşhur sözüydü.
*
Masama bırakılan hediyelik çikolata, kozmetik ürünü ve çiçekleri ittirdim elimin tersiyle.
"Neden doldu masa yine?"
Asistan gergince ovuşturdu ellerini. "Mine Hanım, bunlar markaların gönderdiği hediyeler."
Bilmiyor muydum sanki? Demek istediğim bunların çoktan masadan kaldırılması gerektiğiydi.
Yüzüne manidar bir tavırla bakınca yutkundu.
"Özür dilerim, hata mı yaptım?"
"Ah, Betül... Bazen öyle şaşkın oluyorsun ki kızamıyorum sana." masadaki dosyaları önüme çektim. "İş görüşmesini başlatalım artık."
Şaşkın minik gözlerini kırpıştırarak sordu: "Ama efendim, henüz mülakat saati gelmedi ki."
"Öyle mi? Ben tam 9'da başlıyor sanıyordum."
"Hayır efendim, 10 diye kararlaştırılmıştı."
"Kapıda bekleyen var mı peki?"
Sorumla birlikte hızlı adımlarla kapıya ulaştı. Açıp dışarı baktıktan sonra aynı hızlı adımlarla karşıma geçti.
"Sekiz kişi var Mine Hanım."
Sesli bir şekilde gülerek koltuğuma oturdum. "Saydın mı elinle teker teker?"
Şaşkın ifadesini koruyup başını salladı. "Saydım."
Masanın üzerinde duran listeyi ters çevirerek isimleri kapattım. Hiçbir şeyi öğrenmek istemiyordum. Her şeyi bizzat görüşmeye gelenler tarafından bilmek istiyordum. Onların kendilerini tanıtmasıyla karar kılacaktım.
Duruşumu dikleştirerek seslendim Betül'e.
"Evet, ben hazırım! Yeni iş arkadaşımı görmek için sabırsızım." oturuşumu dikleştirip koltuğumu yükselttim. "Çağır ilk kişiyi."
"Hemen efendim!"
Koşuşu o kadar sevimliydi ki, bazenleri bir pengueni andırıyordu. Arkasından gülümseyerek baktım Betül'ün.
İçeri geri döndüğünde, beraberinde uzun boylu ve zayıf bir adamla geldi.
Tebessümle ona baktığımda, gözlerinin son derece boş ve durgun baktığını gördüm. Madde kullanır gibi bir hali vardı. Ya da ben insanlar hakkında böyle ön yargıda bulunmayı seviyordum.
"Evet, tanıyalım sizi."
"Ben İhsan." dedikten sonra koltuğa kambur sırtıyla oturdu. "Yirmi üç yaşındayım."
"Sizce de yaşınız bu iş için genç değil mi?"
"Genç mi?" dudak büktü ve kendini gösterdi. "Beni sınayabilirsiniz işimin ehliyimdir."
"Herhalde burada uygulamaya dökmeyeceksiniz, değil mi?"
Betül'ü işaret ederek ciddi bakışlarıyla sordu: "Bayanla deneyebiliriz."
Çekingen Betül birkaç adım geriye gidince, bu adamdan bir an önce kurtulmamız gerektiğini anladım.
"Ah, pekala... Bu kadarı yeterli."
"Ne! Daha doğru dürüst bahsetmedim bile kendimden!"
Durduk yere agresifleşen bu adama ümit vadetmeyen cümlelerle veda ettik. Söylene söylene çıkarken alnımdan süzülen teri sildim. "Neydi bu böyle? Resmen kanım dondu."
"İşinize karışmak gibi olmasın ama Uygar Bey de yanımızda olsaydı, daha güvende hissetmez miydik?"
"Bana güvenmiyor musun Betül? Aşk olsun. O kumral delikanlıdan daha iyisini yapabilirim."
Kıkırdayarak örttü ağzını. Ayakta dikilip durmasına kızıyordum. "Sıradaki kişiyi çağırabilirsin. Sonra da şu koltuğa otur lütfen."
"Hemen Mine Hanım."
Kapıya yönelip sıradaki kişiyi çağırdı. Bu defa gelen adam ayakta olduğu halde neredeyse koltukla aynı boydaydı. Evet, bizim koltukların pek küçük olduğunu söyleyemezdim ama... Nereden baksam benden kısa gibiydi.
Ayağa kalktım sakince.
Adamın yanına giderek çaktırmadan ölçtüm boyumuzu. Benim 168 olduğumu düşünürsek... Ki topuklularla 171'imdir. Kesinlikle bu adam 165'ten uzun olamazdı.
"Bir sorun mu vardı?"
"Elbette hayır!" gülerek verdiğim cevabın ardından yerime oturdum.
"İş tecrübeniz var mı?"
"İlk kez yakın koruma işine başvurdum ama çok çabuk öğrenirim."
Güzel bir bahane olmuştu bana. "Ah, üzgünüm... Aradığımız kriterlerde iş tecrübesi de vardı."
Pek endişe etmiş gibi durmuyordu genç adam. Etrafı süzdü ve başıyla selam vererek çıktı odadan.
İki elimi yanlara açıp Betül'e baktım. "Görüyor musun? Ne güzel hallediyorum, bak!"
"Sıradaki!" diye bağırdığımda, kapı aniden açıldı ve içeriye Uygar girdi.
Elleri belinde, öfkeden dönmüş gözleriyle baktı bana. "Bu ne demek oluyor şimdi Mine?"
"Asıl bu ne demek oluyor Uygarcığım?" masanın üstündeki kağıdı buruşturup üstüne fırlattım. "Patronunun ofisini böyle basamazsın, her açıdan mantıksız."
"Bu işi dalgaya alman büyük hata Mine!"
"Bence senin, beni ciddiye almaman büyük hataydı Uygar."
Elini öfkeyle başına vurdu. İleri geri yürürken söyleniyordu aynı anda. "Eylemlerinin sonuçlarını hiç düşünmüyorsun. Burada seçeceğin adamın tam nitelikli olması gerek! Nasıl insanların peşine takıldığını unuttun galiba. Ya yetkin olmayan birinde karar kılarsan?"
Dudak büktüm bilmediğimi ifade ederek.
"Onu da ben düşüneyim değil mi?"
"Kahretsin Mine! En azından yanında durayım."
Kapıyı gösterdim bakışlarımla.
"Sen ciddisin! Ciddi misin? Çıkayım mı yani?"
Omuz silkerek koltukla sağa sola sallandım. Yüzümdeki sinir bozucu gülümseme, onu iyice kızdırmıştı. Hatta kudurtmuştu demek daha doğru olurdu.
"Evet, çık. Patronun böyle istiyor."
Nefeslenerek öfkesini saçtıktan sonra kapıyı çarparak çıkıp gitti odadan.
İşte böyle!
Siz iki kontrol manyağı yüzünden hayatımı idame ettiremeyecek miydim ben?
Bir yanda babam, diğer yanda Uygar... Üstelik ailemin diğer erkek üyeleri de boş durmuyordu. Abim ve erkek kardeşimin babamdan kalır yanları yoktu. Sürekli mesajla kontrol ediyorlardı beni. Babamla hiç görüşmediğim için kendilerince sahipleniyorlardı beni.
Hele o abim olacak... Ah! O abim olacak dengesiz yok muydu? Hepsinin içinde en çok Kubilay'dan, yani abimden çekiniyordum.
"Çok gergin değil mi?"
Betül'e yönettiğim soru onu güldürdü. Zira ben de sırıtıyordum.
"Epey gergin, kabul et Betül. Merak etme yetiştirmeyeceğim Uygar'a."
Sevimli gülüşünün altında yatan muziplikle başını salladı yalnızca. Bense patron olmanın haklı keyfini çıkarıyordum. Ancak... Bir yere kadar! Tamı tamına on iki kişiyle görüşmüştüm bugün. Dakikalar öyle hızlı geçmişti ki, çoğunun simasını hatırlamıyordum bile.
Hepsinde bir tuhaflık bulduğum için artık Uygar'ı yanımdan kovalamanın neredeyse bir hata olduğunu düşünecektim.
"Sıradaki gelsin."
Bıkkınlıkla salladım elimi. Günün kaçıncı iş görüşmesiydi bu! Bir tane yakın koruma seçemeyecek miydim bugün?
Asistanım Betül dışarı çıktı ve beraberinde biriyle daha geldi. Bu diğerlerinden daha yapılı olmalıydı ki gölgesi uzundu. Yine olmayacağını düşünüyordum. İlgisiz tavrımın ana sebebi buydu. Ayrıca lenslerim fena halde kurutmuştu gözlerimi. Numaralı gözlüklerime hasret kalmıştım resmen.
Düşüncelerime bir set koymak zorunda kaldım. Zira adam oturmayacaktı sanırım ben seslenmeden.
"Tanıt kendini." dedim yüzüne bakmadan.
Daha önce hiç... Hiç bu hissi yaşamış mıydınız?
Dilim, kulaklarım, gözlerimin kökü... Bütün organlarım sanki kalbe dönüşmüştü. Her yerimin çarpıntı halinde attığını hissettim duyduğum o tok sesle.
"Kutlu Kaan Feza"
Yine halüsinasyon falan mı görüyordum, yoksa... Hayır. Hayır ben haplarımı...
Haplarımı kullanıyordum!
Kutlu Kaan Feza, demişti. Yemin ederim... Yemin ederim ki bu ismi duymuştum.
Yeniden seanslara gidip aynı cümleleri dinlemek istemiyordum. Uzun süredir halüsinasyon görmezken... Şimdi, iş görüşmesinin orta yerinde neydi bu saçmalık?
"Yirmi dokuz yaşındayım..."
Yüzüne bakmak istemedim. Dosyanın yönünü çevirdim ve bu sesi duyup duymadığımı test etmek istedim. Az önce kapattığım listede bu isim... Bu isim var mıydı?
Dosyayı kucaklayarak isim listesini açtım.
Yeniden halüsinasyon görme ihtimalime karşın ellerim titriyordu. Tırnaklarım morararak delirdiğime ikna etmeye çalışıyordu beni!
Listedeki on üçüncü ismin üstüne gelene kadar ter bulaştı kağıda. Sırılsıklam avuçlarımı yumruk haline getirdim gördüğüm isimle. "Kutlu Kaan Feza"
Başımı kaldırıp konuşan adama baktığımda, elimdeki dosya devrildi. Esmer bir serseriyi andıran görüntüsüyle... Karşımdaydı!
Kâbus ya da halüsinasyon değildi. Hele toz pembe bir rüya, asla!
O benim en büyük travmam. En çetin gerçekliğimdi. Çocukluğumda koltukların üzerinde hoplarken sehpaya çarpıp yere devrildiğim anı hatırlamıştım. Karın boşluğuma aldığım darbeyle nefessiz kaldığımı anımsatmıştı onu görmek bana.
Evde koşturmamın korkusundan anneme de söyleyemeyip kendi başıma atlattığım korkunç bir ağrıydı Kutlu, tıpkı o boşluğuma aldığım darbe misali.
Simsiyah kısa saçları, usturayla uzunca bir çizgi çekilen kısım, gözünün hemen altında ve elmacık kemiğinin üzerindeki yara izi, esmere yakın kavruk teni, o teni beyaz kılacak kara gömleği, erkeksi keskin yüz hatlarıyla büsbütün Kutlu'ydu karşımdaki!
Ve kader ikinci bir şans vermişti bana.