Arzulanan Kız

992 Words
Uyarı: Sözlü ve temassal taciz içeren bölüm. Kafayı dağıtmanın günden güne zorlaştığı korkunç bir dönemin içerisindeydim. Firmalar, markalar, bireysel çalışan insanların şirketle işbirliği yapmak için yoğun çaba sarf ettiğini görmek bana gurur veriyordu. Öte yandan yorgunluğumu, kendi iç sesimi daha az işiteceğim gürültülü mekanlarda yatıştırmaya çalışıyordum. "Gelmişsin yine." bu gürültülü mekanlar arasından gece kulüpleri en tehlikelisiydi. "Her defasında reddedilmek utandırmıyor mu seni Pamir?" "Aksine..." derken pis bir sırıtış kapladı suratını. "Daha da hoşuma gidiyor. Kafamda şişe kırmana rağmen hala beğeniyorum seni, bak. Bir şey değişmiş değil." Nereye gidersem gideyim beni bulmayı başarıyordu. Pamir Turhallı, tüm bu mekanların bilindik yüzü, yanında kısa süre vakit geçirenin meşhur olduğu bir züppeydi. Bıkkınlıkla soludum havayı. "Sayende keyfim kaçtı." "Gel şu hücreye geçelim de keyfini yerine getireyim senin." elini bardağıma uzattı ve içtiğim noktaya parmağını sürttü. "Israrcı bir pislik olmaktan ben de sıkıldım. Teklifimi kabul et de kasmadan eğlenelim işte." Sürttüğü parmağını dudaklarına götürerek yaladı. "Namuslu kızı oynuyorsun ama daha önce yanında erkeklerle gördüm seni. Bu geri kafalı kuralların sadece bana mı? Sorduğu soruyu onaylamak üzere başımı salladım. Fakat gözlerim başka yerdeydi. "Ha, yaptığın şey naz ya da cilveyse güzel. Aksi halde canım sıkılırsa sonuç senin de hoşuna gitmez küçük patron." Aylardır ne yaptıysam düşmemişti yakamdan. Üstelik sosyetenin gözbebeğiydi bu adam. Ailesinin başına gelecek belalardan da çekinmiyordu. Tacizleri sıklaşınca, artık kendi kendimi koruma altına almam gerektiği gerçeğiyle yüzleşmiştim. Yarın bir yakın korumaya sahip olacaktım. Daha doğrusu şirketin güvenlik bürosu tarafından bizzat değerlendirilerek seçilecekti. "Uzak dur benden." bardağı onun önüne ittirerek beraberinde bir de para bıraktım masaya. "İğrenç parmağını bana dokundurmaya teşebbüs etme sakın." "İşte bunu seviyorum, anlıyor musun?" bardaktaki içeceği tek hamlede dikti kafasına. Elinin tersiyle dudaklarını silerken ekledi. "Benden korkmuyorsun." Histerik, sessiz bir gülüşle iki yana salladım başımı. "Kendini bir şey sanma. Bu tavrım sana özgü değil. Senin gibi onlarcası var. Hiçbirinizden korkmuyorum Pamir." Gözleri parladı ismini anınca. Elini gömleğinin yakasına koyup hafifçe çekiştirdi aşağıya doğru. Başını kaldırdığında adem elması hareket etti yutkunduğunu anlatır nitelikte. Sanki bir yangın peyda olmuştu boynunda, boğazında. Kıpkırmızı kesilen suratını dışarıdan biri göre utandı sanardı. "Evet, çok hoş. Neredeyse alev alacağım. İsmimi ezberlemen iyi olur. Senin o küçük, dolgun dudaklarından bunu işitmek titretti beni..." Kesinlikle iflah olmaz bir sapıktı! "Ama yanıldığın bir konu var..." Dudaklarını diliyle ıslatarak sürdürdü sözünü. Ela gözleri edepsizce süzüyordu dudaklarımı. "Benden korkman gereken zaman geldiğinde sana acımayacağım Mine. Gözünden yaş aktığını, benim için eriyip bittiğini görene kadar geleceğim ardından." İma ettiği sapıkça, hastalıklı fikre yüzümü buruşturdum. "Böyle bir an asla gelmeyecek. Senin gibi züppelerin çirkin teklifleriyle ilk defa mı karşılaştım sanıyorsun?" Esmer tenli, ela gözlü bir adamdı. Aslında esmerliği yazın fazla bronzlaşmaktan olduğu da belliydi. Arkadaki kadınların gözü üzerindeydi. Ancak pes etmeden bana asılmaya devam ediyordu. "Benim kadar tehlikelisiyle evet." Bir erkeği tehlikeli kılan neydi? Eliyle yaptıkları mı, yoksa dilinden çıkan yıkıcı sözler mi? İkisini birden yaşayan biri olarak hiçbir erkeğe güvenim kalmamıştı. Bunun müsebbibi belliydi. Bir yürek katili... Lise çağındaki genç bir kızın aşka dair bütün inancını öldüren aşağılık herif! Düşüncelerime bir ara vermek zorunda kaldım karşımdaki adamla. Zira ne vakit o mavi gözleri düşünsem gardımı kaybediyordum. Yüzüme doğru yaklaşarak kıstı gözlerini. Alnına düşen birkaç tel saçı üfürerek kaldırdı havaya. "Saçlarına oranla yüzün bembeyaz ruh gibisin. Bir manken gibi uzun da değilsin. Ama şu gözlerin yok mu... Nasıl böyle büyük ve karalar? Yakından bakan her or*spu çocuğunu kıskanıyorum. Benim olman gerek. Benim olmalısın. Bana ait olursan, söz veriyorum bu s*kik hayatıma çeki düzen vereceğim." Biri gözlerime iltifat ettiğinde, bu sapık herifin söylediğinden bağımsız, kendimi özgüvensiz hissediyordum. "Lüzumsuz değerlendirmeni kendine sakla, iğrençsin." Yutkunarak kaçırdım bakışlarımı ondan. Konuyu alelacele değiştirmek istedim. "Hem... Nasıl kapatabiliyorsun şikayetlerimin üstünü? Kimsin sen? Herkesi böyle sıkıştırarak elde edeceğini sanıyorsan, büyük bir hata yapıyorsun." ayağa kalktım ve çantamı elime aldım hızlıca. "Evime çamaşır göndermek de neyin nesiydi?" Dediğim hiçbir şeyi dinlememişti. Son cümle hariç. Erkeklerin hepsinde mi vardı bu huy? O kadar konuşmaya rağmen sadece son cümleyi işitip ona cevap vermek. "Beğenmedin mi? Mavi sana yakışır diye düşündüm. Vücudunu hayal etmek zor değil." "Mavi..." bana hiç yakışmamıştı. Mavi bana kendini yakıştıramamıştı aslında. "...en nefret ettiğim renktir. Sapıklık yapacaksan birkaç bilgiye sahip ol en azından. Hiç mi duymadın şirketimde dahi bu rengi kullandırmadığımı?" Çantamın taşlı kısmıyla sırtına sertçe vurdum. İnleyerek gülerken sıvazladı vurduğum yeri. O esnada dengem kaybolmuştu alkolün tesiriyle. "Beni kışkırtma. Seni daha fazla araştırmaya teşvik ediyorsun." Tiksinerek baktım bronzlaşmış yüzüne. Mideme öyle bir kramp giriyordu ki, biraz daha zorlasa üzerine kusabilirdim. "Yarından sonra tekrar karşıma çıkabilecek misin, bakalım." "Niye öyle dedin ki?" Ağzını yaya yaya konuşuyordu küstah. Burada daha fazla duramayacaktım. Sorusuna cevap vermeden mekana birlikte geldiğim iş arkadaşım Uygar'ı aradım. İsim değiştirmek konusunda benden kalır yanı yoktu onun da. Kutlu tarafından terk edildiğim gün, elimden tutup beni kaldıran Uygar'dı. Daima dalgalı kumral olan saçları ensesine geliyordu Uygar'ın. Rüzgarda savrulurken saçları tutam tutam; Kutlu'yla aramızda olanlara şahitlik ettiği için de mahcuptu. "İyi misin? Canın yandı mı?" Diye sormuştu endişeyle. Bense tek kelime etmeden tutunmuştum eline. O gün bugündür yıllar bizi pek çok dertte ortak etmiş, hayat tecrübelerimizi benzer kılmıştı. Bu şirketi elde ettiğimde, yanımda çalıştıracağım yegane isimdi o. Tabii lisede kullandığımız isimleri, geçmişlerimizle beraber çöpe atıp yeni isimlerimize sahip çıkmıştık. Uğurcan ve Münevver değil; Uygar ve Mine'ydik artık. "Ne demek istedin Mine, nereye gidiyorsun?" Pamir'in arkamdan koşuşunun adım seslerini işitebiliyordum. Beni geren bu durumu aşmak üzere koridora kadar hızlandım. Takip edilmenin verdiği kaygıyı sadece bu şüpheye bir defa dahi olsa düşenler anlardı. Nabzın tavan yaptığı, boğucu bir kaçıştı bu. Her an ensemde hissedeceğim soğuk elin yapabilecekleri ürpertiyordu beni. Karanlık koridora ulaştığımızda daha fazla koşamadım alkolün tesirinden. Tek elimi duvara dayayarak soluklanırken, bir eşya gibi savurarak kendine çekti bedenimi ve arkadan sarıldı belime. "Eğer uysal olsaydın bu kadar hoşuma gitmezdin. Beni böyle cezbeden hırçınlığın..." Fısıltısını kulağıma verip iyice bastırdı kendine. Arzusunu hissedebilmiştim temasıyla. Sürtünerek beni hapsettiğinde dönen başımı eğdim toparlanabilmek için. Nafile bir çabaydı sanki. Orantısız bir güç uyguluyordu belime. Tiksinti midemi kıvrandırırken, ağzıma kadar geri gelen içkiyi yutmak zorunda kaldım. "Hadi karşı çık... Vur bana. Isır, kopar! Diren biraz daha... Bu sadece daha çok hoşuma gidecek Mine."
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD