1. BÖLÜM
BU KURGUM İLK YAZDIĞIM HİKÂYELERDEN.
KALEMİM ACEMİ VE HATALARIM VARDIR BİLGİNİZ OLSUN.
KEYİFLİ OKUMALAR.
Nefes nefese ormanın derinliklerinde koşmaktan kan ter içinde kalmıştım. Benim burada ne işim vardı? Kulağıma uğultular geldikçe yüreğim yerinden çıkacak gibi oluyordu... Ayaklarım çalılıklara dolaşması sonucu, çamurlu bir çukura düştüm. Bitmişti, yolun sonundaydım, kaçışım yoktu. Suratımı çamura gömüp boğularak ölmek istedim. Onun varlığını sırtımda hissedince nefes almayı kesip gitmesini bekledim. ''Allah'ım ölmek istemiyorum yardım et bana,'' diye avazım çıktığı kadar bağırdım. Çıkardığı hırıltılı sesler kulağımın dibindeydi. Ağzından akan salyalar saçlarımın üzerine damlıyordu. Sivri çenesi adeta yüzüme değiyordu. Korkarak başımı yerden kaldırıp onun keskin mavi gözlerine baktım... Adeta keskin dişleriyle beni parçalamak ister gibiydi. Başını gecenin karanlığında göğe kaldırıp uludu...
Kalbim küt küt atıyor mu? Gözlerimden yaşlar akıyor mu? Hiçbirinin farkında değildim. Bitmiştim, birazdan bu kurdun yemeği olacaktım. Başını indirip yüzümle aynı hizaya geldi. Gözleri gözlerimi adeta delip geçiyordu... Ağzını açınca çığlık atıp kaçmaya çalıştım. Dilini yanağıma yaklaştırıp yüzümü yalamaya başladı... Ne oldu şimdi, parçalamayacak mı beni? Değişen yüzü küçük dilimi yutmama sebep olacaktı... Kurt kafası insan görünümüne dönmeye başlıyordu. Çıldırıyorum ben, gördüklerim ne böyle?
"Nora! Nora!"
Göğsümün ortasında hissettiğim sancıyla, yatağımdan sıçrayarak gözlerimi açtım. Elim ayağım titriyordu. Rüya mıydı? Gördüklerim bir rüya mıydı? O kadar gerçekti ki. Rüya gördüğümü anlayınca bir nebze içim rahatladı. İlk defa bu kadar gerçekçi bir rüya görüyordum. Sanki olayları birebir yaşıyormuş gibi hissettim. Annemi daha fazla telaşlandırmamak için, zoraki tebessüm edip yanağını öptüm.
"Duş alsam iyi olacak anne!"
Annem gülümseyip, "Tamam yavrum, sen duş al biz babanla seni bekliyoruz." dedi.
"Siz kahvaltınızı yapın anne, ben beş dakikaya gelirim..."
Annem içimi ısıtan sıcacık gülüşüyle, yanağımı okşayıp alnımı öptü. "Tamam kuzum. " Odadan çıkınca ben de yataktan çıkıp doğru banyoya yöneldim. Gördüğüm rüya beni çok etkilemişti, bedenim de sanki kurdun dokunuşlarını hissediyordum.
Üzerimde garip bir ürperti vardı ne kadar rüya olduğunu kendime hatırlatsam da korkuyorum. Banyoya girdiğimde soğuk suyu açıp altına girdim. Buz gibi subaşımdan aşağı akarken rüyayı unutmaya çalıştım. Büyük bir ihtimal bu aralar fantastik kitap okuduğum için etkisinde kalmıştım.
Başımı iki yana sallayıp suyu ılık yaptım. Sadece bir rüya düşünme Nora.
Bedenim rahatladığında suyu kapatıp dolaptan bornozu aldım. Banyodan çıkmadan saçlarımı kurutup odama geçtim. Dolabın kapağını açtığımda bebe mavisi tişörtümle beyaz pantolonumu alıp giyindim.
Bir senedir beklediğim öğretmenlik atamam gerçekleşmişti. İlk görevimi Mardin Midyat'ta yapacaktım. Bilmediğim bir şehirde farklı bir kültürün içinde yaşayacaktım. Her zaman pozitif biri olduğum için insanlarla iyi anlaşacağımı düşünüyordum. Bunun heyecanıyla evin içinde avare gibi dolaşıyordum. Umarım gittiğim şehirde her şey güzel olurdu.
Saçlarımı toplayıp beni bekleyen ailemin yanına geçtim. Babamla annemi öpüp, "Afiyet olsun," diyerek masaya oturdum. İkisi de benim her şeyimdi. "Sana da güzel kızım," dedi canım babam. Kırışmış ellerini öpüp cam gibi parlayan mavi gözlerine baktım.
"Bu akşam gidiyorum, bundan sonra annemle beraber baş başa kalacaksınız.''
Babam dolan gözlerini anneme çevirip üzgün bir şekilde gözlerine baktı. Annemin dudakları titremeye başlayınca, masadan kalkıp ona sarıldım.
"Eğer siz böyle yaparsanız ben çok üzülürüm, gitmem bakın..."
Onları üzgün görünce gözlerim doldu.
"Kızım sen bize bakma, annen otuz beş, ben kırk yaşımda seni kucağımıza aldık. İkimiz de sana geç kavuşmuşken ister istemez üzülüyoruz."
Babamın yanına oturup yumuşacık yanağını öptüm.
"Babacığım ben sizi görmeye geleceğim, biliyorsun değil mi? Hem siz de annemle gelirsiniz yanıma."
Onların da benimle gelmelerini o kadar çok istiyordum ki. Ama babam İstanbul'dan başka şehirde yaşayamam diye Mardin'e gelmeyi kabul etmiyordu.
"Arada bir ziyaretine geliriz kızım, seni oralarda yalnız bırakmayız."
"Tamam işte, üzülmeyin bakın kötü oluyorum."
Babamla annem üzüldüğümü anlayıp gözyaşlarını silip güldüler. "Kahvaltını yap kızım." Başımı sallayıp uzun bir süre evimde olamayacağım için son kez bu mükemmel kahvaltıyı yaptım. Sevilmek çok güzel bir duyguydu. Seni düşünen, her zaman arkanda duran bir ailenin olması mükemmel bir histi. En azından benim için öyleydi. Ailem benim için paha biçilmez varlıklardı. Yirmi dört yaşıma kadar geleceğim için bir kere bile verdiğim kararlara itiraz etmemişlerdi. Öğretmen olmak istiyorum dediğimde babam gece gündüz çalışıp beni en iyi okullarda okutmuştu. İstediğim puanı tutturmam için özel dersler aldırmıştı. Dedim ya ailem benim her şeyim... İyi bir nesil, iyi bir gelecek yetiştirmek için onlardan bir süre ayrı kalacağım. Her ne kadar bu duruma üzülsem de bir yandan da beni bekleyen öğrencilerimi düşündükçe, kalbim heyecan ve sevinçten pır pır atıyordu.
Saat beşe yakın bavullarımı alıp odamdan çıktım. Annemle babamın ellerini öpüp onlara sımsıkı sarıldım. "Özleyin beni, tamam mı?" Babam iç çekip saçlarımı öptü. "Kızım ben seni şimdiden çok özledim. Giderken kokunu eve bırak, gelinceye kadar annenle birlikte kokunla yaşarız. "
Gözlerim doldu, ağlamak istemediğim halde yaşlar tane tane damlamaya başladı.
"Annem, babam, sanki bir daha gelmeyecekmişim gibi davranmayın lütfen." Annem saçımı öpüp geri çekildi. "Allah korusun kızım, o nasıl laf! Babanla birlikte sağ salim gelmen için dualar edeceğiz. Minik öğrencilerine iyi bir gelecek için iyi bir öğretmen ol kızım, tek temennim bu!''
''İnşallah annem. "
Duygusal dakikaların ardından, iki katlı evimizden çıkıp babamın vazgeçemediği Şahin arabasına bindik. Araba yolda stop ede ede yirmi dakikalık otogara bir saatte gelmiştik. Biletimi elime alıp Mardin Midyat yazan otobüsün yanına geldim.
"Ayrılık vakti, kendinize bol bol dikkat edin. Beni sürekli arayın olur mu?" Babam, "Her zaman arayacağız kızım. Sen de bizi aramayı ihmal etme." dedi. Otobüsün kalkış anonsu duyulunca ailemle vedalaşıp bavullarımı görevliye teslim ettim. Annemle babama el sallayıp otobüsün içine binip cam kenarına oturdum. Otobüs hareket etmeye başlayınca cama eğilip, "Sizi seviyorum," dedim. İlk kez onlardan ayrı kalacağım için içimi tuhaf bir sıkıntı sarmıştı. Sanki bu yolun dönüşü yokmuş gibi, bir daha onları göremeyecekmişim gibi.
Otobüs otogardan aheste aheste giderek uzaklaşıyordu. Camdan baktığımda ailem görünmüyordu. Gözyaşlarımı silip bakışlarımı dizlerime çevirdim. Yanımda oturan kadın, elini elime uzatıp hafiften elime vurdu.
"Alışırsın, her zaman ilk ayrılıklar insana zor gelir. Zamanla gidip geldikçe eskisi kadar üzülmediğini fark ediyorsun."
Kadına tebessüm edip, "Umarım alışırım," dedim. Sevecen ve anaç halleri çok tatlıydı. On beş saat yolculuğum bu tatlı hanımefendi sayesinde güzel geçeceğe benziyordu.
Havadan, sudan konuşurken bana Mardin'in hangi köyünde görev yapacağımı sordu. Midyat Adaklı köyü deyince gülen yüzü asılıp ciddi bir hal aldı. Onun aniden değişen tavrını anlamayıp, "Bir şey mi oldu?" diye sordum. Başını hayır anlamında sallayıp gözlerini kapadı. Uykusu geldi diye sessiz olup önüme döndüm. Yanıma aldığım kitabımın kapağını açıp okumaya başladım. Kitabın sürükleyici konusuna kendimi o kadar çok kaptırmışım ki, otobüs mola yerinde durunca farkına vardım. Sırt çantamı alıp yanımda oturan ablaya, "Mola verdik, isterseniz inin hava alın. "dedim. Gergin bir sesle, "Teşekkür ederim." dedi. Bana bakmadan yanımdan kalkıp çıkışa doğru ilerledi. Ben de yerimden kalkıp onun peşinden dışarı çıktım. Temiz havayı içime çekip oturmaktan kasılan bedenimi esnetip sağa sola döndüm. Sonra telefonumu çıkarıp babamı aradım. "Kızım?" sesini duyunca gözlerim doldu. "Babacığım ne yapıyorsunuz?" İç çekişini duydum. Kesin annemle odamda oturmuş ağlıyorlardır. Biz hiç ayrı kalmamıştık. "Annenle beraber oturuyoruz kızım. Mola yerine vardınız mı?" Ağladığı o kadar belliydi ki bana yansıtmamak için sesini güçlü tutuyordu. "Evet babacığım, bir şeyler yiyeceğim şimdi."
"Tamam kızım, annenle ikimiz seni kocaman öpüyoruz. Müsait olunca tekrar ara."
"Tamam babam, görüşürüz."
Telefonu kapatıp restoranın içine girdim. Mercimek çorbasını alıp masaya geçtim. Çorbamı içerken etrafı inceliyordum. Şimdiden kendimi farklı bir yerde hissetmiştim. Her zaman güçlü biri olmama rağmen içimde adlandıramadığım bir korku vardı. Otobüste yan yana oturduğum kadın, tuhaf bir şekilde bana bakıyordu. Onun aniden değişen bu tavırlarını anlamıyordum. Ona bakmaktan vazgeçip önüme dönüp çorbamı içtim. Otobüsün kalkmasına yakın hesabı ödeyip restorandan çıktım. Otobüsün içine binip karanlık koridorda adım adım yürüyerek yerime geldim. Yerime oturunca çantamdan kulaklığımı çıkardım. Bu yolculuk müzik dinleyerek geçerdi. Başka türlüsü çekilmezdi. Gözlerim kapalı müzik dinlerken biri kolumu sarstı. Gözlerimi korkuyla açıp hızla yan tarafıma döndüm. Kulaklığı çıkarıp yanımda oturan kadına kaşlarımı çatarak baktım.
"Buyurun?"
"Geri dön."
"Anlamadım?"
"Yol yakınken geri dön. Sakın o köye gitme."
Kısık sesle konuştuğu için ne demek istediğini anlamıyordum. Yüzümü ona yaklaştırıp, "Lütfen biraz sesli konuşun," dedim.
"Anlamıyor musun? O köye gitme. Orası lanetli köy, orada iblis var."
Kaşlarım kendiliğinden havalanmaya başladı. Ne diyordu bu kadın? Paranoyak mı ne acaba?
"İyi misiniz?"
"Ben iyiyim ama sen o köye gidince hiç iyi olmayacaksın. Ben sana söyleyeyim, yol yakınken vazgeç, gitme."
Kesinlikle bu kadının aklından sorunları vardı. Ne laneti? Ne iblisi? Yüzüme acıyarak bakıp başını iki yana salladı. "Sen aklına koyanı illa yapacaksın anlaşılan. Ben seni uyarayım kızım aklına mukayyet ol, yaşın gencecik." Derin nefes alıp elini yüzüme koydu. "İblisten uzak dur." Gizemli konuşması tüylerimi diken diken etmişti. Bu da neydi şimdi? Karanlık otobüsün içinde konuşulacak şeyler miydi? Önüme dönüp çantamdan ince siyah kapüşonumu çıkardım. Hızlıca giyip başımı örttüm. Mümkünse yolculuk sonuna kadar bu kadınla konuşmak istemiyordum. Söylediği şeylerin hepsi hurafe, hangi dönemde yaşıyoruz. Eskidendi o lanetli masallar. Gözlerimi kapayıp müziğimi dinlemeye devam ettim. Güzel şeyler düşünmeye başladım. Öğrencilerimi, yeni yaşayacağım evimi, bunların hepsini hayal ederek gözümün önüne getirmeye çalıştım.
***
On beş saatlik yolculuğumun ardından Mardin Midyat'taydım. Otogardan iner inmez köye gidecek minibüse bindim. Yoğun bir nem vardı, saçlarım adeta enseme yapışmıştı. Minibüsün içi tıklım tıklım doluydu, nefes alıp vermekte zorluk çekiyordum. Ayakta bekleyen insanların bakışları, anlamadığım bir şekilde benim üzerimdeydi. Nedenini deli gibi merak etsem de çenemi tutup hiçbir şey sormadım. Yaşlılar Kürtçe konuşurken gençler Türkçe konuşuyordu. Arkama dönüp öğrenciye benzeyen gençlere, "Pardon Adaklı köyüne ne kadar kaldı?" diye sordum. Minibüsün içi çıt kesildi.
Sanki herkes dilsiz olmuş bakışarak anlaşıyor gibiydiler. Hafif gülüp, "Beni anlıyor musunuz?" diye sordum. Gençlerden biri başını sallayıp ayakta dikilen genç bir adama baktı. Bakışlarımı ben de ona çevirdim.
"Bacım hayırdır? Ne yapacaksın Adaklı köyünde?"
"Ben öğretmenim, tayinim Adaklı köyünde Sancar İlköğretim Okuluna çıktı. İlk kez geliyorum. Daha çok var mı?" Adam başını sallayıp, "İki saat daha yolun var," dedi. "İki saat mi? Ama bana şehre yakın denmişti." Adam bakışlarını camdan dışarı çevirip, "derler," diye fısıldadı. Daha yolun en başında kendimi yorgun hissediyordum. Kimseyle doğru dürüst iletişim kuramıyordum. Gideceğim köyün ismini duyan insanların gülen yüzü bir anda asılıyordu. Ne vardı bu köyde? İçindeki sıkıntıyla camdan dışarıyı izledim.
İki saatin ardından Adaklı köyüne gelmiştim. Minibüsün durduğu yerde bir tek ben inmiştim. İki elimde bavulla kırk beş derece sıcaklıkta, pişerek muhtarlığa doğru yürüdüm. Sokaklarda bir Allah'ın kulu olmaz mı? Nerede bu insanlar? Susuzluktan dilim damağım kurumuş vaziyette, kırık kaldırımın üstüne oturup, dinlenmeye çalıştım. Etrafıma göz gezdirip evlere baktım. Dışları briket tuğlalarından yapılmış hoş bir görüntüleri vardı. Tek fark hiçbir yerde yeşillik göremeyişimdi. Evleri incelerken önümden siyah bir cip geçti. Biraz ileride durup geri geri gelmeye başladı. Umarım iyi biridir bana yardım eder. Cip önümde durunca ayağı kalkıp camına vurdum. Siyah cam açılmadı. Araba hızla yanımdan ayrılıp tozu dumana katarak ortadan kayboldu. "Bu da neyin nesi?" Kimseden hayır yok deyip bavullarımı alıp adreste yazan muhtarın işyerine doğru yürüdüm. On dakikanın ardından muhtarın küçük işyerine geldim. Gayet güler yüzlü yaşlı bir amca karşıladı beni. Onun gülen yüzünü görünce gerginliğim o an kaybolmuştu...
"Nasıl, sevdin mi ayranı kızım? Yengen getirsin mi bir daha?"
"Teşekkür ederim, zahmet oldu."
"Ne zahmeti kızım? Sen devletimiz tarafından köyümüze gönderilmiş öğretmensin. Çocuklarımıza eğitim vereceksin, onları iyi bir gelecek için yetiştireceksin. Sana bir ayran vermişiz çok mu? Helali hoş olsun."
"Sağ olun, ben görev yapacağım okulu görmek istiyorum. Ama önce eşyalarımı kalacağım yere bırakabilir miyim?"
"Tabii kızım, senin için okula yakın bir ev ayarladık. Biraz eski ama inşallah işini görür."
"Bir an önce gitsek mi?"
"Tabii."
Bavullarımı alıp ayağa kalktım. Yorgunluktan bütün kemiklerim ağrıyordu, bir an önce yatmak istiyordum. Muhtarla birlikte arabasına binip ara sokaklara girdik, yolda giderken evlerinin önünde oynayan çocukları gördüm. Onları görünce neşem yerine gelmişti. Evler seyrelmeye başlayınca muhtara baktım.
"Evler geride kaldı, okul uzak mı evlere?"
"Biraz uzak."
"Biraz mı? Arabayla on dakikadır gidiyoruz, çocuklar nasıl geliyor bu okula?"
Muhtar cevap vermeyip, önüne bakmaya devam etti. Şaşkın bir şekilde onu izlerken ürpermiştim. Tuhaf!
Aklımdaki sorularla, iki üç evin olduğu dar sokakta durup arabadan indik. Muhtar tek katlı evin tahta kapısını açıp, "Buyurun," dedi. Bavullarımla birlikte yıkık eski evin içine girdim. Burnuma gelen rutubet kokusu yüzünden midem bulanmıştı. Ev demeye bin şahit lazım buraya, resmen harabe gibiydi.
"Pardon?"
"Buyur kızım."
"Ben burada mı kalacağım?"
"Evet kızım."
"Burası çok kötü durumda, burada kalmam imkânsız."
Muhtar yüzünü sıvazlayıp etrafa baktı. "Kızım burası öğretmenlerin kaldığı yer, iki senedir köyümüze öğretmen gelmediği için burası kötü bir hal almış. Elimizden burası gelir."
Oflayıp diğer odaya baktım, burası içeriye nazaran daha tertipliydi. Temiz çarşaf, tül aldım mı düzene girerdi sanırım. İyi bir temizliğe ihtiyaç var. Muhtara dönüp, "Buralar da market nerede?" diye sordum.
"Köyün girişinde var kızım, bizler alışverişimizi oradan yapıyoruz."
"Teşekkür ederim, temizlik malzemelerine ihtiyacım var."
"Sen onu dert etme kızım. Ben yengene söylerim köydeki kadınlarla bir gün içinde pırıl pırıl ederler buraları."
"Çok teşekkür ederim, bugün temizleyebilir miyiz? Çok kötü "
"Ben sana okulu göstereyim, sonra kadınlarla birlikte gelir tertemiz yaparsınız buraları."
Muhtara bugün kaç kez teşekkür ettim bilmiyorum ama yine, "Teşekkür ederim," dedim. Tek başıma hayatta buraları temizleyemezdim. Evden çıkıp okula gelince yüzümde kocaman gülümsemeyle içim sıcacık oldu. İşte asıl yuvam burası, özlemini çektiğim okulum. Bir hafta hemen geçse de öğrencilerime kavuşsam. Okulun içine girince boş sıraların üzerinde ellerimi gezdirdim. Eski bir yapıt beklerken yeni bir binayla karşılaşmak beni mutlu etmişti.
"Okulu siz mi boyadınız?"
"Hayır!" Gergin ve huzursuz sesi beni huzursuz etmişti. Sürekli camın önünde dışarıya bakıyordu. Sanki birileri gelecekmiş gibi bir hali vardı. "Birini mi bekliyorsunuz?" Dayanamayıp sorduğum sorudan sonra hızla bana dönüp başını hızla salladı.
"Okula baktıysanız çıkalım mı?"
"Tabii." Sınıftan adeta koşarak çıktı. Bir şeylerden korkmuş gibi bir hali vardı. Peşinden yürüyüp arabasına bindim.
"İyi misiniz Hamza Bey?"
"İyiyim."
Her ne kadar iyiyim dese de yüzü kireç gibi bembeyaz olmuştu. Arabayı çalıştırıp dönemeçten döndü. Dönerken gözüme okulun arkasında bir ev çarptı.
"Okulun arkasında bulunan evde, birileri kalıyor mu?"
Arabayı bir anda durdurup gözlerini kocaman açtı.
"Öğretmen hanım, beni iyi dinleyin sakın o eve gitmeyin, o eve giderseniz siz zararlı çıkarsınız.
"Neden?"
"Soru sormayın, size sadece o eve gitmeyin, tamam mı?
Muhtarın sert sesinden sonra başımı sallayıp önüme döndüm. Arabayı tekrar çalıştırınca camdan okula baktım. Okulun önünde öğlen önümden geçen siyah cip durdu. Camı açıp kafamı uzattım arabanın içinden inen kişiyi görmek için. Cipin kapısı aralarınca siyah bot giymiş adam yere bastı. Kırk beş derecede bot mu giyilir? Adamın yüzünü görecekken muhtar beni bir anda içeri çekip; "camı kapatın" diye bağırdı. Koskocaman adamın elleri titriyordu.
"Siz iyi değilsiniz Hamza Bey, arabayı kenara çekin ben kullanayım."
Elini göğsüne koyup, "İyiyim," diye fısıldadı.
Bu tuhaf köye aklım sır ermemişti. Herkes korku içinde yaşıyordu. Gizemli köyü çözmem umarım uzun sürmezdi.
**
Muhtar beni eve bırakıp gitmişti. Demesine göre on dakika içinde mahallenin kadınlarını alıp gelecekti. Ortada ne kadın ne de adam vardı. Yarım saattir evin önünde birilerini bekliyordum. "Kimseden fayda yok," deyip ayağa kalkıp evin içine girdim. Eski koltukların üzerlerinden, tozlu beyaz çarşafları çıkarıp dışarı koydum. Yerde duran halıyı rulo yapıp kapının önüne çıkardım. Evin her yeri toz olduğu için nefes alıp vermekte zorluk çekiyordum. Camlar ne kadar açık olsa da rüzgâr esmediği için bir faydası olmuyordu. Pecerenin önündeki koltuğu çekerken camın önünden birinin hızla geçtiğini fark ettim. Koltuğu bırakıp hızla kapının önüne çıktım. Görünürde kimse yoktu. Oysaki birinin geçtiğine emindim. Neyse deyip tekrar içeri girdim. Bu ev nasıl temizlenecek? Of of... Lavaboya gidip kırmızı kovanın içine su doldurdum. Kovayı lavabodan çıkarınca salonun ortasına bırakıp mutfağa sabun aramaya geldim. Hiçbir şekilde sabun da yoktu. Devletin verdiği lojman köye uzak olduğu için kabul etmemiştim. Telefonda köyün muhtarından ev rica edince böyle bir yerde kalacağımı hiç düşünmemiştim. Mutfakta sabun bulamayınca oflayıp salona döndüm. Kovanın yanında gördüğüm poşetler yüzünden şok oldum. Etrafa baktığımda kimse yoktu. İyi de kim getirdi ki bu temizlik malzemelerini? Kimsenin sesini de duymadım. Kapının önüne baktığımda kimseler gözükmüyordu. Herhalde komşular getirdi. İnternette araştırdığımda Mardin halkının sıcakkanlı yardımsever bir toplum olduğu yazıyordu. Galiba malzemeleri bırakıp gittiler.
Paçalarımı kıvırıp çamaşır suyunu kovanın içine döktüm. Önce tahta pencerelerin örümcek ağı olmuş kenarlarını süpürgeyle süpürdüm. Sonra bol çamaşır sulu kovanın içinde bezi ıslattım. Bez iyice ıslanınca sıkıp tahta pencerenin kenarlarını bastırarak sildim. Ben camları silerken iki araba evin önünde durdu. Bunlardan biri muhtarın arabasıydı. Arabaların içinden yedi sekiz kadın ellerinde kovalarla indiler, onları görünce çölde su bulmuş gibi hissettim. Kadınlara gidip annem diye sarılasım geldi bir an. Elimdeki bezi kovanın içine bırakıp kapıya koştum.
"Merhaba."
"İşte öğretmen hanım kızımız da bu, adı Nora."
Tebessüm edip ellerini sırayla öptüm.
"Maşallah pek de güzel Nora kızımız.
Biz de sana yardıma geldik. Nevresim, pike, tabak, tencere biraz da yemeklik malzeme getirdik."
Neredeyse teyzenin boynuna atlayıp yanaklarını öpecektim. Mutluluktan ağlayabilirdim.
"Çok teşekkür ederim, çok iyisiniz. Diğer komşularda bana temizlik malzemesi getirmişler sağ olsunlar."
Yaşlı kadın kaşlarını çatıp yanında duran esmer kadına baktı.
"Hangi komşular?"
"Burada oturanlar."
Kadınlar Kürtçe birbirlerine bir şey söyleyip hızla eve girdiler.
"Bir an önce evi temizleyip gidelim, çocuklar bizi bekler."
"Tabii" deyip onların durgunlaşan yüzlerine baktım. Hepsi bir anda sağa sola dağılıp evi temizlemeye başladılar. Ben de camı silmeye devam ettim. Kadınlarla evi temizlememiz iki saat sürmüştü. Getirdikleri temiz çarşafları yatağa serip yastıkları üzerine koydum. Pis kokan ev, mis gibi kokuyordu. Kadınlar gitmek için hazırlanınca peşlerinden kapıya doğru gittim. Siyah çarşaflı teyze kolumdan tutup beni mutfağa çekti.
"Kızım beni iyi dinle; sakın tek başına sokaklarda dolaşma, kapına mavi gözlü anne oğul gelirse katiyen onlara kapını açma."
"Neden?"
"Onlar lanetli!"
Sessiz ortama düşen gizemli sözleri kahkaha atmama neden olmuştu.
"Teyzeciğim, nedir bu saçmalık? Yok büyüymüş, yok lanetmiş. Hurafe bunlar inanmayın lütfen..."
Teyze gözlerini kocaman açıp, "tövbe," diye bağırdı... "Sus! Dalga geçme, sana musallat olurlar. İblis anasından daha fena, ona sakın gözükme. Ben gidiyorum, kapını iyi kilitle."
Teyze mutfaktan çıkınca ürperen kollarımı sıvazlayıp etrafıma baktım. Tövbe ya. Onlar gittikten sonra evin kapısını kilitleyip salona geçip oturdum. Evde ses olmadığı için tüplü televizyonun düğmesine basıp açılmasını bekledim. Çok güzel, bu da bozuk... Telefonumu çıkarıp internette takıldım, annemle babama mesaj atıp koltuğa uzandım, biraz kestirsem iyi gelirdi.
"Bana gel...
Beni bul...
Beni hisset..."
Karşımda benimle konuşan kurda, adeta şok geçirmiş halde bakıyordum... Ellerim çamurların içinde geri geri kaçmaya çalıştıkça, o yavaş yavaş bana geliyordu.
"Korkma"
Koltuktan düşer gibi yerimden sıçradım. Göğsüm gördüğüm rüyadan hızla inip kalkıyordu. Karanlık odada gözlerimi gezdirdim, hiçbir yer gözükmüyordu. Ben kaç saattir uyuyordum? Koltuğun üstünden telefonumu zorla bulup ekran ışığını açtım. Evin içine tutarak kapının önünde duran lambayı yaktım. Evin içi aydınlanınca korkum bir nebze azalmıştı. Neden sürekli rüyamda o kurdu görüyordum? Uzun bir süre fantastik kitap okumasam benim için iyi olacaktı. Yoksa kafayı yiyecektim. Konuşan bir kurt? Peh, birine söylesem benimle alay ederdi.
Mutfağa girip kendime yemek hazırladım. Tabakları tepsiye koyup salona geçtim. Keşke yanımda biri olsaydı. Tek başıma zaman hiç geçmiyordu, ailemi deli gibi özlemiştim. Yemeğimi yerken camdan dışarı bakıyordum. Evlerin hepsinin ışıkları kapalıydı, sokağı sadece direklerdeki ışıklar aydınlatıyordu. Acaba nereye gitti buradaki insanlar? Yemeğimi yedikten sonra bulaşıkları yıkayıp yatak odasına geçtim. Evde tek olduğum için ışık açık yatacaktım. O kadınların söylediği saçma sapan şeylerden sonra huzursuz olmuştum. Başımı temiz çarşafa koyup gözlerimi kapadım.
***
Yakıcı güneş yüzümü daha fazla yakmadan gözlerimi açıp yataktan kalktım. Güne farklı bir yerde uyanmak güzeldi. Bugün öğrencilerim için hazırladığım süsleri okula getirip sınıfı süsleyeceğim. Kaldı dört günüm, dört gün sonra meleklerime kavuşuyordum.
Kahvaltımı ettikten sonra, çocuklar için hazırladığım süslerin olduğu çantayı aldım. Evden çıkıp kapımı kilitledim. Sokağın başında on yaşlarında bisiklete binen bir çocuğu görünce elimi havaya kaldırıp, "Hey," diye bağırdım. Çocuk arkasını dönüp hızla yanıma geldi.
"Buyurun öğretmenim."
"Merhaba canım, burada mı yaşıyorsun?"
"Hayır, öğretmenim, ben köyün aşağı sokağında yaşıyorum. Bisikletimle gezerken buraya geldim."
"Anladım canım, kimse gözükmüyor buralarda."
Çocuk bakışlarını arkama çevirince hızla arkama döndüm. "Ne oldu? Kime baktın öyle?" Yutkunup, "Ben gidiyorum öğretmenim" dedi.
"Dur. Neden korktun? Kim vardı arkamda?"
"Öğretmenim annem buraya geldiğimi duyarsa kızar, ben gidiyorum."
Çocuk bisikletini çevirip hızla geldiği yöne gitti. Adım kadar eminim arkamda birini gördü. Yoksa yüzü bir anda böyle değişmezdi. Çantamı alıp okula doğru yürümeye başladım. Bomboş sokaklarda kendimi avare gibi hissediyordum. Ben buraların cıvıl cıvıl olmasını beklerken terk edilmiş bir yer olması canımı sıkmıştı. Herkes lanet denen saçma sapan bir şeye inanıyordu. Açıkçası büyücü denen kadınla iblis olan oğlunu merak etmiştim. Acaba nasıl biriydiler? On beş dakika yürüdüm, sonunda okula gelmiştim. Muhtarın verdiği anahtarla kapıyı açıp yeni boya kokan koridora girdim.
"Huzur buydu."
Sınıfıma girip çantayı masanın üzerine bıraktım. Umarım iyi bir öğretmen olur, çocuklara kendimi sevdiririm. Çantamdan çıkardığım kırmızı balonları masanın üstüne koydum. İplere sırayla dizilmiş Türk bayraklarını çıkarıp tahtanın üzerine astım. Balonları tek tek şişirip kapının koluna ve pencerelerin kulplarına astım. Kapının girişinden bakınca sınıfım çok güzel gözüküyordu. Öğrencilerimi sabırsızlıkla bekliyordum. Sınıfta işim bitince koridora çıkıp diğer iki kapı olan yere doğru yürüdüm. Biri tuvalet biri de mutfaktı. Koridordan kapı çarpma sesi gelince yerimden sıçrayıp mutfaktan çıktım. Kimse gözükmüyordu koridor bomboştu.
"Merhaba."
Sesime yanıt gelmeyince kollarımı birbirine dolayıp sınıfa doğru yürümeye başladım. Şu iki günde yaşadığım olaylar beni germişti. Sınıfın önüne geldiğimde içeride birinin olduğunu düşünüp kapıyı yavaşça açtım. Görünürde kimse yoktu. Masanın üzerinde siyah bir poşet vardı. Bu da ne?
Adım adım poşete doğru ilerledim. Bunu buraya kimin bıraktığı konusunda hiçbir fikrim yoktu. Tek bildiğim birinin benimle oyun oynamasıydı. Dün sabunlar, bugün bu poşet. Nedir bu köydeki gizem? Poşetin ucundan tutup gerilerek açtım. İçinde tebeşir, A dört kâğıdı, silgi, kalemler vardı. Bunları buraya kim bırakıp gitmişti? Bu olaylar canımı sıkıyordu. Poşetin ağzını kapatıp sınıftan çıktım.
"Hey! Her neredeysen çık dışarı. Kimsin sen? İki gündür sürekli gizli gizli bana bir şeyler getiriyorsun."
Kendi kendime sorduğum sorunun cevabını, rüzgârın uğuldayan sesi verdi. Dış kapıya doğru yürüyüp kapıdan çıktım. Sıcak bedenimi yakarken hızla okulun etrafını dolaşmaya başladım. Yoktu... Kimseler yoktu... Kim koydu poşeti masaya? Kafayı yedirtecekler bana. Acaba çocuklarının okumasını istemeyen aileler bana oyun mu oynuyor, beni korkutup köyden kaçırmaya mı çalışıyorlar? Tabii ya kesin bu sebeptendir, yoksa kim inanır iblise, büyüye.
Etrafımda dönüp, "Korkmuyorum sizden, ne iblisten, ne de büyücü annesinden," diye bağırdım...
"Korkmaman çok güzel."
Arkamda duyduğum kadın sesi yüzünden, aklım başımdan gitti. Elimi göğsüme koyup yavaşça sırtımda hissettiğim nefese dönmeye başladım. Korkmuyor muydum? Şu an ölmek üzereydim.
Başımı yavaş bir şekilde beni izleyen keskin gözlere çevirdim. Mavi! Hayatımda mavinin göremeyeceğim tonlarına sahip gözler. Simsiyah saçlar, ip incecik beden... Bu muydu yoksa büyücü?
"Merhaba, ben Nesrin, sen köyümüze gelen öğretmensin sanırım?"
Kuruyan dudaklarımı yalayıp, "E-evet benim," diye kekeledim...
Ne oluyordu bana? Kadının saf güzelliği karşında dilim tutulmuştu adeta, kelimeler dudaklarımın arasından çıkmıyordu.
"Sen gelmeden adın geldi köyümüze Nora."
Adımı nereden biliyordu? Geleceğimi kimseye söylememiştim. Sadece muhtar öğretmen olarak geleceğimi biliyordu.
"Yeni açmış çiçek kokusu, adının anlamı çok güzel Nora, adının anlamı gibi çiçek açtın köyümüze."
"Teşekkür ederim."
"Ben okulun arkasındaki evde yaşıyorum, bir ihtiyacın olursa mutlaka yanıma gel. Çareyi başkalarında arama Nora, etrafına dikkatli bak. Görmek istediğin kişiyi göreceksin."
Sıcacık elleriyle yanağıma dokunup, "Duyuyor musun?" diye fısıldadı.
"Hiçbir şey duymuyorum..."
"Duyduğun zaman, her şeyi anlayacaksın Nora.''
Yanımdan sessiz bir şekilde yürüyüp okulun kapısından dışarı çıktı. Nereye gittiğini merak ettiğim için, adım adım arkasından yürüyüp onu takip ettim. Yürürken elleriyle tuhaf hareketler yapıyordu. Aklından sorunlarımı var acaba? Söylediği laflardan hiçbir şey anlamadım. Okulun arkasındaki iki katlı eve doğru giderken olduğu yerde durup omzunun üzerinden bana baktı. Ona yakalandığım için utanıp bakışlarımı kaçırdım.
"Sen! Sen misin Nora?
Bakışlarımı hızla ona çevirip ne demek istiyorsun diye soracakken evine doğru yürüdü. Ne demek sen, sen misin? Tabii ki benim. Evin kapısını açıp içeri girdi. Gözlerimin dışı tahtadan olan evin üzerinde bir iz arar gibi dolaşıyordu ta ki camda onu görene kadar. Simsiyah saçlar, uzaktan bile belli olan keskin mavi gözleri, sert yüzü. Kalbimin ortasında hissettiğim taş, nefes almamı engelliyordu. Sanki o an çok farklı bir durum oldu ve ben bu anı yaşamış gibi hissettim. Siyah perdeyi hızla kapatıp içeri girdi. Yanıma geliyor düşüncesiyle arkamı dönüp koşarak okula geldim. Sınıftan çantamı alıp nefes nefese kapıyı kilitleyip eve doğru koştum. Bugün yaşadığım adrenalin bana yeterdi. İnsanların yaşadığı mahalleye gidip bilgi toplamam lazımdı. Anne oğlun neden dışlandığını deli gibi merak ediyordum. Kimsenin işine burnunu sokmamam gerektiğini babam defalarca söylese de ben içimdeki meraklı kıza yenilip olayların peşine düşüyordum. İşin sonunda ise başı belaya giren yine ben oluyordum.
Eve gelince işlerimi halledip insanların olduğu mahalleye doğru yürümeye başladım. On, on beş dakikadır susuzluktan dilim kurumuş vaziyette, çöldeki suyumu arıyordum. Ben yetişkin olduğum halde yorgunluktan geberiyorsam, çocuklar nasıl bu yolu yürüyecekler her gün?
Sonunda cıvıl cıvıl çocukların sesini duyunca yüzümde tebessüm oluştu. İşte bu ya; çocuğun olmadığı, sesin olmadığı yer mi olur? Onlarsız bir dünya düşünemiyorum. Sabah gördüğüm esmer çocuk bisikletiyle yanıma geldi gülerek.
"Öğretmenim"
"Merhaba canım, annenler nerede? "
"Onlar Gülcan Teyzelerde oturuyorlar öğretmenim, isterseniz sizi de götüreyim."
"Çok iyi olur canım, haydi gidelim."
Çocuk bisikletinden inip elimi tuttu. Siyah gözleri parıl parıl parlıyordu. Birlikte Gülcan Teyze dediği kadının evine geldik. Ev tek katlıydı, önünde kocaman balkonu vardı. Kadınlar yere oturmuş el işi yapıyordular. Beni görünce hepsi toplanıp ayağı kalktılar.
"Oturun lütfen, ayakta kalmayın."
"Hoş gelmişsiniz öğretmen hanım."
"Hoş bulduk teyze. "
"Buyur otur."
Benimle güler yüzle konuşan teyzenin yanına oturup, meraklı bakışlarla gözlerine baktım.
"Nasılsınız?"
"Bizler iyiyiz sen nasılsın? Gece uyuyabildin mi? Bir sıkıntı oldu mu?"
Bu ses tonlarından rahatsız oluyordum, gizemli konuşmaları sanki her an bir şey olacakmış gibi hissettiriyordu.
"Çok güzel geçti. Sabah okula gittim, büyücü dediğiniz kadınla tanıştım." Hepsi ellerindeki işleri bırakıp, "Sus," diye bağırdılar. İnatla susmadım.
"Kadında hiç büyücü tipi yoktu, modern bir hanımefendiydi."
Tabii kafadan biraz sorunlarının olduğunu söylemedim. Bunlar kadına büyücüden sonra deli derlerdi...
" Kızım sen bir kere gözükmüşsün onlara, bir kere bakmışsın o gözlere, bu saatten sonra senin için yapacağımız bir şey yok."
Bu ne biçim bir konuşmaydı. Kaşlarımı çatıp yanımdaki teyzeye döndüm.
"Neden insanlara tuhaf davranıyorsunuz? Ben sabah hanımefendiyle konuştum, gözlemlediğim kadarıyla büyücüye benzer bir hali yoktu. Bu arada iblis oğluyla henüz tanışmadım."
Kadın yüzüme eğilip kahve kokan nefesini suratıma üfledi.
"Anasıyla konuştuysan, yakında oğluyla da konuşursun. Anası oğlunun fark etmediği kızlara hayatta yanaşmaz. İblis seni görmüş, ondan uzak dur diyeceğim ama sen inatla ona gideceksin."
Sinirleniyordum. Damarlarımın bedenimden çekildiğini hissediyordum. Anne oğul ne yapmış olabilirdi ki bu insanlar onlara bu kadar kinlenmişti? Kendimi geri çekip derin bir nefes aldım.
"Bakın, bu olanlar size de saçma gelmiyor mu? Beni bomboş bir mahalleye bırakıp gittiniz. Madem bu anne oğlu lanetli, o zaman beni niye o mahalleye onların yakınına bıraktınız?"
Kadının yüzü anbean değişti. Gözlerimin içine korku filmi izler gibi bakıyordu.
"Bize bir şey sorma!"
" Buydu işte! Bize bir şey sorma? Kime sorayım?"
Aklımı karıştıran onlarken ben kime ne sorayım? Ne kadar konuşsam boş. Ayağa kalkıp, "Size iyi oturmalar," dedim.
"Umarım çocuklarınızın hepsini okula gönderirsiniz." deyip oradan ayrıldım.
Gerim gerim gerilen bedenimle küçük markete girip ihtiyaçlarımı aldım. Hesabı ödemek için kasaya geldiğimde, kasiyer parayı alacakken gözleri kocaman oldu. Baktığı yere bakmak için arkamı döndüm, görünürde kimse yoktu. Kıza dönüp, "İyi misiniz?" diye sordum.
"Şey, para vermenize gerek yok, siz köyümüzün değerli öğretmenisiniz." Tebessüm edip parayı uzattım.
"Teşekkür ederim, lütfen buyurun parayı alın."
Kız ayağa kalkıp ellerini hayır anlamında salladı.
"Öğretmen Hanım ben o parayı almam."
"Neden?"
"Lütfen gider misiniz?"
Elimdeki parayı önüne bırakıp poşetleri elime aldım. Kıza bir şey demeden marketten çıktım. Kendime bol bol kitap alıp stok yapmam lazımdı. Eğer ben biraz daha bu insanların arasına karışırsam, onlar gibi olacağıma emindim. Gizem, gerilim, korku bunlar bana çok fazlaydı. Bir an önce eve gidip romantik kitaplarımın arasında kaybolmak istiyordum.