10

1641 Words
Aynı günün sabahı yatağımdan erkenden çıktım ve Neşe'yi de erkenden uyandırıp evden uzaklaştım. Yakında ki bir pastane de saat kavramını unutup Neşe artık sıkıldığını söyleyene kadar onunla oturdum orada. Bir simit yedi o, bense önümde ki simidin sadece ucunu kopardım. İki çay içtim... Yorgundum! Ne kadar yorgun olursam olayım dinlenme imkanı bulamayacak kadar da perişan! Neşe sıkılınca pastaneden çıkıp, bir kontörlü telefon kulübesinden evin telefonunu çevirdim. İstedim ki annem çıksın, ben de ona misafirinin gidip gitmediğini sorayım. Ancak, telefon yanıtlanmadı. Henüz uyanmadıklarını düşünüp Neşe'yi sahile indirdim. Tıpkı Derman gibi martılara yemediğim simidi atsın diye. Yağan lapa lapa karın yumuşattığı kış havasında bir öğle sonrası saati tekrar evi aramak için bir bakkal dükkanına girdiğimde, evin değil de bildiğim başka birinin numarasını çevirdim. Dakikalar sonra Derman'ı duydum: "Alo?" diyen sert, kesin sesi ile. "Derman Abi, benim Aydan?" "Kızım neredesin sen, kaç kez aradım sabahtan beri, cevap vermiyorsun, evin önünde dolanıp duruyorum, kapıyı da çaldım açan olmadı." Beni tamamen bırakıp, evinde sıcacık sobanın önünde oturmamıştı. Oturmayıp gelmiş, peşime düşmüş, merakımdaydı. Buna sevinmem gerektiğini bile bilemedim.  "Biz Neşe ile erken çıktık Abi, şimdi Beyoğlu tarafındayız, bir mahalle arasında, onu oyalamaya çalışıyorum evden annemin misafiri çıksın diye." "Ben gelip seni alayım oradan, bekle, telefondan da çok uzağa gitme arayacağım tekrar olur mu?" "Olur!" Avucumda ki bozuklukları bakkala uzatıp, tekrar aranacağımı söyledim. Sırf bizim varlığımızdan rahatsız olmasın diye de bir gazoz alıp Neşe'nin eline tutuşturdum. Cebimde ki para bile anneme aitti ve ben ona bu kadar bağımlı iken onun çetrefilli hayatından Derman'dan başka kime sığınabilirdim ki? Dakikalar sonra bakkalın da yol tarifi ile bizi buldu Derman, hemen arabasından inip Neşe'yi arabanın arkasına oturttu sonra da benim için ön kapıyı açtı. Nereye gidiyoruz diye sormadım ama az sonra arabanın içinde bir deniz kenarında oturuyorduk. Neşe erken uyandığı için arabanın içinde uyuyunca Derman onu oraya yatırıp onun montundan yastık, kendi montundan da yorgan yaptı. Sonra da bana dönüp, "Herkes bizim dünyamızda yaşamıyor, Aydan," dedi. Bunu neden söylediğini çok iyi bilmeme rağmen, üzerinde düşündüm. Annem benim dünyamda yaşamayalı on yedi sene olmuş olmalıydı. Belki ondan öncesinde de benim dünyamda hiç yaşamamıştı. Bunu babama sorsam biliyordum ki, bana asla cevap vermezdi. Çünkü annemin adı bile babamın acı çekmesi için yeterliydi.  "Senin için öyle sevindim ki; annenin yanında huzurlusun, her şey yolunda diye; ne olacak şimdi?" Oda bana soruyordu, belli ki o da benim için benim endişelendiğim kadar endişeleniyordu. Başımı çevirip yüzüne baktım, Neşe'yi çadır meydanında kaybettiğim o gün bağır çağır korku saldığı köy ahalisinin gözlerinde ki heybetinden eser yoktu. Sanki benim dertlerim onu da dermansız bırakmıştı da, savaşamıyordu.  "Belki bunu bir daha yapmaz," diyebildim sadece.  "Onunla konuşacağım," dedi. Annemle konuştuğunda annem onu dinler miydi bilmiyordum ama bildiğim bir şey vardı artık Derman için koskoca bir dertten başka bir şey değildim.  "Hayır," derken kolunu tuttum istemsizce, o an gözleri değdi gözlerime. Koyu, parlak, yangın yeri misali siyah gözlerine sığındım! Nefesim kesildi bir an! Öyle kesildi ki, söyleyemedim söyleyeceğimi dudaklarım kurudu, ayaza tutulmuş gibi kavruldu. "Bizim yüzümüzden sürekli savaş vermeni istemiyorum," dediğimde gülümsedi ve o noktadan sonra başıma gelenler daha fena bir hal aldı. Aklım uçtu gibi beynimden. Neydi derdim, bunu unutacak kadar aptallaşıp ben de gülümseyince karşılık verdi, "Hani ben senin iyilik savaşçındım?" "İyilik savaşçılarının bile bir sınırı olmalı?" "Uyduruk iyilik savaşçısı prensipleri ekleme, iyilik savaşçıları adı üstünde sonsuza kadar iyilik için savaşırlar." "Karşılıksız çekilecek iş değil!" "Ne yaparsın işte görev bilinci!" Yerinde belli belirsiz kıpırdanınca Neşe, dikkatim birkaç saniye ona çevrildi ve bir kez daha duydum Derman'ı, "Sen çok iyi bir ablasın," diyordu. Hiç düşünmeden tekrar baktım ona ve bende karşılık verdim. "Sende çok iyi bir abisin..." Sonunda bizi anneme kapıdan emanet ettiğinde, annemle konuşmak istediğini bizim yanımızda söyleyip; konuşacaklarını ayrıca konuşmak istediğini belirtip annemi apartman dışına kadar götürdü. Lapa lapa yağan karın altında kısa bir süre mutfak penceresinden onları izlerken, Derman'ın ciddi bir tavırla ama sakince bir şeyler anlattığını annemin ise kısa cevaplarla karşılık verdiğini gördüm. Konuşma ne hararetlendi ne de seyrini değiştirdi? Biraz sonra annem soğuktan üşümüş bir halde ellerini birbirine sürterek salonda ki sobanın yanına kadar gelip: "Buz hava buz," dedi. Merakla yanına kadar gidip sordum, "Ne dedi Derman Abi?" diye. Ama annem bana onun ne dediğini hiç söylemeden çarpık bir gülüşle, "İyi adam şu senin abin," şeklinde karşılık verdi. Ben bunu zaten biliyordum ki. Ertesi gün öğle saatinde tekrar aradı Derman, annem gene Neşe'yi bana ayak bağı etmezken aklında kırk türlü tilki dans ediyordu. Çabuk geleceğimi söyleyip çıksam da Derman o gün benimle yapılacaklar listesini sıraya almış gibiydi. Önce o hiç yemediğim kumpiri yedirdi bana, sonra da çok övdüğüm filmin vizyondan kalkmış olmasına rağmen başka bir filme götürdü beni. Bu defa ki filmde, savaşan gerçek üstü kahramanlar yoktu. Bu defa ki filmde ise aşkı gerçek üstü yaşayan kahramanlar vardı. Ve ben Derman ile ilk aşk filmimi böylelikle izlemiş oldum. Sonrasında da beni eve bırakıp anneme selam söylememi tembihledi. Anneme o selamı söyledim. Annem o selamı gene aynı çarpık gülüşle alıp, "Bir gün de çağır da birlikte yemek yiyelim," dedi. Ben Derman Abi'me bunu söylediğim aynı akşam da o bana: "Belki çok istiyorsan gelirim ama gene de çok gelmek istediğim bir yer değil kara kız, " dedi. Israr etmedim, anneme de ne söyledi ise aynen söyleyince annemin üzülüp üzülmeyeceğini görmek istedim ama annem ısrarla aynı gamsızlıkla:  "Neyse el mahkûm bir gün nasılsa yemeğimi yer," dedi. Neden eli mahkûm demedim bile. Sonra bir ertesi gün daha geldi ve beni vapurla Üsküdar'a götürdü. Hatta bu defa yanımızda Neşe'de vardı. Derman'a her geçen gün daha çok ısınan Neşe o gün onunla sohbet edip, ona şarkı bile söyler oldu. Şarkı söylerken annemin evde birçok sever yaptığı gibi mutlaka elinde yalancı bir mikrofon varmış gibi davranıp bizi epeyce güldürdü. Derman'ın çocukları sevdiğini Neşe ile gördüm ben. Neşe, ona ne yük oldu ne de varlığı onu rahatsız etti. Ağlıyorsa teselli etti, acıktıysa koşup yiyecek bir şeyler buldu ama asla bir çocukla geçirilen zamanda yaşanılan sıkıntılardan rahatsızlık duymadı. Belki de gerçek bir kahraman olduğunu böylelikle tescillediğim zamanlardı onlarda. Bir sonra ki gün ise sadece bir saatliğine yakın bir mekânda çay içmeye çağırdı beni. Gideceği güne kadar geçen bir hafta boyunca çeşitli bahanelerle her gün gördük birbirimizi. Yapılacaklar listemizi, yaptıklarımıza rağmen doldurduğumuz o günlerin bitiminde, Derman'ın yeniden dönmesi gereken günden bir gün evvelinde olana kadar. Annemin gene: "Nasılsa evdeyim, her gün yanında gezdirme çocuğu, ayağınıza bağ vallahi," deyip Neşe'yi bizimle göndermediği zamanlarda. Derman ile Eminönü balıkçılarında balık ekmek yiyip, denize nazır bir bankta kuru hava da, soğuğa rağmen yan yana oturduğumuz o güne kadar her şey hep aynıydı sadece o gün başkaydı. Sanki o gidecek diye üzgün, ben de onu özleyeceğim diye mahzundum. Sus pus dakikalarca oturduğumuz banktan üşüdüğümüz nedeniyle bir kafeye geçiş yaptığımız ilk üçüncü dakika masamıza paralel, Derman ile aynı hizada oturan en fazla benimle yaşıt, henüz incecik sakalları çıkmış bir delikanlının markajı altına alındım. Bir erkeğin bana baktığını fark ettiğim ilk gündü o gün. Bunu algılayamayacak kadar yetersiz tecrübem olduğu için çocuğun bakışlarını önce bir yerden beni tanıma ihtimali ile kesiştirdim ve gafletle birkaç kez bende ona baktım. O esna da Derman bu hali fark edip başını çevirince, ergen yüzlü yeni yetme delikanlıyı fark etti. O an yanlış bir şey yaptığımı düşünüp başımı eğip, önümde ki çaydan içtim. Ama göz ucuyla takip ettiğim üzere Derman birkaç kez çaktırmadan çocuğa bakmaya devam etti. En sonunda dayanamayıp: "Tanıyor musun?" diye sordu. Omuzlarımı büküp dürüstçe: "Yo," diyebildim. Ama beni yanlış anlamasından da deli gibi korkuyordum. Derman, bir kez daha başını çevirip çocuğa baktığında çocuk da onun rahatsızlığını fark edip bakışlarını çekti. O an derin bir nefes aldım ve rahatladım. Ama Derman ciddi bir tonla ve tuhaf bir ifadeyle beni uyardı "Sen güzel bir genç kızsın biliyorsun değil mi Aydan?"  Bana güzel dediği için mi, bu cümleyi kurarken hafiften azar atar gibi davrandığı için mi bilmiyorum kalbim tepinmeye başladı göğsümde. "Böyle girdiğin ortamlarda varlığını fark edecekler, seni beğenecekler, böyle gözlerini dikip öküz gibi bakacaklar..." Öküz derken, dişlerini öyle bir sıkmıştı ki gülmeme mani olamadım. Sonra ciddi bir meselenin ortasında sululuk yaptığımı düşünüp elimle ağzımı kapadım. Ama gözleri bir bıçak gibi beni kesen Derman bu gülüşü hiç önemsemeden devam etti. "Çocuk değilsin! Bir erkek sana baktığında sen de ona bakarsan, tıpkı onun gibi senin de onu beğendiğini ifade etmiş olursun." Hakarete uğramış gibi bir telaşla: "Iı," benzeri bir sesle, "Ben acaba tanıyor muyum diye baktım?" diye savundum kendimi. Ne mümkündü? Ben nasıl olurdu da bir erkeği beğenirdim? Daha gerçek beğenilerimi dile getirmekte bile yetersizken. Çok ciddi bir halde sordu. "Tanıyor muymuşsun?" "Nereden tanıyacağım?" "Ben de onu soruyorum nereden tanıyacaksın? Madem tanıma ihtimalin yok neden umut veriyorsun hem de yanında bir erkek varken?" "Derman Abi sen bana kızdın mı?" Süt dökmüş bir kedi mahmurluğunda ona karşı kıvrılırken o hiç istifini bozmadı ve açık yüreklilikle: "Kızdım," dedi. Çekingen bir ifadeyle, yaptığımdan pişman kıvrandım. "Özür dilerim, kötü bir niyetim yoktu, boş bulundum."  Aslında o kardeşini paylayan bir abi değildi o an, ben tamamen buna yorsam da değildi, biliyorum.  "Dikkatli ol," dedikten sonra, adisyon fişini alıp hesap ödemek için kalktı ve bana hazırlanmamı söyledi. Tam da o esna da onun arkasından, mevzu bahis yeni yetme benim masamda bitti. Hangi ara kalktı, hangi ara yanıma geldi görmedim. Avucunun içinde ki bir kâğıdı bana uzatıp gülümsedi. Ben şaşkın şaşkın bakarken de: "Alsana," dedi. Ben de aldım. Dörde katlanmış kâğıdı açarken: "Çok güzel gözlerin var," dediğini duyunca kâğıdı açmak konusunda tereddüde düştüm ama o bana göz kırpıp yerine geçti. Ben elimde ki kâğıtla ne yapmam gerektiğini düşünürken avucumdan kağıt sert bir şekilde çekildi ve Derman'ın gölgesi ile yerimden fırladım. Kâğıda şöyle bir baktıktan hemen sonra yeni yetmenin masasına dönünce, korkudan kolunu tutuverdim ama o beni hiç fark etmemiş gibi, yeni yetmenin yanında ki üç delikanlıya rağmen masaya yumruğunu vurup: "Size bir abi öğüdü vereyim gençler, eğer kestiğiniz kızın yanında bir erkek varsa onu kesmek erkeklikten değildir. Ve siz bu gaflete düşer, gözleriniz haddini aşarken cüretinizle o adamı şaşırtırsanız başınıza geleceklerin sorumlusu o adam değildir," dedi ve yumruğunun arasından kâğıdı düşürüp, "Haddini bil," diyerek muhataba yönelip tehdit etti. Sonra da elimden tutup beni çekiştirerek kafeden çıkardı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD