"Emin misin Aydan, bu adamın senin abin olduğuna?"
Annem bunu bana sorduğunda, yılbaşı sahnesi için saçlarının bigudilerini açışını izliyordum. Cevap vermek için tenezzül etmeyince ben, o ısrar edip tekrar sordu,
"İnsan depremden kurtardığı iki kız çocuğunu babasının evine mi götürür canım?"
Nereye götürürdü ki, herhalde baş başa bir akşam yemeğine değil. Annem izlediği filmlerle gerçek hayatı bağdaştıramıyordu. Tekrar reddettim cevap vermeyi anneme ve tıpkı annem gibi saçlarının sarılmasını isteyen Neşe'yi önüme oturtup, annemin açtığı bigudileri onun saçlarına sarmaya başladım.
"Belki de söylediğin gibidir hı Aydan, bu Derman çok iyi adamdır,sadece iyi," deyince annem; gülümsedim. Derman iyi adamdı, hem benim abimdi hem de iyi biri. Daha fazlası belki hayallerimde vardı ama çok çok ilerilerde bir yerlerde. Şimdilik onunla aramızda ki bu yakınlık, bana mutluluk veriyordu. Hayatın ikinci şansı gibi! Yok canım atıyorum, hayat bana sadece bir şans verirdi gerçekten verecekse; hayatımın ilk ve tek şansı da Derman'dı.
"İyidir," diyebildim sadece Neşe'nin saçlarından tutam tutam alıp sararken.
"Sana ne diye hitap ediyor merak ettim bak şimdi?"
Annem böyle sorunca ona belli etmemeye çalışarak gülümsedim. Derman'ın bana 'kara kız' dediğini anneme söylemeyecektim. Zaten bunu her zaman kullanmıyordu ki.
"Aydan diyor," dedim kısa ve çabukça. Annem tamamen açtığı saçlarının yapay kıvırcıklarını eliyle dağıtırken bana döndü, tam karşımda ki koltuğun üzerine geçti.
"Sen de ona Derman Abi diyorsun?"
Annemi onaylamak için sadece başımı salladım.
"Kaç yaş büyük ki senden?"
Ellerim yaptığı işi yavaşça bıraktı, sonra da gözlerim annemi buldu. Bana hiç benzemeyen annemi... Yeşil gözleri, sanki içtiği sigaraların dumanında islenmiş gibi bakan annemi!
"Yaşını bilmiyorum," diye cevap verdiğimde buna ben bile şaşırdım. Çok uzun süre adını bile bilmeden ona güvendiğimi hatırlayınca da bu ayrıntıyı bilmemeyi çok uzatmadım içimde.
"Belki otuz."
"En fazla," diye karşılık verdi annem de emin bir halde. Sonra da ekledi, "Ya da 28-29 ancak."
Bu da çok önemli değildi şimdilik benim için. Benden kaç yaş büyük olduğunu hesaba katıp da ona abi dememiştim ki, bana derman olup da, elime ayağıma dayanak olduğu için demiştim. Bundan anneme hiç bahsetmedim. Annem üzerini giyinmek için odasına geçtiğinde ben de Neşe'nin saçlarını sarma işini tamamladım. Annem az sonra o şık, pullu, süslü parlak elbiselerinden birini giyip karşıma geçtikten sonra, "Bu akşam güzel giyin Aydan," diye tembihledi beni.
Ben o akşam güzel giyindim mi bilmiyordum? Annemin bana aldığı bir dolu elbisenin içinde gene en rahat kıyafetlerimden birini giydim. Belki yılbaşı geceleri daha güzel giyilirdi ama ben şıklık olarak yakalarında dantel olan bir bluz ile kışlık füme bir pantolon giydim. Ama Neşe'yi bir prenses gibi giydirip Derman'ın kapının önünde ki aracına bindirdim. Hem de Neşe'yi arka koltukta yalnız bırakıp, emniyet kemeri ile bağladıktan sonra kendim de ön koltuğa oturdum. Bunu o gün şöyle bir mantıkla yapmıştım, Derman ile mektuplarla sağladığımız yakınlık yan yana iken uzaklaşmasın diye.
Tam olarak bir eve davete gitmenin ne demek olduğunu bilmiyordum, annem güzel giyin demişti ama daha fazlasını söylememişti. Ben de elim boş, öylesine Derman'ın yanında girdim eve, beni öncekinden daha farklı karşılamadı ailesi. Bahtiyar Bey ve Gönül Hanım'a daha yakın olup olmayacağımı hiç düşünmeden, o evde ki yılbaşı sofrasına oturdum. Derman, Neşe'nin bukle bukle saçlarıyla epeyce oyalanıp eğlenirken, annesi de her yıl sofralarında yalnız olduklarını ama bu yıl misafirle bereketli bir yıl olacağını söylüyordu. Öyle yeni yıl kutlama adetleri olan lükste bir hayata sahip olmayan benim ise aklımda bu laflar öylesi bir boşlukta kalıyordu. Susuyordum, konuşacak pek sözüm yoktu. Konuşmak mektup yazmak gibi değildi henüz bende. Yirmi yaşındaydım ve büyüyordum. Bana büyümeyi de gülmeyi öğreten o adam öğretecekti konuşmayı. Derman!
"Şeyi anlatsana hadi baba, askeriye yılbaşı akşamı askerlerden biri dansöz olmuş da sen yakalamışsın onları öyle koğuşta," diye babasının sohbetini şenlendiren Derman, bizimle birlikte durmadan konuşan babasını dinlemekten keyif alıyordu. Öyle ki babası bir anıyı bitirdi ise mutlaka bir diğerini anlattırıyordu. Defalarca dinlediği anılara kahkahalar atıyor, o dışına geçirdiği ciddi kılıfına rağmen eğlenceli bir adam haline dönüşürüyordu. Mektuplarında tanıdığım adama...
Derman kesinlikle babasına benziyordu. Hatta, yaşlanmış suratı ile babası da genç bir asker iken Derman kadar güzel bir adam mıydı diye düşündürdü o gece beni. Neredeyse yirmi sene evlilikten sonra sahip oldukları çocuklarıydı Derman ve Gönül Hanım'ın söylediği gibiydi.
"Tam artık bu uğurda dermanımız kesilmişken geldi oğlumuz."
Derman çıka gelip onlarında çamurlu ellerini temizlemiş, tutmayan ayaklarının bastonu olmuştu.
Sonra o sofrayı Gönül Hanım'a hiç iş düşürmeden toplayınca ben, istemsizce de olsa gözüne girmiştim sanki. Aslında bilmiyordum Derman benim abim oldukça benim kadının gönlüne girmem de sıkıntı yoktu. Ama abim olmadığı nokta da sıkıntı çoktu. Salona geçip de meyvelerle televizyonda ki bir eğlence programının gürültüsünde Neşe'yle sohbet eden yaşlıların neşesi oldu Neşe. Bıcır bıcır anlattıkları ve tuhaf bir şekilde gardını almadan yaklaştığı iki yaşlı adama sıcaklık göstererek hep evlat hasreti çeken o insanların can şenliği oldu. Derman bir koltukta Neşe ile bir türlü barışmayan yıldızlarını barıştırma yolunda adımlar atarken ben de onları öylece izledim. O evde içki içilmedi o gece, seviyeli sakin sohbetler edildi, aşırılık içeren eğlenceler yapılmadı. Buram buram huzur kokan, bana uzak, ulaşılması güç bir aile ortamında yeni yıla girildi. Yeni yıla girilirken gökyüzünde patlayan havai fişekler buz gibi ayazda bahçeden seyredildi, herkes birbirine iyi dileklerde bulundu ve bir koltukta uyuyan Neşe üzerinde ki örgü battaniye ile Derman tarafından kucaklanıp eve götürülmek üzere araca taşındı. O sırada ben de Gönül Hanım ve Bahtiyar Bey'in ellerini öpüp onlara teşekkür ederken zamanla onlara teyze de amca da diyecek olmanın farkındalığına varmadan Gönül Hanım'ın,
"Allah kolaylık versin kızım, sen daha çocuksun bir de Allah sana kardeşini emanet kılmış. İnşallah yolun da gözlerin gibi aydınlık olur," dediğinde onlara karşı sus pus olan halimi yola koyup arabanın içinde Derman'a ara ara bakarak evime döndüm. Avucumda ise onun bana aldığı yeni yıl hediyesinin kutusunu tutuyordum. İçinde elinde kılıcıyla dünyaya meydan okuyan bir iyilik savaşçısının biblosunun bulunduğu kar küresiydi hediyem. Hayatım boyunca aldığım ilk hediyem benim için her açıdan değerliydi ve ben onu yol boyu sanki düşecekmiş gibi sımsıkı tutmuştum. Evime gidene kadar...
Annemle yaşadığım evimiz artık içinde aitlik bulunduran bir yerdi.
Derman, Neşe'yi taşımak için arabadan inince üç katı alışkın olmasam da elim kolum boş çıktım.
"Bu kız kilo almış," dedi Derman gösterdiğim yatağa onu yatırdıktan hemen sonra ben Neşe'nin üzerini örterken kollarını silkeleyerek. Sonra onunla birlikte çıktık odadan ben kapıyı aralık olacak şekilde çektim sonra da Derman'a dönüp,
"Sana kahve yapayım mı?" diye sordum. Bu Derman'a yapacağım ilk kahveydi ama asla sonuncusu değildi. Derman salona geçerken ben de dakikalar sonra elimde bir tepsi ile geri döndüm. Annem sigarasının yanına kahve koymayı hep çok sevdiği için ondan öğrendiğim bol köpüklü kahveyi iftiharla sundum Derman'a. Fincana bakıp kocaman gülümsedi ve fincanını tepsiden alırken benimle iftihar etti.
"Madem kahve yapabiliyordun neden hiç yapmadın?"
Hiç çekinmeden kucağımda tepsi ile karşısına geçerken omzumu silktim. Yalana ne lüzum vardı da?
"Burada öğrendim."
"Annen öğretti o zaman."
Bütün genç kızların annesinden öğrendikleri olurdu heybelerinde. Benimki boştu ise doldurmak için halen zamanım vardı.
"Sahiden o nerede kutluyor bu akşamı?"
Annemin işinden ona ilk kez bahsederken gayet keyifli bir halde annemin mikrofonlu bir resmini televizyon sehpasının üzerinden işaret edip annemle övündüm. Gereksizce...
"Annem şarkıcı."
Bundan da oldukça emindim... Derman birkaç saniye fotoğrafa uzaktan baktıktan sonra bana çevirdi başını ve çok da emin olamayarak sordu.
"Solist mi?" Solist ne demek bilmediğim için cevap vermedim ama bilmediğimi de ifade etmedim. Lafı değiştirmek için de annemle sabahında konuştuklarımızı hatırladım ve tıpkı mektuplarda olduğu gibi daldan dala atladım.
"Ben sana bir şey sorabilir miyim?"
Merakla bekledi ne soracağımı ve başıyla onayladı.
"Kaç yaşındasın?"
"Yaşımı mı merak ettin?"
"Aslında merak etmedim, annem merak etti. Otuz dedi, emin olamadım."
"Annen dedi öyle mi?"
"Evet."
"Sen merak etmedin yani?"
"Sonra bende merak ettim, söyleyecek misin?"
"Yirmi dokuz."
Sadece gülümsedim, annem için isabetli kadın yorumu yaparak.
"Yaşlanmışsın Derman Abi," deyince ben kaşlarını kaldırdı, kahvesinden içti.
"Yok, ben yaşlı değilim de; sen çok ufaksın."
Onun yanında yaşımın küçük olması halen çok sorun değildi. Küçüksem küçüktüm... O yanımda oldukça, bana yakın olurken yaptığı şeyin adı abilik bile olsa önemli değildi. Çünkü şöyleydi, ben hayata tutunmayı Derman ile öğrenmiştim, giderse ellerim kanardı. Giderse yaralarım yanardı... Ruhum gibi...
Tam o esnada şuh bir kahkaha sesi duyuldu apartman aralığından, Derman kaşlarını çatmış bir halde sesin nereden geldiğini anlamaya çalışırken ben o kahkahayı tanıdım. Hem de annemi hiç bilmeyen çocukluğumdan yetişkinliğime uzanan o devirin bitiminde; annemi tanıdığım şu kısa zamanda kulaklarıma kazıdığı gülüşlerinin ispatı olarak. Yerimden bir anda fırladım, neden ani bir tepkiyle kapıya yöneldiğimi bilmiyorum. Koruma içgüdüsü idiyse bile annemden kimi koruyordum bilmiyorum. Kapıya doğru ilerleyip kapı dürbününden baktığımda, annemi merdiven tırabzanlarına bir erkek tarafından dayandırılmış öpülürken gördüm. O adamı ilk görüşümdü... Hatta annemin yanında bir adamı ilk görüşümdü, boğazıma keskin, berbat bir acı oturdu o an, ne yapacağımı kestiremeden arkamı döndüğümde Derman da elinde fincanla bana bakıyordu:
"An-nem," derken titredi sesim, kekeler gibi olup ilk hece ile son heceyi birbirine vurduğumda, Derman elinde ki fincanı bırakıp benim yanımdan dürbüne uzandı. Sonra da, kanepenin üzerinde ki montunu alıp:
"Hay Allah, müsaadesiz pat diye kadının evine girersek," diye telaşla toparlanmaya başladı. Ben ona henüz bir şey söyleyemezken dış kapıya bir gövde çarptı ve kapı o çarpmayla sarsıldı. Artık kim kimi, neden kapıya vurdu bakacak değildim. Utançtan yanıyordum ama donmuş gibiydim ve kapı üzerinde kilit sesleri duyulmaya başlayınca ne olduysa oldu, Derman bileğimden tuttuğu gibi beni az evvel Neşe'yi yatırdığımız odaya soktu, karanlık odada kapıyı kapatırken, o kapı kenarında bileğimi bırakmadı. Üstelik nefesi de çok yakınımdaydı, aydınlıktan karanlığa girmiş olsak da, salonun ışığından loşluk oluşan odanın içinde göz bebekleri fıldır fıldırdı. Mahcup olduğunu düşünüyordu ama ben ondan çok daha mahcuptum. Fısıltı halinde:
"Ayıp olur şimdi beni görürse," diye söylendi. O an anladım, annem bir erkek arkadaşıyla eve geliyordu, bunu hep yapıyordu, bu bizim için sıradandı ve tek sorun Derman'ın annemi münasebetsiz bir halde görmesiydi. Utanıyordum ama utansam da bu yanlış anlaşılmanın içinden annemi pekâlâ ki kendimi kurtarmak için:
"İlk kez biriyle geliyor," dedim.
Sonra sesleri daha yakına geldi. Derman'ın gözleri tam gözlerime dikildiğinde, adamın anneme çok da ahlaka sığmayan laflar ettiğini duyunca, ben gözlerimi onunkilerden ayırıp kulaklarımı ellerimle kapadım. Benim dünyamda böyle kadın erkek ilişkileri yoktu. Çünkü ben daha sinema filmlerinde öpüşen çiftleri görünce gözlerimi kapatan bir çocuktum. Kulaklarımı kaparken gözlerimi de kapamayı ihmal etmeyince gözlerimden yaşlar akmaya başladı. Adam annemi ne kadar özlediğinden, son zamanlarda çokça ihmal edildiğinden bahsediyordu. Annem de çocuklarının memleketten geldiğini, içeride uyuduklarını söylüyordu. İşveli bir kadındı, sesi benim bildiğim kadının ki gibi çıkmıyordu. Kendini çocuklaştırmış, o adama mahkûm bir zavallıya da benziyordu sesi, inlemeyle karışık acı içinde bir biçareye de...
"Kızların da senin kadar güzel mi ya," dediğinde adam kulaklarımdan birini kapadığım elimle sımsıkı Derman'ın bileğini tuttum. Ondan umduğum medet sanki al beni kurtar, götür buralardan der gibiydi. Onda ne anlamlara geldi bilmiyorum. Ama onların gürültüleri sürerken:
"Korkma," dedi. Hissettiğim şeyin için de artık korku da vardı ama şimdisi için değildi korkum. Birazdan Derman gidecek olduğunda yaşayacaklarımdan, tek başıma duyacaklarımdan korkuyordum. Bileğini kavradığım elini benden hiç çekmeden, diğeri ile de omzuma dokunduğunda, bir odanın içinde bir duvar dibine sinmiş, birbirine çok yakın iki kişiydik biz. Şaşırmış olduğunu, hatta bir ölçü hayal kırıklığı taşıdığını da biliyordum Derman'ın. Sanki bana karşı annemin müdafaası ona kalmış gibi,
"Bekar kadın, olur böyle arkadaşlıkları, yetişkin insan," diye konuşmaya başladı. Fısıltı halinde söyledikleri beni daha beter ağlatırken ikimiz de biliyorduk ki bu mesele böylesi bir mesele değildi.
"Bak bana, bana bakar mısın Aydan?"
Sonunda kaçtığım karanlıktan aydınlığa, ama aydınlığa tek sebep olan adamı görecek şekilde çıkarken gözlerimi açtım ve ona baktım. Bana ilk kez bu kadar yakındı. Hem de her anlamda! Sesinin buğusu doluyordu benim burnuma ve ben ondan gelen ona has o kokuyu daha çok yaşıyordum.
"Şimdi sesleri kesilince odadan çıkacağım, sana telefon telsizini vereceğim, sonra da ben çıkınca içeriden kapıyı kilitleyeceksin. Sonra da en ufak bir şüphe de beni arayacaksın," dedi. Başımı iki yana salladım, o giderse sanki babamın gittiği ilk zamanlar bir depremin kucağında Neşe ile kendimi korumak zorunda kaldığım o gece gibi ıssıza düşecektim. Olmazdı benim için onun gitmesi!
"Aydan, cesur ol! Sana kimse zarar veremez, zaten buna annende izin vermez," dedi. Sonra da annemin yeni kahkahası yayıldı kulaklarımıza. Bu defa daha belirgin bir çırpınışla ağlamaya başlayınca oda arafta kalmış gibiydi. Derin bir 'of' çektikten sonra,
"Bana ne düşündüğünü söyle Aydan?" dedi. Söyleyebilir miydim ne düşündüğümü? Tekrar inkara giderken gözlerimi sildim ve o bir kez daha ısrar etti,
"Ne düşünüyorsun söyle hadi, istersen götürürüm seni; alırız Neşe'yi, ister misin?"
Ona nasıl bizi al götür diyebilirdim ki hangi sıfatla?
"Şaşırdım sadece," dedim hızla kendimi toplamış gibi görünürken.
"Alışkın değilim ben böyle şeylere," diye de ekledim biraz daha ikna edici olmak için. Bende tıpkı onun gibi fısıldıyordum.
"Kapımı kilitler yatarım, bana kim ne yapacak değil mi?"
Beni onayladığını gösterir şekilde başını salladı. Sonra da elimden tutup beni Neşe'nin uyuduğu yatağın karşısında tıpkı onun ki gibi olan tek kişilik yatağa yatırdı. Bir bebek gibi... Annemle adamın sesi kesilene kadar başucumda oturup saçlarımı okşadı. Buna kesinlikle ihtiyacım vardı ama o gün Derman bana ne yaptıysa bir abi olarak yapmadı. Onun niyeti ne olursa olsun, benim için artık bir erkekti Derman'da, varlığında derman bulduğum, yokluğunda yorgun düştüğüm adam... Sonra dediğini yapıp, içeriden telsiz telefonu getirdi ve avuçlarımın arasına yerleştirmeden kendi numarasını son arananlara aldı.
"Beni arıyorsun kara kız, kapını kilitliyorsun ve senin canını sıkacak herhangi bir şey olursa beni arıyorsun."
Kabul ettim!
O gece onu aramaya gerek duymamış olsam da kabul ettim ve Derman'ın ardından odanın kapısını kilitleyip, bir elimde telefon diğer elim yastığımın altında içimi çeke çeke ağlayarak uyudum.
***