1999, Ocak
Aralık ayında onunla iki kez telefonla konuşup, bir telefon konuşmasının çok uzamasının mümkün olmadığını anlayarak Derman'a bir mektup yazdım. Mektubum gene çok uzun olmasa da o mektubun cevabı gene kısa olacak olsa da günlerce cevabını bekledim. Anneme her gün posta kutusunda adıma bir mektup olup olmadığını sordum ve sonunda annem ince parmaklarının arasına sıkışmış bir zarfla çıka geldi bir sabah:
"Abiciğinden," derken imalı bir sesle verdi o zarfı bana. Ben o imadan çok bir şey anlamasam da hemen yatağımın içinden doğrulup mektubu açtım ve Derman'ın o tanıdık düzgün el yazısını gördüm. Şöyle diyordu mektubunda:
"Sevgili Aydan,
Senden bu kadar aralıklı mektup almış olunca, kıtalar arasında bir mektup arkadaşı edinmişim gibi bir hisse kapılıyorum. Sanırım daha sık yazmanı bekliyorum. Tuhaf ama bekliyorsam da kendimi yargılamam lazım. Anlattıkların bana nedense seni sanki bu kez daha başka biri olarak bulacakmışım gibi heyecanlandırıyor beni. Acaba diyorum saçlarını kırmızıya boyayıp, koluna da boydan boya bir dövme mi yaptırdı? Olur mu olur. Değişmeyen tek şey değişimin ta kendisi değil mi? Gene de dövme işini keyfine bırakıp, saçlarını kırmızıya boyamaman konusunda sana bir abi tavsiyesinde bulunmak istiyorum; kara kız olmak sana çok yakışıyor.
Mektubunda anlattığın o filmi hiç görmedim. Yakın zamanda görür müyüm çok da umutlu değilim. Belki de İstanbul'a geldiğimde seninle yapılacaklar listesi oluşturmalı ve listeye mutlaka bu sinemaya gitme işini dâhil etmeliyim. Aynı film halen vizyon da ise bu kadar ballandıra ballandıra anlattığın süper kahramanı bir kez daha görmekten gocunmayacağını umarım. Ne de olsa süper kahramanlar genç kızların ilk aşkları olurlar? Belki de ilk aşklar babalardır, bunu tam bilemedim. Senin babanla ilişkin konusunda söyleyeceklerim vardı; lafı o yüzden buraya bağladım. Şöyle ki ona nasıl ulaşacağını buldum, telefonla konuşmak için ona numara bırakmak gerekiyormuş. Ben de bu numarayı ona bıraktım, sonra da düşündüm belki ona da bir mektup yazabilirsin. Zira güzel mektup yazıyorsun, insan okurken yirmi beş senesini geçirebilir. Sen bunu bir düşün derim!
Yeni yıl içinde orada olacağım, bu defa bir hafta kadar da izin almayı düşünüyorum kara kız, sana yeni yıl hediyesi olarak bir şey almamı istersen bana yaz, saçma sapan bir şey almak istemiyorum ve bu hediye almak konusunda inanılmaz fikirsizim. Belki topraklarından bir torba getirmemi falan istersin, belki de batsın öyle topraklar dersin bilemedim. Bu konuda ne düşündüğünü de tam kestiremiyorum.
Bana kalsa daha çok yazarım aslında ama sen kısacık yazınca bende neden uzun yazan ben olayım diye gurur yapıyorum. Asker gururu bazen yersiz oluyor, sana abi diyen bir kız çocuğu ile aşık atıyorsun. Ne gereksiz değil mi? Ne bileyim işte bana da böyle öğrettiler, asla verilenden fazlasını verme karşındakine. O zaman da biraz bencil olabilirsin gerçi. Gururum ayakta kalacak diye bencil olmaya lüzum var mı bilemedim; kara kız! Gerçi sen kara değildin değil mi? Aslında sana bir şey söyleyeyim mi Aydan, sen bildiğin kara kızsın? Hayır, kırılma diye sana pamuk kız falan dememi bekliyorsan yanılıyorsun çünkü senin ki gibi bir esmerlik hoş olduğundan bunu takmamanı tavsiye ederim. Hem, insan ten rengini değiştiremez. Öyle olsa ben epey esmer bir tenim olsun isterdim. Belki bunun için zenginlerin gittiği solaryuma gidebilirim. Belki annen seni oraya da götürmüştür ha görmeyeli... Sana benden küçük bir sır kara kız, sakın solaryuma gitme; sen bundan daha çok esmerleşemezsin.
Neşe'ye kucak dolusu sevgiler... Kendine de küçük kardeşine de dikkat et, siz birbirinize emanetsiniz. Derman Komutan!"
Ona mektup yazmak için biraz zaman geçmesini ilk kez beklemedim. Bu defa hemen kolları sıvayıp yazmaya başladım. Ona nasıl hitap edeceğimi bu defa düşünmek zorunda kaldım çünkü Derman Abi diye başlamak istemedim. Uzunca bir düşünme arifesi sonrası başladım yazmaya, yazım onun ki kadar güzel değildi ama gönlümde bütün söyleyeceklerim coşku ile çağlıyordu.
"Pek Sevgili Derman Komutan,
Perihan Teyze vardı bahçeye birlikte gittiğimiz komşulardan; o hep böyle söylerdi 'Pek güzel kızım' ya da, 'Pek bahtsız yavrum'. Onun pekiştirmek için kullandığı bu kelimeyi senin için kullanmak münasip geldi bana Derman Abi, senin için de öyle mi oldu çok emin olmamakla beraber yaptım; oldu. Nasılsa uzanıp elimi tutup, yazmama engel olamazsın ya?
Olamazsın değil mi?
Senin mektubun içimde ki yazarı çıkarmış olabilir. Çünkü bir anda yazma arzusu ile kendimi masaya attım. Masaya attım dediysem yanlış anlama, öyle kâğıdı attım, kendimi değil.
İşte böyle saçmalarken yazarlık duygumu da kaybetmiş bulunuyorum. Sadece orta sona kadar okumuş bir kız ile koskoca komutan âşık atabilir mi hiç? Bu kendisine abi diyen bir kız çocuğu ile gurur savaşı yapmaktan daha vahim bir durum bence Derman Abi, baksana daha ilk satırlardan batırdım durumu.
Affet beni, feci yazıyorum kabul ediyorum ama gene de yazıyorum. Ne yapayım yani, yazamıyorum diye karşılıksız mı bırakayım seni?
Ve filmde ki süper kahramanı ikinci kez görme fikri bana gayet güzel geldi. Çünkü ben o filmi üç beş kez daha soluksuz izlerim. Bizim köye sinema salonları kurulsa belki bu kadar açgözlü olmazdım. Şu hava da koca simit parçasını kapan doyumsuz martı gibiyim, her şeyi birkaç aya sığdırma telaşına düşmüş bir halde.
Bu arada yeni yılda hediye istemiyorum Derman Abi, seni görürsem hediye almış kadar sevineceğim. Ama illa ki toprak getireyim dersen söyleyeyim de o toprağı, çamur halde üzerine sıvamış biri olarak; hiç özlemedim. O köye dair özlediğim tek şey babam, eğer beni ararsa mutlu olurum ama onunla ağlamadan konuşabilir miyim bilmiyorum? Mektup yazma fikrine gelince, biliyor musun bilmem ama babam yakını göremez, eğer gözlük alamadıysa -ki alabildiğini sanmam- o mektupları hayatta okuyamayacaktır. Belki de çalışıp para kazanıp, babama biraz para göndermeliyim ama Neşe'yi kime bırakırım bilemedim. Annem Neşe'nin önümüzde ki yıl okula gitmesi gerektiğini söylüyor, eğer okursa ben de bir işe girebilirim. Böylelikle anneme de daha az yük olmuş olurum. İnsan annesine yük olur mu deme tam olarak böyle hissediyorum. Evet, iyi bir kadın olduğunun farkındayım ama ne sebeple olursa olsun kızını terk etmiş bir annenin fedakâr bir anne olamayacağı düşüncesindeyim. Doğru ya da yanlış bunu lütfen benimle tartışma. Çünkü sen bir konuda bir şeyler anlatmaya başlayınca ben düşündüklerimden kolayca vazgeçiyorum. Ya sen de şeytan tüyü var, ya da hep haklısın buna şimdi karar veremedim.
Kara kız meselesine de gelince, sen öyle söylemek istiyorsan benim sana diyecek sözüm yok Derman Abi, koskoca abim beni kararmış bir kömür parçası gibi görüyorsa bu yaştan sonra ona aydınlık gösteren bir gözlük önerecek kişi ben değilim. Üstelik bu ağabey koskoca Derman Komutan ise ne haddime değil mi?
Derman Abi, saçlarımı kırmızıya falan boyamadım. Annem saçlarımın rengi koyu olduğu için açmak gerektiğini, bunun için de saçlarımın yıpranacağını söylüyor. Ona saçlarımı boyama fikrini de ben sunmadım ama kendisi sürekli beni değiştirme peşinde. Bazen benden utandığı için böyle yaptığını düşünüyorum ama sonra vazgeçiyorum; herhalde beni nasıl mutlu edeceğini şaşırıyor. Oysa mutlu olmak için saçlarımı boyamam ya da İstanbul kızlarının sahip olduğu kıyafetlere sahip olmama gerek yok. Ben babam başımızda iken, bahçede fındık toplamaktan ellerim yara olurken, akşam eve geldiğimde kardeşim ve babam sağlıklı diye bile mutlu olurdum. Çünkü gidenlerin ve ölenlerin acısını hep yaşadım ben, bu yüzden birinin gidişinden daha çok beni üzecek hiçbir şey yok hayatta. Buna artık sen de dâhilsin. Eğer bir gün evlenirsen, aklıma nedense başka türlü bir ayrılık bir fikri gelmedi, karın da bu geveze kara kızın seninle derdi ne der de bizi birbirimizden uzaklaştırırsa ben çok üzülürüm. Belki sırf bu yüzden, evleneceğin kişiye yalan da olsa kız kardeşim diyebilirsin benim için. Bazen senin gibi bir öz abim olsa bu hayatta kimsenin beni ağlatamayacağını düşünüyorum da, böylelikle hayallerimde gerçekleşmiş olur.
Hı, unutmadan diyeyim de Derman Abi, Neşe senden korkuyordu ya hani, ara ara seni soruyor biliyor musun? En büyük aşklar nefretle başlar demişler. Bu sözü de bir filmden duydum, tuhaf değil mi? İnsan nefret ederken neden âşık olsun ki?
Bu mektubum da kısa mı bilemiyorum Abiciğim ama daha uzunlarını yazarım istersen. Seni bu şehirde görmeyi dört gözle bekleyen kara kız Aydan!"
Mektubu attığım üçüncü gün yeniden posta kutusunun yolunu gözlemeye başladım. Çünkü biliyordum ki tekrar yazacaktı Derman bana. Annem bu defa bir akşamüzeri elinde ki mektubu bana uzatırken:
"Sen bu adama ağabey diye boşa diyorsun ben sana diyeyim Aydan, adam abilikten öte davranıyor," dedi. Anneme böyle sözleri karşılığında cevap vermiyordum, gene öyle yaptım ve cevap vermedim. Sonra mektubu açıp hevesle okumaya başladım; yeni mektubu her geçen gün yüreğime oturan özleminin büyümesine neden olsa da defalarca okuyacağım kadar güzel yazılmıştı.
"Abisinin küçük kara kızı pek sevgili Aydan;
Yalnız bu pek ifadesi hakikaten pekiştirmek için kullanılıyorsa baya kurtarıcı bir kelime oldu benim için haberin olsun kara kız. Günlük hayata aldım, askerlere emir verirken 'pek kıymetli askerlerim' diyorum; bana anormal bakıyorlar. Komutan sıyırdı diyorlar belki de içlerinden, koskoca komutanlık saltanatım sallanıyor haberin olsun Aydan Hanımcığım. Neyse ki o zaman temelli İstanbul'a yerleşir, bundan sonrasında İstanbul'da seninle yapılacaklar listesine izin günüme göre ekleme yapmak durumunda kalmam.
Şu en büyük aşklar nefretle başlar kısmına gelince, büyük sözler etmek isterdim ama yaşın yeter mi emin olamadım. Belki daha çok sinema filmi izlemelisin. Hayır, yaş değildir asıl olan tecrübedir dersen anlarım, aşk malum ki her yaşta...
Yazdıklarının her birine cevap vermek istiyorum ama askeri okul okumuş eğitim düzeyim o bitirdiğin ortaokulun verdiği edebiyat yeteneğine karşılık zayıf kalmış duruyor. Sanırım askerlere duygusallıklar yüklememek için edebiyat derslerini noksan vermişler.
Emin olamadım.
Şu ayrılık meselesinde bir garanti vermem şart görünüyor kara kız, şöyle ki eğer sen en çok ayrılıkla perişan oluyorsan temin ederim ki ben çekip gitmem. Zaten evlenmek gibi bir niyette de değilim, nereden çıkardın bilmem ki? Evde kaldığımı falan mı düşünüyorsun yoksa? Alimallah öyle düşünüyorsan da ses etme sonra psikolojik olarak çökebilirim.
Ya da ihtimal bile değil itiraf ediyorum direkt çökerim, Kara Kız.
Babanın yakın gözlük meselesine gelince, sen bir mektup yaz lütfen, ben gözlük işini en kısa zamanda halledeceğim. Sonra seneye Neşe okula gidip de, sen de çalışmaya başlarsan sana en çok yakıştırdığım işi söylemek istiyorum; çiçekçilik. Neden böyle söylediğimi bilmiyorum. Ama belki bağ bahçe işlerinden başka işten anlamayan senin için en yapılabilir olanı bu diye düşündüm. Çiçekçi bir arkadaşım yok. Yoksa sen de herhangi bir çiçekçi ile çalışamazsın. İşte abi yüreği dayanamaz öyle bilmedik kapılarda çalışsın kardeşi... He gene de resmi olarak seni kız kardeşim ilan etme durumuna gelince, yahu sen önce gelmişsin, evleneceğim hatun sonra, nasıl sallayacakmış tahtını? Bir kere senin değişmez bir saltanatın var bende, oda kardeşlik tahtından gelir.
Mektubumu kısa kesiyorum Aydan, bu defa da gurur yaptığım için sanıyorsan yanılıyorsun. Bu defa kısa mektuplarının intikamını almak için yapıyorum. Her şekilde o pis gurur dediğini duyar gibiyim... Havalar soğudu sıkı giyinin! Kendine de kardeşine iyi bak. Pek Sevgili Ağabeyin Derman!"
Bu defa mektubunu ancak bir gün sonra yazdığımda Neşe'yi anneme bırakıp hemen alt sokaktaki postaneye kadar gideceğimi söyledim. Annem o gece yapılacak olan yılbaşı kutlamaları için sahne alacaktı ve sarılı saçlarının altında ki maskeli suratı ile onu gece beklemememi söyledi.
Soğuk bir kıştı o yıl. Halen çadırlarda yaşayanları düşünüp üzüleceğim kadar soğuk. Atkımı burnuma kadar çekip, ellerim ceplerimde yürürken tam dibimde bir arabanın durduğunu fark ettim. Önce duran arabanın benimle alakası olduğunu sanmadım ve yürümeye devam ettim ama araç da benim gibi ağır ağır hareket ediyordu. Başımı çevirip baktığım da lacivert Honda aracı tanıdım ve elim ağzımda şaşkın mutlu bir ifadeyle cama yapıştım. Önce cam aşağı kadar indi sonra içinde ki şoför başını uzatıp:
"Buyurun bayan bırakayım sizi," dedi. Öyle ciddiydi ki ifadesi sözlerinde ki ciddiyetsizliğe rağmen onun asker olduğunu hissettim. Bildiğimden değil, bilmeden bile söyleyebilirdim bunu.
Aracın sağına geçtim, kapıyı açıp içeri girerken bir an onu nasıl karşılamam gerektiğini düşündüm. Balıkçı yaka mavi bir kazağın altına gene yeni görünümlü canlı bir kot giymişti. Montunu aracın koltuğuna asmıştı. Gülümsedi ve tam olarak oda ne yapacağını bilmez halde elini uzatıp omzuma dokundu,
"Nereye?" diye sordu. Kıkırdayarak posta haneye gittiğimi söyleyince oda güldü sonra da avucunu açtı, "Alayım mektubumu," dedi. Avucuna şöyle bir baktım, sıktığı şeyin suyunu çıkaracak kadar kemikli elleri beni gene yanı başında güvende hissettirecek kadar bendendi. Çantamda ki mektubu ona vermeyi reddedip, arkamızdan aracın korna çalması ile sokaktan uzaklaşmamızı seyrettim. O biraz ilerledikten sonra aracı bizim evden çok uzaklaştırmadan sağa park etti. Her zaman olduğu gibi ısrarcı olmadan makul bir orta yol buldu.
"Mektubu arkamdan postala öyleyse merak ederim."
Olur dedim ama arkasından postalayacağım mektup o olmayacaktı, bilmiyordum.
"Senin çok vaktini almayacağım, akşam için annenin bir planı yoksa seninle Neşe'yi bizim eve götürmek istiyorum, ister misin?"
Onların evinde tam olarak ne yapacaktık bilemeden öyle kalınca, "Biz öyle abartılı partiler yapmayız, kendi aramızda bir aile yemeği yer eğlence programı izler sohbet ederiz. Misafirimiz olur musunuz?" diye açıkladı. Ailesinin varlığımdan çok hoşlanmadıklarını hatırlayınca ne diyeceğimi bilemedim ama Derman aynı Derman'dı ve beni o gece evlerine misafir olmaya ikna etti.