***
Zerin'den...
Ömer’i karşımda gördüğüm an içimdeki ağırlık çözüldü. Günlerdir haber alamamak beni deliliğin eşiğine getirmişti. Hiç değilse iyiydi... nefes alıyordu... konuşabiliyordu. Şimdi onunla birlikte eve arabayla giderken, içimde yavaş yavaş toparlanan bir huzur vardı. Biraz oturup gidecekti; çünkü babasını hala bulamamıştı.
Komşular görmeden eve sessizce girdik. Annemle ablam bizi görünce dayanamadılar, ikisi de Ömer’e sarıldı. Onların bile gözlerinde bir rahatlama vardı. Hasret geçirip, tam oturacaktık ki kapı çaldı. Bu ses içimde bir anda buz gibi bir ürperti dolaştırdı.
Elim kendiliğinden Ömer’in koluna gitti. "Ömer..." dedim titreyerek.
"Korkma yavrum, komşudur." dedi annem; kapıya doğru yürüdü.
Ömer yanağıma dokundu, parmaklarının sıcaklığı kalbimin atışını biraz olsun düzene soktu. Tam rahatlıyordum ki...
Kapı büyük bir gümbürtüyle içeri çarptı. Ev adeta sarsıldı. Annem geri sendeledi.
Kapıdan içeri, tanımadığım birkaç adam girdi. Yüzlerinde sert, soğuk ifadeler vardı. Ben daha ne olduğunu anlayamadan, o adamların arasından biri göründü.
En son damatlıklar içinde gördüğüm Serhad Ağa.
Şimdi ise üzerindeki siyah gömlek, yüzündeki keskin ifade ve yürüyüşündeki o hükmeden tavır... tamamen başka bir adam gibiydi.
Sanki etrafındaki hava bile kararmıştı. Tanıdığım adam değildi artık o. Çok daha tehlikeliydi.
Gözleri önce evi taradı, sonra bize döndü. Ve yanağımdan yavaşça çekilen Ömer'in eline bakınca, dudaklarının kenarı küçümser bir alaya kıvrıldı.
"İnsan soysuz, şerefsiz olunca rahat olmak kolay geliyor tabi."
Sözleri zehir gibi odaya yayıldı. Ömer beni hemen arkasına aldı. Sanki adamlar her an üstümüze çullanacakmış gibi bir hava vardı.
"Derdin benimle Serhad Ağa..." dedi. "Dışarıda konuşalım."
Elini hemen tuttum ve bırakmadım. Bırakamadım. Gitmesine izin verirsem geri dönemeyecekmiş gibi hissediyordum.
Serhad’ın bakışı bu kez elimizde durdu. Gözbebekleri karanlık bir öfkeyle küçüldü.
"Konuşacağız..." dedi. "Elbette konuşacağız." Sesinde tehdit yoktu... çünkü zaten tehdidin ta kendisiydi.
Sanki evin duvarlarını bile yerinden sökebilecek bir ağırlığı vardı.
Bu, sıradan bir mesele değildi. Bu, kanla, acıyla, büyüyen bir hesaplaşmanın başlangıcıydı.
Ve içimdeki o keskin korku... ilk kez bu kadar gerçek olmuştu.
"Ama pek hoşuna gitmeyecek." Serhad başını hafifçe sağa yatırdı; sanki söyleyeceği şeyi önceden tadıyormuş gibi bir rahatlık vardı yüzünde. Gözleri bana kaydığında, bakışlarıyla beni duvara dayamış gibi hissettim. Gözlerimi anında kaçırdım, ama üzerimdeki ağırlığı gitmedi. Belli ki bakmaya devam ediyordu. Hissediyordum.
"Kızı getirin." dedi bir anda emir vererek. Başımı kaldırdım. Kızı mı? Beni mi?
Adamları üzerimize yürüyünce her şey bir anda koptu. Ömer refleksle beni daha çok arkasına aldı ama üç adamın gücü karşısında ne kadar dayanabilirdi ki? Kollarından tutup geriye çektiler. Ömer’in nefesi öfkeyle kesiliyordu.
"Bırakın lan!" diye haykırdı, sesi duvarları çatlatacak gibiydi ama kimse onu dinlemedi. Ben ise bir adamın kolunu tırmalıyor, bir diğerinin elinden kurtulmaya çalışıyordum. Gözlerim yaşla doldu; çırpınıyordum ama bir faydası yoktu.
"Şimdi konuşabiliriz." Serhad’ın o tok sesi... sanki evdeki tüm uğultuyu susturdu.
Ömer’in yüzü kıpkırmızı olmuştu. Öfke damar damar yüzüne çıkmıştı.
Serhad, sanki hiçbir şey olmuyormuş gibi konuşmaya başladı.
"Baban hangi deliğe girdiyse... onu bulman için bir haftan var. Ya bir hafta içinde o it babanı ayaklarıma getirirsin..."
Sözleri kalbime saplandı. Ama asıl darbe, bana döndüğünde geldi. "...ya da kan bedeli olarak Zerin'le evlenirim."
Gözlerim büyüdü. Ne saçmalıyordu bu adam? Bu... bu delilikti.
"Ulan seni öldürürüm!" dedi Ömer. Serhad’a saldırmak için bütün gücüyle ileri atılıyor ama zincirlenmiş gibi yerinden kıpırdatmıyorlardı. Adamlar onu zor tutuyordu.
Bu sırada annem ağlamaktan kendine hakim olamayıp, Serhad'a yalvarırcasına konuştu.
"Serhad oğlum... etme, eyleme! O pisliğin günahını bu iki garipten alma."
Serhad, anneme dönüp baktı. O bakışta ne merhamet vardı, ne öfke... sadece karar.
"Damadın getirsin babasını, nişanlısına kavuşsun Berfin ana. Aksi halde..." dediğinde, bakışları Ömer’e döndü.
"...olacaklara katlanırsınız."
Serhad yanıma geldiğinde nefesimi tutmuş gibiydim. Birden bileğimden öyle sert kavradı ki, canım avuç içinde kıvrılıp kaldı.
"Dokunma bana!" diye çıkıştım, koluna vurdum, kendimi geri çekmeye çalıştım ama boşunaydı. Beni bırakmaya hiç niyeti yoktu.
"Kardeşimi bırak!" Ablam ona bağırarak, koluma yapıştı.
Ama adamların biri onu hunharca kenara itti. Ablam yere düşerken çıkan ses içimi titretti. Toparlanıp yerden kalktığında, gözleri öfke doluydu; nefes nefese Serhad’a bağırdı.
"Bize şerefsiz diyorsun ama... nişanlı bir kızla evlenmeyi düşünecek kadar namussuz, haysiyetsiz olan sensin Serhad Ağa!"
O an Serhad’ın yüzü kasıldı. Çenesindeki damar belirir gibi oldu. Dişlerini o kadar sert sıkmıştı ki, bir an ablama saldıracak sandım.
Ama yapmadı. Öfkesini benden çıkarmaya karar vermiş gibiydi. Bileğimden daha da sert kavradı, bir hamlede beni kendine doğru çekti. Dengemi kaybettim, peşinden savrularak yürümek zorunda kaldım.
"Ömer! Yalvarırım bırakma beni!" diye sesim yırtılırken, "Bırak Zerin'i, adam gibi derdin neyse benle çöz Serhad Ağa!" demişti. Sesi çaresizdi ama bir o kadar da öfkeli. Adamların arasından bana uzanmaya çalışıyordu.
Kapıya yaklaşırken son bir çabayla, "Bırak beni!" diye bağırıp kapının pervazına asıldım. Serhad’ın elinden kurtulmak için parmaklarım beyazlayana kadar sıktım o tahta pervazı. Ama o bir anda belimden kavradı, bedenimi kolayca yerden kesip omzuna attı. Nefesim kesildi.
Omzunda taşırken, sırtına yumruklar savurdum; avuç içlerim acıdı ama durmadım.
"İndir beni!" diye haykırdım. Tüm komşular sesimizden sokağa dökülmüştü ama kimse yardım etmedi. Çünkü kimse Soranilere bulaşmak istemezdi.
Serhad hiç bir tepki vermedi. Sessiz, kararlı, buz gibiydi.
Beni omzundan indirip, zorla arabaya soktu. Kapıyı suratıma sertçe kapatığında, içimde bir şeyleri kırdı.
Ardından, kapının kilitlenme sesi geline cama vurdum. Hapsolduğumun net işaretiydi.
"Bırak beni Allah'ın belası!" diye gözümden yaşlar akarak, yerimden çırpındım.
Ömer’in bağırışlarını, annemle ablamın ağlayışlarını duyabiliyordum ama hiç birini yanıma yaklaştırmıyorlardı.
Ve ben... Serhad’ın karanlığında, arabada kilitli bir şekilde... ne yapacağımı bile bilmediğim bir kaderin içine çekiliyordum.
Serhad şoför koltuğuna oturur oturmaz, ben de ıslak yanaklarımla ona döndüm. Göğsüm hızla inip kalkıyordu. İçimde korku, öfke, çaresizlik birbirine çarpıyordu.
"Bu mu senin ağalığın, adamlığın?!" diye bağırdım yüzüne. Direksiyonu sıkışından, nefes alışından ne kadar sinirli olduğu belliydi. Ama o sadece yola bakıyordu. Beni duyuyordu ama umursamıyordu.
"Amcam öyle ya da böyle ortaya çıkar Serhad Ağa!" dedim sesim titreyerek. "Ona ne yaparsan yap! Ama hıncını bizden çıkarma!"
Hala sessizdi ve bu sessizliği beni delirtmeye başlamıştı. Susması, konuşmasından daha çok acıtıyordu.
"Konuşsana!" Arabanın içini sesimle inlettiğimde, araba aniden fren yaptı. Vücudum öne savrulurken son anda tutundum. Kalbim boğazıma kadar çıktı.
Daha ne olduğunu anlamazken, Serhad'ın parmakları çeneme kavrayıp başımı aniden cama yasladı. Dudaklarım büzüşmüştü, canımı yakıyordu. Ama umrunda olmadı. Yüzüme iyice eğildi...
Gözleri karanlık bir şeyle doluydu. Öfke değildi sadece; gurur, incinmişlik, hırs... hepsi birbirine karışmıştı.
"Neden ağlıyorsun, Zerin?!" Sesi tok, nefesi sıcak ama tonunda buz gibi bir sertlik vardı.
"Nişanlına güvenmiyor musun?" Yüzüme daha da yaklaştı.
"Senin için babasını feda etmez mi yoksa?" Her kelimesi yüzüme tokat gibi çarpıyordu.
Yerime sindim ama susmadım. İçimde yanan öfke korkudan daha güçlüydü.
"Ömer senin gibi korkak değil!" diye bağırdım. O an yüzü değişti. Yüzümün dibinde, aynı şiddetle kükredi.
"O zaman zırlamayı bırak! Madem korkak değil ve o ite bu kadar güveniyorsun, seni almasını bekle."
Sözleri göğsüme zehirli bir ok gibi saplandı. Bir an nefesim kesildi, göğsüm yanmaya başladı. İçimde istemeden bir şüphe kıpırdadı.
Ömer babasını bulsa da, bulmasa da beni Serhad’ın eline teslim etmezdi. Etmezdi... değil mi?
Onun bana bakışları, bana duyduğu sevgi, verdiği sözler... hepsi geldi aklıma. Ama Serhad’ın karanlık sesi, o sözleri bastıran bir gölge gibi zihnimi kapladı.
Ya zorunda kalırsa? Ya bir tercih yapmak zorunda bırakılırsa? Kendi düşüncelerim içimi kemirmeye başlamıştı. Kalbim hızlanırken, içimde kocaman bir korku büyüdü.
Ben ilk kez... Ömer’in bile beni koruyamayacağı bir ihtimalle yüzleşiyordum.
***