***
Zerin'den...
Gözlerimi araladığımda, ilk gördüğüm şey saçlarımla usulca oynayan Ömer oldu. O an içime yayılan huzurla istemsizce gülümsedim. Yüzümdeki ifadeyi fark etmiş olacak ki bakışları yumuşadı.
"Günaydın." dediğimde yanağıma uzun, acele etmeyen bir öpücük bıraktı.
"Günaydın güzelim." derken sesi her zamanki gibi sakindi ama altında gizlenen bir ağırlık vardı.
Doğrulup etrafa bakındım. Tanıdık olmayan bu evde geçen gecenin ardından, içimde eve dönme isteği kabardı.
"Eve gitmem lazım." dedim. "Annemle ablam meraktan ölmüşlerdir şimdi."
O da doğrulup beni kendine çekti. Başını boynuma yasladı, derin bir nefes aldı. O nefeste bir şey vardı; sanki içini dolduran bir endişeyi bastırmaya çalışıyordu. Elimi yanağına koydum.
"İyi misin?" diye sordum. Başını kaldırıp gözlerimin içine baktı. "İyiyim." dedi ama yutkunuşu ele verdi onu. Adem elmasının yukarı aşağı hareketini gördüm; iyi değildi ama belli etmemeye çalışıyordu.
Kahvaltıyı güzel bir sohbetle yaptık. Konuşmalar yüzeydeydi, ama ikimiz de derinde başka şeylerle meşguldük. Evden çıkıp arabaya bindiğimizde içimde açıklayamadığım bir sıkıntı vardı. Beni eve bıraktığında durup yüzüne baktım.
"Sen gelmiyor musun?" dedim. Elimi tuttu, dudaklarına götürüp öptü.
"Sen git." dedi. "Ben sonra uğrarım."
Başımı salladım. Arabadan inmeden önce ona doğru eğilip yanağına küçük bir buse kondurdum.
"Seni seviyorum." Dudaklarının kenarı hafifçe kıvrıldı.
"Ben de seni seviyorum güzelim."
Arabadan indiğimde arkasından el salladım. Ama içimdeki o huzursuzluk geçmedi. Sanki sabahki her dokunuşunda, her bakışında gizli bir veda vardı. Aklıma Serhad düştü; acaba yine tehdit mi etmişti, yine bir karanlık mı yaklaşıyordu? Bu düşünceyi silip derin bir nefes aldım ve bahçeden içeri girdim.
Kapıyı çaldığımda annem açtı. Daha iki gün olmuştu ben gideli ama yüzü çökmüş, gözlerinin altı morarmıştı. Sanki bu iki günde yıllar geçmişti üzerinden.
"Yavrum!" diyerek bana sarıldığında, ben de ona sımsıkı sarıldım.
"Anam." dedim, kokusunu içime çekerek. Gözlerim doldu.
İçerden ablamın sesi geldi. "Kim geldi ana?!" Koridora çıktığında beni görünce bir an duraksadı, sonra bir çığlıkla üzerime atladı.
"Zero!" diye bağırdı ve üzerime atladı. "Kız kaçtın mı sen?!"
"Abla." dedim gülerek, "Kulağımın anasını ağlatın. İçeri geçelim, anlatacağım."
Hemen başını salladı. Salona geçtik. Oturup başımdan geçen her şeyi tek tek anlattım. Anlatırken hem rahatladım hem de bazı anlarda boğazım düğümlendi.
"Yani Serhad’ın senle işi bitti mi?" diye sordu ablam sonunda.
Gülümseyerek başımı salladım. "Evet." dedim. "Ama... amcası ölmediği sürece. Umalım da Allah uzun ömür versin.”
Sözlerim hafifti ama içimdeki temkin ağırdı. Çünkü bu hikayede hiçbir şeyin tamamen bittiğine henüz inanamıyordum.
***
Yazar'dan...
Ömer, Zerin’in yanından ayrılır ayrılmaz doğruca babasının yanına gitti. İstemiyordu. İçinin her yanı karşı koymakla doluydu ama çağrılmıştı; babası Cemal çağırdıysa gitmemek diye bir ihtimal yoktu. Yolda araba değiştirip durdu. Bir köşede Serhad’ın adamları çıkar mı, biri izini sürmüş müdür diye direksiyonu her kırışında siniri biraz daha geriliyordu. Kaçmaktan yorulmuştu artık. Sadece Serhad’dan değil, kendi kaderinden de kaçıyordu.
Evin kapısından içeri girdiğinde, karşısındaki manzara canını daha çok sıktı. Babası, sanki ortada kan, tehdit, ölüm yokmuş gibi nargilesini içiyordu. Dumanı ağır ağır havaya savururken yüzünde en ufak bir telaş yoktu.
"Hal ettin mi?" diye sordu, gayet sakin.
Ömer başını eğdi. O an söyleyecek her söz boğazında düğümlenmişti.
"Zerin gece kaçtı Serhad’dan..." dedi. "Beni aradı, gidip aldım. Serhad yakaladı bizi... başta karşı geldi ama sonra kabullendi. Amcası ölmediği sürece bize bulaşmayacak."
Bu sözler Cemal’in yüzündeki çizgileri derinleştirdi. Kaşları çatıldı, çenesindeki kaslar oynadı.
"Ne yaptın, ne yaptın?!" diye kükredi.
Ömer nefesini tuttu. "Zerin’i ondan aldım." dedi.
"Ulan it! Zerin’i Serhad’a bırakıp Leyla’yı alacaktın!" O an Cemal’in sesi evin duvarlarına çarpıp geri döndü.
Ömer başını kaldırıp, babasının gözlerinin içine baktı.
"Zerin benim nişanlım!" Sesinde korkudan çok inat vardı.
Cemal’in yüzü daha da sertleşti. Yerinden kalktı. Nargilenin yanına gidip maşrapayı aldı, yanan kömürü içine aldıktan sonra ağır adımlarla oğluna doğru yürüdü. Ömer kıpırdamadı. Ne olacağını biliyor gibiydi. Babası tam karşısına dikildiği anda, birden iki adam Ömer’in kollarından tuttu. Cemal oğlunun elini yakalayıp zorla avucunu açtı.
"Erkek adamsın tabi." dedi alayla. "Koruyacan nişanlını."
Ve kömürü Ömer’in avucuna bıraktı. Et yandı, yanık kokusu yükseldi, acı bir anda bütün bedenine yayıldı. Ömer kolunu çekmek istedi ama onu tutan kollardan sıyrılamadı. Dişlerini sıktı, çenesi titredi. Gözleri kan çanağına döndü ama tek bir çığlık bile atmadı.
"Şimdi bir daha söyle..." dedi Cemal. "Nişanlın Zerin mi?" Ömer’in gözünde acıdan bir yaş süzüldü. Bu işin burada bitmeyeceğini biliyordu.
"Değil." dedi kısık bir sesle. Cemal kömürü daha da bastırdı.
"Daha yüksek!"
"Değil!" diye bağırdı Ömer, acı canına tak etmişti. "Nişanı bozup Leyla’yı karım yapacağım! Oldu mu Cemal Ağa?!"
İşte ancak o zaman Cemal elini bıraktı. Kömür yere düştü. Ömer olduğu yerde sendeledi, avucunun içi cayır cayır yanıyordu.
"Oldu oğlum." dedi Cemal, oğlunun yanağına birkaç kez vurup. "Baba sözü dinlemek her zaman iyidir."
Ömer babasına bakıyordu. Göğsü hızlı hızlı inip kalkıyor, ciğerlerine dolan her nefes sanki yanarak giriyordu. Avucu hala sızlıyordu ama o acı çoktan geride kalmıştı. Asıl yanan yer, Zerin’in adını zorla ağzından düşürmüş olmasıydı. Kendi canından bir parçayı koparıp atmış gibiydi.
Cemal’in sesi bu yanmayı daha da derinleştirdi.
"Madem Behzat’ı öldürmek Serhad’ı bize tekrar musallat eder..." dedi soğukkanlı bir kararlılıkla. "O zaman adam tut ve o ihtiyar şerefsizin fişini çek."
Bu söz, Ömer’in omuzlarına bir yük daha bindirdi. Babasının kirli işlerini yaptığı için şu an ona karşı gelemiyordu, çünkü elini her kaldırışında arkasında görünmez zincirler hissediyordu. Cemal sadece baba değildi; celladıydı, hakimiydi, gardiyanıydı.
Babasının isteğiyle öldürdüğü adamların tüm video kayıtları yine babası Cemal’in elindeydi. Her biri bir tehdit, her biri boğazına dolanan bir ilmikti. O görüntülerle onu susturuyor, diz çöktürüyor, istediği yöne sürüklüyordu. Kaçacak yeri yoktu. Ne ileri gidebiliyordu ne de geri dönebiliyordu.
Başını hafifçe eğdi. Gözlerinde ne isyan kalmıştı ne umut. Sadece yorgun bir kabulleniş vardı. Bir yanda Serhad’ın gölgesi, bir yanda babasının kirli emirleri... Tam ortasında ise Zerin. Ulaşamadığı, koruyamadığı, adını bile savunamadığı kadın.
***
Zerin'den...
Taş duvarların arasına sıkışmış gibi hissediyordum. Nefesim daralıyor, göğsümdeki ağırlık bir türlü hafiflemiyordu. Bu yüzden kendimi dışarı attım. Tek başıma, kimseye hesap vermeden, sadece kalbimin sesini dinlemek için. Mardin’in dar, taş döşeli ara sokaklarında yürüdüm; adımlarım beni nereye götürürse oraya… Ne kadar uzaklaştığımı fark ettiğimde bile umursamadım. Bugün içimde dolaşan huzursuzluk peşimi bırakmıyordu.
Dayanamayarak Ömer’i aradım. Telefon çaldı, çaldı... sonra meşgule düştü. Bir daha denedim. Yine kapalı. Parmaklarım titredi. İçime soğuk bir korku yayıldı, boğazıma kadar tırmandı.
"Allah’ım sen koru..." diye fısıldadım. Tam köşeyi dönmek için başımı kaldırdığım anda, adımlarım olduğum yere mıhlanmış gibi durdu. Serhad.
Uzun, heybetli duruşuyla birkaç adım ötemdeydi. Bir eli cebindeydi, diğerinde yanan sigara. Üzerindeki siyah pantolon ve siyah gömlek, gecenin karanlığıyla bütünleşmişti. Yüzü yorgundu; göz altları çökmüş, bakışları ağırdı. Sanki saatlerdir ayaktaydı. Hastaneden mi gelmişti? İçime istemsiz bir şüphe düştü.
Eğer o buradaysa... Ömer neredeydi?
"Ömer nerede?" diye sordum birden, sesim düşündüğümden daha sert çıktı.
Serhad’ın tek kaşı hafifçe kalktı. Dudaklarının kenarı küçümser bir ifadeyle kıvrıldı.
"Bu kadar sık kayboluyorsa nişanlın," dedi soğuk bir sesle, "tasma tak."
Bu cevap içimi daha da daralttı. Demek o da bilmiyordu. Bakışlarını üzerimde gezdirdi.
"Hayırdır..." dedi. "Daha dün kaçmak istediğin yerin müptelası mı oldun?"
Ne dediğini anlamadım. Refleksle etrafa baktım. O an fark ettim. Sorani konağının bir sokak ötesindeki sokağındaydım. Kalbim sıkıştı.
"B-ben..." diye kekeledim aptal gibi. "Farkında değilim. Hava almak için çıkmıştım."
Yüzünde inanmayan bir ifade belirdi.
"Gece bağ evinde koynunda yatan adam, şimdi de telefonlarına bakmıyor öyle mi Zerin?"
Kanım çekildi. Bağ evini nereden biliyordu? Bir adım atıp gözlerinin içine baktım.
"Herkesi kendin gibi görmeyi bırak Serhad Ağa."
Yanından geçmek istedim. Tam omzunun hizasına geldiğimde kolumdan sertçe tuttu, beni geri çekti. Yeniden karşısındaydım.
"Gece bir şey yaşamadınız mı?" Sesi alçak ama kesiciydi. Ne duymak istediğini anlamıyordum.
"Sana ne!" diye yüzüne çemkirdim.
O anda telefonu çaldı. Kolumu hala bırakmadan cebinden telefonu çıkarıp açtı.
"Söyle Kemal." dedi kısa ve sert bir tonla.
Karşı taraftan ne duyduğunu bilmiyordum ama yüzü anında değişti. Çenesi kilitlendi, şakaklarındaki damarlar belirginleşti. Kolumu tutan eli farkında olmadan daha da sıkıldı. Canım acıdı ama o bunu hissedecek halde değildi.
Telefonu kulağından indirdi. Bir an öylece kaldı. Yüzü bembeyaz kesilmişti. İnsanlık namına sordum.
"Noldu?"
Sesimi duyduğu an gözleri bana kilitlendi. O karanlık bakışlar... bir anlığına nefesimi kesti. Birden beni taş duvara yasladı. Omuzlarımdan tutup sertçe sarstı. Taşın soğuğu sırtıma işledi.
"Nolduğunu söyleyeyim mi Zerin?!" diye yüzüme kükredi.
"Kanım, canım olan amcam ölmüş!"
***