10 Kasım.
İstanbul.
Açelya Renat'ın karşısında sadece iç çamaşırlarıyla kaldığında, Renat onu baştan aşağıya soğuk bakışlarıyla süzdü ve çenesiyle yatağı işaret etti. Açelya hiç ikiletmeden geçip yatağa uzandığında, Renat dolaplardan birini açtı ve eline aldığı kelepçeyle beraber Açelya'nın yanına döndü.
Açelya az sonra yaşayacağı fantezinin heyecanıyla güldüğünde, Renat'ı hâlâ hayran bakışlarıyla süzüyordu. Renat Açelya'nın ellerini yatağa kelepçeledikten sonra, arkasını dönüp eliyle ıslak saçlarımı dağıtarak gardıroba doğru yürüdü.
Gardırop kapağını sakince kenara ittikten sonra eğilerek kasaya şifreyi girdi ve kasanın kapağını açarak, içinden bir deste dolar çıkardı. Kasanın ve gardırobun kapağını kapattıktan sonra, arkasını dönüp Açelya ile hiç göz göze gelmeden yatağın baş tarafına doğru ilerledi. Desteyi komodinin üzerine bıraktıktan sonra, odada bulunan küçük buz dolabına doğru ilerledi.
Dolabı açıp içindeki içki şişelerine baktı ve bir şişeyi eline alarak üzerini okudu. Daha sonra bakışlarını Açelya'ya çevirdiğinde, Açelya'nın ona afallamış şekilde baktığını görüp, yandan, soğuk bir gülüş savurdu.
Az sonra yüzü eski hâlini aldı ve dolabın kapağını kapatarak, yavaş adımlarla yatağa yaklaştı.
"Ne yapıyorsun?" Dedi Açelya.
Renat içki şişesini komodinin üzerindeki para destesinin yanına koydu ve sonra desteyi eline aldı. Onu hiç duymamış gibi destedeki paraları çıkararak Açelya'ya yaklaştı.
"Sana diyorum!"dedi Açelya, ama Renat yine konuşmadı.
Destedeki paraları Açelya'nın vücudunun üzerine serpiştirmeye başladığında, Açelya ağzı açık şekilde onu izliyordu. Gerdanından ayaklarına doğru serpiştirdiği paralar, Açelya'nın gururunu kırmıyordu. Çünkü, onda zaten gurur yoktu.
Paralar Açelya'nın bedenini bezedikten hemen sonra, Renat komodinin üzerindeki içki şişesini eline aldı ve kapağını açtı. Gözleri Açelya'nın mavi gözleriyle buluştuğunda, Açelya ne yapacağını anlamaya başlayarak çırpınmaya ve çığlık atmaya başladı, tıpkı Cennet gibi.
Renat acımasızca ve ifadesizce elindeki içki şişesini eğdi. Az sonra Açelya'nın bedenini bezeyen paralar alkolle ıslanmaya ve vücuduna yapışmaya başladı. Sakin adımlarla bir sağa, bir sola ilerleyerek, onun bedenini içkiyle ıslattı. Daha sonra şişenin ağzını kapatarak, komodinin üzerine bıraktı.
Yine sakin adımlarla ilerleyerek koltuğa yaklaştı ve eğilerek ceketini aldı. Ceketinin cebinden çıkardığı zippoya baktı ve Açelya'ya yandan bir bakış attı.
Açelya çığlık çığlığa çırpınıyor, Cennet'e ve ona yaptıkları için aff diliyordu ama bu Renat için yeterli değildi. Çünkü, o, Renat'ın kardeşlerine ve kardeşi gibi gördüğü, en yakın adamlarına zarar vermişti. Ne kadar kabullenmek istemese de, bu intikamı Cennet için de alıyordu.
Elindeki ceketi yavaşça koltuğun üzerine bıraktı ve delirtici bir yavaşlıkla Açelya'nın yanına döndü. Yatağın yan tarafında durarak onun vücuduna alkolle mühürlenen paralara ve daha sonra gözlerine baktı. Yalvarışları, çığlıkları umrunda değildi. Onu defalarca affetmiş, hiçbir şey yapmamıştı ama artık karşısındaki kadının bir canavar olduğuna emin olmuştu.
Zümrüt gözlerini elindeki zipposuna çevirdi ve zipposunu ateşledi. Açelya'nın çığlıkları, yalvarışları ve hâlâ onu sevdiğini söylemesi sinirlerini bozduğunda, paralardan birkaç tanesini aldı ve Açelya'nın ağzına sıkıştırdı.
"Doymadın değil mi?" Dedi Renat, buzdan bile soğuk bir sesle. "Bana ihanet etmeye, kandırmaya çalışmaya, hayatımı mahvetmeye doyamadın!" Dedi başını iki yana sallayarak.
Açelya, onu öylesine saplantı hâline getirmişti ki, Renat onu affetmeye bile, başka biriyle olmasını istemiyor, ve bunun için de elinden gelen her şeyi yapıyordu.
"Belki şimdi gözün doyar..." Dedi Renat. Bakışlarını tekrar elindeki zipposuna çevirdi ve zippoyu Açelya'nın karnının üzerine fırlattı. Az sonra Açelya'nın bedeninin üzerinde yanan paralardan yükselen alevler, Renat'ın zümrüt gözlerine yansıdı...
☁️
15 Kasım.
Miami Beach.
Sırtım yumuşacık yatakla buluştuğunda, parmakları yüzüme düşen saçlarımı kenara itti ve dudakları yavaşça dudağıma sürtündü.
"Çok yalancısın..." Diye fısıldadı, dudaklarımın arasına. "Yaptığın anlaşmayı öğrenmez miyim sandın?"
Gülümsedim. Şaşkın değildim. Öğreneceğini biliyordum.
"Bunu bile bile neden beni öldürmüyorsun? Söylesene!" Dedim, dudaklarım dudaklarına çarparken.
"Öldüremiyorum," dedi, o da gülümsedi. Parmakları saçlarımda ağır ağır dolanırken, "İstedim ama yapamadım." Dedi, buğulu bir sesle.
Dudaklarını üst dudağıma bastırdı ve dudağımı çekiştirerek bıraktı. Parmakları boynuma dolandığında, buna fırsat vermeden onu üzerimden attım ve üzerine çıkarak, parmaklarımı boynuna doladım.
"Keşke öldürseydin," dedim, boynunu sıkarak. Gözlerinde hafif şaşkınlık yarandı ve hemen ardından, gözleri eski memnun hâlini aldı.
"Gerçekten ölmek istiyor musun?" Diye sordu, düz bir sesle.
Burukça gülümsedim ve başımı onaylar anlamda salladım. Bir süre öylece gözlerime baktıktan sonra, boynuna doladığım elimin bileğini tuttu ve boynundan ayırdı. Az sonra beni üzerinden atarak sırtımı yatakla buluştu ve dudakları dudaklarıma kapandı. Bileklerimi kavrayıp yatağa bastırdığında, üzerimdeki otoritesini kurarak, öpüşmemizi derinleştirdi.
Dudakları çeneme, oradan da boynuma inerken, gözlerim kapandı. Boynumu karış karış gezen dudakları gerginliğimi anlamış gibi durdu ve tekrar dudaklarıma kadar tırmandı. Dudaklarıma sıkı bir öpücük kondurup geri çekildiğinde gözlerimi açtım ve yemyeşil gözlerine odaklandım.
Gözlerimin içine sert bir ifadeyle bakarken, "Seni bir ay sonra öldüreceğim..." dedi. "15 Aralık senin ölüm günün olacak..."
Kaşlarımı çatarak ona şaşkın şekilde bakarken, sesli şekilde yutkundu ve bakışlarını yüzümde gezdirdi.
"Son bir ayının tadını çıkar..." Diye fısıldadı.
Gözlerini sıkıca kapatıp, açtığında, gözlerim dolarken gülümsedim ve onu başımla onayladım.
Az sonra gözlerini kapadı ve yavaşça dudaklarıma yaklaştı. Dudakları dudaklarıma dokunduğunda gözlerim kapandı ve göz pınarlarımdan süzülen damlalar şakaklarıma kısaca dokunarak saç diplerime karıştı.
Bileklerim soğuk parmaklarının arasındayken, yine nabzımı ölçüyordu. Öyleyse onu ne kadar istediğimi, ve bana dokunduğunda kalbimin ne kadar hızlandığını anlayabiliyordu.
Dudakları tekrar boynuma ulaştı. Parmaklarım gömleğinin düğmelerine gitti ve yavaşça çözmeye başladım. Bornozun kemerini açtığını hissettiğimde, tüm vücudum ürperdi. Tenime yayılan alevler, korku ve isteğin karışımından ibaretti.
Bornoz bedenimden sıyrılırken, üzerindeki gömleği omuzlarından sıyırdım ve o yarı çıplak kalırken, ben tüm çıplaklığımla karşısındaydım.
(+18)
Bakışlarım sol kaburgasının üzerindeki CEN dövmesinde kaydı. Cennet değildi yarım kalan, yarım kalan kişi Renat'tı. O, karşılık göremiyordu ve karşılık gördüğünde, o dövme tamamlanacaktı.
Önce bakışları, daha sonra dudakları çıplak tenimde dolanmaya başladığında, parmaklarım siyah saçlarının arasına daldı ve onu tüm hırsımla kendime bastırdım. Boynumdan göğüslerime kayan dudakları, hem acıtmak korkar gibi, hem de parçalamak ister gibi dokunuyordu tenime.
Kokusu tenime ilmek ilmek işleniyor, dudaklarıyla silinmez izler bırakıyordu. Göğüs uçlarım istekle kabarırken, tırnaklarımı sırtı boyunca gezdirerek, tenine geçici izler bıraktım. Oysa, o bu kadar insaflı değildi. Onun bıraktığı izler, hiçbir zaman silinmeyecekti...
Dili ve dudakları göğüs olduğumdan yukarıya tırmanırken, boynumda durdu ve, "Kalan ömründe sev beni." Diye fısıldadı.
Gözlerimi sıkıca yumdum ve başımı onun fark edemeyeceği derecede küçük şekilde, iki yana salladım.
Dudakları boynumdan yukarıya doğru tırmandı ve kulağımın üzerinde durdu. Ellerim sırtından kayarak iki yanımdan yatağa düştü ve dudaklarımı birbirine bastırdım.
"Kimse gerçekten sevmedi," diye fısıldadı. Gözlerim ve dudaklarım şaşkınlıkla aralandı.
"Sev beni..." Diye tekrarladı, kesik bir sesle.
Sanki acı çekiyor gibi konuşması, neden benim de canımı yakıyordu ki? Katilime âşık olacak kadar aptal değildim, öyle değil mi?
Gözleri tekrar gözlerimle buluştuğunda, buruk şekilde gülümsedim.
"Seni sevmek de kolay değil ki..." Diye fısıldadım, acı bir sesle.
Uzun bir sessizlik oldu.
"Severken öldürüyorsun," dedim, titrek bir sesle. "Ama farkına bile varmıyorsun..."
Sanki söylediklerimi duymamış gibi boş bakıyordu gözlerime. Boş ama bir o kadar da dolu. Bakışları dudaklarıma kaydı ve zümrüt gözlerini tekrar kapayarak, dudaklarımı dudaklarına mühürledi. Öpüşü hem tutkulu, hem soğuktu. Bunu nasıl başarıyordu bilmiyorum ama benim bu ince sınırı fark etmem de normal değildi.
Zaten öleceksem ve ondan kurtuluşum yoksa, ona karşı içimden geldiği gibi davranmamda da bir sorun yoktu.
Dudakları dudaklarımı parçalamak istercesine öperken, tırnaklarım tekrar omuzlarına saplandı ve boğuk iniltisi dudaklarımdan içeriye sızdı. Üzerinde kalan son giyisi parçalarından da kurtulurken, onu izleyemeyerek bakışlarımı tavana diktim. Az sonra tekrar üzerimdeki yerini aldığında, bacaklarımı sertçe iki yana ayırdı. Benimle en cani haliyle birlikte olmak istediğini ve beni hazırlamak gibi bir düşüncesi olmadığını, bakışlarında görebiliyordum.
Gözlerini gözlerimden ayırmadan, bacaklarımın iç tarafına baskı yaparak, daha da ayırdı ve bu canımı yaksa da, onun pek umrundaymış gibi görünmüyordu. Sertliğini kasıklarımda hissettiğimde soluklarım hızlandı ve gözlerimi korku bürüdü.
Aniden sertçe içimi doldurduğunda, attığım çığlık duvarlarda yankılandı. Hiç insaf etmeden kendini sonuna kadar bana ittiğinde, gözlerimden süzülen birer damla daha saç diplerime doğru yol aldı. Aralanan dudaklarıma dudaklarını kapadığında, hissettiğim acıyla sadece gözlerine bakıp, beklemeye devam ediyordum. Dudaklarına karşılık verecek bir dudak yoktu sanki bende.
Ellerini iki yanımdan yatağa yaslayarak hiç beklemeden sertçe git geller yapmaya başladığında, çığlıklarıma karışan inlemelerim hoşuna gidiyormuş gibi zevkle inledi. Gözlerimi kapattığımda, elini çenemde hissettim.
"Aç gözlerini!" Dedi sert bir sesle.
Gözlerimi tekrar aralayıp gözlerine baktığımda, tüm vücudum onunla birlikte titriyordu. Elini çenemden çekip tekrar yatağa yasladı ve içime sertçe çarpmaya devam etti. Gözlerimi gözlerinden ayırmadan attığım çığlıklar ve iniltilerim onun yüzünde memnun bir ifade yaratıyordu. O, şimdi benim acı çekmemden zevk alıyordu.
Dudakları tekrar dudaklarıma kapandı ve çığlıklarım boğazına döküldü. Göğüslerime çarpan göğsünü bana yasladı ve bir süre bekledi. Dakikalarca süren bu eziyet, alıştıkça zevkle yer değişiyordu.
Parmaklarım ensesine oradan da saçlarımın arasına daldığında, gözlerini aralayarak gözlerime baktı.
"Senden nefret ediyorum." Diye fısıldadım.
"Ama sevişiyorsun," dedi.
"Her seviştiğimizi sevmeyiz, kandırmışlar seni..." Dedim ve afallamış bakışlarına karşılık, onu kendime bastırarak dudaklarına kapandım.
Verdiğim karşılıkla daha da güç alarak içimde hareket etmeye devam ettiğinde, tırnaklarımı omuzlarından kolları boyunca geçirerek süzdüm. Şimdi o, benim izlerimi taşıyordu. Ve ben ölene kadar da taşıyacaktı. Bir kelebeğin ömrü kadar verdiği o kısa sürede, sadece benim izlerimi taşımalıydı.
Kalıcı izler, sadece hafızasına kazınmalıydı.
Sırtını yatağa atıp beni üzerine çektiğinde, doğrularak oturdum ve yardımıyla erkekliğinin üzerine yerleştim. Varlığıyla gözlerim kapanırken, elleri bel oyuntumu kavradı ve yavaşça oturup, kalkmama yardımcı oldu.
Her saniye biraz daha hızlanan bedenimin bedenine çarptığında çıkan o sesler, sanki hiçbir enstrümanın kullanılmadığı bir müzik gibiydi. İniltilerimiz birbirine karışarak duvarlarda yankılanıyor, küçük ve görünmez çatlaklar oluşturuyordu.
Etrafımızda ki tüm camlar, aynalar kırılıyor, büyük bir gürültüyle yeri boyluyordu. Yatak az sonra kırılacakmış gibi sallanıyor, her çarpışmamızda bir kez daha duvara tosluyordu.
Renat'ın elleri bedenimde arsızca dolanıyor, inip, kalkan göğüslerimi hayranlıkla izliyordu. Zümrütleri bir tilki misali kısılmış, bana sanki avına bakıyormuş gibi bakıyordu.
Yorulan bedenim göğsüne yığıldığında, o, yorulmadığını ve daha fazlasını istediğine işaret ederek, beni tekrar altına aldı ve yine içimi sertçe doldurdu. Konuşmuyor, sadece bakışarak birbirimize hem nefret kusuyor, hem de deli bir istekle kıvranıyorduk.
Bacaklarımdan birini kaldırarak beline doladı ve birkaç kez git gel yaptıktan sonra, sanki bu ona yetmiyormuş gibi, diğer ayağımı da kaldırarak omzuna aldı. İçime sertçe çarpmaya devam ettiğinde, yatak boyunca geriye doğru kaydım ve başım yatak başlığına yasladığında, Renat'ın elleri omuzlarıma dokundu.
Dudakları omzumdan başlayarak köprücük kemiğim boyunca kaydı ve çenemde ıslak öpücüklerini bırakarak dudaklarıma tırmandı. Dudaklarım dudaklarına dokunduğunda, eziyet eder gibi öpmeden bekledi ve onu öpmeye başladığımda, put gibi bekledi.
Hırsla tırnaklarımı sırtına sapladığımda inledi ve bu ara dudakları aralandı. Öptüğüm dudaklarını yavaşça kıpırdattıktan sonra, o da kendini kaybetti ve beni delicesine öpmeye devam etti.
İçimde tekrar hareketlenmeye başladığında, bunun sonsuz bir döngü olduğunu ve hiç durmayacağını düşünmeye başladım. Ama hâlimden memnundum ve durmasını istemeyecek kadar kendimden geçmiştim.
Zevkin doruklarına yükselip orada dolaşırken, her şeyi unutuyordu insan. Geçmişin acısını, geleceğin kaygısını es geçerek, anın tadını yaşamayı seçiyordu. Son bir ayım kalmıştı ve bu, benim ona doymam için çok kısa bir süreydi...