2024 İstanbul
Vera
İnsan tüm yaşama sevincini kaybedip hayatla bağlarını koparsa bile çocuğunun ismini duyunca can buluyordu.
Oğlumun içeride olduğunu duyunca tüm donukluğum birden bire geçti, koşar adımlarla Arslan'ın peşinden gidip eve girdim. Bana ne yapacağı hakkında hiçbir fikrim yoktu ama yine de oğlumla son bir kez konuşup sarılmak istiyordum. Bir daha yanında olamayacağımı ona bir şekilde anlatmam gerekiyordu.
Salona girdiğimde Mert'in, Arslan'a kötü kötü baktığını gördüm.
Onu hiç tanımadığı ve otelde bize kötü davrandığını bildiği için çocuk aklıyla bilenmişti tabii ama ben artık onun en yakını olacağı için babasını sevsin istiyordum.
"Oğlum.."
Sesimi duyan Mert hızla bana doğru dönerek heyecanla koşmaya başladı.
"Anneee!"
Mert'imi kucaklayıp sıkıca bağrıma bastım. Bu sırada Arslan da pür dikkat bizi izliyordu. Onu umursamadım, şu an için umurumda olan tek şey oğlumun burnuma dolan mis kokusuydu.
"Annecim, iyi misin?"
Anlaşılan yokluğumda baya dertlenmiş olan Mert hızlıca anlatmaya başladı.
"Seni çok özledim anne! Sadece Yavuz abiyle top oynarken unuttum ama o kadar, sonra hep özledim."
Gülümsedim.
"Ben de seni çok özledim bal bebeğim."
"Bir daha hiç ayrılmayalım olur mu? Hatta beni evde bırakıp kuaföre bile gitme, ben seni çok özlerim."
Küçük oğlum, ayda bir yaptığım kuaför gününe de laf söylemeyi ihmal etmezken - onu birkaç saatliğine evde bırakmamdan hiç hoşlanmıyordu - aklına gelmiş gibi etrafına bakındı.
"Babam nerede, dışarıda mı? Hadi gidelim anne, ben burada durmak istemiyorum artık."
Gözlerim bir saliseliğine Arslan'a takıldı. Oğluma birazdan onu parçalayacakmış gibi bakıyordu. Duruma müdahale etmem gerektiğini fark ederek hızla atıldım.
"Mert, bizim önce biraz konuşacaklarımız var. Sen bahçede oturur musun iki dakika?"
Oğlum kararsızca başını çevirip arkasında kalan adama baktı. Arslan'dan hiç mi hiç hoşlanmamıştı.
"Hayır anne, gidelim."
Elimle yanağını okşadım.
"Lütfen bebeğim, çok önemli."
"O zaman ben de seninle kalayım."
Arslan'a güvenmediği için annesini onunla yalnız bırakmak istemiyordu. Gülümseyip alnına bir öpücük kondurdum.
"Hadi bebeğim."
Dudaklarını büzerek arkasını dönünce çıkmadan önce gözlerini Arslan'a dikti.
"Hemen kapının önünde bekleyeceğim, haberin olsun."
Kendimi gülmemek için zor tuttum. Arslan'a resmen gözdağı vermeye çalışıyordu benim küçük bebeğim.
Arslan'ı yeterince korkuttuğunu düşünmüş olacak ki kendinden emin adımlarla teras kapısına ilerleyip bahçeye çıktı.
Biraz uzaklaşıp oturma grubuna oturduğunda artık sesimizi duymayacağından emin olarak konuştum.
"Mert'in hiçbir suçu yok. Bunca sene onu babası bil-"
"SUS!"
Arslan'ın gür sesiyle yerimden sıçradım.
Şu an öyle korkunç görünüyordu ki kendimi ağlamamak için zor tutuyordum.
Bana seri adımlarla yaklaşarak aramızdaki mesafeyi kapattığında gözlerine bakamadım.
"Yüzüme bak!"
Cesaretim yoktu.
"YÜZÜME BAK DEDİM LAN!"
Korkarak da olsa el mecbur baktım. Arslan'ın mavi gözleri öfkeden parıl parıl parlıyordu.
"Şimdi söyle, ben sana ne yapayım?"
Yutkundum.
"Bana istediğini yap ama oğlumun hiçbir suçu yok. Lütfen ona zarar verecek bir şey-"
Arslan işaret parmağını yüzümün hizasında kaldırıp beni susturdu.
"Bir daha sakın benim oğluma, oğlum deme!"
Gözlerim dolarken ağlamamak için kendimi çok zor tutuyordum. Bakışlarım bizi izleyen Mert'le kesiştiğinde ona kocaman gülümsedim.
Dikkatle bize bakıyordu.
Sonra bakışlarımı tekrar Arslan'a çevirdim.
"Çok korkuyor. Bir çocuk için dünden beri yaşadıkları kolay şeyler değil."
Arslan öfkeyle karşılık verdi.
"Asıl doğduğu günden beri yaşadığı saçmalıktan başka bir şey değil çocuğun be!"
Başını kaldırıp kapıya doğru bağırdı.
"YAVUZ!"
Sesi Mert'e kadar ulaşmış olacak ki oğlum ayaklanıp içeriye, yanımıza geldi.
Aynı anda Yavuz da salona ulaşmıştı.
"Efendim abi?"
"Çocukla ilgilen."
Sonra bana dönüp başıyla çıkışı işaret etti.
"Benimle gel!"
Mert hızla bana yapışırken ne yapacağımı şaşırdım.
Arslan'sa benim onun peşinden gitmediğimi fark ederek bize baktı.
"Sen Yavuz'la kal, çocuk."
Mert hızla beni bırakıp Arslan'a doğru atıldı. Onun bacaklarına küçük ayaklarıyla tekme atarken hepimiz şaşkınca onu izliyorduk.
En önce Yavuz kendine gelmiş olacak ki Mert'i yakalayıp kucağına aldı.
"Annen işini bitirip dönecek hemen ufaklık, gel biz seninle oturalım."
Mert tabii itiraz etti.
"Hayır Yavuz abi, annem gitmesin bu adamla!"
Arslan sinirle Mert'in üzerine yürürken aralarına girdim.
"Oğlum, geleceğim annecim. Hadi sen dur burada, lütfen."
Mert hırslı hırslı ağlamaya başladı.
"Aaaa... babam gelsin... aaaa.. gidelim buradan.... aaaaa... bu adamı hiç sevmedim ben... aaaa.."
Mert'in yanaklarını avucumun içine aldım.
"Annecim, ağlama bebeğim. Kötü bir şey yok aşkım."
Mert içli içli ağlarken onu bırakıp gitmek hiç içime sinmese de Yavuz'un güven veren bakışlarıyla oğluma son kez bakıp konuştum.
"Bebeğim hadi sen biraz Yavuz abinle kal, ben hemen geleceğim tamam mı?"
Mert, hiç içine sinmese de elinden başka bir şey gelmediği için mecbur kabul ederek gitmeme izin verdi.
Arslan'la birlikte salondan çıktığımda derin bir nefes alarak başıma gelecek şeylere kendimi hazırlamaya çalıştım.
Çalışma odasına geldiğimizde en azından beni işkence malzemeleriyle dolu olan odaya götürmediği için mutluydum. Bu evini hiç bilmiyordum ama Arslan'ın yaşadığı her yere tüm kesici, delici aletlerini de kendiyle beraber getirdiğini biliyordum.
Odanın kapısını kapattığımda - çünkü Mert'in bir şekilde bizi duymasını istemiyordum - birden bire kendimi duvara yapışılı buldum.
"A..Arslan.."
"Hiç düşünmedin mi Vera, oysaki zeki bir kadındın sen.. hiç düşünmedim mi Arslan bir gün beni bulur, onun çocuğunu ondan kaçırdığımı öğrenir.."
Arslan dişlerini sıkarak beni ezer gibi konuşurken bir yandan da eliyle tuttuğu boğazıma baskı uygulamayı ihmal etmiyordu.
"Bunun hesabını bana sorar.. hiç mi demedin lan?!"
Nefeslerim düzensizleşirken korkudan tir tir titriyordum.
"Ars..Arslan.."
"SUS! SUS KONUŞMA!"
Gözlerimden yaşlar sicim gibi dökülürken Arslan boğazımı son kez sıkıp benden uzaklaştı.
Ben hemen ellerimi boğazıma sarıp acıyan derimi rahatlatmaya çalışırken o, odanın içinde dört dönüyordu.
Sonra birden belindeki silahı çıkarıp bana doğru doğrulttu.
"Niye?"
Arslan'ın ağzından çıkan tek kelimelik o soru, hayatımın en ağır sorusuydu? Ben de sormuştum kendime defalarca kez. Başka bir adamın karısı olmak burada yaşadıklarımdan daha zor olduğunda... ben de bunu birçok kez sormuştum ama cevabı artık o kadar da hatırlarmıyordum.
Bakışlarımı kaçırdım. Bu, cevap vermeyeceğim demekti. Gerçi Arslan gerçekten bu sorunun cevabını bekliyor muydu, bilmiyorum.
"Yattın di mi onla?"
Beklenmedik ikinci soruyla başımı kaldırıp Arslan'a baktım.
Kendine o tetiği çekmek için sebepler arıyordu.
Arslan, beni öldürecek kurşunu ateşlemek için bir kışkırtmaya muhtaçtı!
O an yine zihnimdeki tilkiler hareket etmeye başladı. Buradan da sağ çıkabilir miydim?
Yaşamak o kadar da umurumda değildi ama oğlum.. Mert henüz çok küçüktü, annesizliğe alışabilecek bir yaşta değildi.
Ve ben onu Arslan'la yalnız bırakmak istemiyordum.
O yüzden kendimi toparlayıp Arslan'ın gözlerine baktım.
"Arslan.."
"SUS, İSMİMİ SÖYLEYİP DURMA! SUS ARTIK!"
Korkudan kuruyan dudaklarımı ıslatıp yeniden konuştum.
"Lütfen beni öldürme. Mert bunun için çok küçü-"
"SUS DİYORUM LAN! OĞLUMUN ADINI AĞZINA ALMA!"
Yutkundum. Çok sinirliydi.
"Ben ölürsem yıkılır. Senin yaptığını bilecek."
Arslan'ın gözlerinden adeta ateş fışkırıyordu.
"Bilsin! Annesinin hak ettiği cezayı kestiğimi bilsin!"
"Bunu anlamak için çok küçük Arslan. Seni böyle kabul edemez. Bırak alışana kadar yanında durayım."
Gözlerime olabilecek en hüzünlü ve çocuğu için merhamete muhtaç anne ifadesi eklerken Arslan'ın kafasının karıştığını görebiliyordum.
"Ben de oğlum sana baba desin istiyorum."
Arslan bakışlarını başka tarafa çevirdi. Elindeki silah yavaş yavaş inerken doğru yolda olduğumu biliyordum ama yine de temkinli olmalıydım. Arslan'dı bu, sağı solu belli olmazdı.
"Onu buraya çağırıp, seninle tanıştırayım mı? Oğlunla resmen tanışmak ister misin Arslan?"