DNA Testi

1107 Words
2024 İstanbul Yavuz Kucağımda ağlayan oğlan çocuğunu koltuğun üzerine bırakıp elimle saçlarını okşadım. "Şş, ağlama bakalım. Adın ne senin?" Çocuk koltuğun diğer ucuna giderek benden kaçtı. Tabii zorla annesinden ayırmıştık, korkması normaldi. "Ufaklık? Hadi gel seninle biraz konuşalım." "I-ıh." Gülümsedim. Benim oğlumdan biraz büyüktü. O da böyle arada bir küstüğünde koltuğa kapanıp ağlardı. Tabii insanın kendi çocuğu olduğunda avutması daha kolay oluyordu, huyunu suyunu bilmediğim bu oğlanı neyle avutacağımı bilemedim. Tekrar yanına yaklaşıp olabildiğince yumuşak tutmaya çalıştığım sesimle konuştum. "Ufaklık, benimle konuşmayacak mısın?" Yok, belli ki konuşmayacaktı. Keşke Meva evde olsaydı, belki o nasıl avutacağımızı bilirdi. "Seninle oyuncak oynayalım mı?" Çocuk başını gömdüğü koltuktan kaldırıp yüzüme baktı. "An..annem ne.. zaman.. gele..cek?" Annesi muhtemelen bir daha hiç gelemeyecekti ama bunu küçük bir çocuğa söylemeye dilim varmazdı. "Annenin biraz işi var, halledince gelecek. O zamana kadar oyun oynayalım mı seninle?" Çocuk, annesinin geleceğini duymanın mutluluğuyla cevap verdi. "Tamam oynayalım." Sonra başını bahçeye doğru çevirdi. "Topun var mı senin?" Olmaz olur muydu, bu evde küçük bir canavar besliyorduk biz. "Var. Futbol mu oynamak istiyorsun?" Hevesle başını salladı. "Evet, birbirimize şut çekelim mi?" Gülümsedim. "Çekelim ufaklık ama önce tanışalım olur mu? Benim adım Yavuz, seninki ne?" Çocuk gedik dişlerini göstererek güldü. "Benim de adım Mert." Bundan sonraki yarım saat boyunca Mert'le bahçede birbirimize şut çektik. Ta ki Ahu'nun geldiğini görene kadar. Onu daha fazla bekletmemek için Mert'i omzuma alarak teras kapısına doğru ilerledim. "Hoş geldin Ahu." "Hoş buldum. Hayırdır, bu minik kim?" Mert'i yere indirip elimi omzuna koydum. "Misafirimiz. İçeriye geçelim hadi." Ahu, çocuğun yanında konuşmak istemediğimi anlamış olacak ki üstelemeden içeriye girdi. Biz de arkasından salona ulaştıktan sonra Mert'i koltuğa oturtup Ahu'yu kenara çektim. Test meselesini söylediğimde Ahu detay istese de çocuk bizi beklerken onunla burada ayaküstü dedikodu yapamazdım. Tekrar koltukların olduğu kısma döndüğümüzde ufaklık büyük bir dikkatle bize bakıyordu. Ahu çantasından kanı alacağı tüpü ve iğneyi çıkardığında Mert'in koltukta yanıma kayıp bana sokulduğunu fark ettim. "Sana iğne mi yapacak doktor?" Eyvah! Çocuk iğneden korkuyordu. Ahu'yla birbirimize baktık. "Evet canım Yavuz abinden kan alacağım. Bakacağım kanında güzel vitaminler var mı? Sonra seninkine de bakayım mı?" Mert başını hızla iki yana doğru salladı. "Hayır, istemiyorum." Ne yapacağız der gibi Ahu'ya baktım. "Ama Yavuz abin tek başına olunca korkuyormuş, belki seninkine de bakarsak korkmaz o zaman. Ona yardımcı olsan olmaz mı?" Mert bana kararsız bakışlar attı. "Ama iğne acıtır!" "Hayır bebeğim, ben hiç acıtmam. Yavuz abine yapayım, eğer acıyor derse sana yapmam olur mu?" Ufaklık başını salladığında Ahu iğneyi damarıma batırıp tüpe doldurmaya başladı. Boştaki elimin üzerinde hissettiğim dokunuşla bakışlarımı oraya çevirdim. "Korkma diye tutuyorum." Bence kadın yalan söylüyordu, böyle bir çocuğun Arslan abiden olmasına imkan yoktu. Sıra ona geldiğinde kolunu çekinerek de olsa Ahu'ya doğru uzattı. Ben de onun boştaki elini tutup yeniden saçlarını okşamaya başladım. "Evet! Aferim size! Bakalım her sabah yumurtalarınızı yemiş misiniz?" Mert iğne eziyetinin bitmiş olmasının sevinciyle coşkuyla bağırdı. "Ben yedim, ben yedim!" Ahu'yla ben gülerken Mert de gedik dişlerini göstererek sırıtıyordu. "Sen burada beni bekle, Ahu ablayı yolcu edip geleceğim tamam mı?" Ufaklık başını sallayınca Ahu'yla kapıya doğru ilermeye başladık. Salondan çıktığımızda merakla sordu. "Hayırdır Yavuz, gayrimeşru çocuğun mu var yoksa? Şimdiden diyim bu testin sonucu ne çıkarsa çıksın, duyduğu an oyar Meva seni!" Oyardı. Karım Meva kıskançlık konusunda tam bir dünya markasıydı. Neyse ki hayatım boyunca birlikte olduğum tek kadın oydu da böyle gayrimeşru dertlerim yoktu. "Bir kadın, çocuğun Arslan abinin oğlu olduğunu iddia ediyor." Ahu kaşlarını çattı. "Hangi kadın?" "Çocuğun annesi işte, tanımazsın." Ahu dudak büktü. "Yok, kesin ondan değildir." "Nereden anladın?" Ahu etrafına bakınıp kimsenin bizi duymayacağından emin olduktan sonra konuştu. "Aman o meymenetsizden böyle tatlı çocuk nasıl çıksın be?!" Büyük bir kahkaha patlattım. Yemin ederim doğru söylüyordu. "Ben de öyle düşünüyorum ama kadının hiç yalan söyler gibi bir hali yoktu. Neyse sonuçlar çıkınca ara sen beni, olabildiğince erken olsun." Ahu başını sallayarak gittiğinde ben de küçük dostumu daha fazla yalnız bırakmamak için hızla içeriye girdim. ▪︎ ▪︎ ▪︎ ▪︎ Onunla çalışmaya başlayalı koskoca iki yıl geçmişti ama hala daha yaptıklarına alışamamıştım. Hiçbir değer yargısı yoktu, bazen sırf keyif aldığı için bile adam öldürtebiliyordu. Geçirdiğimiz seneler beni onun psikopatlıklarına az da olsa alıştırmıştı ama bugün yaptıkları yenilir yutulur şeyler değildi. Adamları öldürmesini anlıyordum ama küçücük çocukları sırf soyları tükensin diye yok etmek canilikten başka bir şey değildi. O yüzden Savaş abiyi ararken ikinci kez düşünmedim. Savaş Arslanlı, Arslan abinin abisiydi. Aynı zamanda da bizim baronumuz. Acımasızlık konusunda Arslan abiden aşağı kalır yanı yoktu. Zaten Arslanlı'lar genel olarak böyleydi. Ama aralarında öyle bir fark vardı ki Savaş abiyi herkes tarafından saygı duyulan bir insan yaparken Arslan abiyi nefret edilen o adam yapıyordu. Biri ilkeliydi; asla kadınlara ve çocuklara zarar vermez, işini doğrudan muhatabıyla hallederdi. Arslan abinin ise hiçbir kuralı yoktu, canının istediğini büyük küçük demeden katledecek kadar caniydi. Bugün Savaş abiyi arayıp duruma müdahale etmesini sağlamasam, o çocukları öldürteceğini adım kadar iyi biliyordum. Neyse ki Arslan abi, Savaş Arslanlı’nın sözüne karşı gelemiyordu da işin içinden çıkmayı başarmıştık. Kadının arabada ne yapacağını bilemez halde oturduğunu görünce kapıyı açıp konuştum. "Oğlunuz içeride, girip görebilirsiniz." Dediğimi duyan kadın hiç beklemeden arabadan indi. Eve doğru ilerlemeye başladığında ben de peşinden gitsem de salona giremeden karıma yakalandım. "Seni çok özledim sevgilim." Güldüm. "Altı üstü bir gün gittim bitanem, gören de günlerdir ayrıyız sanacak." Meva boynumdaki tutuşunu gevşetip göz göze gelmemizi sağladı. "Ha sen beni hiç özlemedin yani, alacağın olsun Yavuz!" Küçük bir kahkaha atıp onu kendi bölümümüze doğru çektim. Arslan abinin malikanesi birbirinden ayrı parçalardan oluşmaktaydı. Yani aynı çatının altındaydık ama aslında kendi evimizde gibiydik çünkü bölümümüz diğer yerlerden ayrı konumlanmıştı. Aynı şekilde çalışanların da ayrı bir bölümü vardı. Oturma odamıza soktuğum karımın dudaklarına sarılıp onu ne kadar özlediğimi gösterdim. Nefesim bitip geri ayrıldığımda bana küs gözlerle baktı. "Beni böyle kandırabileceğinizi sanıyorsanız yanılıyorsunuz Yavuz bey!" Meva'nın dudaklarına sıkı bir öpücük daha kondurup konuştum. "Seni özlemediğim tek bir an bile yok." Elimi karnının üzerine koyup okşamaya başlarken sordum. "Abinler ne yapıyorlar, iyiler miydi?" Meva kıkırdadı. "Sadece tek bir gece kaldım diye abim kıyameti kopardı. Sabahtan beri tutturdu gitmeyin diye. Hala kocanı bırak, eve dön diyor." Büyük bir kahkaha attım. Seneler Bozo abimi hiç değiştirmiyordu. Kardeşiyle evlendim de onun evinden aldım diye bana hala kin güdüyordu. "Çocuklar iyi mi?" "Evet iyiler, küçük su çiçeği olmuş ama Allah'tan bizimki geçen sene geçirmişti. Alya da sen git Mehmet burada kalsın diye tutturdu, daha oynamaları gereken çok oyun varmış." Hemen hemen bizim oğlumuzla yaşıt olan Meva'nın yeğeni Alya tam bir cadıydı. Ne zaman karımla oğlumu onların evine göndersem abisi karıma, küçük cadı kızı da oğluma yapışıp bırakmıyorlardı. Allah'tan karım kocasına çok aşıktı da bir şekilde ellerinden kurtulup yine yamacıma geliyordu. Meva'mın alnına bir öpücük kondurup oturma odasının kapısını açtım. "Benim şimdi gidip içeriye bakmam lazım, bir iki saate gelirim sevgilim."
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD