bc

PLAN

book_age16+
1.5K
FOLLOW
5.9K
READ
love-triangle
one-night stand
HE
drama
realistic earth
enimies to lovers
friendship
expirenced
like
intro-logo
Blurb

Dikkat bu bir töre hikayesi gibidir!

Peki her plan şartlara uymak zorunda mıdır?

İpek, ailesinin gözbebeği güzeller güzeli bir genç kızdır.

Mehmet, bir aşiretin erkek varisidir. Aşiretin başında babası gaddar ve kötü kalpli bir insandır.

Mehmet ile İpek'i hayat iki defa farklı yerlerde, farklı kimliklerle karşı karşıya getirirken sonları kadere kalmıştır. Onların ki klasik bir aşk hikayesi değildir. Dolu dizgin, kahkahası göz yaşına bağlanmış sıradışı bir aşk hikayesidir.

chap-preview
Free preview
1
Maden köyünün tabelasını görmeme rağmen bilhassa eğilip eğilip tekrar baktım arabamın içinden. Öyle ki önüme çıkan köpeği son anda fark edip ani bir frenle durmak zorunda kaldım. Köpek umursamaz bir halde koşarak devam etti yoluna, dönüp bakmak zahmetinde bile bulunmadı. Yeniden bastım marşa, yol kenarında otuz kilometre hızı geçmemem gerektiğini söyleyen tabelalara riayet ettim. Nitekim taşlı yol da bana daha fazlası için izin vermiyordu. Doksan model Toyota'mın dermanı kaç bin kilometreye yetmişti de bu yolda kesilirse hiç de iyi olmazdı benim için. Nihayet evlerin göründüğü güzergaha geldim. Derme çatma evlerin arasından sokağın tıka basa arabayla dolduğu bir alana gelince yoldan geçemedim. Orta yerde durmak zorunda kaldım, bu arabaların neye alamet burada beklediklerini anlamak üzere indim aracımdan. Her biri bir örnek kasket takmış, ellerinde sigara ile kenarda bekleşen adamlara yöneldim. "Neden kapalı yol?" Köylerine yabancıların gelmesine alışkın olmayan ahali meraklı gözlerle süzdüler beni. "Ben köyün yeni öğretmeniyim, okul ne tarafta?" Buna da cevap vermemeyi seçmezler diye düşünmekle iyi ettim. "He, hoca hanımmış ya." dedi içlerinden biri. Diğeri saygısından değil de işini bitirdiğinden attı sigarasını ve yaklaştı yanıma. "Şu kenara çek arabanı Hoca Hanım. Cenaze var, defnedilene kadar kalkmaz arabalar. İçeride Belediye aşkanı bile var." Gösterdiği tarafa çevirdim başımı, camiydi. Hiç dikkat etmemiştim. "Allah rahmet eylesin. Muhtar da mı cenazede?" diye sordum endişeyle. Ölen zaten muhtarın hanımıymış meğer. Bir süre ne düşüneceğimi bilemedim. Öyle bir günde çıkıp gelmiştim ki onunla burun buruna gelmemem kaçınılmazdı. Arabaları taradım, arabasını görebilmek için. Öylesine kocaman bir heyecanın içine düştüm ki gördüysem de tanıyamadım. "Sen imam efendinin evine git istersen Hoca Hanım, bu hengamede ancak o ilgilenir seninle,” dediler bana. Parmak ucuyla işaret ettiği soluk benizli eve baktım, cami avlusuna bitişikti. "Benim kalacağım lojman evi uzak mı?" diye sordum korkuyla. İmamın karısına yenge diye hitap ederek dediler ki lojmanı da o gösterirmiş bana. Cami avlusuna bakan pencerelerinden uzak durursam, pekâlâ imamın karısının evinde istediğim soruları sorar, işime yarayacak cevapları da alırdım. Arabamı söylendiği gibi bir kenara çektim, Eylül ayına inat tepeme tepeme vuran güneşin altında başım önümde ağır ağır yürüdüm. Hızlıca yürürsem ya da başımı kaldırırsam rüzgarımı duyar, yüzümü görür diye korktum. Yakalanmış olurdum basbayağı, daha ilk günden. Onunla yüz yüze gelmeyi hayal ederek çıkıp gelmediğimi söylesem de fayda etmezdi üstelik. Neticede burada yaşamıyordu, pek sık gelmiyordu. Annesinin cenazesine de gelmeyecek değildi ya... Caminin avlusunun bitiminden döndüm sağa. Boyasız, gri benizli evin demir kapısını vurdum. Çok sürmedi açıldı kapı. Köyünde görmeye alışkın olmadığı suret şaşırttı kadını. Upuzun elbisesi, başına attığı ince, açık renk örtüsü, mavi gözleri ile bu köyden başka yere ait olduğu her halinden belliydi kadının. "Buyurun," dedi incecik bir sesle. "Merhaba, adım İpek. Köyün yeni öğretmeniyim." Ardımı gösterdim. "Cenaze varmış, kapanmış yol, okula da lojmana da gidemedim. Sizin yardımcı olacağınızı söylediler,” diye kendimi tanıttım usulünce. "Hoş geldiniz Hoca Hanım," endişeli yüzü bayram yeri neşesine büründü. "Gel içeri, buyur lütfen. Sefalar getirdiniz!" Ayakkabılarımı çıkaracak oldum, içeriye bırakmamı söyledi. Köyün köpekleri kapı önündeki ayakkabıları alıp gidiyorlarmış. Muşambadan bir örtü yapmıştı girişteki yere hemen oracığa çıkarıp temiz halılarına bastım. İçerisi vanilyalı bir hamur işi kokusuna bulanmıştı. Aydınlık, ferah, tertemiz bir evdi. Vitrinli salon takımının bulunduğu misafir odasının kapısını açtı. Yenice temizlenmiş de kapısı çekilmiş gibi sabun kokuyordu içerisi. Açık renkti koltukları; yeni gelin işi, taşlı, boncuklu. Gösterdiği yere oturdum. Konsolun üzerine boy boy fotoğraf çerçevesi dizmiş, gelin olduğu zamanın hatıralarını sergiliyordu. İmam olduğunu tahmin ettiğim adamın da fotoğrafı vardı dolayısıyla. Genç çiftin çok da uzak bir zamanda evlenmediklerini düşündüm. "Yeni mi evlendiniz?" diye sorarken kaçak dövüşmeden, izlediğim fotoğrafları gösterdim. Oturduğum koltuğun kenarına hemen yanıma ilişiverdi. Üç ay olmuş. Eşi, iki yıldır köyde görev yapıyormuş. Henüz alışamamış taze gelin de köye, evine. Manisalı’ymış aslen. Kurabiye ile çay ikram etmek istedi veya yoldan gelmiştim istersem sofra da kurabilirdi bana. Kurabiye ile çayı seçtim. Buranın lisanına benim kadar yabancı bir yoldaş buldum diye erkenden sevindim. Ahbabımın arkasından uçuşan eteklerine baktım. İncecik, uzun boylu bir kadındı. Güzelliğine güzel, afet misali. Örtünmüş saklamış her güzel yerini ancak yine de yüzü ay misali vuruyordu insanı. El çabukluğu ile yaptı servisini, kendisi de yanıma oturdu. Adı Gülnur’muş. İsmi ile müsemma bir kadındı. İki laf edecek insan yokluğundan benim gelişimin ona pek iyi geleceğinden bahsetti. İmam olan eşinin ismi de Baki’ydi. Açıklamama daha bir memnun kaldı. "Bizim de bir o kadarımız kaldı, sonra tayin isteyeceğiz inşallah." Ne kadar çok istediği her halinden belliydi de sadece üç aylık zaman neden bu kadar bezdirmişti onu, bilemedim. Çay bardağının içindeki kaşığı kenara koyup yudumladım çayımı. "Siz neden gitmediniz cenazeye?" diye sordum merakla. "Ne işim var benim onların cenazesinde?" deyip kestirip attı. Sıkıntıyla asıldı yüzü. Haz etmeyişini anlamlandırmak istedim. Bahsini açsam mı açmasam mı diye düşünürken kendi devam etti. "Benden size naçizane tavsiye Öğretmen Hanım; pek yakın durulacak insanlar değiller. Baki bu köyün imamı olmasa, bir imama baş gelememiş demeseler gider ilçede kıldırırdı namazını da o muhtar!" Anladığımı ifade etmek amacıyla salladım başımı. Hareketimi mesafeli bulmuş olacak ki özür diledi, ilk günden insanlar hakkında zan oluşturmaya çalışırmış gibi göründüğü için. "İpek diyebilirsin bana, ben öyle mesafeli olmayı hiç sevmem. Madem ikimiz de buraların yabancısıyız,” diyerek kendimi ona yakın kıldım. Mutlulukla salladı başını, " Öyleyse, sen de Gülnur dersin bana." Anlaştık böylelikle. Sonra bana muhtarla imamın arası neden iyi değil başladı anlatmaya. "Geldiği ilk günden hem de. Bu Ramazan denen adam, muhtarın adı işte. Sevmez okumuş insanı. Bu köyde her arazi, tarla, ev, bark onun. Devletin verdiği şu evin bile kendine ait olduğunu söyler, meğer o yaptırmış. Yaptırmış ise hayır olsun diye değil mi? Yok efendim, gösteriş olsun diye. Eğer sözünü dinleme, yaptığı işlere göz yumma da laf et, o zaman başının belası olurmuş. Baki, Allah'ın selamını verirse o herif, alır o kadar. Zaten cumadan cumaya gelirmiş namaza, o da gösteriş. Dinle, Kur'an'la işi gücü yok. Eğer öyle olsa insanların hakkını yer mi? Cana kıyar mı? Köylüyü korkutup sus pus eder mi? Koca aşiret bunlar. Kardeşleri, yeğenleri, oğulları derken her biri hükümdar olmuşlar burada. Ancak en çok kendisi. On dördünde kızları evlerine alıyorlar temizlikti, bulaşıktı diye; sonra namuslarına göz dikiyorlar." Bir anda kapadı eliyle ağzını. "Dilim şişmiş benim, dilim," diyerek kalktı yanımdan. Mehmet'in bir sözü geldi aklıma o giderken, bizim oralarda senin gibi kızları ıssız bir tarlada diri diri gömerler, derdi hep. Geri geldiğinde elinde bir bardak su vardı. Onu bahane etmiş gibi bıraktı çayımın yanına. "Söylediklerimi kimseye demezsin, değil mi?" "Rahat ol," dedim omzuna dokunarak. "Bunları bilmemde fayda var ki ona göre yakın ya da uzak durayım. Ben de bir başıma yaşayacağım burada." Onun sırrını tutacağımı anlattıklarını bildiğimi kimseye belli etmeyeceğimi söyleyip içini rahatlattım Gülnur’un. Muhtar hakkında daha fazla bilgi vermeye başladı böylece bana. İki oğlu varmış muhtarın. Mahmut saf olan. Köyde amaçsız ve başıboş gezer dururmuş. Zararsız temiz biriymiş. Aslında sülalesindeki herkesten de akıllıymış Mahmut. Zaman zaman gelirmiş cami avlusunda otururmuş. Vakti gelince namaz kılarmış Baki ile… Karısı kaçmış zamanında da ondan böyle olmuş. Boşlamış fani hayatı ahiret için yaşıyormuş. Kuran bilir ayetlerden örnekler anlatırmış Baki’ye… Diğer oğlu ki adını bilmiyordu Gülnur, Amerika’da yaşıyormuş. Buralara gelmezmiş pek. Baki birkaç sefer görmüş babasından bile daha kibirli züppe bir şeymiş. Ölen kadının ardından dedikodu ediyoruz diye dertlendi. Kadıncağız zaten bu kırsal memlekette kıymetsiz, değersiz yaşamış gitmiş. Üç beş tane birden karısı olan adamlar memleketiymiş burası. Bir tane resmi nikahlı diğerleri öylesine… Sonra şöyle söyledi: "Ya... Sen yeni geldin diye şimdi seni karşılar, güzel sözler eder, babacan durur Ramazan Bey. Kanma ama. O, onun sahte yüzü. Baki'ye de öyle etmiş. Köylüleri eziyorsun Ramazan Bey dedi diye de bastonunu kaldırıp başına indirmiş. Jandarmaya şikâyete gitmiş, komutan allem etmiş kellem etmiş yollamış bizimkini. Tüm memleket destek bunlara." Öylesine öfkeliydi ki Ramazan Maden'e saydıkça, döktükçe daha fazlasına aç kalıyordu. Kimseye diyemiyordu nitekim, köyden kim destek verir de ona tanrılarıymış gibi yanaştıkları ağalarına laf edilen yerde dururlardı. Nereye gelmişim ben böyle, diye düşündüm. Baki ve kendisinin beni yalnız bırakmayacaklarını söyledi. Gülnur yirmi bir, Baki yirmi üç yaşındaydı bense tastamam yirmi dörttüm o sene. Mahmut’un bir oğlu vardı, birleştirilmiş sınıflarda eğitim yapılan köy okulunda benim de öğrencim olacaktı. Birleştirilmiş sınıflar ne demek biliyor muydum? Biliyordum elbette öğretmen emeklisi bir babanın kızıydı. Ne kadar ilk görev yerim Maden köyü olsa da öğretmenliğe yabancı biri değildim. Hatta ben de ilkokulu birleştirilmiş sınıfın bulunduğu bir köy okulunda okumuştum. İlk öğretmenim de babamdı. Demir kapının gıcırtısı duyuldu bir anda. Karısı gibi aydınlık yüzlü bir adam görüldü salonun kapısında. Gülnur ayağa kalktı. "Öğretmen Hanım gelmiş Baki," diye seslendi kocasına. Açık teni, özenle taradığı saçları, ütülü gömleği, pantolonu ile tastamam gencecik bir beyefendiydi Baki. Kibarca hoş geldin etti bana. Ben de kalktım ayağa, saygıyla. Bu saygıyı taşıyarak "Hoş buldum. Hanımınızı rahatsız etmek zorunda kaldım, caminin önünden ilerleyemedim cenazeden ötürü," diye konuştum. İmam olduğu için yanıma kadar gelir mi, benimle oturur mu diye düşünürken son derece aydın bir tavırla içeri girip beni yeniden oturmam için buyur ettikten sonra o da oturdu. Hanımından bir bardak çay istedi, hevesle kalktı Gülnur. Kocası da karşı hizama, biraz uzak durarak oturdu. "Hayırlı olsun yeni görev yeriniz. Biraz karışık bir zamanda gelmişsiniz ama kısmet. Ben daha evvelden Milli Eğitim'den haberinizi almıştım. Bir memur arkadaşım var orada, lojmanın durumunu sordurmuşsunuz. Muhtar Bey'e de söylemişlerdir mutlaka ancak benim bu ev de geldiğimde aynı durumdaydı, her yerini kendim yaptırdım. Sizde de durum farklı olmayacaktır." Eyvah dedim ev de yaş. "Oturulmayacak gibi mi?" diye sordum korkarak da olsa. Tebessümle salladı başını, güzel bir haber veriyormuş gibi. Karısı çayını uzattı, bu defa geçip onun yanına oturdu. "Hallederiz, yardımcı oluruz size, merak etmeyin. Çayınızı için..." Gülnur biten çayımı böylelikle fark edip hızla benim bardağımı da aldı. "Bu binaları Ramazan Bey yaptırmış. Köyün muhtarı. Ancak zamanla yıpranmış tabii, ister istemez. Pencerelerinizin birkaçını kırmış çocuklar, onları yaptırdıktan sonra gerisi içeride yapılır. Badanası bir günlük iş, yaparız." Kendine ait kılmıştı besbelli işimi, iyiliğinden. Bundan sonra komşuyduk ve gurbette yoldaş. Benim arabayla ilçeye kadar gider alırdık boyaları. Cepten harcayacaktık tabii ki de. Ramazan Bey, ricamı kırmaz belki yaptırırdı lojman evini ama bu zamanda kimseye müdana etmemek en iyisiydi. Gülnur benim çayımı da tazeleyip geri oturdu. "Bugün biz misafir edelim sizi," dedi kocasının sözünü aralayıp. "Zahmet..." diyecek oldum kaldırdı Baki elini. "Başımızın üstünde yeriniz var." Derin bir nefes aldım oturduğum yerde. Ne korkularla çıkıp gelmiştim fakat kolaylık karşımdaki iki insanda gizliydi. Yine de o gün içinde lojman evini gidip görmek istiyordum. Baki, bana eşlik edeceğini söyledi ancak yine muhtara bir haber vermek lazımdı yoksa bozulurdu, tersi de pisti hani. Bakışlarım Gülnur'la kesişti. Onu ele vermeye hiç mi hiç niyetim yoktu. "Nasıl biri bu Muhtar Bey?" Hakkında hiçbir şey bilmiyormuş pozumu yese de Baki, dedikoduculuk yapmak niyetinde değildi. "Zamanla tanırsınız. Ancak şu kadarını söyleyeyim köyde ondan habersiz kuş uçmaz,” dedi kısaca. Yeniden benzer şekilde tebessüm etti. Ölen kadından bahsetti biraz muhtarın hanımıymış ya hani. Çocukları da varmış cenazede. Hiç gelmeyen küçük oğlu bile gelmiş. Küçük oğlu gelmiş çanları çaldı kulağımda. Mehmet… Mahmut abisi Mehmet küçüğü… Rahmetliyi tanımazmış Baki ama yine de duasında samimiydi sanki. 

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

MARDİN KIZILI [+18]

read
518.5K
bc

ÇINAR AĞACI

read
5.6K
bc

AŞKLA BERDEL

read
78.8K
bc

Ne Olacak Halim (Türkçe)

read
14.3K
bc

HÜKÜM

read
222.6K
bc

PERİ MASALI

read
9.5K
bc

Siyah Ve Beyaz

read
2.9K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook