2. BÖLÜM

3249 Words
Acımasız bir katilin gözlerine baktığında sanki beş dakika sonra öleceğini hissedersin. O sana dokunmadan, gözleriyle seni paramparça eder sen kılını bile kıpırdatamazsın. Etine giren her bıçak darbesinde nefesini dışarı bırakır geri alamazsın. Siyaha yakın gözlerinin içine baktığımda ölümü görmüyordum, içimde korkuya dair hiçbir belirti yoktu. Sıraya dizilmiş kirpiklerini kırpmayan adam beni korkutmuyordu. Abisinin omzunun üzerinden omzumu sıkmaktan koparacak olan bu adamın gözlerinde acı vardı. Küçülen göz bebeklerinde hüzün vardı. Küçük Karan'ın yaralı hali öfkeli halinin arkasına saklanıyordu. Elini dışarı çıkarmak istiyor, kimse tutmaz diye korkuyordu. "Karan, bırak Mina Hanım’ı!" Ağabeyinin sesini duymuyordu. Ateş, kolumu sıkan elini sert bir şekilde tutup onu geriye doğru iteklediğinde gözlerini üzerimden bir saniye çekmedi. Burnundan nefesini alıp veren Ateş kardeşine karşı gücünü kullanmamak için kendini zorluyordu. Sabırlı, sakin olmaya çabalayarak onu sakinleştirmeye çalışıyordu. O da benim gibi Karan'ın gözlerindeki acıyı görüyordu. Karan ne yapıyorsa isteyerek yapmıyordu. Ya da yapıyordu duygularını gizleyerek. "Benim canımı acıtmak istediğini düşünmüyorum, Karan. Bence sakin bir şekilde koltuğa oturursan seninle konuşabiliriz. Birbirimizi anlayacağımızı düşünüyorum.” Ateşe değmiş gibi geri çekildi. Kahverengi gözlerini omzumun üzerinde gezdirip dişlerinin arasından anlamadığım bir şeyler söyledi. Yaptığından pişman olmuştu ve kaçacak yer arıyordu. Gözleri yuvalarından çıkacaktı telaştan. Hepimiz ona baktığımız için köşeye sıkışmıştı. Beş yaşındaki bir çocuğun gizli gizli şeker yiyip annesine yakalandığı ifade vardı gözlerinde. "O şekeri yemek istedim anne, bana kızacağını bile bile yemek istedim. Pişman mıyım, hayır. Bir daha olsa bir daha yerim anne." Başı dik, yine olsa yine sıkarım omzunu der gibi bakıyordu. Burada durmaktan rahatsız olmuş olacak ki arkasını dönüp merdivenleri çıkmaya başladı. O gözden kaybolunca Ateş’e döndüm. Ne yapacağını bilemiyor gibi bakıyordu. Omzumu tutmak isteyen eli havaya kalkıp iniyordu. "Oturun lütfen, omzunuza bakayım." "Hayır, Mina gidiyoruz. Adam şizofren her an bizi öldürebilirim.” "Sakin olun Gökçe Hanım, kardeşim zarar göreceğini düşündüğü için nasıl tepki vereceğini bilemedi. Mina Hanım’ın omzunu sıktığı için pişman oldu. Eminim şu an odada ağlıyordur. Asla bir kadına zarar vermez, bilerek ya da isteyerek can yakmaz." "Size inanmıyorum, kesin bir şeyler çeviriyorsunuz." Gökçe'ye susması için bakış atıp içeri doğru adım attım. Ateş benim yürümemle peşimden geldi. Kapının önü soğuk olduğu için şöminenin yakınında olan koltuğa oturdum. Ev tertemizdi, eşyalar simetri bir şekilde dizilmişti. Bir tane eğri duran bir şey yoktu. Şöminenin önünde odun parçaları bile yoktu. "Omzunuza bakabilir miyim?" "İyiyim Ateş, Ateş demem de sakınca var mı?" "Hayır, rahat olursan ben de rahat olurum. Gergin ve üzgün hissediyorum. Omzuna bakmak istiyorum. Canını yakmamak için müdahale etmedim, ben böyle bir tepki vereceğini düşünmedim. Üçümüz eve girdiğimiz de korktu sanırım. Sadece ikimizi bekliyordu arkadaşınızı görünce tedirgin oldu." "Sakin ol, otur. Gökçe sen de yanıma gelir misin?" Garip tavırlarından rahatsız oluyordum. Adama da kötü hissettiriyordu. Bu tür vakalarla daha önce çok karşılaştım, daha kötüsünü bile yaşadım ama hiçbirinde hastalarıma katil gözüyle bakmadım. Onlar hasta, bu hale gelmelerinin sebebi yaşadıkları travmalar. Kimse durduk yere sinir hastası olmaz, birilerine saldırmak istemez. Hastalarım benim gözümde mutsuz insanlardı ve ben onların mutluluğu için savaşan bir kaptandım. Sürdüğüm gemide onları mutluluğu yaşatmak için yemin etmiş bir doktordum. Kapının önünde dikilmeye devam eden Gökçe'yi boş verip endişeli bir halde duran adama döndüm. "Ben iyiyim, Karan'la konuşsam iyi olacak.” "Ben ona bakayım siz rahatınıza bakın." "Bakarız tabii, her an ne olacağını bilmeden küçücük evde keyfimize bakarız." Ateş Gökçe'ye hayretle bakıyordu. Adam eminim hayatında Gökçe gibi birini görmemişti. Resmen adamların yüzüne bakarak onları katil ilan ediyordu, adam katil olsa şimdiye kadar neden beklesin? Ayrıca bizi öldürme gibi planları varsa neden yolda yapmadı? Şaşkın bakışlarını bana çevirdiğinde omuzlarımı kaldırıp ellerimi iki yana açtım. Üst dudağı çok hafif kıvrıldı. Merdivenleri hızlı adımlarla çıktıktan sonra koşar adım yanıma gelen Gökçe’ye çevirdim bakışlarımı. "Kalk gidiyoruz. Bu deli bizi öldürmeden buradan kaçmamız lazım." "Deli deme adama, hasta o. Ayrıca adama katil gözüyle de bakma Gökçe. Uzaylı görmüş gibi bakıyor Ateş sana." "Kızım elin adamına neden Ateş diyorsun?" "Adı Ateş." Gözlerini devirip ortada duran sehpaya tekme attı. Sehpanın üzerinde duran kitaplar yerinden kıpırdayınca başımı iki yana salladım. "Bence Karan aşağı inince kitapların yamulduğunu gördüğünde seni öldürecek." Hızla kitapları düzeltmeye başladığında kahkaha atmaya başladım. Düzelteceğim derken iyice karıştırmıştı. Bok yoluna gitti Niyazi dedikleri bu olsa gerek. Dili yüzünden değil ama eli yüzünden ölecekti. Omzundan tutup koltuğa tekrar oturttum onu. Kitapları düzeltip sırtımı koltuğa yasladım. Ev fazlasıyla hoşuma gitti. Şehrin gürültüsünden uzaklaşmak istediğim de böyle bir yere gelmek isterdim. "Buradan hemen gitmeliyiz, Mina. Ağabeyini yere fırlatan bize neler yapmaz." Kulağımın dibinde konuşan Gökçe'yi susturmak için bu sefer kaşlarım çatılı baktım gözlerine. Bakışlarımdan etkilenmemiş, kolumdan çekiştiriyordu. "Rahat durur musun?" "Duramam, kalk diyorum sana. Kızım bunlar yukarı çıktı beş dakikadır sesleri gelmiyor. Bizi öldürme planları yapıyorlar." "Şu an gerçekten saçmalıyorsun, Gökçe." Hırsla saçlarını savurup ayağa kalktı. "Adamın gözlerine iki dakika bakamadım. Her an boğacak gibi bakıyor. Abisi de gelmedi aşağı. Ya onu öldürdü bizi öldürmek için hazırlanıyor ya da ağabeyiyle ikisi katil ikimizi işkence ederek öldürecekler." Çantamı koltuğun üstüne bırakıp bakışlarımı merdivenlere çevirdim. Daha fazla beklememek adına merdivenlere doğru yürürken Gökçe kolumu tuttu. Elinin üzerine elimi koyup, "Burada bekle," dedim ses tonumu ılımlı çıkarmaya çalışarak. "Sen delirdin mi? Kaçalım diyorum yukarı çıkacağım diyorsun. Mina, telefonlar çekmiyor, etrafımızda insan yok. Dağın başında mahsur kaldık, yukarıdaki adamların nasıl biri olduklarını bilmiyoruz sen yukarı çıkacağım diyorsun." "Yeter Gökçe. Korkuyorsan sen git ben yukarı çıkıyorum." "Öldüğünde, hoca nasıl bilirdiniz diye sorunca beyinsizdi diyeceğim." Sırıtıp merdivenleri çıkmaya başladım. Sahi, bu cesaret bana nereden geliyor? Şizofren bir adam, onunla ilgilenmekten bunalan bir abi var yukarıda. Her an ne olacağını bilmeden hangi cesaretle yukarı çıkıyordum ben? Merdivenlerin sonuna geldiğimde karşıma iki kapı çıktı. Çıt sesi dahi yoktu. Bakışlarımı iki kapı üzerinde gezdirdim. Kapalı kapıların ardında neler oluyordu? "Ateş?" Sağ kapı hızla açıldığından bir adım geri çekildim. "Gel Mina, Karan'ı ikna ettim seninle konuşacak." Tebessüm edip, "Güzel," dedim. "Odada sanırım?" "Evet." Geçmem için kenara çekildiğinde omzumun üzerinden ona baktım. "Sen Gökçe'nin yanında beni bekle Karan'la yalnız görüşeceğim." "Tek kalmasan daha iyi olur, şu an seni tanımıyor. Yanlış bir hareket yapmasından çekiniyorum." Ona biraz daha yaklaşıp tebessüm ettim. "Merak etme ben kendimi korurum. Sen kalp krizi geçirecek arkadaşımın yanında durursan sevinirim." "Peki, seni rahatsız edici bir durumla karşılaşırsan bağır hemen gelirim." "Tamam." Arkamı dönüp odanın içine girdiğimde kapıyı kapatıp elimi duvarın üzerinde gezdirdim. Aradığım şey parmaklarıma çarpınca sırıtıp ışığı yaktım. Oda tamamen aydınlık olunca etrafı kısa bir süre inceleyip tekli koltuğa oturdum. Geniş ve ferah bir odaydı. Çatının yarısı camla kaplıydı, üzeri karla dolu olduğu için içerisini karanlık yapıyordu. Duvarın bir kısmı camla kaplı, tam önünde geniş bir yatak vardı. Bembeyaz örtülere bürünmüş. Duvar rengi gibi odadaki bütün eşyalar bembeyazdı. Buranın onun odası olduğunu düşünürsek ruhunun siyaha bürünmemiş olması umut verici. Oturuşumu düzeltip en sonunda derin bakan gözlerine baktım. Tam karşımda oturuyordu. Bacaklarını hafif aralamış, üstüne giydiği siyah kazağın kollarını dirseklerine kadar kıvırmış beni izliyordu. Omuzları dik duruyordu, güçlü olduğunu göstermeye çalışıyordu. Başı dik gözlerini gözlerimden çekmiyordu. Korkusuz olduğunu bana hissettirmek istiyordu. Tebessüm edip kabanımı çıkardım. İçerisi çok sıcaktı ve ben sıcağı fazla sevmezdim. Gözlerimi gözlerinden çekmeden bacağımın üzerine diğer bacağımı aldım. Onun gibi dik oturup sakin olmaya çalışarak, "Nasılsın?" dedim. Cevap vermesini beklerken gülümsemeye devam ettim. Konuşmayacaktı, eminim buradan gitmem için söyleniyordur içinden. Gitmeye niyetim olmadığından onun gibi susmaya devam ettim. Elbet konuşacaktı. Gözlerimizle savaşıyorduk ve ben bu savaşı kazanacağıma emindim! "Ne zamana kadar burada oturacaksın? Bir an önce git yoksa diğer omzunu da sıkacağım. İkisi de morarırsa uyuyamazsın sonra." "Genelde sırt üstü yatarım sorun olacağını düşünmüyorum." Dudağı kıvrıldığında dirseklerini bacaklarının üzerine bırakıp öne doğru eğildi. "Bu bilgiyi verdiğin iyi oldu. Seni öldürmeye geldiğim de direkt gırtlağını sıkarım." Başımı yana eğip, "Hımm," diyerek dudaklarımın arasından mırıldandım. "Kaç kişiyi boğarak öldürdün?" "Sen ilk olacaksın." "Kaç yaşında ilk cinayetini işledin?" "Annemin rahminden çıktığım an." "Annen seni doğururken mi öldü?" "Sana ne." "Yapma böyle, ne güzel sohbet ediyoruz huzurumuzu bozma iki dakikada." "Çay ya da kahve ister misin? Kusura bakma hazırlıksız yakalandım bilseydim senin için kek, börek yapardım." Gözlerimi büyütüp, "Vay," dedim sesimi yüksek çıkararak. "Demek kek, börek yapabiliyorsun, harika bu. Bir dahaki gelişimde benim için yaparsın." Gözlerini kısıp dişlerini dudaklarına geçirdi. "Ellerim kaşınıyor doktor, canını almadan git buradan." "Hiçbir şey yapamazsın, yapmak istersin ama yapamazsın. Sen iyi birisin Karan, düşüncelerinin seni ele geçirmesine izin verme. Dışarıdaki güzel hayatı yaşamak varken kendini evin içine kilitleme. İzin ver seni iyileştireyim." Gözlerim hariç her yere bakmaya başladı. Parmaklarını sıkmaktan kıracaktı neredeyse. Onu incelediğimin farkındaydı ve bundan fazlasıyla rahatsız oluyordu. Boynundan aşağı akan ter kendini sıktığını gösteriyordu. Ellerimi birbirine çarpıp ayağa kalktığımda gözleri gözlerimi buldu. "Benimle birlikte aşağı gelmek ister misin?" Dudağı kıvrıldığında bakışlarımı yüzünden çektim. Bugün onun üzerine daha fazla gidemezdim. Onu iyileştirmem gerekiyordu, dibe sürüklenmemem lazımdı. Nefes alması için uğraşıyoruz boğmak için değil Kabanımı alıp kapıya ilerledim. Kapıyı açmadan son kez yüzüne baktım. Öylece yeri izliyordu. Beyninde patlamaya yakın bir bomba vardı, o bombanın ipi tutuşmadan söndürmem gerekiyordu. "Karganın yuvasını girdin doktor. Ve ben yuvama gireni sağ çıkarmam. Ölüm seni çağırıyor." Dışarı adım atan ayağım öylece durdu. Huzursuzluğumu göstermeden tebessüm edip, “Beni korkutamazsın,” dedim. “Burada yalnız kalmanı tavsiye etmiyorum, aşağı gelip bizimle oturabilirsin.” Üzerime doğru atıldığı esnada bacağımı arkaya atıp bacağına doladım, ağzıma uzanan eline dişlerimi geçirir geçirmez onu yere düşerek altıma aldım. Şaşkınlıkla yüzüme bakarken ciddi yüz ifademle, “Abine haksızlık ediyorsun,” dedim gözlerimi gözlerinden çekmeden. “Senin için çırpınan bir adamı üzmek yerine tedavi olarak onu mutlu edebilirsin.”  Ayağa kalkıp ellerimi belime yerleştirdim. "Anlaşıldı seni hastanede tedavi etmem gerekecek. İnsanların yaşaması için kısa bir sürede olsa seni misafir etmemiz gerekiyor." Arkamı dönüp koridora çıktım. "Beni o hücreye tıkarsan ölen insanların vebali senin üzerine olacak. Herkesin ölümünden sen sorumlu olacaksın." Başımı iki yana sallayıp ilerledim. Merdivenleri inmeye başladığım an kapıyı oldukça gürültülü bir şekilde kapadı. Olduğum yerde sıçrasam da endişeyle bana bakan Ateş'le Gökçe'ye sıkıntıyla tebessüm ettim. "Oturalım, öyle konuşuruz." Ateş tekli koltuğa otururken Gökçe'yle çift kişilik koltukta yan yana oturduk. Ateş merakla yüzüme bakıyordu. Onu daha fazla germeye hakkım olmadığı için sıkıntıyla nefesimi dışarı bıraktım. "Bir an önce hastaneye yatırmamız lazım. Eğer burada tek başına kalmaya devam ederse oldukça tehlikeli durumlarla karşılaşabilirsiniz. Birini öldürmekten korkmuyor, yani çekinmeden söylüyor. Gözlerinin içine bakıp seni öldürürüm diyor." "Bunu yapmaz." "Yapmaz deme. İnan öyle bir durumla karşı karşıya gelirsin ki sana yapmam dediği şeyleri yaptığını görürsün. Hemen hastaneye götürüp ilaç tedavisine başlamam lazım." "Çok zor, daha önce hastaneye götürmek istediğimde kendini üç gün odasına kapattı." "Pardon da, insanları öldürmekle tehdit eden bir kardeşiniz var, ne yapalım onu burada bırakalım da masum insanları öldürmesine göz mü yumalım?" "Gökçe Hanım kardeşime katil demekten vazgeçin lütfen. Sözlerimle kalbinizi kıracağım bunu yapmak istemiyorum." Gökçe'nin elini sıkıp dişlerimin arasından, "Sus," dedim. Geldiğinden beri canımı sıkmaktan başka bir şey yapmadı. Susup oturması gerekirken hoş olmayan sözler söylemesi sinirlerimi bozdu. "İşin bittiyse gidelim mi? Hava karardı anca gideriz." Gözlerimi kapatıp içimden ona kadar saydım. Sanki onu zorla getirmişim gibi davranıyordu. "Çık dışarıda bekle, Gökçe. Orada ölme şansın az." Hırsla oturduğu yerden kalkıp dışarı doğru yürüdü. Onunla evde konuşacaktım. Saçlarımı karıştırıp Gökçe'nin arkasından bakan Ateş'e döndüm. "Ben her ihtimale karşı yanımda ilaç getirdim." "Ne ilacı?" "Sakinleştirici ve uyku ilacı. Bak Ateş, kardeşini burada tek bırakamayız. Kendi ayaklarıyla hastaneye gelmek istemediğinin farkındayım. Ona iğne vuracağız, huzurla uyurken hastaneye yatışını yapacağız. İnan bu onun iyiliği için." Ayağa kalkıp sıkıntıyla ileri geri yürüdü. Parmaklarını saçlarının arasına sokup gözlerini kapatıp açtı. Tedirgindi, onun hissettiklerini çok iyi anlıyordum. Ayağa kalkıp karşısına geçtim. "Boğuluyor gibi hissediyorum, nefesim kesiliyor. Onu kaybediyorum, değil mi?" "Eğer bir şey yapmazsak onu kaybedeceğiz." Yüzünü sıvazlayıp ellerini serbest bıraktı. "Birazdan onu uyutup hastane odasına bırakacağız. Çocukken top oynadığım kardeşimi yalnız bırakacağım, kötü hissediyorum. Biz bir kere bile ayrılmadık, yine hastanede yanında olacağım ama o ilaçlar yüzünden uyuyacak." Çekinerek parmak uçlarımı kolunun üzerinde bir iki kere aşağı yukarı kaydırdım. Göz bebekleri hafiften sulanmaya başladığında çenesini sıkıp başını iki yana salladı. Uzun parmakları saçlarının arasına doğru yol aldığında boğuk sesiyle ofladı. “Teşekkür ederim, Mina. Belki seni araştırmamış olsaydım şu an bu salonda yukarıda duran kardeşime ne olduğunu düşünüyor dururdum. O katil değil, gözlerinden anlıyorsun değil mi? Kimseye zararı dokunmaz, birileri ona zarar vermesin diye dilinin ucuna gelen kötü sözleri düşünmeden söylüyor." Boğazımdan aşağı ılık bir sıvı akıyordu. Her nefes aldığımda kahve kokusu ciğerlerime giriyordu. Umut abim, Ömer, Ali abim gözümün önüne geliyorlardı. Benim mutlu olmam için çabalamaları, evlerine gitmeden akşamları mutlaka benim yanıma uğrayıp benim için aldıkları çikolataları bırakmaları gözlerimin önüne geldi. Ateş bana samimi geliyordu, Gökçe ondan şüpheleniyordu ama ben bir kere bile şüphe duymuyordum. Sert görüntüsünün altında merhametli bir kalbi vardı. Yukarıda kendi dünyasında olan kardeşini karanlığa mahkûm etmemek için elinden geleni yapacak bir abi vardı karşımda. "Elimden geldiğince kardeşine yardımcı olacağım. Onu sana kavuşturacağım söz veriyorum." Derin nefes alıp, "Yapalım o zaman," dedi boğuk sesiyle. Geri çekilip, "Yapalım," dedim. Çantamda duran şırıngayla ilacı çıkardım. Soğuk kutunun içinde olan şişenin içinden şırıngayla ilacı çektim. Ateş yıkılmış halde elimdeki ilaca bakıyordu. Ağabeylerim gibi seviyordu kardeşini. Hepsi üstüme titrerken onun kardeşi için çırpınışı içimde burukluk oluşturuyordu. "Çıkalım mı?" Başını sallayıp merdivenlere yöneldi. O önde, arkada ben yürüyordum. Gergindim, büyük bir ihtimal saldırganlaşacaktı. Ağabeyi ona karşı gücünü kullanmak istemiyordu ama şimdi buna mecbur kalacaktı. Odanın kapısını aralayıp içeri girdi. Şırıngayı arkama saklayıp peşinden ben de girdim. Karan yatağa uzanmış tavanı izliyordu. Ağabeyi yanına doğru ilerlerken bakışlarını ağabeyine çevirdi. Sanki anlamış olacak ki hızla yataktan doğrulup pencerenin önüne geçti. "Ne yapıyorsunuz? Neden geldiniz?" Temkinli adımlarla kardeşine yürüyen Ateş sürekli yutkunuyor sıklıkla nefes alıp veriyordu. "Defolup gidin." "Kardeşim, her şey senin iyiliğin için." "Git buradan." Kenara kaçacağı an Ateş kardeşine sarılıp "Yap Mina!" diye bağırdı. Tüm gücüyle kardeşini sıkıyordu. Panik yapmamaya çalışarak Karan'ın kazağını kıvırmaya çalıştım. "Hayır yapma. Ne olur yapma. Uyutma beni ne olur, korkuyorum." Dudağımı ısırıp, "Çok üzgünüm," dedim. İğneyi koluna bastırdığımda çırpınışları yavaşladı. Gözleri yavaş yavaş kapanırken Ateş'le beraber yere eğildiler. Gözleri tamamen karanlığa mahkûm olduğunda yanağına damlayan yaşı sildim. "Üzgünüm Karan, her şey senin iyi olman için." "Kardeşim…" Kardeşine sımsıkı sarılı vaziyette duran Ateş'in omzuna elimi koydum. Bu durumda soğukkanlı olmam gerekiyordu ama olamıyordum. Biri karşımda acı çekince onunla birlikte ben de acı çekiyordum. Ağlayan biri değilim, sadece böyle durumlarda gözlerim doluyor. Sanki yüreğim cayır cayır yanıyor. "Gitmemiz gerekiyor. İç çamaşırlarını al yanına, geri kalanını hastanede verirler." Yüzüme bakmadan başını salladı. Gözlerini sımsıkı kapatıp kardeşini yere yatırdı. Deliksiz uykunun kollarında olan Karan şu an burada olanları görmüyordu. Ağabeyi onun için üzülürken o bu ana tanıklık etmiyordu. Etmemesi onun için daha iyiydi, bazılarımız sevdiğimiz insan üzüldüğünde ona sarılıp sakinleştirmek yerine üstüne daha çok gideriz. Neden üzülüyorsun, ortada üzülecek bir şey mi var diyerek onu susturmaya çabalarız. Oysaki sarılsak bütün dertlerini, üzüntüsünü alırız. Karan ağabeyini seviyordu ama sevgisini göstermiyordu. Eşyaları çantaya koyan Ateş yere eğildi. "Ben Karan'ı sırtıma alayım sen çantayı aşağı getirir misin?" "Getiririm. Hadi gidelim yolumuz uzun.” Her ne kadar ilaç onu sabaha kadar uyutacak olsa da ne olur ne olmaz. Başını sallayıp Karan'ı sırtına aldı. Yatağın üzerinden poşeti alıp elimi Karan'ın beline koydum. Merdivenleri dikkatli bir şekilde indikten sonra koşar adım koltuğun üstünden çantamı aldım. Ateş etrafı kontrol ettikten sonra çıkışa ilerledi. Önüne geçip kapıyı açtım. "Dondum burada Mina, ne yapıyordunuz içeride?" "Çekil kenara." "Bu adam neden ölü gibi yatıyor?" "Arabanın anahtarı sağ cebimde." Ateş'in cebinden anahtarı alıp arabanın kilidini açtım. Ona yardımcı olarak Karan'ı arka koltuğa yatırdık. "Cevap versenize, ne oldu bu adama?" "Sus Gökçe, ilaç verdik uyuyor. Bin arabaya gidiyoruz." "Ben onun yanına oturmam, ölmeye niyetim yok." "La havle," diyerek arabanın etrafından kara batarak ilerledim. "Öne otur sen, Gökçe." Yüzü asık bir şekilde ön koltuğa otururken arka koltuğa oturup Karan'ın başını bacaklarımın üstüne koydum. Korkuyorum demişti, ne yaşadın da bu kadar çok korkuyorsun? Ateş kabanını giymiş koşar adım arabaya gelince gözlerimi kapatıp sırtımı koltuğa yasladım. Bugün çok fazla yorulmuştum. Bedenen değil ama beynim aşırı derece yorgun düştü. Gökçe'nin yüzünden hiçbir şey yapamadım. Onun olumsuz düşünceleri içime sıkıntı düşürdü bütün gün boyunca. Umarım hastaneye kadar da tek kelime etmezdi. Karan için planladığım tedavileri telefonuma kayıt ederek iki saatlik yolculuğu bitirdik. Hastanenin önüne geldiğimiz de bizi sedyeyle bekleyen görevlilere Karan'ı teslim ettik. Gökçe odama doğru ilerlerken Ateş'le Karan'ın kalacağı odaya doğru yürüdük. Ateş kardeşini burada tek bırakmak istemiyordu, her hastamın yakını gibi üzülüyordu. Kolunu tutup rahatlaması için gülümsedim. "Korkulacak bir şey yok. Bir ay sonra daha iyi olacak." "Umarım. Bir an önce toparlamasını istiyorum. Onu burada tek bırakmak benim için çok zor." "Anlıyorum, güçlü dur sen, onun iyiliği için burada bırakıyorsun. Eskisi gibi hayatınız olsun diye çabalıyorsun." "İnan tek derdim bu." Karan'ı yatırdıkları odanın önüne gelince içeri girdim. Ateş endişeyle içeri girip yatakta uyuyan kardeşine buruk bir halde izledi. Hasta bakıcılar Karan'ın üstünü değiştirdiği için hasta kıyafeti vardı üzerinde. Çıplak ayaklarını avuçları arasına alıp gözlerini kapadı. Bakışlarımı onun üzerinden çekip Karan'a odaklandım. Tahmin ettiğim gibi deliksiz uyuyordu. Yanımda duran hemşireye onunla ilgili not aldırıp Ateş'e döndüm. "Bu gece uyur, sabah kalktığında büyük bir ihtimal burada olduğu için kısa bir süre şok yaşayacak. Elimden geldiğince ona ağır ilaç vermemeye çalışacağım. Konuşarak sıkıntılarına çözüm bulacağım." "Teşekkür ederim, ben bu gece burada kalacağım sabah uyandığında beni görsün. Onu yalnız bıraktığımı düşünmesin." "Sen bilirsin, ama gece göremezsin maalesef." "Sorun değil burada olduğumu hisseder o." Ellerimi cebime sokup iki kardeşi bir süre inceledim. Kardeşinin üstünü örten Ateş alnına dökülen saçlarını geriye doğru itip yatağın kenarına oturdu. Gözaltlarında kurumuş gözyaşlarının üzerinde parmağını gezdirip derin nefes alarak göğsünü şişirdi. "Benim şimdi gitmem gerekiyor, yarın sabah görüşürüz." "Görüşürüz." Odanın çıkışına ilerleyip koşar adım odama yürüdüm. Gökçe'yle tartışmam gereken bir konu vardı. Onu tanıdığım günden beri ilk kez kalbini kıracaktım. Bugün yaptıkları saygısızlıktı ve hesabını verecekti. Odanın kapısını açıp içeri girdim. Kapıyı sert kapatmama rağmen rahat bir şekilde oturmaya devam ediyordu. Gözlerimi devirip karşısına geçtim. "Bugün yaptıklarını unutmayacağım Gökçe, beni hastamın ve abisinin önünde rezil ettin. Hasta bir adama deli dedin, abisiyle onu katil ilan ettin. Adamların yüzüne baka baka katilsiniz dedin sana inanamıyorum." "Katile benziyorlardı. Deli dediysem de ne olmuş? Adam şizofren yani deli." "Şu an sana çok sinirliyim. Kalbini kırmamak için kendimi zor tutuyorum bunu bil. Bugün terbiyesizlik yaptın. Ateş'ten özür dileyeceksin." "Mina, ben o adamdan hayatta özür dilemem. Ayrıca bir daha onunla yan yana bile gelmem. Bence sen de fazla samimi olma başına iş açar bu adam." Ellerimi masanın üstüne koyup gözlerimi kapadım. "Sana gerçekten inanamıyorum, Gökçe." "Ben de sana." Ellerimi masaya vurup doğruldum. "Umarım sevdiklerini kaybetme korkusunu yaşamazsın, Gökçe. O adam kardeşi için nasıl çırpınıyor görmüyor musun? Karşımda yıkıldı resmen. Onu izlerken ağlamamak için kendimi sıktım. Kardeşini kaybetmemek için nasıl çabalıyor, sen ona katil dedin kim bilir nasıl yaralandı. Niyeti sadece kardeşini iyileştirmek olan bir adam nasıl katil olsun? Hadi oldu diyelim neden bizi öldürmediler?" "Onlar hakkında konuşmak istemiyorum. Bu gece klinikte kalacağım yarın sabah görüşürüz." "Görüşürüz, Gökçe." Başımı iki yana sallayıp gidişini izledim. “Bazen seni tanıyamıyorum. O güzel kalbin sanki kötü gibi davranıyorsun ya beni çok şaşırtıyorsun. Bu sen değilsin Gökçe. Lütfen güzel kalbini kaybetme.” Yedi civarı eve geldiğimde kıyafetlerimi çıkarıp duşa girdim. Ilık suyun başımdan aşağı akmasına müsaade ederken bugün yaşanılanları birer birer düşündüm. Ne yaşamış olabilirdi. Herkesten korkacak ne yaşadı da kendini bir odanın içine hapsetti? Canını yaktıklarında uyuyor muydu? Ağabeyi neredeydi de ona zarar verdiler? Umarım aklıma gelen şeyi yaşamamışsındır, Karan. Suyun altından çıktıktan sonra bornozu üzerime giydim. Saçlarımı baş havlusuna sardıktan sonra mutfağa ilerledim. Bardağa suyu doldurup sandalyeye bedenimi bıraktım. Suyumu içerken ekranda beliren numaraya tebessüm ettim. Gökçe'nin asistanı arıyordu, kesin Gökçe aratıyordu. Tartıştığımız zaman illa araya birini koyup benden özür diliyordu. Cadı, kendi arasa sanki açmayacağım telefonu. "Efendim, Dilara?" "Mina abla." Kaşlarımı çatıp sırtımı sandalyeye yasladım. "İyi misin, Dilara?" "Abla." "Ne oldu? Korkutma beni." "Abla, Gökçe abla ölmüş." Ayağa kalkıp, "İkinizi de döverim," dedim öfkeyle. "Yemin ederim saçınızı başınızı yollarım. Kötü şakalardan nefret ederim, ver şu kızı bana." Hıçkırınca, "Dilara," diye bağırdım. "Abla, Gökçe ablayı öldürmüşler olay yeri inceleme burada. Gel lütfen. Şaka yapmıyorum, yemin ederim öldü. Her yerde kan var ne olur gel." Telefon ellerimin arasından yere düşerken bacaklarım beni taşımayacak duruma geldi. Dizlerimin üzerine düşüp göğsümün ortasına yerleşen taş nefes almama engel oldu. "Gökçe, şaka mı bu?" 
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD