Önlüğümün yakalarını düzeltirken etrafa saldırmak isteyen hastamı göz hapsine alıp hareketlerini izlemeye başladım
Yavaş adımlarla önünde duran adama ilerleyip arkasında durdu. Saçlarını çekiştirip adamın omzuna dokunup dokunmamak konusunda çekingen duruyordu. Önünde duran adam arkasındaki kadının varlığını hissetmiş olacak ki arkasını dönüp onu baştan aşağı inceledi. Ne konuştuklarını duymuyordum ama kadının hareketlerinden anladığım kadarıyla ondan bir şey istiyordu. Yüzleri bana dönük olsaydı dudaklarını okuyup ne konuştuklarını anlardım. Kadın elini dudaklarına getirdiğinde başımı iki yana sallayıp, "Sakın ona istediğini verme," dedim dişlerimin arasından.
Lanet olsun, üstünde hasta önlüğü olan kadına sigara uzatan bu adam nasıl düşüncesiz olabiliyor? Arkama dönüp bahçeye çıkacağım an yanlarına gelen güvenlik, kadının elinden sigarayı alıp adama uzattı. Uyar onu, hasta birine sigara verilmeyeceğini öğrenmesi gerekiyor. Adam uyarıldıktan sonra arkasını dönüp giderken kollarımı göğsümün üzerinde bağlayıp başımı kaldırdım. Bundan sonra daha dikkatli olurdu umarım.
Düşüncesiz insanlara sinir oluyorum. Burası Ruh Ve Sinir Hastalıkları hastanesiydi, burada yatan hastaların çoğu aldığı ağır ilaçlar yüzünden bağışıklıklarını kaybedebiliyorlardı. Kimi ilaçların bağımlısı olurken kimi farklı şeylere yöneliyordu. Bahçeye çıktıklarında insanlardan sigara, para, yiyecek istediklerinde maalesef ziyarete gelen bazı insanlar onlara istediklerini veriyordu. Az önce sigara isteyen kadın gibi. O adam ona sigara vererek iyilik yaptığını sanıyordu ama ona hayatının kötülüğünü yapıyordu. Belki bilmeyerek belki bilerek.
Saat beşe gelirken üzerimdeki beyaz önlüğü çıkarıp dolaptan kabanımla çantamı aldım. Masanın üzerinde duran telefonumu çantama koyup odadan çıktım.
"Gidiyor musunuz, Mina Hanım?"
"Evet Ayşenur. Yarın sabah gelmeyeceğim, öğlen Ateş Bey’in kardeşinin yanına gideceğim bilgin olsun."
"Tamam, Mina Hanım."
Gözlerinin etrafı kızarık, dudağının kenarında kurumuş yara vardı. Kaşlarımı çatıp onu inceledim.
"İyi misin, Ayşenur?"
"İyiyim, Mina Hanım."
Bir adım ona yaklaşıp ellerini tuttum.
"Bazen sakladıklarımız hayatımızı karartabilir. Söylemek istediklerimizi içimize konuşmak yerine bizi dinleyecek olan insana anlatmalıyız. Susarsak yaramız daha çok kanar, bekleriz ki acısı geçsin ama geçmez. Bekleriz ki biri yaramızdan öpsün kimse gelip öpmez. Kendi dermanımızı kendimiz bulmalıyız, Ayşenur. Susarsak çok ağlarız, ağlatırlar. Susmamalıyız."
Yanağına damlayan gözyaşını silip uzun siyah saçlarını okşadım.
"Yalnızım deme elbet seni dinleyecek birileri vardır."
"Teşekkür ederim, Mina Hanım. Bir gün sizinle konuşmaya geleceğim."
"Seni dinlemek için bekliyor olacağım. Sakın uzun bir süre bekleme bana gelmek için, saat kaç olursa olsun ara, sen gelemesen de ben sana gelirim."
"Çok sağ olun."
"Kendine dikkat et."
"Siz de, Mina Hanım."
Derin nefes alıp çıkışa ilerledim. Zor olan bir dünyada ayakta kalmaya çalışıyorduk. Güçlü olduğumuzu düşünüp tüm irademize rağmen ayaklarımızın üzerinde duruyoruz. Aslında çok güçsüzüz, başımızı yaslayacak bir omuz olduğunda saatlerce ağlayacak kadar güçsüzüz. Ayşenur’un içinde sakladığı yaraların iyileşmesi için ışığa ihtiyacı vardı, umarım o ışığa yakın bir zamanda kavuşurdu.
Hızlanan kar yağışı yüzünden yerde kaymamaya dikkat ederek açık otoparka geldim. Arabama binip çantamı koltuğun üzerine bıraktığımda şapkamı başımdan çıkarıp kemeri taktım. Bu akşam ne yemek yapsam acaba? İstanbul'da görev yaptığım zaman eve gittiğimde yemek hazır olmuş bir şekilde beni bekliyor oluyordu. Annem ve babam her zaman yemekleri erken yapıp beni bekliyorlardı. Henüz Sapanca'ya geleli bir hafta olmasına rağmen ailemi çok özlemiştim. Hafta sonu yanlarına gidip özlemimi biraz da olsa dindirmek ruhuma iyi gelecekti.
Tipi nedeniyle arabayı yavaş kullanırken radyoyu açtım. Her ne kadar ses gidip gelse de en azından arabanın içinde sessizlik oluşmuyordu. Bir süre dikkatle sürdükten sonra kırmızı ışıkta arabayı durdurup telefonu elime aldım. Işığı kontrol edip Sinan abiyi aradım.
"Efendim?"
"Nasılsın abi?"
"İyiyim, sen nasılsın?"
"İyi olmaya çalışıyorum."
Derin nefes alıp, "Bir sıkıntın mı var?" dedi. Sesindeki endişe dudağımın iki yana kıvrılmasını sağladı.
"Bir sorun değil çok sorun var."
"Korkutma beni, geliyorum yanına."
Sırıtıp, "Dur," dedim tekrar yola devam ederek. "Yirmi sekiz senedir kalabalık bir ailenin içinde büyümüş biri tek başına kalınca ister istemez sıkılıyor. Sizleri özlüyorum."
Rahatlamış sesiyle, "Biz de seni özlüyoruz," dedi. Beni özlediklerini tahmin edebiliyordum, yatmadan önce mutlaka mesaj atarlardı. "Cuma akşamı geleceğim. Hafta sonu bol bol vakit geçiririz."
“Hafta sonu nöbetim yok, bizim evde oluruz.”
“Tamam.”
Arabayı marketin önünde durdurup oturuşumu düzelttim.
"Abi, sana bir isim versem araştırabilir misin?"
"Söyle."
Başımı arkaya atıp gülümsedim. "Bir kerede saçmalama Mina demenizi bekliyorum."
"Ailemizin kızları bizim için değerli, onların isteklerine hayır diyemiyoruz."
Başımı iki yana sallayıp kemeri çıkardım.
"Ateş Er, bu kişiyi araştırır mısın?"
"Akşam ararım."
"Tamam, kızını öpüyorum."
"Kendine dikkat et güzelim."
"Sağ ol abi."
Telefonu kapatıp çantamın içine attım. Arabadan indiğimde koşar adım markete girip alacaklarımı hızlı bir şekilde aldıktan sonra oyalanmadan arabaya binip evimin önüne geldim. Bizim dairenin ışığı yandığına göre Gökçe erken gelmişti eve. Soğuk gözlerimi yaşartmaya başladığında dışarıda daha fazla oyalanmadan merdivenleri çıkıp binanın içine girdim. Çocukluğumdan beri tek başıma asansöre binmeye çekindiğim için merdivenleri ikişer ikişer çıkıp dairenin önüne geldim. Buz kesen ellerime nefesimi üfleyip kapıyı açtım. Gökçe’nin sesi mutfaktan geliyordu. Botlarımı çıkarıp yanına gittim.
"Kolay gelsin."
Olduğu yerde sıçrayıp arkasını döndü.
"Mina, hâlâ alışamadım sessiz oluşuna. Azıcık gürültü çıkararak gel lütfen."
Sırıtıp elimdeki poşetleri tezgâhın üstüne koydum. "Kusura bakma, çocukluğumdan beri sessiz hareket ederim." Dudaklarımı büzüp yaptığı yemeklere mahcup olmuş halde baktım. "Üzgünüm, bu akşam yemekleri ben yapacaktım."
"Üzgün olunacak bir durum yok, öğlen geldim eve. Boş durmaktansa yemek yaptım."
"Neden erken geldin?"
"Çalışmak istemediğim için geldim."
Başımı iki yana sallayıp kabanımı çıkardım. "İnsanın kendi iş yeri olunca istediği saatte çıkabiliyor demek ki."
"Biraz öyle oluyor. Hadi sen üstünü değiştir ben sofrayı hazırlıyorum."
"Sen otur ben hazırlarım, yemekleri sen yapmışsın zaten."
"Kaybol, Mina."
Gülümseyip mutfaktan çıktım. Gökçe'yle üniversiteden arkadaştık. O veteriner olurken ben psikiyatrist olmuştum. Sapanca'da kendini klinik açarken yanında olmamı söylediğinde bu teklifine sıcak bakmıştım. Ailemi zor ikna etsem de İstanbul’daki görev yerimden istifa edip buradaki hastaneye başvurmuştum. On gün önce iş başvurum kabul olmuştu. Henüz yeni görev yapıyordum burada ama uzun zamandır buradaymışım gibi huzurlu hissediyordum.
Üstümü değiştirip banyoda elimi yüzümü yıkadım. Mutfağa girdiğimde Gökçe'nin karşısına oturup çorbadan bir yudum aldım.
"Nasıl geçti ilk günün?"
Kaşığı tabağın kenarına bırakıp, "İyi," dedim. Sesim kısık çıktığı için kaşlarını kaldırıp, "İyi olduğuna emin misin?" dedi. Her halimi bildiği için ondan bir şey gizleyemiyorum.
"Bugün bir adam geldi. Kardeşi için benden yardım istiyor."
Sırtını sandalyeye yaslayıp kaşlarını kaldırdı.
"Kim bu adam? Kardeşinin neyi varmış?"
"Kardeşini yarın göreceğim, onu görünce tanıyı o zaman koyacağım. Adamın adı Ateş, Ateş Er."
"Er holdingin sahibi mi?"
"Ne iş yaptığını bilmiyorum kartını verdi ama bakmadan çantama koydum."
"Ne meraksızsın. Kardeşini yarın hastaneye getirdiğinde iyice öğren."
"Neden adamın kim olduğunu öğreneyim?" Sanki kuzenime araştırtan ben değilmişim gibi. "Ayrıca yarın hastaneye gelmeyecekler ben dağ evine gideceğim. Ateş Bey yarın hastanenin önünden beni alacak."
Gözlerini kocaman açıp, "Pardon," dedi yüksek sesle. Yüzümü buruşturup, "Bağırma," dedim. "Kardeşi evden dışarı çıkamıyormuş, adam dizlerinin üstüne oturdu Gökçe. Halini görsen üzülürdün."
"Kızım sen deli misin? Adam seni alıp dağ evine götürecek öldürse kimsenin ruhu duymaz. Olmaz öyle şey gitmeyeceksin. Eğer kardeşini düşünüyorsa getirsin hastaneye."
Salatayı ağzımın içinde çiğneyip sıkıntıyla ofladım. "Söz verdim bir kere gideceğim. Harun Bey’in tanıdığıymış kötü biri olduğunu düşünmüyorum."
"Pardon da Harun Bey’i ne kadar tanıyoruz? Mina delirtme beni, sen aklı başında bir insansın. Ne işin var Allah'ın dağında?"
"Sakin ol Gökçe, Sinan abime söyledim araştırıyor. Adam hakkında kötü bir şey söylerse gitmeyeceğim. Merak etme her şeyi düşünüyorum ben."
Saçlarını sinirle karıştırıp ters ters bana bakmaya devam etti. Sırıtıp "Yemeğini ye," dedim. "Kötü bir şey olmayacak, adamın gözleri güven verdi."
"Yarın ben de seninle geleceğim."
"Ölürsek beraber ölelim diyorsun."
"Hayır, onlar seni öldürürken ben kaçar yardım isterim."
Kahkaha atıp, "Gökçe," dedim. "Lütfen yemeğini ye."
"Yarın ben de geleceğim, eğer gelmezsem Talha amcayı arar her şeyi anlatırım."
"Babamın haberi olur merak etme. Bileğimde gördüğün bilekliğin içinde izleme cihazı var. Nereye gitsem haberi oluyor."
"Akıllı adam. Yarın ben de geleceğim sakın itiraz etme."
Pes edip, "Tamam," dedim. Kabul edince susup yemeğini yemeye devam etti. Ondan kötü bir izlenim almamıştım. Eğer Sinan abi de hakkında olumlu bilgiler verirse gönül rahatlığıyla giderdim yarın.
Okuduğum kitabın kapağını kapatıp komodinin üzerine koydum. Saat on bire geliyordu, yataktan kalkıp ışığı kapadım. Üstümdeki hırkayı çıkarıp yatağa girdiğimde komodinin üzerinde duran telefonum çalmaya başladı. Sinan abi arayacağı için hemen alıp cevapladım.
"Abi?"
"Uyuyor muydun?"
"Yok, şimdi yatacaktım."
"Söylediğin ismi araştırdım. Hiçbir sabıka kaydı yok, Er holdingin sahibi. Annesiyle babası o, on beş yaşındayken ölmüş, kardeşiyle bir tek o var. Kardeşi hakkında pek bilgi yok ama Ateş hakkında oldukça olumlu bilgi var."
"Nasıl?"
"Adam kazandığı paranın yarısını yetiştirme yurtlarına, yardım vakıflarına bağışlıyor. Bu zamana kadar girdiği ihalelerin hepsini emeğinin hakkıyla kazanmış. Anlayacağın adam temiz."
"Sağ ol."
"Hayırdır, neden araştırdın?"
Yorganı üzerime örtüp başımı yastığa koydum.
"Kardeşi rahatsız, benden onun doktoru olmamı istedi. Merak ettim sana sormak istedim."
"İyi yaptın. Bir sıkıntın olduğunda aramaktan çekinme."
"Tamam, öpüyorum. İyi geceler."
"İyi geceler."
Telefonu komodinin üzerine koyup gözlerimi kapadım. Umarım kardeşine derman olabilirim Ateş, umarım gözlerindeki hüznü geçirebilirim.
Ertesi gün salondan gelen müzik sesiyle gözlerimi açtım. Yatağın içinde gerilip bir süre tavanı izledim. Bugün bilmediğim bir yere gidecektim, umarım gece kar fazla yağmamıştır. Yoksa arabayı kullanmak zor olacaktı.
Yataktan kalkıp dağılmış saçlarımı karıştırdım. Aynanın karşısında görüntümü incelerken çenemde çıkan sivilce canımı sıktı. Bütün gece kafamda kurarsam olacağı buydu. Hayır, neden bu kadar kafayı takıyorum anlamıyorum. Bütün gece boyunca Ateş gözümün önünden gitmemişti. Onun çaresiz oluşu, dizlerinin üzerine oturuşuna oldukça üzülmüştüm.
Saçlarımı toplayıp odadan çıktım. Salonda müzik eşliğinde kahvaltı hazırlayan Gökçe'ye, "Günaydın," diye bağırdım. "Birazdan komşular eve gelip bizi uyaracak." Omzunu silkip kalçalarını sallamaya devam etti.
"Bugün neşem yerinde, o yüzden idare etsinler beni."
Onun aksine ben oldukça gergindim. Saat ona geliyordu, Ateş Bey’le on iki de bulaşacağımız için acele etmem gerekiyordu.
Banyoya girip hızlı bir şekilde işlerimi halledip çıktım. Gökçe müziği kapadığı için rahatlamış halde sandalyeye oturdum.
"Bir an önce kahvaltı yapıp hazırlanmam lazım. Ateş Bey’le on iki de buluşacağız."
"Ben de geleceğim. Bu arada dışarıda yoğun kar yağıyor, üstelik yerlerde bayağı dolmuş."
"Belliydi böyle olacağı."
“Adama söyle bizi evden alsın."
Başımı iki yana sallayıp, "Ayıp olur," dedim. Çayımın içine şeker doldururken sıkıntıyla başımı pencereye çevirdim. Kar hiç durmadan yağıyordu. Burası böyleyse dağ başını düşünemiyorum.
"Mina, adam seni hastaneden alacak zaten. Söyle buraya gelsin. Dışarıda fırtına var, araba yolda kalır. Büyük bir ihtimal arazi arabası vardır onun."
Kolumu sıvazlayıp, "Olur," dedim. "Aslında bugün gelmek istemediğimi söylemek istiyordum ama dünkü hali gözümün önünden gitmiyor."
"Kar kolay kolay durmaz, gidip gelelim. Bu arada sürekli dağ evine gitmeyeceksin değil mi?"
"Eğer kardeşinin durumu şizofreniyse onu mutlaka hastaneye yatırmamız gerekiyor. Dağın başında adamı tutarak iyileştiremez."
"Haklısın. Merak ettim arasana adamı."
"Kardeşini mi merak ettin, Ateş Bey’i mi?"
"İkisini de merak ettim valla, hadi ara."
Onun sabırsız haline gözlerimi devirip oturduğum yerden kalktım. Odama girdiğimde çantamın içine attığım kartını aldım. Komodinin üzerinde duran telefonumu alıp içeri geçtiğimde hadi ara diye baskı yapan arkadaşıma bakmadan pencerenin önüne geçtim. Numarasını telefona yazdığımda yanıma gelen Gökçe'yi ittim.
"Rahat dur lütfen."
"Sesini ben de duymak istiyorum."
"Susar mısın?"
Bir süre çalsa da açan olmayınca omuzlarımı kaldırdım. Telefon kapandığında, "Açmıyor," dedim masaya ilerleyerek.
"Duymamıştır bir daha ara."
"Gökçe, geç otur yerine. Önce kahvaltımızı yapalım ararım sonra."
Mırın kırın ederek karşıma oturduğunda sırıtıp ekmeğin üzerine reçel sürdüm.
"Bir gün bu meraklı halin başına iş açacak."
"Bu zamana kadar açmadı bundan sonra da açmaz."
Konuşmadım. Önüme dönüp kahvaltımı yapmaya devam ettim. Gözüm istemeden sürekli masanın üzerinde duran telefona kayıyordu. Ne kadar Gökçe'ye meraklısın desem de açıkçası ben de merak ediyordum. Bugün buluşacaktık, benim arayacağımı biliyordu ama telefonunu açmamıştı. Eğer tekrar aradığımda cevap vermezse görüşme bugün olmazdı.
Bardağa çay doldururken telefonun sesi yankılanınca, "Aha," diye bağırdı Gökçe. "Bir sakin ol," diyerek çaydanlığı masanın üzerine bıraktım.
"Açsana telefonu, adama nispet mi yapıyorsun?"
"Ben sen miyim? Ayrıca tanımadığım bir adama neden nispet yapayım?"
"Aç şu telefonu Mina. Senin yerine ben açacağım şimdi."
Onun iğneleyici laflarını çekmemek adına telefonu cevaplayıp kulağıma getirdim.
"Alo."
"Merhaba Ateş Bey, ben Mina Aslan." Sessizlik oluşunca kaşlarımı kaldırıp, "Ateş Bey? " dedim.
"Pardon Mina Hanım, hatlarda sıkıntı var telefon çekmiyor. Şehir merkezine geliyorum."
"Kusura bakmayın rahatsız ettim. Beni hastanenin önünden alacaktınız, eğer sizin için sorun olmazsa evimin önünden alır mısınız?"
"Tabii ki. Siz bana konum atın geliyorum."
Gözüm duvarda duran saate ilişince on bir olduğunu gördüm.
"Tamam, ben size konum atıyorum. Görüşmek üzere."
"Mina Hanım?"
"Efendim?"
"Teşekkür ederim."
Dünkü hali tekrar gözümün önüne gelince derin nefes alıp, "Görevim," dedim. "Umarım kardeşinize yardımım dokunur."
"Eminim dokunacak. Yarım saat sonra görüşürüz."
"Görüşürüz."
Telefonu masanın üzerine bırakıp, "Yarım saat sonra geliyor," dedim. "Geleceksen hemen hazırlanman lazım."
"Seni tek göndermeyeceğime göre geleceğim."
O dakikadan sonra Gökçe'yle birlikte masayı toplayıp odamıza geçtik. Siyah taytımla kalçama kadar gelen uzun boğazlı kazağımı dolaptan aldım. Üstümü giyindikten sonra saçımı tarayıp kabanımla çantamı alıp odadan çıktım.
"Hazır değil misin Gökçe? Adam gelir şimdi."
"Bitiyor."
Ne bitiyor acaba? Alt tarafı pantolon kazak giyecek.
Odasından çıktığında gözlerimi kocaman açıp, "Şaka yapıyorsun," dedim onu baştan aşağı inceleyerek.
"Şaka yapmıyorum, bir kadın yaz kış bakımlı olmalı."
"Gökçe, gideceğimiz yer dağ başı. Dışarısı buz gibi, soğuk tenine çarpınca gözlerin sulanıyor, boşuna göz makyajı yaptın akacak yaşlardan."
Omzunu silkip kabanını giydi. "Gözüm yaşarıyor diye makyaj yapmayayım mı?"
"Yap Gökçe. Güzel olmak senin de hakkın."
Arkamı dönüp telefonu elime aldığımda küfür ettiğini duydum. Sırıtıp pencerenin önüne ilerledim. Evin önünde duran arabaya bakarken arabanın kapısı açıldı. Siyah botlar yere bastığında biraz daha pencereye yaklaştım. Uzun boyuyla arabadan inen adamı incelerken neredeyse cama yapışacaktım. Siyah kabanının iç cebine elini soktuğunda elimdeki telefona baktım. Kısa bir süre ekranda ismi belirince dudaklarım iki yana kıvrıldı.
"Kime bakıyorsun, ayrıca telefonu neden cevap vermiyorsun?"
Gökçe'nin sesiyle olduğum yerde sıçrayıp geri çekildim. Telefona cevap verip gözlerimle Gökçe'nin çıkmasını işret ettim.
"Evinizin önündeyim, Mina Hanım."
"Geliyorum, Ateş Bey." Telefonu kapatıp, "Adam aşağıda, hadi in," dedim.
"Benim gelmeme bir şey der mi?"
"Derse sen geri gelirsin."
"Yok ya, seni hayatta tek başına göndermem. Yürü hadi."
Siyah botlarımı giyip evden çıktım. Merdivenleri koşar adım inerken Gökçe'nin söylenmelerine göz devirmekten gözlerim ağrımıştı. Bir sus demek istiyorum ama kırılır diye sesimi çıkaramıyorum. Dış kapıyı açıp dışarı çıktığımızda soğuk hava anında yüzüme çarptı. Ateş Bey bana doğru adım atıp başını eğip kaldırdı.
"Nasılsınız, Mina Hanım?"
"Teşekkür ederim iyiyim, siz nasılsınız?"
"Ben de iyiyim, sağ olun."
Yanımda duran Gökçe'ye bakışlarını çevirdiğinde, "Arkadaşım Gökçe," dedim.
"Merhaba," deyip elini uzatan Gökçe'nin elini sıktıktan sonra bana döndü.
"Gidelim mi, iki saati buluyor eve gidişimiz."
İki saat süren bir yolculuk. Umarım sorunsuz atlatırdık.
"Arkadaşım da bizimle gelecek sizin için sorun olur mu?"
Düz bakışlarını Gökçe'ye çevirip, "Sorun olmaz," dedi. Ne ses tonundan ne de mimiklerinden hiçbir anlaşılmıyordu. Rahatsız olup olmadığını anlamak için gözlerine bakıyordum ama o hiçbir şekilde tepki vermiyordu.
"Gökçe Hanım siz arabaya geçin."
Arabanın arka kapısını açınca Gökçe bir şey demeden içeri geçti. Kapıyı kapatan Ateş Bey bir adım bana yaklaşıp derin nefes aldı.
"Arkadaşınıza kardeşimden bahsettiniz mi?"
"Biraz ama ayrıntılı değil, hastalarımın rahatsızlığını herkese anlatmam."
"Kardeşim hassas biri, dağ evinde kalmasının sebebi insanlar. Ona kötü gözle baktıkları için yalnız kalıyor eğer arkadaşınız ona kötü gözle bakarsa kırılır."
"Merak etmeyin öyle bir şey olmayacak. Arkadaşım aklı başında biri kimseyi üzmez."
"Size güveniyorum."
Tebessüm edip, "Gidelim mi?" dediğim de ön kapıyı açıp oturmamı bekledi.
Çantamı kucağıma alarak arabaya bindim. Ateş Bey kapıyı kapadığında Gökçe kısık sesle, "Artist," deyip kıkırdadı. "Şşt," dediğim an sırtını koltuğa yasladı. O sırada Ateş Bey arabaya binip kemerini taktı. Ben de takınca yolculuğumuz başladı.
"Kardeşinizin haberi var mı benden?"
"Var, görüşmek istemediğini söyledi. Bütün gece boyunca onla konuştum. En sonunda sabah ikna ettim. Tamam dedi ama size kırıcı söz söylerse onun adına şimdiden özür dilerim."
"Sorun değil. Tepki versin ki iletişim halinde olalım."
Rahatlamış gibi nefesini bırakıp tebessüm etti. Sert ifadesi gülünce yumuşamıştı. Yaşadıkları ona ağır geliyordu. Kaşları çatık, gözleri düz bir şekilde bakıyordu. Boşlukta hareket ediyormuş gibiydi. Arada bir derin nefes aldığında göğsü şişiyordu. Sanki nefesinin kesilmemesi için zor nefes alıyordu.
Bakışlarını bana çevirdiğinde dudağı iki yana kıvrıldı. Tebessüm edip, "Siz de psikologdan destek alın isterseniz," dedim. "Kardeşinizle ilgilenmekten sinirleriniz yıpranmış."
"Bana bakınca sinirli biri olduğumu mu görüyorsunuz?"
Başımı sallayıp onu baştan aşağı inceledim. Dudaklarındaki tebessüm sırıtmaya geçince bembeyaz dişleri gözlerimin önüne serildi.
"Ben de ne görüyorsunuz, doktor hanım?"
"Gerginsiniz, kaşlarınız çatık, gözleriniz boşluğa bakar gibi bakıyor. Arada bir aklınıza ne geliyor bilmiyorum ama direksiyonu sıkıyorsunuz. Parmak boğumlarınız beyazlıyor direksiyonu sıktığınız için. Dün de fark ettim, sanırım kendinizi zor tutuyorsunuz. Psikolog konusunda ciddiyim."
Kabanının düğmelerini açıp boğazlı kazağının yakasını çekiştirdi.
"Sanırım yoruldum. Kardeşimin değişken hali beni üzüyor, neler yaşadığını bana anlatmıyor sadece tahmin ediyorum. Tahmin ettiklerimi size dün söyledim. Aklıma geldikçe dişlerimi sıkıyorum. Anlayacağınız sinir sistemim alt üst olmuş durumda."
"Umarım kardeşinize yardımcı olabilirim. Eğer ileri derece şizofreni belirtileri varsa onu hastaneye yatırmamız gerekiyor."
"Bu nasıl olacak bilmiyorum."
"Onu gördükten sonra ayrıntılı konuşuruz sizinle."
Başını sallayıp arabayı rampaya sürdü. Dağlık bölgeye girdiğimiz için oturuşumu düzelttim. Gökçe bizi dinlemiş konuşmaya dâhil olmamıştı. Onun bu halini seviyorum, karışacağı konulara karışıyor karışmayacağı konulara asla müdahale etmiyordu.
Cebimden telefonumu çıkardığımda çekmediğini fark ettim. Tekrar cebime koyup camdan dışarıyı izledim. Beyaz karlarla kaplanmış doğa harika gözüküyordu. Her gün işe buradan mı gidip geliyordu?
"Zor olmuyor mu her gün buradan işe gidip gelmek?"
"Oluyor, yoğun kar olduğu zaman şehirdeki evimizde kalıyorum."
"Kardeşiniz tek başına mı kalıyor?"
"Evet, ama onu sürekli izliyorum kameradan. Evimizin etrafında birkaç ev var kötü bir şey olduğunda onlardan yardım istiyorum."
"Kardeşinizin tek başına orada kalması doğru değil. Yalnız kaldıkça daha çok içine kapanık olur."
"Haklısınız ama yalnız kalmak istiyor. Ne zaman onu şehirdeki evimize getirsem kaçıp dağ evine geliyor."
Anladığım kadarıyla beni zorlayacak biriydi kardeşi. Ona karşı uzlaşmacı olacaktım. Umarım tedaviye karşılık verirdi.
Ateş Bey’in canı sıkılınca daha fazla konuşmayıp yolu izledim. Kimseden ses çıkmıyordu. Gökçe uyumak üzereydi. Ateş Bey ise dikkatli bir şekilde arabayı kullanıyordu. Arada bir ona baktığımda bana bakıp önüne dönüyordu. Aslında rahatsız edici biri değildi. Rahat etmemiz için, ona güvenmemiz için elinden geleni yapıyordu. Hiçbir şekilde şüpheli davranmıyordu.
İki saatin ardından müstakil bir evin önünde arabayı durdurdu. Her yer karlarla dolmuş, ev karların içinde neredeyse kaybolmuştu. Yoğun kar yığınının arasından gözüken ışık sanırım evin salonundan geliyordu. Gündüz olsa da hava kapalıydı.
"Geldik. Dikkatli inin."
Gökçe'yle gözlerimiz kesiştiğinde ikimizin de içi ürperdi. Korku filmi gibiydi etraf. Burada bırakın insanı hayvan yaşamıyor gibiydi. Gergin halde arabadan indiğimde dizlerime kadar kara gömüldüm. Gökçe elimi tutup, "Hakkını helal et," diye fısıldadı kulağıma. Elini sıkıp susması için işaret yaptığımda Ateş Bey yanımıza geldi.
"Sabah erkenden temizledim yine dolmuş. Buyurun içeri girelim."
O önde arkada Gökçe'yle ben kara bata bata eve doğru ilerledik. Evin önü kar olduğu için Ateş Bey elleriyle karları kenara atıp kapının önünü biraz da olsa açtı. Evin kapısını açtığında, "Buyurun," dedi güven veren sesiyle. Dışarısı buz gibiydi, Gökçe'yle eve doğru adım atarken onun kalp atışlarını duyabiliyordum. Umarım başımıza bela almazdık, umarım arkadaşımın başına kötü bir olay gelmezdi.
Evin içine adım attığımızda, kapının girişinde bize kaşları çatılı bakan adamla göz göze geldim. Üst tarafı çıplak altında siyah eşofman vardı. Gökçe elimi sıkarken gözlerimi adamın gözlerinden çekemiyordum. Her an üstümüze atlayacak hali vardı.
"Karan, misafirlerimiz geldi üstünü kazağını giyip gel kardeşim."
Adam abisini duymuyormuş gibi başını dik tutup bana doğru yürümeye başladı. Gökçe elimi sıkıp arkama geçerken korkuttuğumu ona belli etmeden yüzüne bakıyordum. Ateş Bey elini araya koyup, "Karan," dedi net sesiyle. O sıra bakışlarını abisine çevirdi ama bu uzun sürmedi hemen bana çevirdi siyaha yakın gözlerini.
"Sen misin beni iyileştirecek doktor?"
"Benim."
Ses tonum onunki kadar netti. Korktuğumu asla belli etmiyordum. Eğer korktuğumu anlarsa benden uzaklaşırdı.
Yüzüme doğru eğildiğinde abisi elini göğsüne koyup, "Karan," dediği an üzerimize atıldı. Gökçe çığlık atıp kolumu çekiştirirken öylece kala kalmıştım. Kalbim deli gibi çarpıyordu ama kıpırdayamıyordum. Ateş kolunu arkaya dolayıp gövdemi tamamen sırtına yasladı. Buna rağmen bana ulaşmaya çalışan Karan yırtıcı bir hayvan gibi dev gibi olan ağabeyini kenara itmeye çalışıyordu.
“Saygısızlık yapma Karan! İnsanları korkutuyorsun.”
İrkildi bir an. Göz bebekleri titredi. Ağabeyinin ona bağırmasını beklemiyor olacak ki gözlerinde hayal kırıklığı oluştu.
“Lütfen sakinleş, Mina Hanım’ı ürkütme. Sen bu değilsin.”
Gözlerini kısıp parmağını abisinin omzundan yüzüme doğru uzattı.
"Sen beni iyi edemezsin doktor. Git buradan!"