Asya
Sabahın ilk saatlerinde kulağıma dolan alarm sesiyle gözlerimi araladım. Yine yorgunluktan harap olacağım bir güne başladığımın bilinciyle birkaç dakika öylece tavana bakarak hayatı soruladım. Sonrasında işe yetişmem gerektiği gerçeğiyle mecburen yataktan kalktım. Odamın kapısını sessizce açıp kimse uyanmasın diye yavaş adımlarla banyoya ilerledim. Rutin işlerimi hallettikten sonra kendimi doğrudan mutfağa attım.
Bütün gün evde yan gelip yatan üvey annem birkaç senedir bu işi de bana kitlediğinden her sabah erkenden kalkıp akşamın yemeğini hazırlayıp öyle işe gidiyordum.
Her sabah olduğu gibi yine üvey anneme söve söve soyduğum patatesleri kesme tahtasının üzerine koyup doğrarken gözüme takılan alyansımla küfürlerime ara verip gülümsedim. Yüzüğünü taşıdığım adam şu yirmi yıllık hayatımda başıma gelen tek güzel şeydi.
Annem beni doğurduktan birkaç ay sonra ölmüş, boş gezenin boş kalfası olan babamdan da hiç hayır görmemiştim. Küçük yaşta babamla evlenen Itır karısınınsa en büyük hobisi her fırsatta bana zulmetmekti.
Itır her daim kötü bir kadın olsa da ilk zamanlar bana çok ilişmeden yaşayıp gidiyordu. Seneler geçip erkek evlat isteyen babama bir çocuk veremedikçe bana karşı olan davranışları hırçınlaşmış, bir süre sonraysa beni tamamen düşman bellemişti. Ondan hiçbir zaman analık beklememiştim ama ettiği zulümler de artık canıma yetmişti. Neyse ki Allah sonunda sabrıma kefaret olarak karşıma Ali'mi çıkarmıştı da yakın zamanda bu hayattan kurtulup gidecektim.
Gençlerinin genelde it kopuk olduğu mahallemde sayılı düzgün insanlardan biriydi Ali'm. Küçüklüğünden beri efendiliğine hep gıpta ile bakılır, adı hiçbir kötü olaya karışmazdı. Birbiri arkasından konuşmaya bayılan mahalle eşrafı bile konu Ali olunca ağızlarını açıp tek kötü bir kelam edemezlerdi.
Lisenin ardından polislik sınavlarına girmiş, ardından gittiği akademiyi de başarıyla tamamlamıştı.
Bense kendimi bildim bileli vurgundum Ali'ye. İlk zamanlar hayranlık sandığım duygularım benimle beraber büyümüş, içime sığmaz olmuştu. Yine de babamdan korkuma başımı kaldırıp bakamamıştım hiç doya doya. Nasip bu ya meğer onun da gönlü bana kaymış, akademiden döner dönmez ailesini göndermişti evimize.
Babam öyle bir başlık parası istemişti ki duyunca utancımdan yerin bin kat dibine girmiştim. Yine de Ali kızını satan babamı umursamamış, benden hiç vazgeçmemişti.
Tam bir yıl sonra aynı gün yine çalmıştı kapımız. Ali'nin babası bir torba parayı babamın kucağına bırakmış sözümüzü takmıştı.
Nereden baksan altı aydır da nişanlıydık. Önümüzdeki dört beş ay içinde de evlenecektik, öyle diyordu Ali.
Patates ve tavukları attığım tencerenin kapağını kapatıp bu sefer de kahvaltı hazırlıklarına giriştim.
İşe gidiş saatimin yaklaşmasıyla mutfakta ayaküstü bir şeyler atıştırıp ekmekleri de masanın üzerine bıraktım. Her şeyin tam olduğuna kanaat getirince giyinmek için odama yöneldim.
Ben üzerimi giyinirken üvey annemin gudubet sesi de duyulmaya başladı. Yine bir şeylerden memnun değildi ya, artık umursamıyordum bile.
Kaşkolumu da iyice boynuma dolayıp çıktım odamdan. Babam henüz kalkmamışken üvey annem söylenmeye devam ediyordu.
"Yemeğin içine iki kilo salça mı koyulur kız? Salça fabrikamız mı var bizim?"
Gözlerimi devirerek konuştum.
"Ne de olsa bitince ben alacağım, zararı yok."
Arkamı dönüp dış kapıya giderken üvey annemin sesi yeniden duyuldu.
"Kız sen bana laf mı sokuyorsun?! İyice dilin uzadı senin. Gel buraya, yırtarım senin o ağzını!"
Umursamadan ayakkabılarımı giyip çıktım evden. Ali'yle her sabah buluştuğumuz köşe başına yaklaşırken kalbim hızlı hızlı atmaya başladı. Biraz daha ilerlediğimde gördüm sevdiğimi. Sokağın başında durmuş elindeki telefondan bir şeylere bakıyordu. Ben yaklaşınca hissetmiş olacak ki kaldırdı kafasını, sıcacık gülümsedi. O bana böyle bakarken kalbime öyle bir duygu doluyordu ki sanki ben yirmi yıldır bu an için yaşıyordum.
Adımlarımı hızlandırıp yanına ulaştığında hemen sardı beni. Acım, kederim bir bir silinirken keşke dedim içimden keşke tam şimdi zaman dursa da biz hep böyle kalsak. Zalim zaman durmayınca mecburen ayrıldım sevdiğimden. Burası bizim mahallenin dışındaydı ama yine de uzun süre sarılmamız uygun değildi. Hele bir gören, gidip babama yetiştiren olacak diye ödüm kopuyordu.
"Nasılsın Asya'm?"
"İyiyim Ali'm, sen nasılsın?"
Ali gülümseyerek tuttuğu elimin üzerine bir öpücük bıraktı.
"Sen iyiysen ben de iyiyim demektir."
Kocaman gülümserken koluna girdim.
İş yerime giden otobüs evin baya uzağından geçtiğinden, bir de Ali'yle görüşebildiğimiz zamanlar kısıtlı olduğundan her sabah beni durağa kadar o bırakıyordu.
Durağa doğru yürümeye başladığımızda hayatımdaki her şeye rağmen şu an Ali'mle birlikte olduğumdan serin havayı huzurla içime çektim.
Ali'yle havadan sudan, bolca da gelecek hayallerimizden konuştuğumuz on beş dakikalık yürüyüşün ardından ne yazık ki durağa varmıştık. İkimiz için de günün en zor zamanları şüphesiz otobüsün gelip bizi ayırdığı zamanlardı.
Yüzümde buruk bir gülümsemeyle sevdiğime bakıp el sallayarak otobüse bindim. Pencere kenarına geçtiğimde Ali'me el sallamaya devam ederken o da bana gülümseyerek karşılık verdi.