Tahir Zaimoğlu Atları durdurduk. İzlediğimiz patika, kimsenin gelmediği, ıssız bir dere kenarına çıkmıştı. Suyun şırıltısı ve kuş sesleri dışında hiçbir ses yoktu. Ceylan, Rüzgar’ın üzerinden zarif bir hareketle indi ve bir kaya parçasına oturdu. Ben de Şimşek’ten indim, ama gözüm hep ondaydı. “Bak,” dedi gururla başını dik tutarak. “Yendim seni. Rüzgar senin o huysuz atından daha hızlı.” Gülümsedim. Onun bu zafer sarhoşluğu inanılmaz çekiciydi. Bilerek yenmesine izin vermiştim. “Haklısın,” diye kabul ettim. Sonra Rüzgar’a baktım, usulca yanaşıp alnını okşadım. At, hafifçe kişneyerek başını okşamamı iteledi. İçimi bir hüzün kapladı. “Bir zamanlar benim atımdı,” diye mırıldandım daha çok kendime. “Ama beni unutmuş demek ki.” Ceylan, alaycı bir kahkaha attı. Ses, dere kenarında yankılan

