DOĞAN AKIN
"Komutanım, daha ne kadar bekleyeceğiz" diyen Cihan'a cevabı Toprak verdi:
"Hayırdır, randevun var da bizim mi haberimiz yok?"
"Onun tek randevusu tüfeğiyle olur, bilmez gibi ne konuşuyorsun?" diyen Onur'a karşılığı Tugay verdi:
"İyice altın gününe çevirdiniz operasyonu"
Gökalp'in uyarısı ile sesler kesildi. "Saat 3 yönünde hareketlilik var"
Arkasında daha 14-15 yaşlarında oldukları belli olan bir grup sivili taşıyan araç teröristlerin buluşma noktasına yaklaşıyordu.
“Daha sabi bunlar” diyen Onur’a hitaben “Merak etme aslanım, o sabiler bugün annelerinin yanına geri dönecek” dedim.
Sabah saatlerinde aldığımız ihbarla teröristlerin köylerden çocukları topladığını ve götürdüğünü öğrenmiştik. Peş peşe köylerden haberler gelince bölgeye en yakındaki timler görevlendirilmişti.
Keşif gezisine çıktığımızda bulduğumuz şüpheli noktalara yerleşen timlere, çocuklarla ilgili bir ipucu bulunursa gerekli müdahaleyi etmek için yetki verilmişti.
Bulunduğumuz nokta Gürcistan sınırına yakındı. Buradan daha önce de küçük çocukları sınır ötesine kaçırıp beynini yıkayarak eğiterek Türkiye’ye geri soktuklarına dair duyum almıştık.
Gelen araçla aldığımız istihbaratın doğru olduğunu anlamıştık. Arka arkaya üç araçla gelen çocukların araçlardan indirilip büyük bir aracın kasasına bindirildiğini gördük.
Silahlı kişilerin sayısı görünene göre 12’ydi. Bizim gibi bir tim için bu sayı çok azdı. Kısa sürede adamları indirebilirdik ama çocuklara zarar vermelerini de önlememiz gerekiyordu.
“Haydi Akıncı Timi başlıyoruz” diyerek işaretimi vermemle buluşma noktasına fark edilmeden ilerlemeye başladık. Çocukların olduğu araç hareket etmeye başlayınca vaktimiz azaldığı için daha fazla yaklaşmadan operasyona başlamamız gerekti.
“Keskin, aracı durdur” dediğimde Cihan aracın lastiklerini patlattı. İçinden çıkan şoför ve iki silahlıyı da seri bir şekilde indirdiğimizde diğer araçlara yönelenler hareketlenmeye başladı.
Açık hedef halindekileri indirmek bizim için çocuk oyuncağı olmuştu ama bu terörist gurubunun başı olduğu fark edilen birisi çocukların olduğu bölüme girince yakın temasa girmek zorunlu hale gelmişti.
“Siz diğerlerini halledin ben çocuklara gidiyorum” diyerek sonraki emrimi verdikten sonra siper ala ala araca kadar ilerledim.
İçeriye baktığımda daha önce fark etmediğimiz 2 adamla birlikte 3 terörist içerideydi.
“Buradan çıkmanız mümkün değil, çocukları bırakın ve acısız bir ölüm sizin olsun”
“Yok öyle bedavaya zafer size komutan, biz ölürsek bu çocuklar da bizimle birlikte ölür.”
Ellerindeki pimi çekilmiş bombaları görünce içimden küfürü saldım. “Tamam, çocukları bırakın siz de çıkın gidin”
“O çocuklar bizim garantimiz komutan”
“Beni alın, o çocuklardan daha fazla yararım işinize. Koskoca TSK’nın Kıdemli Yüzbaşısı eminim birkaç küçük çocuktan daha çok işinize yarar.”
Bir süre sessizlik olduğundan aralarında bu konuyu konuştuklarını anladım. Bu iyiydi. Çocukları sağ salim kurtardıktan sonra 3 teröristle baş edebilecek yeteneğe sahiptim sonuçta.
“Soyunacaksın komutan, bir pantolon bir tişört… Ceplerini de boşaltacaksın. Sonra sen içeri gireceksin çocuklar öyle çıkacak.”
“Tamam” diye onayladım. Çıplak ellerimle bile parçalardım onları. Tek yapmam gereken çocukları güvenli mesafeye kadar göndermek için zaman kazanmaktı.
Konuştuğum her şeyi kulaklıktan duyduklarını bildiğim askerlerime son emrimi verdim. “Çocukları güvenli hatta alıp çekiliyorsunuz.”
“Komutanım çocukları olunca üçünü de indirebilirim” diyen keskin nişancı Cihan’a hitaben “ellerindeki bombaları ne yapmayı düşünüyorsun? Size düşünün diye emir vermedim, dediğimi yapın” diye sert bir dille konuştum.
Hep bir ağızdan “Emredersiniz komutanım” diye bağırdıklarında kulaklığımı da çıkararak aracın kasasından içeri girdim.
Ellerimi ensemde birleştirerek “silahsızım, çocukları bırakın” dedim.
“Komutan silahsız yakalamışız seni neden çocukları bırakalım” diyerek gevrek gevrek gülen adamı ilk öldürecektim.
“O zaman tim ne beni ne de çocukları götürmenize izin verir ve aracı pufff havaya uçurma pahasını sizi indirir” dedim.
Birbirlerine baktıktan sonra “dizlerinin üzerine çök ve yere yat” dediler. Teker teker çocuklar araçlardan indirildikten sonra ayağa kalktım.
Başıma biri silah dayayarak araçtan indirdi. "Söyle askerlerin geri çekilsin" diyerek silahının ucuyla beni ittirdi.
"Tim! Kimse bir şey yapmayacak! Herkes geri çekilecek!" diye bağırdım ekibime doğru.
"Emredersiniz Komutanım" deyip geri çekildiler.
Adamlar biraz rahatlayınca birlikte yürümeye başladık. Tamamen rahatladıklarını anladığım anda hamlelerimi hesapladım.
İlk hedefim bana silahını yapıştırmış vaziyette arkamdan gelen adamdı. Ayağım takılmış gibi yapıp sendeleyerek silahın ucundan kendimi ayırıp eğildim ve bileğinden yakalayarak elindeki silahı aldım.
Atmak üzere olduğu bombaya havada bir tekme savurarak timimden ve çocuklardan uzak bir noktaya savurdum. Söz verdiğim gibi ilk benimle konuşurken gevrek gevrek konuşan adamı alnından vurdum.
Diğer iki adam farklı yönlere doğru benden uzaklaşırken "sakın hareket etme yoksa kime gidersen diğerimiz bombayı çocuklara atacak" dediğinde önce durdum. Tüm bu zaman içinde en az konuşan adamın en ödlek olduğunun kanaatine varınca ona doğru atılıp tehdidi yapanın bomba tutan koluna ateş ettim.
Üzerine atıldığım adamın elindeki bombayı uzağa fırlatsam da kolundan vurduğum adamın elindeki bomba patladı. Aradaki mesafeden dolayı çok zarar görmeyeceğimi hesaba katmıştım. Yanımdaki adamı da kendime siper almamın etkisi vardı tabii...
Her yer toz duman olurken omzumun alt kısmına doğru arkamda hissettiğim acıyla kısık sesli bir küfür koyverdim dişlerimin arasından...
Etraftaki sesler boğuktu, toz bulutunun içinden yanıma yaklaşan askeri üniformalı silüetleri seçince içim rahatlasa da kulağımdaki uğultu ve sırtımdaki acı ile odaklanmakta zorluk çekiyordum.
Anons geçildiğini, helikoptere bindirildiğimi, helikopterden ambulansa geçişimi birkaç saniyelik videolar gibi hatırlıyordum.
Gözlerimi aydınlık ve steril bir ortamda açtığımda bir çift mavi göz ve kızıla çalan kestane rengi saçlarla öldüm de cenneteyim herhalde diye düşündüm. Ben öldüysem askerlerime ne oldu?
"Askerlerim?" diye kendimi bile zor duyduğum bir sesle konuşmaya çalıştım.
"Kapıda 5 asker var daha fazlası var mıydı bilmiyorum"
"Çok şükür... Siz?" dedim güzel ama soğuk gözlerle bana bakan meleğe...
"Ardahan Devlet Hastanesi doktorlarından Deren Tepeli”
Demek ki daha ölmemiştim ve hastanedeydim.
“Bu kadar güzel gözleri olan bir doktorum olacağını bilseydim daha önce yaralanırdım” dedikten sonra gözlerimi daha fazla açık tutamadım.
Tekrar gözlerimi açmaya çalıştığımda timimin kendi arasında yaptıkları şakaları duydum önce. "Uyandı galiba" diyen Onur'a bakıp "Bir uyutmadınız oğlum" diyerek gülümsemeye çalıştım.
"Eh ben de 3 bombayla tek başıma uğraşsam ben de uyumak isterdim adam haklı" diyen Tugay'a "elinden alan mı vardı oğlum" dedim.
"Yok komutanım ben daha aşık oluca, kızı tavlıycam, evlenmeye ikna edicem, daha çok işim var bu hayatta" dediğinde hepimiz gülüyorduk.
Onur bir anda "komutanım anneniz ve kardeşiniz yolda geliyorlar" diyerek gülüşmelerimizi yarıda bıraktırdı.
"Eyvah Serpil Teyze bizi kesecek" diyen Tugay'a Cihan "komutanım bizim görülecek günümüz var biz müsaadenizi istesek" dediğinde sertçe baktım.
"Kim verdi lan haber?"
"Komutanım kardeşiniz otobüsten inince eşyalarını bırakıp doğruca karakola geçmiş annenizle, anacığımız evlatlarım benim sarmalarımı bekler diyerek durmamış evde. Oraya gidince de öğrenmiş" dediğinde burnumdan soludum.
"Olan olmuş, neyse en azından buraya geldikten sonra öğrenmiş... Bu arada çocuklar nasıl, adamlardan sağ kurtulan?"
"Temiz iş komutanım hiçimse sağ kalmadı ama çocukların da kılına zarar gelmedi." Onur yine akşam ajansına bağlayıp sırayla tüm haberleri veriyordu.
"İyi, çok şükür" dememe kalmadı annemle kız kardeşim içeri girdi.
"Oğluşummm" deyip bana yaklaşıp sarıldı. Askerlerin yanında böyle demese iyiydi ama alıştık artık...
Kumsal ise önce telaşlı gözlerle bakıp sonra umursamaz bir tavır takınarak "E hani bir şeyi yok ya oğluşunun. Ben diyorum sana yorulmuş bu, dinlenmek istemiş de ondan bombalarla dans etmiş..." diyerek yatağın yanındaki sandalyeye oturdu.
Ben ters ters bakarken annem koskoca kız demedi koluna geçirdi bir tane.... "Anne yaaa!"
"Sus seni densiz"
"Senin çenen düşmüş ama ben yerine geri koyarım o çeneyi merak etme" deyip Kumsal'a ters bakış attığımda kapı açıldı ve bir an sanki dünyadaki her ses her hareket durdu.
"Merhabalar, geçmiş olsun... Yaranıza dikiş attım, kan takviyesi yapıldı ve beyin tomografisi de temiz çıktı. Pansumanınızı yapacaklar, bu gece her ihtimale karşı burada kalmanızı tavsiye ediyorum. Onun dışında ciddi bir durumunuz yok. Tekrar geçmiş olsun" deyip çıkacağı sırada Kumsal oturduğu sandalyeden kalkıp doktora doğru yöneldi.
"Deren?"
Doktor durdu ve kardeşime gülümseyerek baktı. İşte bir bombanın yapamadığını bir kadın yapmış, nefesimi kesmişti...
"Kumsal?"
Birbirlerini tanıyorlardı demek ki... Tüh keşke kız kardeşimi daha iki dakika önce tehdit etmeseydim...
"Senin burada ne işin var siz Urfa'da değil miydiniz?" demesi ile yüzündeki gülüş soldu. Anneme yönelip elini tuttu, öpüp başına götürdü.
"Nasılsın Serpil Teyze?"
"Deren kızım? (deyip kıza koala gibi sarıldı, ana bana da bırakaydın ya biraz) İyiyim güzel kızım benim, annenler nasıl, bir gittiler aramaz oldular hayırsızlar"
Yine yüzündeki küçük tebessüm gitti, "Sizlere ömür" dediğinde yüzüne düşen gölgenin sebebini anladım.
Alaycı yüz ifadesi silinen annem "N-nasıl?" diye titrek bir sesle sordu. Önce yutkundu sonra dudaklarını aralayarak konuştu: "6 Şubat"
Başka bir şey demesine gerek yoktu ama Kumsal tutamadı kendini "İkizler?"
Sadece başını salladığında gözleri dolmuştu. "Şey, ben diğer hastalara da bakayım. Sizi gördüğüme çok memnun oldum. Kendinize iyi bakın"
"Tamam kızım, kolay gelsin sana işine bak. Zaten ben daha buradayım bol bol görüşürüz" diyen anneme minnetle baktım. Görüşürdük değil mi?
Kibarca başını sallayıp çıktı.
"Komutanım iyi misiniz?" diyen Tugay'a "efendim?" diyebildim.
"Valla bir süre put gibi kalınca dedim bir şey oldu adama"
"Ben buradan kalkarsam sorarım sana put gibi miyim diye?"
"Bizim de gitme zamanımız geldi zaten kalabalık yapmayalım komutanım. (Anneme dönerek) Serpil Teyzem bir şeye ihtiyacın olursa bir alo diyorsun hemen karşında asker selamına duruyoruz" diyen Tugay önde diğerleri arkada sırayla annemin elini öpüp çıktılar.
Onların çıkmasıyla ferahlayan odada annem yanıma yaklaşıp oturdu. "Nasılsın oğluşum iyi misin, ağrın sızın var mı?"
"Anne, bari askerlerimin yanında şöyle demeyi bırak..."
"Ne oluyormuş oğluşum deyince?" diye atarlanınca sustum. Tekrar aynı tartışma kuyusuna giremeyecektim.
"Anne, siz o doktoru nereden tanıyorsunuz?"
"Bizim mahallenin kızıydı, sen hatırlamıyor musun? Kumsal'la aynı sınıfa gidiyorlardı, sürekli ya bizde ya onlarda ders çalışırlardı. Hani babası da senin öğretmenindi, ne öğretmeniydi şimdi hatırlayamadım"
"Matematik öğretmeni" dedi Kumsal.
Gözlerini kısıp yüzüme baktı. "Sen gerçekten Deren'i hatırlamıyor musun?
"Hatırlamıyorum kızım, hatırlasam hatırlıyorum derdim değil mi?"
"Aman, hatırlama zaten. Öküz gibi davranmıştın kıza en son görüştüğünde. Sonra da kız bir daha bizim eve ayak basmadı"
"Ben mi? Ne yaptım be ben?"
Vallaha da hatırlamıyordum billaha da hatırlamıyordum. Bu kadar sık Kumsal'la görüşüp sürekli evimize girip çıkan kızı nasıl hatırlamam?
"Ne yaptığını ben sana söylerim sonra, şimdi anneciğin oğluşunun yediği haltları öğrenmesin"
"Düzgün konuş kızım ne halt yemiş olabilirim ki?"
Kulağımın dibine iyice girip fısıltıyla konuştu. "Sana ilan-ı aşk etti sen de kızla dalga geçtin"
"Kim ben mi?" Sesim düşündüğümden yüksek çıkınca annem ters ters baktı.
"Ne kulaktan kulağa konuşuyorsunuz? Sanki ben bilmiyorum oğlumun yediği haltı."
"Aha gördün mü oğluşum gitti oğlum geldi" diyen Kumsal'a annemle birlikte ters ters bakmaya başladık.
Bu kız bana aşıktı, ilan-ı aşk etti ve ben kızla dalga geçtim öyle mi? O yaştaki Doğan'ı bulsam yeminle dünyasını şaşırtacaktım ama...