Kalbi kırık ve zayıf olmaktansa güçlü olup yalnız kalmayı tercih ederim…
DEREN TEPELİ
Eve girdiğimde karşımda boylu boyunca uzanan bir Doğan görmeyi beklemiyordum, ama en çok beklemediğim şey bu kadar arsızca benimle konuşmak istemesiydi.
Yıllar geçip gitmiş, tim komutanı olmuş, operasyonlarda canını sakınmadan çatışmaya girip yaralanabilen biri olmuş ama egosundan hiçbir şey kaybetmemişti sanki.
Ben ne kadar varlığımın bu dünya için herhangi bir önemi yokmuş gibi hissediyorsam o da bir o kadar sanki kendisi yoksa dünya durmayı bırakacakmış gibi bir tavırla koltuğa yayılmıştı.
Tamam, yaralı olduğu için yayılması normal bir durumdu ama benim bahsettiğim bu değil. Hali, tavrı, konuşmasıydı bahsettiğim şey… Ben de dahil birçok kızın ilgisini hayatı boyunca çekmesinin verdiği etkiydi belki de bu hali. Yani, el birliği ile bu karşımda sırıtan, baştan ayağa ego yüklü canavarı yaratmıştık…
“Geçmiş olsun tekrar” diyerek onunla yüz yüze kalmak zorunda olmayacağım bir yere otursam da kendini zorlayıp yüzüme dönmüştü.
“Derenciğim kusura bakma ben seni tanıyamadım hastanede” diye samimi bir şekilde konuşmaya çalışması şaka mıydı?
“Şimdi hatırladınız mı?” diyerek araya mesafe koymak istedim onun –cığım –ciğim’li konuşmasının aksine.
“Maalesef yine hatırlayamadım ama annemler sağ olsunlar sana karşı bir zamanlar büyük bir ayıp yaptığımı söylediler.”
Gerçekten mi? O zaman yaptığı öküzlüğü dile getirmeyi istiyor muydu? Zaten onu görmek beni rahatsız ediyordu, şimdi bir de o konuyu tekrar açarak beni daha fazla rahatsız etmeye mi çalışıyordu.
“Ben hatırlayamadım, hangi ayıptan bahsediyorsunuz Doğan bey?” diyerek tek kaşımı kaldırarak yüzüne ters ters baktım.
“Hatırlamıyorsan çok daha iyi, yeniden tanışıyormuşuz gibi yapabiliriz”
“Gerçekten mi?”
“Tabi, yeni ve tertemiz bir sayfa açmak çok daha iyidir her zaman.”
Sinirden başımı iki yana sallayıp gülecekken Kumsal araya girdi.
“Canım yemek hazır, masaya geçelim istersen”
“Çok iyi olur canım” dedim. Zira biraz daha bu ego yumağıyla konuşmaya devam edersem sabah attığım dikişleri söküp yenilerini anestezi olmadan atabilirdim.
Masaya geçmeden önce elimi yıkamak için lavabonun yerini sordum. Kumsal yerini gösterirken ona attığım bakıştan anlayarak “vallahi ben de istemedim hastaneden çıksın, annem de istemedi. Ama özür dileyeceğim deyince annem kıyamadı kıymetli oğluşuna” dedi.
“Anladım canım ama keşke bir mesaj çekseydin, bir bahane bulup gelmezdim” dedim.
“Hâlâ canının acıtıyor mu?” diyerek anlayışlı gözlerle bana baktı.
“Yoo, sadece sinirimi bozuyor. Hele de şu kasıntı halleri yok mu? Neşteri elime almamak için kendimi zor tutuyorum” dediğimde ikimiz de kıkırdadık.
“Hadi sohbetinize masada devam edersiniz” diyen Serpil Teyze’nin sesiyle hızlıca ellerimi yıkayıp masaya geçtim.
“Sen seviyordun diye annem üzümlü pilav yaptı” diyen Kumsal’a gülümsedim.
“Üzümlü değil, üzlemeli pilav” dedim.
“Benim için bu hala üzümlü pilav” dediğinde “Urfa’ya ilk gittiğimizde senin yüzünden halam ne zaman bu pilavı yapsa üzümlü pilav dediğime kızardı, annem de-” konuşmanın devamını getiremedim.
İşte bu yüzden insanlarla uzun süreli sohbetlere girmiyordum. Hele eskiden tanıdığım insanlarla bir araya gelmeyi hiç istemiyordum.
“Allah rahmet eylesin” dediler hep birlikte. “Amin” dedim.
Ortam bir anda sessizleşince “eee nasıl geldin Ardahan’a?” diye sordu Serpil Teyze.
“Depremler sırasında Ankara’da stajımı yapıyordum. Stajım bitip uzmanlığımı aldığımda Urfa’ya dönmek benim için zor olacağı için en çok doktor ihtiyacı olan yerlere başvurumu yaptım. Ardahan çıktı. Hatta Sınır Tanımayan Doktorlar var oraya da başvurdum ama dönüş olmadı henüz. Tabi ona başvuran çok kişi olduğu için bana sıra gelmesi biraz uzun sürecektir.”
“Belki oradan cevap gelene kadar burada bırakmak istemeyeceğin kişiler bulursun ve vazgeçersin” dedi Doğan.
“Sanmıyorum, hayatta vazgeçemeyeceğim insanlar şu an toprak altında. Aile dışındaki her insan benim için vazgeçilebilirdir” dedim soğuk ve sert bir tonda.
“Sen de kendine bir aile kurarsın belki” inadına mı yapıyordu?
“Evlenmeyi düşünseydim ülkenin en ücra köşelerinden birini tercih etmezdim” dedim.
“Ne demişler nasipse gelir Hint’ten Yemen’den” deyip gülerken devamını ben getirdim “nasip değilse ne gelir elden”
Birkaç saniyelik sessizlik sırasında yemeğimizi yerken Kumsal’a döndüm “sen neler yaptın canım?”
“Ben de sınıf öğretmenliği okudum ve atandım. Babamı kaybettiğimizden beri de annem benimle birlikte dolanıyor. Ara tatil ve yaz tatillerinde birlikte buraya geliyoruz abimin yanına, okullar varken de Şırnak’tayız. Mecburi hizmet bitince ben de büyük ihtimalle buraya geleceğim temelli olarak.”
“Neden? İstanbul’a niye gitmiyorsunuz?”
“Abim geçici görevle buraya geldi ama buradaki timi ile çok iyi oldukları için kalıcı göreve geçti. İstanbul’da bizi de bağlayan bir şey kalmadı. Ben aslında İzmir istiyorum ama-“
“Yok öyle bir seçenek” diyen Doğan’a bakmadım.
“Neden olmasın? İzmir’e birkaç kez gitmiştim, tam olarak yaşanılacak bir şehir. İnsanları da çok cana yakın, kimse kimseye karışmaz, akşam eve geç dönmek zorunda kaldığında bile kimse seni rahatsız etmez, istediğin saatte yürüyüşe çıkabilir hava alabilirsin” diye ballandıra ballandıra anlatınca.
“O kadar geç saatte dışarı çıkması zaten söz konusu olmadığı için İzmir’in o yanı bizim ilgimizi çekmiyor” diyen Doğan’a bakmadan cevap verdim.
“Senin ilgini çekmesine gerek yok, Kumsal küçük bir kız çocuğu değil, ben nasıl bambaşka bir şehirde tek başıma yaşıyorsam o da yaşayabilir.” Yıllar önce bana söylediği lafı da araya sokuşturdum ya oh içimin yağları eridi.
“Sen başka o başka” tam bir hödük değil mi?
“Nesi başka? Benim ailem olmadığı için mi?” dedim.
“Ben öyle demek istemedim”
“Yoo, bence gayet de öyle demek istedin. Ben ailem olmadığım için istediğim herhangi bir şehirde yaşayabilirim ama Kumsal bir ailesi olduğu için sadece sizin olduğunuz şehirde yaşayabilir. Bence tam olarak bunu demek istedin. Ama işte anlamadığın şey şu ki, aileler insanların ayağındaki pranga değildir, arkasındaki dağdır, düşse de ayağa kaldıranıdır, kırıldığında üzüldüğünde yarasını sarandır. Onun ruhuna yaralar açan değildir.”
Birkaç saniyelik sessizlik oldu yine… İşte bu yüzden aile kurmayı düşünmüyordum. Aile olmak konusunda pek çok insan bu yanılgılara düşüyordu.
“Neyse ki zaten ben de burayı seviyorum. Sakin bir şehir…” diyerek konuyu toparlamaya çalışan Kumsal’a gülümsedim.
“Evet, sakin, güzel bir şehir, hele seviyorsan daha da güzel bir şehir”
“Madem yıllar sonra buluştuk bence artık birbirimizden kopmayalım. Sık sık buluşalım, açığı kapatalım.”
“Tabii ki görüşürüz, bir dahaki sefere bana gelirsin Serpil Teyzemle” dedim. Özellikle çoğul kullanmayıp annesi ile gelmesini belirtmiştim. Doğan galiba artık onla görüşmek istemediğimi anlayıp sessizce masadan kalktı.
Serpil Teyze “gelirim kızım gelmez miyim? Bundan sonra seni hayatta bırakmam…” dediğinde yutkundum. Bu kadının sıcaklığı bana annemi hatırlatıyordu. Aynı içi titreyerek evlatlarını seven bir annenin sesine sahip ikisi de…
“Teşekkür ederim Serpil Teyze”
“Neden kızım?”
“Her seferinde farkında olmadan annemin sesi ile konuşuyorsun benimle” dediğimde ikimizin de gözleri doldu.
“Oy, ben sana kurban olurum” deyip elimi tutarak bana destek oldu.
“Vallahi Deren kıymetini bil abime oğluşum diye şımartıp bana sus kız, yap kız, söyle kız diye konuşan kadın sana gelince güzel kızım, kurban olurum diyor” dediğinde Serpil Teyze koluna vurdu.
“Sus kız, gören de onu hiç şımartmıyorum zanneder.”
“Benim bir şey dememe gerek yok, duydun işte ‘sus kız’ “ Serpil Teyze’yi taklit ederek konuşunca ortamdaki duygusallık yerini gülüşmelere bıraktı.
Yemeğimizi yiyip sofrayı kaldırdıktan sonra birlikte çay servisini hazırlamaya başladık. Doğan da o sırada salona geçti ve koltuğuna uzandı.
Tatlılarımızı ve çayımızı içtikten sonra kalkma vakti geldiğinde “evde pansuman için malzemeler var mı? Hastaneden çıkış yaparken almanızı söylemiş olmalılar” dedim.
“Var aldık kızım, ben birazdan yaparım” dedi Serpil Teyze.
“Sen zahmet etme Serpil Teyzem, ben halledeyim hem dikişleri de bir kontrol edeyim” dedim.
“Olur mu kızım, sen misafirliğe geldin bir de sana iş mi yaptıracağız?”
“Olur olur” dedim.
“Çok güzel olur” dedi Doğan.
Dönüp suratına ters ters baktığımda “şey yani oturup kalkarken biraz zorladım da dikişlere bir baksan iyi olur” dedi.
“Sana bu gece hastanede kal dedim, niye doktor sözü dinlemiyorsun. Kumsal getirir misin malzemeleri? Canın acıyor mu?” diyerek yavaşça tişörtünü çıkarmasına yardım ettim.
Kumsal malzemeleri almak için dışarı çıkarken Serpil Teyze de hazır tişörtü çıkarmışken ben de temiz kıyafet getireyim diyerek odadan çıktı.
Yavaşça sargıyı açarken “özür dilerim” diyen Doğan’ın yüzüne baktığımda birbirimize çok yakın olduğumuzu fark ettim ve dondum.
“Hem geçmişte yaptığım öküzlük için hem de masada canını sıktığım için…”