Bölüm 10

846 Words
Fakülteden içeri girdiğimizde dersin başlamasına iki üç dakika kalmıştı. Zehra ile aynı fakültede fakat farklı bölümlerdeydik. Zehra benim çocukluk arkadaşımdı. Aynı üniversitede aynı bölümü okumak için çok ama çok çalışmıştık. Birbirine yakın puanlar alıp aynı bölümleri aynı sıralama ile tercih olarak yazmıştık. Belki aynı bölümü tutturamadık ama aynı fakültenin içindeydik ya o da bize yeterdi. O Türk Dili ve Edebiyatı okuyordu. Bu bölümü, çocukluktan beri kitap okumaya olan hayranlığı için seçmişti. Okuduğu o kitaplar için farklı bir bakış açısı kazanmak, onları yazanları daha yakından tanımak ve o dünyanın içine dahil olmak istemişti. Büyük bir edebiyat eleştirmeni olmak en tutkulu hayaliydi. Hatta ilk adım olarak okuduğu kitaplar hakkında yorum yapabileceği bir sosyal medya hesabı oluşturmuştu kendine. Elbette henüz eleştirecek kadar donanımlı değildi ama en azından olumlu ya da olumsuz edindiği fikirleri paylaşıyordu. ‘Bir merdiven tırmanacaksam önce zeminde yürümeliyim’ diyordu. Dersliklere doğru hızlı adımlarla yürürken koridorda, içerisinde bizim de dahil olduğumuz tiyatro grubunun birkaç üyesi ile karşılaştık. Gelecek ay büyük salonda oynanacak oyuna daha fazla izleyici çekmek için ne yapmaları gerektiğini konuşuyorlardı. Bu grubu Konservatuar bölümünde okuyan bazı öğrenciler, hem branşlarında deneyim kazanmak hem de bizim gibi farklı bölümlerde okuyan amatörleri eğitirken kendilerine de eğlenceli zaman geçirebilecekleri bir alan oluşturmak için kurmuşlardı. Açıkçası çok fazla keyif alıyordum bu grubun bir parçası olmaktan. Henüz başrol oynayacak kadar iyi değildim ki muhtemelen hiç olamayacaktım da ama en azından oynadığım karakteri sevmiştim. Oyun Canan Tan’ın Kelepçe isimli kitabından uyarlanmıştı. Telif sıkıntısı yaşamamak için de kendisi ile görüşmeye Zehra, iki arkadaşı ile birlikte gitmişti. Onun yazarlara olan ilgisinden daha önce bahsetmiştim. O görüşmede oyun için gereken izni almışlar ve gösteriye Canan Hanım’ı da onur konuğu olarak davet etmişlerdi. Zaten büyük salonda oynama fikri de böylelikle ortaya çıkmıştı. Oyunun konusu kitapta da olduğu gibi cezaevinde yatan kadınlardı ve ben de oradaki Aysel’i oynuyordum. Hikayesini ilk okuduğumda o kadar ağlamıştım ki… Anne babasının ayrılması ve başkaları ile evlenmeleri sonucu yalnız kalan Aysel’in tanıdığını sandığı bir kadına sığınması ile başlıyordu hikâye. Daha sonra oğlunun ölümü ile sonuçlanan bu acı hikâyede nasıl cezaevine düştüğünü anlatıyordu. Aysel kitapta anlatılan yirmi kadar kadından sadece biriydi ve her birinin hikayesi öyle dokunaklıydı ki. Bazen hayatında bir karıncayı dahi incitmeyecek insanların nasıl oralara yolunun düştüğünü anlatıyor ve bir gün hiç beklenmeyen birinin yolunun oraya düşebileceğine dair uyarıyordu. Açıkçası bu hikayelerin gerçek karakterleri anlattığını öğrendiğimde çok daha fazla etkilenmiştim. Yine de o karakterleri oynamak eğlenceli ve heyecanlı bir işti. Koridorun sonundaki sınıfıma doğru göz attım, kapı açıktı. Belli ki hoca henüz girmemişti. Zehra’yı sınıfına gönderip tiyatro grubunun yanına sızdım. “Okul radyosunda yayınlatın.” dedim konuya bodoslama dalarak ama elbette herkesin aklına gelebilecek bu fikri çoktan onlar da düşünmüştü. “Dün gece yayınlattık ama pek bir hareketlenme olmadı. Sosyal medya hesaplarımızda paylaştık fakat pek popüler olduğumuz söylenemez. Broşür için de bütçemiz sınırlı. Anlayacağın değil büyük salonu, eğitim salonunu bile doldurmamız pek mümkün görünmüyor. Daha etkili bir şeyler bulmamız lazım.” “Sosyal medyada iyi bir etiket bulsak, o etiketle paylaşsak. Saçma sapan gönderiler milyonlarca insan tarafından keşfediliyor. İlgili ya da ilgisiz ekleyeceğimiz popüler birkaç etiketi de ekleyerek sesimizi duyurabiliriz bence.” dediğim an zihnimde bir ışık belirdi. Tabii ya! Ben o adamı ararken onu ya da onu tanıyan birini bulmak için bütün sosyal medyayı tarıyordum ama hep konuya ters tarafından bakıyordum. Benim onlara gitmem değil onların bana gelmesi gerekiyordu. Yani tek tek etiketlerde fotoğraf ya da profil arayıp o profil sahiplerine yazmak yerine iyi bir hikâye ile bir nevi sosyal medya örgütlenmesi kurup onların bana gelmesini sağlayabilirdim. Belki o milyonlara ulaşırsam benim için bir şeyler yaparlardı. Muhtemelen bu da denenmiş ve başarısız olmuş bir fikir olarak kalacaktı ama denemedim demeyecektim. “Bunu da düşündük tabii. Şimdilik o kısımda da pek hareket yok ama önümüzde daha çok zaman var. Halledeceğiz.” dedi Ömer. Melek de onu başıyla destekledi. O sırada merdivenlerin başında dersin hocasını görünce apar topar grupla vedalaşıp sınıfa geçtim. Aklımda dönüp dolaşan yepyeni fikirler varken derse odaklanabilir miydim, bilmiyorum. Heyecanla dersin bitmesini beklerken o bir blok ders bir ömür gibi geçti. Bir ömür gibi geçen zaman… O an aklıma Kadir İnanır’ın oynadığı bir film geldi. Filmde adamın saçları üzüntüden bir anda beyazlıyordu. Açıkçası benzer bir olayın kendi ailemde de yaşandığını bildiğim için bu durumun sadece bir kurgu olmadığını, gerçekten de mümkün olduğunu biliyordum. Sonrasında düşünmüştüm. İzlediğim bir belgeselde zaman olgusunun sanıldığı gibi ileri yönlü hareket eden bir kavram olmadığı söyleniyordu. Daha da ötesi zamanın herhangi bir yönünün olmadığı iddiasıydı. Söylenene göre zaman süreksiz ve bölünemezdi ve bu sebeple tanımlanamazdı da. Basit bir örnekle biz dünya üzerinde bir yılı dünyanın güneş etrafındaki bir turu olarak tanımlıyorduk. Bu durumda dünyada değil de başka bir gezegende olsaydık kaç yılında ya da kaç yaşında olacaktık? Yani zaman bizim algımıza göre değişebilirdi. Bu durumda zaman bir algı ise biz yaşantımıza göre yaş alıyor olabilirdik. Bu durumda bir insanın bir gecede stresten sanki yirmi yıl geçmiş gibi hissetmesi ve aynı anda saçlarının beyazlaması tesadüf olmayabilirdi. O belki de o gece gerçekten yirmi yılı yaşamıştı. Bunu çoğu zaman biz de hissetmez miyiz? Birini beklerken sanki hiç geçmiyormuş gibi gelen zaman keyifli bir iş yaparken bir anda geçiveriyor. Belki de hayatı dolu dolu yaşayanlar bu yüzden yaşlanmıyor.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD