bc

KIRIK ANILAR MAHZENİ

book_age16+
958
FOLLOW
4.1K
READ
adventure
kickass heroine
inspirational
dare to love and hate
bxg
mystery
self discover
weak to strong
twink
stubborn
like
intro-logo
Blurb

Psikoloji öğrencisi Nora, akademik kariyer

hedeflerindeyken sosyal medya hesaplarını

yönettiği klinikten onaysız ilaç tanıtımı

yapmayı reddettiği için kovulur. Aynı gün

kendi sosyal medya hesabına gelen mesaja göre gizemli biri baskısı tükenen bir kitap ve ücreti karşılığında

onu iyileştirmesini ister.

Bu belki yeni bir iş fırsatıydı ya da ayağını hiç

olmadığı kadar kaydıracaktı.

"Eğer bu bir iyileşme yeniden doğuş gibi bir şeyse sadece bir kişi zihnim tarafından kabul edilebilir. Sen oraya kazındın ve ben teorik bilgileri, birbirinin aynısı psikiyatr seanslarını değil seni duydum. Hayat veren, ruhuma dokunmaya çalışan, yaşıyor olduğumu hissettiren sesini. Konuşmaya devam et, Nora. Bana kendini dinlet."

chap-preview
Free preview
Beni iyileştir
Ofisin kapısını açarken bir yandan kol saatime bakıyordum. Dersten çıktığımda apar topar gelmek zorundaydım çünkü patronum itin tekiydi. "Kimleri görüyorum, sonunda teşrif edebildiniz." Ofis odası yarı karanlıktı ve gereksiz tablolarla doluydu. Yutkunduğumda takım elbiseli iki adamın koltukta oturup ilgiyle bana baktıklarını fark ettim. "Dersim biter bitmez geldim." Tuğrul Bey kaşlarını çattığında yanaklarımı şişirdim. "Kusura bakmayın." "Arşivden geçen senenin hasta kayıtlarını getir." Başımı sallayıp arkamı döneceğim esnada sesiyle tekrar durdum. "Geçen senenin, Nora." Birkaç kez yanlış dosyaları getirdiğimi ima ettiğinde kapıyı açık bırakarak koridora ilerledim. Yarı zamanlı çalıştığım yer özel bir psikiyatri kliniğiydi. Tuğrul ise burada kıçını koltuktan kaldırmayan ve psikolojiyle uzaktan yakından alakası olmayan bir vasıfsızdı. Sadece buranın sahibiydi, o kadar. Emrinde onlarca doktor, sayısız asistan vardı. Kahverengi dolabın içinden 2020 yazılı kalın mavi dosyayı çıkardığımda omzumla kapağını itekledim. Ne yıldı ama! Neden bu kadar kalın olduğunu düşünmeye gerek görmüyorum. Tuğrul Bey'in odasına yeniden girdiğimde yabancı erkeklerle göz teması kurmamaya çalışıp masasına ilerledim. Dosyaları bırakıp çıkacağım esnada aralarından biri, "Lütfen kalır mısınız?" dediğinde istemsizce durdum. "Nora, bu beyefendiler yeni bir ilaç firmasından geliyorlar." Başımı sallayıp gülümsedim, konunun benimle ilgili olan kısmını bekliyordum. "Kliniğinizin sosyal medya hesabının fazlasıyla takipçisi var. Siz de psikoloji ikinci sınıf öğrencisisiniz." Ayağa kalkıp kravatını düzelttiğinde kollarımı göğsümde birleştirdim. "Hem burada çalışıyor hem de sosyal medya hesaplarını yönetiyorsunuz. Öncelikle çok başarılı olduğunuzu söylemek isterim." "Teşekkür ederim." Çıkarcılık kokusu aldığımdan suratımı buruşturmamak için zor duruyordum. "Tuğrul Bey sözleşmeyi imzaladığında ilaçların tanıtımını yapabilir misiniz?" Gözleri istekle baktığında dudaklarını yaladı. Buna gerçekten ben mi karar verecektim? Omzumu silktim. "İnternet sitenizi oluşturup gerekli bilgileri eklediğinizde elbette yardımcı oluruz." Teknolojiye bu kadar uzak olamazlardı. "Sorun şu," diye fısıldadı koltukta oturan diğer adam. "Yasal iznimiz yok, ilaçlar yurtdışındaki bir fabrikada üretildi ve henüz onay çıkmadı." "Benden kaçak ilaçlarınız için tanıtım yapmamı mı istiyorsunuz?" "Daha fazla para kazanmamızı istiyorlar," diyerek araya girdi Tuğrul Bey. "Bir dakika, kliniğin yüz binlerce takipçisi var. Aralarından bu ilacı sorgulatan kişinin çıkmayacağını mı düşünüyorsunuz gerçekten?" "Belgelerimiz hazır," dedi ayakta duran. Sürekli kravatıyla oynadığından paniklemiş görünüyordu. "Şu an sahte olabilirler ama er ya da geç onaylanacak. Biz kendimize güvenen bir firmayız." Elimle ağzımı kapatıp bir adım geriye gittim. "Kesinlikle kendinize güvenmeye devam edin çünkü bu insan hayatına değer vermeyen halinizle ikinci bir kişinin size güveneceğini sanmıyorum." "Buna sen karar veremezsin!" Paragöz Tuğrul elini masaya sertçe vurup ayağa kalktığında korkudan sıçradım. "İnsanlar seni tanıyorlar, sana alıştılar, bu ilaçların tanıtımı yapılacak işte o kadar!" Ağzım şaşkınlıktan açılırken başımı sağa sola aceleyle salladım. "Bana karşı mı geliyorsun küçük kız?" Yabancı adamlardan biri araya girmek ister gibi öksürdüğünde çenesini sıktı. "Eğer bu işi bozarsan seni kovarım!" Gözlerim dolduğunda adamların çantalarını topladıklarını fark ettim. Ailem yoktu, hayattaki tek başarım psikoloji bölümünü kazanmaktı. Buradan kovulursam ev kirasının bana düşen kısmını bile ödeyemezdim. "Biz gitsek iyi olur, siz kararı verdiğinizde geri dönüş yaparsınız." Kapı kapandığında masadaki dosyalara bakmakla yetindim. Tuğrul Bey yanıma geldiğinde elini usulca belime koydu, geriye çekildim. Adamdan tiksiniyordum ve temastan hoşlanmıyordum. Hoşlanıyordum ama bu kişiyle değil. "Katıldığın konferanslar ve reklamlar büyümemiz için yeterli değil, Nora." Kulağıma eğildi. "Her zaman biraz daha fazlasına ihtiyaç vardır." "Daha kârlı bir iş ayarlarım. Bu firma olmasın, söz veriyorum daha çok çalışıp reklam yaparım, diğer kliniklerden destek isteyenlere bile reklam yaparım." "Kes sesini!" Kolumu tuttuğunda sert bakışlarını bana indirdi. "Kimse bu kadar para vermez, seni küçük aptal!" Kolumu ittiğinde sandalyesine yürüdü. "Şimdi yanıma gel ve geçen senenin hastalarına şu ilaç reçetelerini ekleyelim." Bu kadarını, bir pislikten bile bu kadarını beklemiyordum. Kanunsuz ilaç satmak istemesi yetmezmiş gibi bir de başkalarını o ilaçları kullanmış gibi gösterecekti. "Ben bu oyunda yokum!" Tuğrul sinir küpü edasıyla nefes alınca sırtımı dikleştirdim. "Yine de sen beni kov, bir de istifa dilekçesi yazmakla sana efor harcayamam!" Aptaldım, insanlığı düşünen bir aptaldım, açıktan ölsem de bu aptallıktan vazgeçmeyecektim. "Kliniğin sana aldığı son model telefonu bırak ve defol git, Nora." Şimdiden yerime birileri koyulacaktı, ne bekliyordum ki? Avucuma zor sığan telefonu çıkarıp masanın üzerine çarptım. Ardından renkli klinik broşürleri, bir deste kalem, doktorların kartlarını ve diğer ıvır zıvırları da. "Sana tazminat ödememi bekliyorsan avucunu yalarsın. İstersen bir dilenci gibi kapıdan sürünerek çık. Kariyerin için iyi bir başlangıç olur." Ucuz bir şekilde sırıttığında geriye doğru yürüdüm. "Senin gibi adi birinden de anca böyle tavsiyeler gelirdi." Orta parmağımı kaldırıp önüme döndüğümde kapıdan çıktım. Benimle saatlerce laf dalaşına girebilirdi, bu onu garip bir şekilde tahrik ediyordu. Koridorda ilerlerken Banu ile çarpıştığımızda üzerini silkeledi. "Önüne baksana dağ keçisi!" diye cırladı. "Ormanda mı yürüyorsun?" Tüm sinirimi bu kızdan çıkarabilirdim fakat sinirlerime hakaret olurdu. Bir şey demeden gözlerimi devirdim. Kırıta kırıta yoluna devam ettiğinde nereye gittiğini biliyordum. Tuğrul'un kucağına. Aptal herif tüm acıyı Banu'dan çıkaracaktı muhtemelen. Filmlerdeki gibi elimde bir koliyle çıkmadım klinikten. Odam bile yoktu, sadece sosyal medya hesaplarını kullanan ve gelecekte burada staj yapmamın öngörüldüğü bir psikoloji öğrencisiydim. Hiçbir şeydim. Artık gerçekten, hiçbir şey. Banka oturup sırtımı yasladım. Bana kalan Android bir cep telefonuydu. i********:'dan bir uyarı bildirimi gelmişti, şifre değişikliği. Elbette hesap artık benim elimde değildi. Neyse ki kendi hesabımı daha önceden paylaşmıştım. Beni gerçekten takip eden bazı hastalar, hasta yakınları, arkadaş çevremle ortalama bir profile sahiptim. Yeni bir iş bulabilirdim. Kliniğin hesabını kaldırıp kendi hesabıma giriş yaptım. Fotoğraf beğenileri bildirimlerini es geçip, DM kutumda biriken azgın mesajları silmeliydim. Bunu yapmaktan vazgeçmedikleri için, kovulduğum için hesabımı artık gizliye alabilirdim. Gizli hesaba geçiş yapacağım esnada bir takip bildirimi geldi. Bu demek oluyordu ki, biri kıl payı yetişerek hayattaki son şansını da beni takip ederek kullanmıştı. İkinci şansıysa sanırım yazdığı mesajla dikkatimi çekmeyi başarabilmesiydi. Theykilledmysoul: Beni iyileştir. Tam tamına 3000 kişiyi takip ediyordu ve takipçi sayısı 0'dı. 100 tane gönderi paylaşmıştı fakat hesap gizli olduğu için bunları kendinden başka gören yoktu. Ardından beni engellemişti. Banktan kalktığımda etrafıma bakındım. Hayatımda bir de sapığım eksikti. Aslında eksik değildi fakat anonim olanından ilk kez gelmişti. Taksiyi durduracağım esnada kolumu indirdim. Otobüs daha ucuzdu ve ben paramı idareli kullanmak zorundaydım. Kurumuş yapraklara basarken bundan sonra ne halt edeceğimi ve karnımı nasıl doyuracağımı düşünüyordum. Ev arkadaşlarım beni idare edebilirlerdi fakat bu uzun sürmezdi. Hepimiz çulsuzduk. Ailem olmadığı için bir dönem yardım alsam da yaşım ilerledikçe bunu kesmişlerdi. Şimdi sadece bursum kalmıştı. Tuğrul büyük ihtimalle komşu kliniklerden birine gitmeme bile engel olacaktı. Her şey bir telefonuna ve bu şehirdeki sektör de onun ağzına bakıyordu. Benimle beraber başkaldıran kimse olmazdı, hatta muhtemelen yaptığımın salaklık olduğunu söyleyip geçmiş olsun dilerlerdi. Durağa vardığımda sırtımı camlı yüzeye yasladım. Reklam panoları... hepsinin canı cehenneme. Büyük siyah bir otobüs şehrin kuzey yakasına bomboş bir şekilde ilerlerken arkasından yılgınca baktım. Şehrin kuzeyinde Tuğrul'un bile aşık atamayacağı zenginler otururdu. Hiçbir zengin de otobüse binmediği için koca araba dolayısıyla boş olurdu. Müzik dinlemek için telefonu çıkardığımda kilit ekranıma düşen bildirimi görünce duraksadım. İnsanlara böyle söylemeyi sevmem ama bu kişi kesinlikle ruh hastasıydı. Theykilledmysoul: Baskısı tükenen psikoloji kitabını al, siyah otobüse bin, şoföre seni Ardel Malikanesine bırakmasını söyle ve karşılığında istediğin tutarda çeki bana imzalat. Sana gerçek bir iş teklif ediyorum. Başımı kaldırdığımda yağmurun usulca serpildiği ıslak caddeye baktım. Belki ciddi değildi, yalan söylüyordu. Peki ya gerçekse ve şu an bir iş teklifi aldıysam? Bir şeyler yapmalı, en azından denemeliydim. Oraya yalnız gitmek zorunda da değildim. Hızla rehbere girip ev arkadaşım Alp'i aradım. "Ders çalışıyorum, çabuk konuya gir." "Baştan savma beni, pis yalancı. Oyunda olduğunu biliyorum." Alp sesli bir nefes verdiğinde boğazımı temizledim. "Eyda'yla birlikte kliniğin oradaki durağa gelir misiniz? Acil." Telefonun ardından bir iki tıngırdama duyduğumda toparlandığını anladım. "Saçma bir sebepse seni eve almam, Nora." Ellerimi kot pantolonum cebine yerleştirdim. "Siyah ciltli psikoloji kitabımı getirin. Bazı sayfaları kendim diktim lütfen dikkatli ol hatta mümkünse Eyda bir mucize yapıp çanta alsın yanına." "Tamam, on beş dakikaya orada oluruz." Telefonu kapattığımda kulaklığımı çıkardım. Garip kişi bana mesaj atmıyordu, sanırım cevap bekliyor olmalıydı. Açıkçası kuzey yakaya hayatımda hiç gitmemiştim. Fazlasıyla elit bir bölgeydi fakat evleri ormanın içindeydi. Bu yüzden iki süper kahramanımı da yanıma almak dahiyane görünmüştü. Bir de malikanede yaşıyordu! Malikanede yaşayan birinden kitap karşılığında para istediğim için utanmadım. Bence gayet mantıklı ve kârlı bir kapıydı. "Hey!" Gözlerim arkadaşlarımla buluştuğunda yanıma geldiklerini fark ettim, muhtemelen taksiye binip beş dakikda buraya gelebilmişlerdi. Eyda kollarıyla sarmaladığı kitabı bana uzattığında dikkatle aldım. Çanta takmazdı, nefret ederdi. "Ee, kitabı Eyda getirebilirdi ben niye geldim?" "Çünkü," diye mırıldandım. Dudaklarımı ısırdığımda yola kısa bir bakış atarak kaldırımdan indim. "Bir yere gitmemiz gerekiyor." "Ne yapıyor bu dengesiz?" Alp kolumu indirmeye çalışsa da siyah otobüsün beni görmesini engelleyememişti. "Benim param bu otobüse binmeye yetmez bile!" "Hiçbir yere gelmiyorum, kafan mı güzel kızım!" Birkaç dakika içinde, şehirlerarası otobüs büyüklüğündeki araçta üç yolcu olarak oturuyorduk. Eyda cam kenarında, ben de onun yanındaydım. Alp ile aramızda ise koridor vardı. Rahatça sorguya almak için tam ortadaydım. "Nora yalvarıyorum yüzüme üfle bir şey yap, şansın bana bulaşsın." "Abartma, Eyda." Alp sinirle homurdanınca esmer yüzüne odaklandım. Aslında böyle şeyleri pek umursamazdı fakat sosyal medyadan hiç haz etmezdi. "Adam ya sana zarar verirse?" "Bu yüzden benimle geliyorsunuz. Size mesaj atamazsam ya da malikanenin camından orta parmağımı gösterip gidin demek istemezsem bilin ki başıma bir iş gelmiştir." Alp kafasını çevirse de Eyda başını salladığında koyu kahve kakülleri hareket etti. "Bir tanecik zengin eniştemin adını bana bahşeder misin?" "Ne eniştesi ya, adını bile bilmiyorum." Sahi, hiçbir şey bilmiyordum. "Bildiğim tek şey psikolojisinin biraz bozuk olması." İkise de bana baktığında gözlerimi kaçırdım. "Ne bekliyordunuz ben psikoloji öğrencisiyim, çocuk bakmaya mı gidiyorum?" "Nora sorunlu ama zengin erkek arkadaşına gidiyor, Eyda zengin bir arkadaş istiyor." Eyda gözlerini dışarıya çevirdiğinde cevap vermeye tenezzül etmeyerek i********:'a girdim fakat bir şey yazmamıştı. Acaba hastalığı neydi? Umarım sapıklık değildir. "Neden Alp odununu aramak yerine bana haber vermedin? Cazibeli elbiselerinden de getirebilirdim ve bunun hatırına çanta alırdım." "Eyda kapa çeneni," diye mırıldandım. Üzerimde dar kot pantolonum ve sutyenimin hemen altında biten beyaz cropum vardı. Saçlarım da doğal sarı tutamlarla göğüslerimi kapatacak kadar uzundu. Zaten ne giymek istediğim kimi ilgilendirirdi? Açılan ağzımı hızla kapattım. Otobüs hafif bir tıslamayla durduğunda ayağa kalktık. Kitabın içinde olduğu çantama sıkıca sarılarak kapıdan ineceğim esnada şoföre teşekkür ettim. "Benim için bir onurdu." Para almamıştı, bize acıdığından almadığını zannetmiştim fakat gizemli kişi özel olarak yolladığından böyle ilgi göstermiş olabilirdi. Unut zihnim, sorunları olan ama zengin erkek arkadaş falan istemiyorsun. "Burası da nasıl bir yer böyle!" Hepimiz duvarları koyu yeşil olan üç katlı dev malikanenin önündeydik. Çevredeki evlerle arasında mesafe vardı, sanki burası diğerlerinden biraz daha üstündü. Eyda ilgiyle bahçenin kenarında yürürken derin bir nefes alıp adımlarımı oyalanmadan giriş kapısına yönelttim. Parmağımı usulca zile doğru kaldırırken yanıma geldiklerini fark ettiğimde itiraf etmeliyim ki daha güvende hissediyordum. "Hey, bir dakika." Alp beni kenara kaydırıp kapı kulpunu tutarak itekledi. "Bu kapı kapalı değil." Açık seçik bir davet ve o aslında beni davet etmişti. "Siz burada bekleyin," dedim. Açılan kapıdan boyunlarını uzatmışlardı ki bir iki adım geriye çekildiler. "Dikkatli ol." Alp'e başımı salladım. "Güzel ol." Eyda'ya cevap vermeyi Alp'e bırakarak ilk adımımı attım. Hol karanlıktı ve önümden devasa bir merdiven uzanıyordu. Kapı ardımdan hafif aralıklı kalmıştı, kapanmadığını bilmesi imkansızdı. Ona zaten güvenmiyordum fakat garip bir çekim ve yoğun olarak merak hissediyordum. Sanırım birilerini iyileştirmeyi sevdiğimden şu an böyleydim. Alt kat olabildiğince sessizdi ve açık kapıların ardında bir yaşam belirtisi olduğunu da zannetmiyordum. İçgüdülerime güvenerek, sakin bir nefes verip merdivenleri tırmandım. Bir elim tırabzandayken diğer elimde telefonum vardı. Hafif bir ışıklandırmanın hakim olduğu merdiven oldukça genişti. İkinci kata ulaştığımda koridorun iki yanında da birçok kapı vardı. Karşılıklı olarak birbirlerine bakıyorlardı. En sondaki kapının kilitlendiğini işittim. "Hey, bu şekilde olmaz neden kaçıyorsun?" Ekran ışığı yanmayan telefonuma baktım. "Buradayım, konuşarak iletişime geçelim." Ağır adımlarla koridorda ilerledim. Düşündüğümden çok daha garip biriydi. Birkaç adım atmıştım ki yerdeki not kağıdını gördüm. 'Yapamıyorum git.' Yazdığını okuduğumda kaşlarımı çattım. Resmen buna henüz ben buraya gelmeden önce karar vermişti ki böyle bir yazı bırakmıştı. "Dalga mı geçiyorsun?" Telefonu cebime sıkıştırarak çantamı kavradım. "Odadan çıkmazsan bir daha asla gelmem." Çantamda biber gazı ve ses tellerimde güçlü çığlık atma potansiyeli vardı. Aşağı kapı zaten hafif aralıktı, beni duymamaları imkansızdı. Endişe ettiğim tek şey ruhu öldürülen adamın sorununun ne olduğuydu. Koridorun sonuna ulaşmıştım ki bir portre dikkatimi çekti. Zeminden küçük bir ışık yukarıya yayılıp yüzünü ve asil duruşunu aydınlatıyordu. Gördüğüm tek şey kusursuzluktu. "İnan bana," diye mırıldandım. "Başına ne geldiğini ya da fiziki olarak şu an ne halde olduğunu bilmiyorum." Kaza sonucu başka birine dönüşmüş olabilirdi, yüzü yanmış olabilirdi. "Bildiğim bir şey varsa gerçekten mükemmel olduğun." Beni dinlediğini biliyordum. Aynı zamanda portreye uzanıp kısa kumral saçlarına dokunmamak için zor duruyordum. "İçinde bir yerlerde güzelliğin kaldığına eminim." Kalın dudakları, mavi gözleri, çene hattı... Reklam yüzü olabilecek kadar güzeldi. "Sen bence mükemmelsin," dedim fısıltıyla. Bu bir itiraftı ama umurumda değildi. Hayatımda bu kadar alımlı bir yüz görmemiştim. Filmlerden fırlayan bir aktör gibiydi. "Portreyi saatlerce izleyebilirim ama sana şu kitabı vermem gerekiyor." Gözlerimi ayırmasam da hafif bir hareketlilik sezinledim. Onu ikna edebiliyordum. Utandırmamak adına rahat bir şekilde resme odaklandım. "Üstelik seni göreceğim için hazır hissetmemek bana özel. Sen neden utanıyorsun ki, muhteşem olan zaten sensin." Psikolojide nasıl hitap etmem gerektiğini biliyordum. İşe yarıyordu. O benimle konuşana dek kafamı çevirip bakmayacaktım. Kapı açıldığında gülümsedim fakat dediğim gibi bakmadım. Bana güvenmeliydi. Portreye odaklıydım ama portredeki kişiyi görmek için de sabırsızlanıyordum. "O ben değilim, ağabeyim." Yutkundum, öfkeli bir sesti. "İşte tüm sorun bu." Çıkmaza girmiştim. Hemen sağ tarafımdan gelen erkeksi ses tonu beni birkaç dakikada bunalıma sokabilecek kadar incinmiş gibiydi. Yüzümü ona dönmeye çekiniyordum. "Şey, ben sadece bir taktik denedim." Dürüst olursam atlatabilirdim. Başımı çok hafifçe çevirdiğimde portrenin aksini vurgulayan bir yüzle karşılaştım. Hiç ama hiç benzemiyorlardı. Tek bir ortak özellik vardı. Eşsizlerdi. Portrenin tersine koyu kahve, hafif uzun, düz saçlar, yeşil gözler, belirgin ve kemikli denebilecek bir yüze sahipti. Boyu çok uzundu fakat kilosu yeterli değildi. Hafif yanık tenli olmasına rağmen fazlasıyla solgun görünüyordu. "They killed my soul?" dedim aksanlı bir şekilde. Bedenimle döndüğümde bana çekingenlikle bakıyordu. Görgü kuralları gereği birkaç adım atıp elimi uzattım. "Nora." Elimi tutmadı. Birkaç saniye bakıştığımızda hızlı bir hareketle odaya dönüp kapıyı örtmeye yeltendi. Neyse ki uyuşuk biri değildim, yapmak istediğini anlayınca ellerimi kapıya yaslayıp onu durdurdum. Bunu beklemiyor olmalıydı, kapının ardından gözlerimiz buluştu. "Sana zarar vermeyeceğim," diye fısıldadım. Gücüyle beni alt edebilirdi fakat bunu istemiyordu sadece çekiniyordu. "Tamam sen içeride kal, ben dışarıda. Senin olduğun yer güvenli bölge, ben koridorda duracağım. İstediğin zaman kapıyı kapatırsın ve ben bu devasa tahtayı kıramam." Ellerimi kapıdan indirdiğimde ona arkamı dönüp yürümeye başladım. Arka dönmek bir nevi sırtını teslim etmek ve senin bana zarar vermeyeceğini biliyorum deme şekliydi. Bir çeşit güven köprüsü kurmaya çalışıyordum. Aramızda üç metre varken durdum. Bedenimi ona dönmeden psikoloji kitabını çıkarıp yere bıraktım. Yoluma devam ettim, şimdi kitaptan uzaklaşırken onunla aramıza daha çok mesafe giriyordu. On metre kadar ilerledikten sonra durup bedenimi tekrardan çevirdim. Gözlerinin içine bakarak yere bağdaş kurdum. "Sen kitaba daha yakınsın. Almak istediğin an alıp güvenli bölgene döner ve kapıyı kilitlersin. Ben sana yetişemem, çünkü sana yetişmem gereken bir sebebim yok. Sana zarar vermek için gelmedim. Beni çağıran zaten sensin." Kaşlarını çattığını görebiliyordum. Hastalığının ne olduğunu anlamam mümkün değildi çünkü doktor değildim. Sadece öğrenciydim ve ilgi alanımdı. Kararsızlıkla bir kitaba bir bana bakıyordu. Bense onu sıkmamak adına oturuş pozisyonumdan kaynaklı olarak bacaklarımın duruş şekliyle, paçalarımın ardından görünen çorabımla ilgilenmeye çalışıyordum. Dikkatin onda olması belki endişelendirirdi. "Parayı dert etme, kitap değerli ve dediğin gibi baskısı yok ama sana ödünç verebilirim." Dümen çeviriyordum. Tamam, onun ruh sağlığı için gerçekten endişeliydim fakat paraya da ihtiyacım vardı. "Sahi sen tam olarak hangi konuyla ilgileniyordun? İçinde yazdığına emin miyiz yani o yüzden soruyorum." Sorunun ne olduğunu bilmediğin bir hastaya hastasın deme. "Bana neden güvendin?" Sesini duyduğuma şaşırsam da çabucak toparlandım. Buraya kadar gelmem, evine girmem ve demin arkamı dönüp gitmemden bahsediyordu. "Sana güvenmedim ki, tam olarak bu yüzden arkadaşlarımla geldim." Kelimeler zihnimde dönüp dururken onu incitmeden üste çıkmak zorundaydım. "Hem zaten sen de bana güvenmiyorsun. Üstelik ilk adımı atan ve beni burada isteyen sensin. Yine de kendinden birkaç yaş daha küçük bir kızdan zarar göreceğini düşünüyorsun." Ayrıntıyı duyunca ürkekçe de olsa saçlarıma bakmaya başladı. Beni rahatça süzmesi için gözlerimi kaçırıp koridordaki tablolarda gezdirdim bakışlarımı. "Senden korkmuyorum," dedi. Düşündüğüm gibi benden büyük olduğu halde korktuğunu vurgulamam cesaretini sınamasına sebep olmuştu. Ona cevap vermediğim için dikkatimi çekmeye çalışırcasına yarım duran kapıyı daha çok açtı. "Senden neden korkayım ki?" Yarım ağız gülüp başımı salladığımda bacaklarımı kendime çektim. Dirseklerimi dizlerime yaslayıp çenemi avuçlarıma yerleştirdim. "Ee?" diye mırıldandım. Anlat, seni dinliyorum. Usulca kayarak yere oturdu. Sırtını kapının köşesine yaslayıp tıpkı benim gibi bacaklarını kendine çekti. Uzun boylu olmasına rağmen bu haliyle küçük bir çocuğa benziyordu. Yüzünde baki bir hüzün ifadesi vardı. "Dışarıdan korkuyorum." Kaşlarımı çatsam da toparlanarak dikkatle dinledim. "Tehlikeli. Kalabalık. Sahte. Kokular. İnsanlar. Araçlar. Sesler." Kesik kesik konuştuğunda fazla sır vermiş gibi çabucak sustu. Agorafobi. Alan korkusu. Hayatı zehir eden ve bir evin içinde çürümenize sebep olabilecek psikolojik rahatsızlık. Dudaklarımı araladığım esnada telefonum çalmaya başladı. Alp arıyordu, benden işaret bekledikleri için endişelenmiş olmalıydılar. Cevap vermezsem daha çok panik olurlardı. "Benimle gelen arkadaşlarım, açmak zorundayım." Başını sallamasa da gözlerini çevirmişti. Ağzından tamam kelimesi çıkmasa da hareketleri bunun bir sorun olmadığını vurguluyordu. "İyiyim, Alp. Hayır, endişelenecek bir şey yok." Göz ucuyla birbirimize baktığımızda yutkundum. "Siz bilirsiniz. Biz ikinci kattayız." "Sakın gelmesinler!" Ani bir kalkışla ayaklandığında üstelemeden telefonu kapadım. Oturduğum yerden doğrularak aramızda epey mesafe olmasına rağmen elimi ona uzatıp sakinleştirmeye çalıştım. "Hayır, yemin ederim gelmiyorlar." Kalp atışlarını ve hızlı nefes alışverişlerini duyabiliyordum. "Yalnız olmaya devam ediyoruz. Sen nasıl rahat edersen o şekilde, burası senin evin. Misafirin sadece benim." Çok şiddetli sosyal anksiyete. Psikoloji kitabının yanından geçerek ona doğru yürüdüm. "Beni davet ettin, öyle değil mi?" Belli belirsiz başını salladı, yeterli bir cevap değildi. "They killed my soul isimli kullanıcı beni buraya çağırdı, iyileştirmem için. Yanlış geldiysem özür dilerim." Engellemese de öncekilerden daha uzun bir süre yüzüme baktı. "Hesabı kullanan kişiyi görürsen lütfen geldiğimi fakat onu bulamadığımı söyler misin?" Ağzı aralandığında kaşlarını çattı. "Seni ben çağırdım, seninle konuşan bendim." Hımm, diye düşünceli bir mırıltı sesi çıkardım. "Öyleyse sen kimsin?" "Bars." Gülümsedim. Elimi yeniden uzattım. "Memnun oldum, Bars. Ben de Nora." Yüzündeki ifade yumuşayınca elimi sıktı. Çok hafif, fazlasıyla kısa, az temas içeren bir tokalaşma olsa da kalbim yerinden çıkacak gibi hissettim. Bars'ın da göğsü hızla inip kalkmıştı. "Senin güvenli bölgen mi yoksa benim güvenli bölgem mi? Bence koridor daha geniş ve ben kitap kurcalarken rahat oturmaya bayılırım." Önden giderek kitabın yanına oturdum. Bars da yanıma geldiğinde bunda iyiye işaret bir yakınlık sezinledim. O davet ettiğinde nasıl ki ben geldiysem şimdi ben davet ettiğimde o da bana karşılık vermişti. Bunu hatırlamasak bile bilinçaltımızın bir köşesinde saklı kalacaktı. Uzun parmakları kitaba uzandığında kısa bir an tereddütte girdiğini fark ettim. Uzanarak kalın cildi usulca açtım. "Psikanaliz üzerine eski bir çalışma." Beni duymamış gibi sararmış sayfaları çevirdi. Kendime engel olamadan onu izliyordum. Hafif çıkmış sakallarıydı yaşını belli eden. Masum bir ifadeye sahipti. "Ne kadara satıyorsun?" Bana baktığında gözlerimi kaçırdım. Ne bileyim ben, kitaba değer biçmemiştim. Pahalı bir şeyse ucuza iteklemekten çekiniyordum. "Ben sana bir çek yazayım, ihtiyacın olan sıfırları eklersin." Kaşlarımı havaya kaldırmaya engel olamadım. "Yalnız bu kitaptaki çoğu terim Latince, anlamlarını Google'dan doğru biçimde bulacağına emin değilim. Hadi buldun diyelim, nasıl uygulayacaksın? Daha önce psikolojik destek aldın mı?" "Tüm bunlardan sana ne?" Bu konudan konuşmak onu rahatsız ediyordu. "Derdin para değil mi, daha ne istiyorsun? Tamam, fazladan bir sayfa daha çek imzalarım." Paraya ihtiyaç duyan biriyle karşılaşan insanların böylesine acımasız tepki vermelerini anlamıyordum. Midemi bulandırıyordu bu bakış açısı. "Kitap sende kalsın, onu ödünç veriyorum. Bu şekilde hiçbir işe yaramayacağını bildiğin halde oku." Ayağa kalktım. "Ruhunun ölü olduğundan bahsediyorsun. Bir kitabın seni tekrardan hayata döndürebileceğine inanıyor musun gerçekten? Bugüne kadar yüzlerce makale okumuşsundur, işe yaramış olsaydı şimdi bu halde miydin?" Beni durdurmasını bekliyordum. Kalmamı isterse bazı şeyleri aşardık. Para meselesine.... tekrar dönebilirdik. "Kırıcı konuşuyorsun." "Senin gibi." Kollarımı göğsümde birleştirdim. Yönümü hafifçe çevirdiğimde minik adımlarımla geldiğim yöne doğru yürüdüm. "Özür dilerim." Adımlarımızın sesleri birbirine karıştı. "Nora, dur." Yanıma geldiğini anladığımda bu ilerlemenin hatırına döndüm. Dudaklarımı ısırıp omuz silktim. İkimiz de ayakta ve yüz yüzeydik. Bars hemen portenin önünde duruyordu. Hangi adama bakacağım konusunda kendi içimde komik bir fikir ayrılığı yaşadım. "Neden gülüyorsun?" Dişlerimi gösterecek kadar güldüğümü fark ettiğimde toparlandım. "Farkında mısın, ilk geldiğimde kapıyı suratıma kapatıp her şeyden vazgeçmek istedin. Ardından benimle iletişime geçtin, kendinden bahsettin. Fikir ayrılığına düşünce tartıştık, üstelik bunlar sadece yarım saat içinde oldu." Anlamayan gözlerle bana baktığında, parlak bakışlarla karşılık verdim. "Fobiler ve anksiyete yenilebilir. Şiddetli eğilim önce ilaçlarla başlar sonra seanslarla devam eder. Bence sendeki aşılabilir bir şey. Gayet iletişim kuruyorsun, inan bana bazen dövecek gibi bakmasaydın buraya getirmek için beni kandıran bir sapık olduğunu düşünürdüm." Düşünmüştüm de. Hadi ama, gerçekten bu adama ilk defa mı bu kadar güzel şeyler söyleniyordu? Yüzündeki o enerji, heyecan, istek ama umutsuzluk... Nasıl aynı anda bu kadar zıt duygularla bakabilirdi? "Sanki başka birinden bahsettin." Bir adım attım, aramızda küçük bir mesafe vardı. Parmak uçlarımda yükselip, "Seni sana anlatıyorum Bars," diye fısıldadım. "Bunların hiçbirinin senin suçunun olmadığına inanıyorum." Bana kapılmak istemez gibi bakışlarını aceleyle indirip geriye kaçtı. "Hayır, beni tanımıyorsun." "Evet, seni tanımıyorum." Tutarsız olduğumu düşünürcesine kaşlarını çattı. "Sadece his. Hem seni bu hâle iten de kötü hisler olmadı mı? İşte onların pozitif olanları da var." Ellerimle çantamı kavrayarak yerde açık şekilde durmaya devam eden siyah ciltli kitaba baktım. "Söylediğim gibi sende kalsın. Yine de araştırmayı dene, tanıdığım çok iyi doktorlar var. Benden numara istediğinde sana vereceğim." Veda niteliğindeki bakışlar eşliğinde arkamı döndüm. Para kalsın, kitap kalsın, değişen hiçbir şey yok. Bugün yeni birini tanımak da güzel bir kazançtı. "Sen." Merakla kafamı çevirdim. "Ne dedin?" Tekrardan önüne geldiğimde bir cevap bekliyordum. "Kötü biri değilsin." Bu gayet sıradandı fakat birçok iyi cümleden daha güzel hissettirmişti. Sevinçle başımı salladım, minnettarlığımı ancak böyle belli edebilirim. "Sen de kötü biri değilsin." "Arkadaşım olacak kadar iyi birisin." Pekâlâ, anormal değil. Mümkün. Eğer isterse daha fazla yanında olabilirim. Bana doğru adımlar attığında istemsizce geriye yürüdüm. "Peki ya ben, Nora?" Bir süre cevap vermeden göz göze yürüdük. Sırtım duvara değdiğinde gözlerinin içine bakmaya devam edebilmek için kafamı tamamıyla kaldırdım. "Senin arkadaşın olmayı hak edecek kadar iyi biri olabilir miyim?"

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

Yasak Sevda

read
85.2K
bc

Zor Ajanlar

read
1.5K
bc

TYLER (Cherry 2)

read
6.0K
bc

KAKTÜS| Texting

read
3.4K
bc

Çobanaldatan

read
2.1K
bc

PRENSİN KORUMASI

read
13.0K
bc

KARANLIĞIN GÖLGESİ

read
3.6K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook