Prolog
Hayatımın ilk çeyreğinde kendi isteğimle edindiğim borçlar beni bu köprünün üzerine çıkarmıştı.
Yıllarca yazdığım kişisel gelişim kitaplarında bahsettiğim "Hiçbir şey canını feda etmeni gerektirmemeli." cümlesini ben yazmamış gibiydim sanki.
Kollarımı iki yana açarak, bedenime çok görülen oksijeni son kez soludum.
Kendimi bırakmaya hazırdım artık.
Bu bir intihar değil; borçlu, çaresiz bir kızın kurtuluşu olacaktı.
Gözlerimi kapadıktan sonra kulağıma ulaşan sesle irkilerek arkama döndüm.
-Oradan atlarsan ölmezsin. Sadece sakat kalırsın.
Bulanık gören gözlerimi kısarak konuşan adamı tanımaya çalıştım. Bu simsiyah takımlara bürünen adamın böyle varoş bir mahallede ne işi olurdu? Beni tanıyor olabilir miydi?
Afallayarak sordum.
-Sen de kimsin?
Umursamazca elindeki şişeyi çöpe fırlattı. Ardından iç cebinden bir sigara çıkararak yanıma geldi. Dudakları arasına yerleştirdiği sigaraya rüzgar gelmemesi için eliyle siper ederek çakmağı yaklaştırdı.
-Kim olduğumu öğrenirsen bela olurum ama başına.
Sigarayı yaktıktan sonra bana döndü. Kaşlarımı çatarak köprünün demirlerine tutundum.
-Peki. Uslu uslu intihar ediyorum şurada. Başımı şişirme ve uzaklaş.
Dumanı üflerken güldü.
-Neden? Sakat kalıp ailene yük mü olmak istiyorsun?
"Aile" dediği anda bedenimi saran titremeye hakim olamadım. Gözlerim doluyor, elimin tersiyle silip tekrar demirlere tutunuyordum.
-Benim...Ailem yok.
Başını sağa sola salladı aheste aheste.
-Neden ölmek istiyorsun?
Karşımda durup beni sorguya çeken iyi giyimli adama içimi dökmek ne kadar doğruydu, bilmiyordum ama ağzımdan çıkan kelimelere hakim olamıyordum.
-Ben borçluyum.
Tekrar güldükten sonra sigarayı köprünün demirine bastırarak söndürdü.
-İyi öyleyse. Atlayacaksan atla. Nasıl olsa ölmeyeceksin. Seni düştüğün yerden alıp bir özel hastaneye götüreceğim. Hastane masraflarını nasıl karşılayacaksın bakalım?
Sersemleşmiş gibiydim.
-İşime karışma!
Köprüden aşağı baktım. Dediği gibi ölmez miydim sahiden? İyi de ben daha önce hiç intihara teşebbüs etmemiştim. Nereden bilebilirdim ki?
-Borcun ne kadar?
Göz ucuyla yüzünü süzdüm. Tıpkı onun bana yaptığı gibi...Ardından hayatımı alt üst eden o sayıyı söyledim.
-İki...
Yüzünde oluşan rahatsız edici bakışı incelerken sordu.
-İki ne?
-İki milyon.
Kahkahayla güldü ansızın. Boş ve karanlık Kurtuluş Köprüsü'nü sallandırmıştı sanki bu hareketi.
-Bunun için mi kıyacaksın canına? Sana her ay yüz bin veririm. Kapatırsın borcunu.
Bu defa gülen ben olmuştum. Ah! Ölmek üzere olan genç bir kıza son gülüşlerini armağan etmesi çok hoştu. Romanlarımdan birinde canı pahasına insanları güldüren komedyeni ele almıştım. Ne trajik ama!
Gözümden damlayan, hangi duyguyla çıktığı belirsiz yaşı sildim elimle. Aynı anda karşımdaki adamın ciddi bakışlarıyla muhatap oluyordum.
O kadar gülmeme rağmen sabırla beni beklemişti. Kendinden emin tavrıyla bir sigara daha yakarken gözlerimi hayretle açtım.
-Sen...Şaka mı bu? Hiç hoş değil çünkü.
-Şaka seven birine mi benziyorum?
Yutkundum.
Kalemle çizilmiş gibi keskin hatlara sahip bu suratın, loş ışığın kesik kesik yansımasıyla parlayan kahverengi gözlerinin, küstahça yukarı kıvrılan dudağının, şaka seven bir ruha sahip olmasının imkanı yoktu.
Tökezleyerek indim demirden. Sahici bakışlarına karşılık benim bitkin gözlerim yenik düşüyordu.
-Söyle, neden bana iyilik yapıyorsun?
Birbirimize kenetlenen gözlerimizin duygu farklılığı barizdi. Koyulaşan ifadesi bana hem pek çok şey anlatıyor hem de durumu daha da karmaşıklaştırıyordu.
-Merak etme, karşılığını almayacağımı bildiğim hiçbir iyiliği yapmam "Borçlu".
Uyarı:
Bu kitap şiddet, kan, takıntılı aşk, davranış bozukluğu, takip edilme, gerilim, intihar teşebbüsü gibi birtakım unsurlar barındırır. Lütfen bunu göz önünde bulundurarak başlayınız.