Göz kapaklarım kapalıydı ama yine de doğan gün, inceliklerinden içeri sızıyor ve uyanmam için beni teşvik ediyordu. İşte tam o an, aslında uyumamam gerektiğini idrak ettiğim andı. Gözlerimi telaşla açtığımda Korhan bey'in divanda oturur bir vaziyet alarak bana baktığını gördüm. Geyrı ihtiyari üzerimi kontrol etmek geldi aklıma. Ayaklarımı altıma toplamış ve oturarark uyumuştum. Üzerimde dizlerimin epey altına kadar uzanan bir elbise vardı. Gece boyunca Korhan beyin yanında oturacağım için gecelik giymeyi uygun görmemiştim. Divanın bir köşesine sinip, ayaklarımı altımda toplamış ve başımı da eski oymalı vitrine dayamış, öylece uykuya dalmıştım. Üzerimde herhangi bir gariplik olmayışıyla derin bir nefes aldm. Ardından yeniden onun varlığını hatırladığımda uykum artık tamamen açılmıştı.
- Günaydın Suzan
- Korhan bey, lütfen kusuruma bakmayın. Ne ara uyumuş kalmışım anlamadım.
- Sabaha karşı dört buçuk falandı. Çok değil, iki saat ancak uyudun.
- Siz, siz uyumadınız değil mi?
- Uyumadım merak etme. Uyku tutmadı zaten. Sen peki, dinlenebildin mi?
- Şey aslında, biraz boynum tutulmuş sanırım ama önemli değil. Siz kendinizi nasıl hissediyorsunuz?
- Ben iyim merak etme. Ama hava pek iyi değil baksana. Kara bulutlar toplanmaya başlamış yine.
- Yağışın birkaç gün daha devam edeceğini söylemişti jandarma komutanı. Umarım dünkü gibi bir afet yeniden yaşanmaz.
- Umarım Suzan. Bu arada evde herkes böyle erken mi uyanır? Baban camiiye gideceğini, ardından da kahvehaneyi açacağını söyledi. Sabire teyze de ayvandaki ocaklıkta sıcak ekmek yapacakmış bize.
- Evet gün oldukça erken başlar burada. Beni biraz daha geç uyandırmaya çalışırlar. Ama ben onların sessiz olmaya çalıştıkça çıkardığı tıtkırtılardan çoktan uyanmış olurum.
- Aslında en sağlıklı olanı bu. Şehir hayatında insanlar günü verimli kullanmayı bilmiyorlar. En basiti gece uykusuna ertesi gün başlarken yatıp, sabah da uykularını alamamış olmanın verdiği mutsuzlukla işe güce gidiyorlar. Ondan sonra da çalışmak işkence gibi geliyor her birine.
- Aslında onları buradaki işlerde bir ay çalıştırmak lazım. Bakın o zaman nasıl da düzene giriyor hayatları. Eğer geçimini sütten, peynirden sağlıyorsan erkenden kalkıp sütü sağmalısın. Çünkü saati geçen sağım, sütü acı yapar, hayvanı hasta eder, sonra verimi düşer emeğinin. Erken kalkınca bedenen daha çok yorulursun ve yatsı namazını zor beklersin o zaman. Günü en verimli kullanmanın yolu bedenen yorulmaktan geçer bence. Masa başında, beton binalarda, bir odada en az 20 kişinin çalıştığı dairelerde insan zaten sağlıklı nefes alamaz ki, günden verim alabilsin. Sonrası nesilden nesile bulaşan mutsuzluk. Neyse sabah sabah çenem düştü benim yine. Ev sıcak ama soba birazdan söneyim der. Ben önce ateşi besleyeyim, sonra da aç karnımızı beslemek için bir şeyler hazırlayayım. İstediğiniz özel bir şey var mı?
- Lütfen zahmet etme. Ne olursa yerim ben. Sıcak bir çay, bir parça peynir ve ev ekmeği bile yeter.
- Size yetebilir ama bana o söyledikleriniz hayatta yetmez Korhan bey. En fazla yarım saate her şey hazır olur.
"Peki" deyip gülümsemişti arkamdan. İlk işim banyoya girip elimi yüzümü yıkamak oldu. Ben tam uykuya dalmadan önce babam ona yardımcı olup ihtiyaçlarını görmesini sağlamıştı ama ben şimdi özel bir ihtiyacı var mı diye soramıyordum. Olursa öyle ya da böyle söyler umuduyla odama geçip kırışan elbisemi ve çoraplarımı değiştirdim. Üzerime de daha kalın bir hırka giyme ihtiyacı duydum. Çünkü mutfak tarafında soba yoktu ve sabahın bu saatlerinde buzhaneyi aratmazdı. Buzdolabından birkaç parça kahvaltılığı çıkardıktan sonra Korhan beye biraz enerji versin diye pekmezli kaygana yapmaya karar verdim. Kurban bayramından henüz çıktığımız için taze kavurmamız da vardı. Çay suyunu koyduktan sonra sobanın geçen ısısını hatırlayıp avlunun içindeki odunluğa doğru yürüdüm. Odunluğun hemen yanında ocaklık kısmı vardı ve burada kışlık hazırlıklarımızı yapar, ekmeklerimizi pişirirdik. Babaannemin son ekmeği de fırına attığını görünce gidip arkasından sarıldım. Adım seslerimi duyduğu için hiç ürkmemişti.
- Dur kızcağızım dur. Devirecen şimdi kocakarıyı. Hayrolsun sabahların güzel kokulum. Yorgun musun nenem, gözlerin bayık bayık bakıyo.
- Yoruldum nenem. Ama en çok da korktum. Elimden bir kaza çıkar da bir cana sebep olurum diye çok korktum. Üstelik bu yaptığım adam öldürmeye girerdi biliyor musun? Yetkim yok, hiçbir şeyim yok. Hapis yatmak değil de katil olmak mahvederdi beni. Ama şükürler olsun adam iyi, bir canları yitse de diğerleri sağ. Allah o kardeşimizin nasibini Divriği'de kesmiş, elden ne gelir. Allah geride kalanlara sabır versin.
- Alah korudu ya kuzum, Rabbim korudu hem onu hem de seni. E ama ben sana senelerdir diyom get mektebi bitir, al diplomanı eline. Kimseye eyvallahın olmasın bizden sonra. Nenem biz yaşımızı aldık gözümün nuru. Seni arkamızda kanayaklı bırakalım da gözümüz açık mı gidelim? Bak bunlar hayatın gerçeği nenem. Ölüm var, kalım var. Rabbimden tek dileğim sıralı ölüm versin. Bana sizin acınızı göstermeden alsın emanetimi. Hem ne demiş Ppeygamber (S.A.V.) Evvel tedbir, sonra tevekkül. Sen hinci eşşeğini sağlam urganla, sağlam kazığa bağlayacan ki sonra da Allah'a emanet etmeye yüzün olsun. İlim de Allah'ın emri, yuva kurmakta. Allah sana imanını tamamlamayı nasip etsin güzel kızım. En büyük muradım bu benim.
- Nenem, al yanaklı Sabire'm benim. Allah seni başımızdan eksik etmesin, sağlıklı ömürler versin. Gaybı ancak Allah bilir derdin ya. Görelim bakalım yazgımız ne yanaymış.
- Gaybı yalnız Allah bilir, amenna amma kader de gayrete tabiidir kızım. Çaba ister, halis niyet ister. Sen niyet et ve çabala. Allah elbet her şeyi duyan, her şeyi görendir.
Nenemle yaptığım hiçbir sohbet nafile dünya gailesi üzerine olmazdı. Her kıssanın içinden bir hiise çıkarırdım mutlak. Dün gece Korhan beyin sorusunu yarım bıraktığımda aklımdaki soru işaretlerinin bilinmezliği vardı. Fakat sabah serininde onun ağzından duyduklarım sis perdelerini birer birer kaldırmış ve geleceğim hakkında bir çabaya girmem gerçeğini yüzüme vurmuştu.
Daha önce yardımcı ile kestirdiğimiz ve yanmaya hazır bir şekilde odunluğa istiflediğimiz odunlardan bir kucak alıp sofaya döndüm. Az önce rahat bir şekilde oturduğunu gördüğüm adamın yüzünde bu kez acı çeker bir ifade vardı. Derin nefesler alıyor ve sağ eliyle sol göğsünün altını tutuyordu. Elimdeki odunları derhal sobanın yanındaki teneke kovaya bırakıp yanına adımladım.
- İyi misiniz Korhan bey? Bir şey mi oldu?
- Yok yok iyim. Hareket edince sancıdı biraz. Merak etme, korkulacak bir durum yok.
- Neden yalnızken hareket ettiniz ki? Bir şey istiyorsanız lütfen bana söyleyin.
- Şey Suzan, lavaboya gitmem gerekiyordu, o yüzden ayaklanmıştım. Zaten geri yatağa oturana kadar bir sıkıntım yoktu, otururken oldu ne olduysa.
- Olsun, yine de beni beklemeliydiniz. Ya daha kötü bir şey olsaydı?
- Olmadı ama. Geçer birazdan merak etme. Sandığın kadar dayanıksız değilim.
- Dayanıksız olduğunuzu düşünmedim elbette. Yanlış anlamayın lütfen.
- Şaka yaptım, hemen asma suratını.
- Biraz daha iyisiniz ama değil mi?
- İyim, daha fazla endişelenme lütfen.
- Tamam ben hemen ateşi besleyip, sofrayı kuruyorum. Kahvaltınızı yaptıktan sonra size bir ağrı kesici yaparım, kendinizi daha iyi hissedersiniz o zaman.
- Suzan lütfen kendini böyle paralama. Sen böyle yaptıkça ben kendimi daha da mahçup hissediyorum. Benim için zaten yeterince şey yaptınız.
- O nasıl söz öyle, duymamış olayım. Bekleyin, hemen getiriyorum sofrayı.
Sofanın ısısı kaybolmasın diye kapıyı hemencecik kapayıp kendime bir duvarı dayanak edinmiştim. Bu sabah gözümü açar açmaz fark ettiğim bir şey varsa o da; ben onun gözlerine bakamazken, onun benim gözlerimin içine bakmaya çalışmasıydı. gözlerimi kaçırdıkça o sanki daha da keyifleniyor ve üzerime gelmekten zevk alıyor gibiydi. Acemisi olduğum bu kıpırtının ağına düşüp de yalpalamaktan korkuyordum. Kendimi toparlayıp mutfağa doğru yöneldim ve hazırladığım şeyleri bir tepsiye dizerek odaya geri döndüm. Sofra gerçekten iştah açıcı gözüküyordu. Babaannemin pişirdiği sıcak ekmek, çeşit çeşit el emeği reçeller, kümesten topladığım taze yumurtalarla yaptığım kaygana ve kokusu odayı dolduran karanfilli çay. Her şeyi ile ince ince özenilmiş bir sofraydı. Misafirimizin biraz kalbur üstü aileden geldiğini az çok biliyordum. Bu sebeple hiç acımamış ve nenemin çeyizime diye sakladığı bardak çanağı çıkarmıştım. Şimdi gelip görse ne dellenir kim bilir. Ama ben bile kendi hareketlerime anlam veremiyorken ona nasıl makul bir cevap verebilirdim ki?
Divanın önüne çektiğim sehpaya siniyi bıraktığımda garip bir şekilde yüzünü buruşturmuştu. Acaba beğenmedi mi diye endişelenirken; onun asıl derdinin bambaşka olduğunu öğrenmiştim. Bana, "neden kendine de bardak koymadın, yoksa benimle yemeyecek misin?" dediğinde bir an ne diyeceğimi bilememiştim. "Kendinizi daha rahat hissedersiniz diye tek kişilik hazırladım" desem de cevabım onu tatmin etmemiş ve ciddi bir ısrarla onunla birlikte yemem için dil dökmüştü. İyi de ben onun yanında nasıl yutacaktım ağzımdaki lokmaları. Bu zamana kadar kendinden emin, girişken, gözünü budaktan, dilini laftan sakınmayan diye bilinen adıma tezat şeyler hissediyordum.
Nihayet onun sözüne gelip karşı divana iliştiğimde, yüzündeki memnuniyet görülmeye değerdi. Sofradaki her bir nimet için ayrı ayrı övgülerini sıralarken arada bana da gülümsemeyi ihmal etmiyor ve beni anın içinde adeta hareketsiz bırakıyordu. Sonra birden durgunlaştı ve sordu.
- Dün akşam sorduğum sorudan neden kaçtın Suzan?
- Anlamadım?
- Anlamadığın için değil, duymamazlığa geldiğin için cevap vermiyorsun? Tekrar soruyorum; kendin için ne zaman bir şeyler yapacaksın?
- Korhan bey ben, şu an için bunlara kafa yormak istemiyorum. Babamı ve babaannemi bırakıp gidemem. Onların bana ihtiyacı var.
- Kimsenin sana ihtiyacı kalmadığında Suzan; sen kendine ihtiyaç duyacaksın ama geride yorgun ve bezgin bir kadın kalacak. Bunu karşımda gördüğüm hayat dolu genç kıza yapmayacaksın değil mi?
Söylediklerinin haklılığı ile konuşacak bir şey bulamıyordum ama benden net cevaplar beklediğinin de farkındaydım. O da en az benim kadar farkındaydı ve sözlerine devam etti.
- Bak Suzan, belki iki günlük adam hayatıma, kararlarıma karışma hakkını nereden biliyor diye sorguluyor ve bana duyduğun saygıdan aklından geçenleri söyleyemiyorsun ama hata yapıyorsun Suzan.
- Estağfirullah, öyle düşündüğüm için değil, verecek bir cevap bulamadığım için susuyorum.
Susuyorum. Hayatımda ilk kez sonunu bildiklerimi susuyorum. Benim için de kolay değil...