1
Hayaller hiçbir zaman kurulduğu günkü gibi kalmıyormuş.
Oysa onu ilk gördüğümde, koyu mavi gözleri gözlerime ilk hapsolduğunda onunla kurduğum hayaller çok güzeldi. Ben o zamanlar heyecanla kurduğum hayallerin şimdiki hâline dönüşmesini hiç istemezdim. Kırgındım.
Bir zamanlar masumca seviyordum onu, ilk gördüğüm ânı ölsem unutamam sanırım. Ben stajyerken yanında çalıştığım avukatın bir müvekkili için koşturuyordum. Hayatımda ilk defa gördüğüm lüks evin bahçesinden içeriye girdiğimde bir çift koyu mavi göz sarmıştı beni.
O sarılışın sıcaklığını çok uzun bir zaman hissedecektim üzerimde, o an bundan emin olmasam da gelişen olaylar bir arada tutmuştu bizi. O mavi gözler girdap gibi beni içine çekmiş ve bir daha da bırakmayacağını fısıldamıştı kulağıma.
İlk gün...
Onunla ilk karşılaşmamız...
Saçlarım dağınıktı, üzerimde rastgele giyilmiş birkaç parça kıyafet vardı. Yüzümde yorgunluk izleri dışında hiçbir şey yoktu üstelik. En dağınık, en salaş hâlimle görmüştü beni. Aynı şimdi olduğu gibi. Ben onu nasıl görmüştüm peki?
Çok iyi hatırlıyorum onu ilk gördüğüm anı. Hayatımda ilk defa gördüğüm bir evde elindeki dosyaya bir şeyler not ediyordu. Elindeki kalemin hangi mürekkebi akıttığını hala unutamıyorum mesela.
Koyu mavi bir mürekkep akıtıyordu elinde kalem. Hatta gereğinden fazla akıtıyordu, çünkü onun parmaklarında mürekkep lekeleri vardı. Ben o lekeleri çok sevmiştim, ilk gördüğümde çok hoşuma gitmişti. Sonradan ise o mürekkep lekelerini asetonla silmeye çalışır olmuştum.
Bir zamanlar aşık olduğum o mürekkep lekeleri benim gözüme batar olmuştu, kocam benim gözüme batar olmuştu. Bu benim suçum değildi, o kendini sürekli benim gözüme sokuyordu. Bir zamanlar yalnızlığımı bölüştüğüm adam beni yalnızlığımla baş başa bıraktı, tam da şimdi.
Hayat bu kadar acımasızdı işte. Belki de en büyük acımasız bizdik, ben acımasız mıydım bize? Bilemiyordum, belki de bunun cevabını uzun bir süre de bilemeyecektim. İnsanın kendini suçlaması pek de kolay olmuyordu, ben de başım ak diyenlerdendim.
Bu boşanma aşamasına kadar nasıl geldik? Biz birbirimizi delicesine severken neden iki yabancıya dönüştük? Neden bizi birbirimize bağlayan o mavi mürekkeple boşanma dilekçemizi imzalıyoruz?
Çünkü biz birbirimizi en çok severek tükettik.
Ben Gülfem Yıldırım, pardon Yıldırım boşanmak üzere olduğum kocamın soyadı, ben Gülfem Çınar. 27 yaşında başarısız, bitik bir avukatım.
Kendimi bu kadar kısa bir şekilde tanımlamıyordum, aslında kendime dair anlatmak istediğim çok şey vardı. Artık içime sığmayan daha doğrusu içimde tutmak istemediğim çok ben vardı. Ben tüm bu benliklerimin gölgesinde kendimi yalnız hissediyordum.
Bir zamanlar yalnızlığıma yoldaş olan sevgili kocam da beni yalnız bırakmıştı.
Sağ olsun, ilk yalnız bırakışı değildi ki başa çıkabiliyordum. Peki sürekli koca bir yalnızlıkla başa çıkabilir miydim bunu henüz ben de bilmiyordum. İnsan yaşamadan kestiremiyordu bazı şeyleri. Hayat bisiklete binmek gibidir falan diyenlere inanmayın, hayat bisiklete binmek gibiyse ben hep öğrenme aşamasında yere yapışanlardandım. Asla ayaklarımı pedallara koyup bir yol alamamıştım.
Benim için hayat bisiklete binmek değil, eşekten düşmek gibiydi. Bugün de eşekten düştüğümü hissediyordum tam manasıyla.
Gözlerimde evimizi taramaya başladım, sehpanın üzerinde duran vazoyu onu kafasına mı geçirseydim yoksa yere atıp un ufak etse miydim?
''Saçmalama Gülfem!'' dedi içimdeki ses, ''O vazoyu para biriktirip zar zor gittiğiniz Amerika tatilinde çok pahalı bir fiyata almıştın, onu atamazsın!''
Evet hak veriyordum içimdeki o sese, bazen doğru konuşuyordu çünkü. Canım kocamla gittiğimiz Amerika tatilimizden ücretini yanlış görüp almıştım. Bir maaşım komple gitmişti, kocam da bu yüzden çok alay etmişti benimle. Aslında haklıydı sanırım, keşke kredi kartımı gerine gerine uzatırken bir de doların fiyatına doğru baksaydım.
O lanet tatilden sonra vazo evimizin en değerli yerinde durmaya başladı, çok para verdiğim için evimde bazen benden bile değerli oluyordu. ''Hadi ama Gülfem her şey senin için maddiyat mı?'' diye sordu yalnızlığımın sesi olan içimdeki ses.
Tabi ki her şey para değil içimdeki ses, ama vazoya çok para verdim dursun işte hem kafasında kırarsam kafası acır, yere atarsam da temizlik yapmam gerekir. Hâlâ patronumun bana gönderdiği dava dosyalarına doğru dürüst bakamadım ve davaları kaybedersem bu adam beni kesin kovar.
Birçok konuda savaş halindeyim tüm benliğimle. Aslında benliğimin içinde bir yerden sonra kocam da olduğu için en çok onunla savaş halindeydim ne yazık ki. Yazık mı dedim ben az önce, yazık falan değil! Onun yüzünden yaşadıklarımı bir ben bir de sitedeki dedikoducu teyzeler biliyor. Yazıksa bu hikayede en çok bana yazık be, ben neler çektim onun yüzünden. Neler yaşadım, nelere katlandım! Bir zahmet bana yazık olsun.
Bana da yazık değil, kim bana yazık diyecek ya? Aslanlar gibi ayaktayım hala ne var yani hala deliler gibi aşık olduğum kocamla boşanma noktasına kadar geldiysek? Dünyanın sonu değil ya? Kariyer yaparım bende, o patronumdan kurtulup kendime özgür bir ofis açabilirim.
Buna param yok!
Ama bu sorun değil, of düğün takıları benim hakkımdı keşke onun ofisi için harcamasaydık! O zamanlar yaptığım fedakarlıklar şu an bir iğne gibi batıyor bedenime. O zamanlar fedakarlık yaparken kendimi o kadar iyi hissediyordum ki, şimdi neden böyle olmuştu sahi?
Altınları bozduracakken bana 'İleride vallahi pişman olursun avukat hanım.' diyen müvekkilimi de umursamamıştım. O pişman olmuştu altınlarını kocası için bozdurduğu için çünkü lanet olası kocası bu altınların parasıyla iş kurmak yerine kadını gidip Uruguay'da aldatmıştı.
Ne zaman aklıma gelse deli olurum. Kadının sözünü hiç umursamamıştım ben kocam için yaptığım hiçbir fedakarlıkta pişman olmayacağımı düşünüyordum o beni gidip Uruguay'da aldatmamıştı.
Çünkü Barcelona'da aldatmıştı.
Tamam aldatmadı. Ama aldatabilirdi, belki de ben duymadan aldattı...Of çok zor bunun derinine inip düşünmek. Sanki parmaklarımı boğazıma sarmışım da kendimi boğuyormuşum gibi hissediyordum. Canlı canlı ölüme gerek yoktu, ruhumuzdaki çiziklerle de başa çıkardık evelallah.
Sahi çıkar mıydık? Bilemiyordum. Kendimi cidden yalnız hissediyordum.
Gecenin bir yarısı ormanın içinde aldığımız müstakil evimizin ikinci katında bulunan balkonunda dizlerimi kendime çekmiş oturuyorum şimdi. Makyajımı silmeye gücüm yetmediği için rimellerimi allıklarımı, fondötenimi yedim az önce. Gözyaşlarım yanaklarımdan süzülüp dudaklarımın arasına getirdi onları, ne yapayım yani ağladıysam benim suçum ne?
Bu eve ilk girdiğim anı düşündüm. Çok değil 1 sene olmuştu buraya taşınalı. Ondan önce kirada oturuyorduk bu evi de kocam almıştı. Okulundan çok iyi bir dereceyle mezun olan kocam kısa sürede kendi açtığı ofisinde çok iyi işlere imza atarak kısa sürede cebini doldurmuştu.
Ben ise hala prim peşinde sürünüyordum. Onun imkanları kadar imkanım yoktu. Tepebaşı denen bir avukatlık bürosunda çalışıyordum, okurken hayal ettiğim kadar hırslı olamamıştım çalışma hayatımda. Asla istediğim yere gelememiştim, bu avukatlık bürosundan ayrılırsam işsiz kalacağımı da çok iyi bildiğim için köpek gibi çalışmaya devam ediyordum.
Zaten çok istesem de Tepebaşı hukuk bürosundan ayrılamazdım.
Sevgili kocam benden hırslıydı iş konusunda, severek yapıyordu işini. Tamam ben de seviyordum ama don ihtiyacıma kadar kocamın almasını isteyecek kadar beni parasız bırakmasını elbette istemezdim.
Evlendikten sonra kasalar bir olmadı bizde, kocam bunu istese de ben istememiştim. Herkes ayrı kazanacaktı ortak bir hesap vardı oraya da ev ihtiyaçları için ve de gelecekteki çocuğumuz için birikim yapıyorduk. Bana göre donlarımızı da kendi maaşımızla almalıydık. Tamam evlendikten sonra bazen geceliklerimi kocamın seçmesine izin veriyordum ama mevzumuz bu değil.
Kartımdaki paranın bakiyesi 50 liraya düştüğünde bu mesleğin çilesinden dem vurmaya başlamıştım. Kocamdan para istemiştim onu arayıp 'Bana para atar mısın?' demek o kadar ağır gelmişti ki bana size anlatamam.
''Kocam bile olsa mı?'' diyorsanız içinizden, evet kocam bile olsa çok ağır gelmişti.
Çocuk gibi arayıp ondan para istedikten sonra hesabıma 10 bin lira yatırdığı için akşamında kavga etmiştik. Sanki 200 lira istememişim gibi bana 10 bin lira yatırmıştı. O hep kasamızın bir olmasından yanaydı, sen neysen ben oyum derdi hep.
Çok da fakirlik çekmiştik, makarna yemiştik her ay.
Şimdi ise sevgili kocam İtalyan restoranlarından çıkmaz olmuştu. Ya sen kelebek makarnayı ketçapla yiyen adamdın ne ara Fettucini Alfredo bağımlısı oldun?
İlk zamanlar asla ona karşı çenemi eğmezdim, dağ başındaki büroma param yetmediği için yürüyerek gidiyordum ama bunu ona söylemiyordum. Ne olursa olsun kuyruğu dik tutmak diye bir durum vardı bende.
Kocam da olsa ona karşı en zayıf halimi asla yansıtmayacaktım. Bu ilk günden böyleydi ama sonra değişti tabii. Onu en iyi tanıdığım yer sanırım yatağımızdı. Geceleri ettiğimiz sohbetler onun özetini vermişti elime. Şak diye bir bulmaca çözer gibi kocamı çözdüğüme inanıyordum bir zamanlar. Meğerse bulmacanın cevap anahtarı yanlışmış...
Sevgili kocamla birçok fikir ayrılığı yaşamıştık, en basit haliyle o yumurta bağımlısıyken benim yumurtaya alerjim vardı.
Ben geceleri erken uyumayı severken o geç saatlerde daha yaratıcı olduğunu söyleyip geç saatlere kadar çizim yapardı. Mimar olmak kolay değildi tabii. Koca olmak onun için daha da zordu.
Sabaha karşı yatağımıza gelir olmuştu, çok çalışıyordu bu çok çalışmalarının ve yatağımıza sabah gelmenin bedelini de şu an ülkenin en genç ve en iyi mimarlık ofisinin sahibi olarak almıştı da.
Ben de en az onun kadar perişan ederken kendimi hala mesleğimde bir adım ileriye gidememiştim.
Onu bazen kıskanıyordum, hırsına azmine ve ne olursa olsun asla pes etmeyişine lanet ediyordum. Bir kere dağıl be adam, çizdiğin projeye bok gibi denilip çöpe atıldığı gün bile eve gelip daha iyisini çizmek için çalışmıştı. Birisi benim projemi çöpe atsa ve ben o proje için karımın yatağından ayrı uyusam kesin o adamın kafasına Amerika ziyaretimden aldığım vazoyu gömerdim.
Robot olduğunu düşünüyorum sevgili kocamın bazen, robottu ya net bir şekilde, insansı bir robot. Duyguları yok muydu, hiç mi pes etmezdi? Asla pes etmezdi, çok zor şeyler yaşamıştı iş hayatında, çizdiği evlerin inşaatına deprem vurduğunda bile yıkılmamıştı, kovulduğunda da... Üzül ama değil mi? Gel ağla kollarımda, sarıl bana.
Olmaz ama koskoca Kenan Yıldırım karısının kollarında ağlar mı? Ağlamaz, ona yakışmaz bir kere. Pes etmek ve dağılmak adamın ruhunda yok.
Bacaklarımı daha çok kendime çekip sırtımı yasladım arkamdaki koltuğa. Bu balkonu çok seviyordum tüm evi olduğu gibi burayı da Kenan döşemişti. Aslında bu evi sürpriz yapmıştı bana, 1 sene önce kiracı olarak oturduğumuz evin sahibiyle kavga edip eve geldiğimde hangimizin annesinde kalsak diye düşünmeye başladığım sırada tak önüme uzatmıştı tapuyu. Tapudaki resim bana aitti ve en çirkin olduğum vesikalığımı koymuştu.
Bunun için de kavga etmiştik tabii. Hayır çirkin resmimi koyduğu için değil bana ev aldığı için. Ben maaşlarımızın bile ortak bir kasada olmasını istemeyen biriydim kocamın bana aldığı evi elbette kabul etmeyecektim. Aylarca odasında gizlice tasarladığı, gecelerce uykusuz kaldığı evi gördüğümde boynuna atlayıp tapudaki resmimi öpmemi mi beklerdi bilmiyordum ama ben bunun için büyük bir kavga çıkarmıştım bile.
Noter kapanmadan hemen gidip devretmiştim evi, kendi emeğimle alamadığım hiçbir şey benim kabulüm olamazdı. Ben hayatı böyle yaşamayı seviyordum. Tabii bu gidişe oyuncak barbie evi bile alamazdım ama olsun. Ben kendi kazanmadığım hiçbir şeyi kabul edemezdim, bu beni hayatta ben yapan özelliklerdendi.
Kenan bunu bilse de bir şekilde tahakküm kurmak istemişti üzerimde. Buna izin vermediğim için de kavga etmiştik, tabii her zamanki gibi benim sesim çok çıkmıştı. Bu da kavgalarımızda alışık olduğumu bir durumdu. Haklıysam eğer asla ama asla susmazdım, haksızsam da susmazdım. Genel olarak susmazdım.
Evde kalmak için de büyük kavgalar etmiştik, ben ekonomik olarak katkım olmayan bu evde yaşamak istememiştim ilk başta. Kenan üzülmesin diye kendimden taviz vermiştim, annemin de kutu gibi evde ne kalıyorsun diyerek kafamın etini yemesine dayanamadığım için geçmiştim bu eve.
Evin her detayı tam da bizim içindi. Uyumaya giderken sürekli ayağımı komodine çarptığım için komodin yatak başlığından uzaktı. Kiracı olarak oturduğumuz evde ona gece sohbetlerimizin birinde hayalimdeki evi anlatmıştım.
Makyaj masamın olmasını, karşısında kocaman bir aynanın olmasını istediğimden bahsetmiştim. Gardırobun en az 10 gözü olmasını, yatak odasındaki perdelerin gri olmasını, portmantodaki anahtarlıkların sırayla dizilmesini, mutfak masasının ayağımı çarpmamam için yüksek olmasını...Beni hiç bırakmayacak olmasını...
Sonuncusu hariç hepsi bu evde vardı. En ince detayına göre düzenlemişti evi. Gecelerde koynuma girmeme nedeni de bu evdi. Onsuz uyumaktan nefret ediyordum ben bu evi değil de kocam benimle uyusun isterdim.
Bu eve taşındığımızda ağladığımı hatırlıyorum. Hüngür şakır ağlamıştım hem de, iki katlı bahçeli çok güzel bir konumda olan bir evimiz olduğu için değil Kenan beni düşündüğü için ağlamıştım. Bir zamanlar beni düşünen bir kocam vardı. Şimdi ise iyice işkolikti, kendini de düşünmez olmuştu.
Bazen hırs da zarardı insana, ben kendimi ve kocamı unutacak bir hırsa sahip olmak istemezdim. Tamam benim için de önemliydi iş disiplini ben de çok iyi bürolarda çalışmak isterdim, heves ettiğim davalar vardı benim de. Asla hayalimdeki gibi bir iş yapmıyordum ama bu kadar kopuk olacaksam eğer sevdiğimden, sevdiklerimden. Asla bu kadar başarılı olmayı da istemezdim.
Kenan son bir yılda çok değişmişti, kendi açtığı ofisi iyice büyütmüştü. Ona ortaklık teklif eden hiçbir şirketin ortaklığını kabul etmeden kendi başına çalışmaya devam etmişti.
''Neden kabul etmiyorsun Kenan?'' diye sorduğumu hatırlıyorum bir gece.
''Çünkü eğer kabul edersem onların beni çizmesine müsaade etmiş olacağım, mimar olan benim...Mürekkep yalnız benim parmaklarıma akmalı.'' demişti.
Bu sözü üzerine kapanmıştım dudaklarına, çok derin ve çok anlamlıydı çünkü. Kenan kimsenin onu çizmesine müsaade eden bir adam olmamıştı. Tek başına hür bir şekilde yürümeyi seviyordu. Hiç kimsenin üzerinde baskı kurmasına müsaade etmek istemiyordu. Düşkündü özgürlüğüne. Bu huyunu çok seviyordum.
Onunla en ayrı noktalarımızdan birisi de buydu işte, ben deli gibi muhtaçtım işime, patronumun üzerimde tahakküm kurmasına engel olamıyordum çünkü bir ayak diresem kapının önüne koyardı beni. İşsiz kalamazdım hele de şu sıra. Ben evlendiğimizden beri hiç işsiz kalmamıştım Kenan 7 ay kadar çizdiği projeyi şirketlere kabul ettirmek için koşturmuştu. Bu 7 aylık dönemde ona maddi olarak destek olmak mutlu etmişti beni maaşım yattıktan hemen sonra yol paramı ayırıp gerisini ona atıyordum. O projesine ne kadar güveniyorsa ben de kocama o kadar güveniyordum.
Güvenimi de asla boşa çıkartmamıştı zaten, Kenan iş konusunda güvene değer bir adamdı. İlişki konusunda her ne kadar öyle olmasa da iş konusunda başarılıydı.
Daha geçen hafta yeni ofisini açmıştı bile, ona başarısız demek aptallık olurdu.
Son bir yılda çevresi de değişmişti Kenan'ın Artık zengin insanlara ev çiziyordu, şirketlerin apartman projelerini değil kendi aklındaki fikirleri çiziyordu kağıda. Bu onu daha da özgür yapıyordu elbette. Bu çizdiği evler de elbette çok beğeniliyordu, şüphesiz o iyi bir mimardı.
Yakışıklı bir adamdı Kenan. Uzun boylu, esmer, lisede başladığı sporu hiç bırakmadığı için vücudu oldukça güzeldi. Fakirlikten makarna yediğimiz dönem bile belediyenin parkına gidip spor yapardı. Eski mahallemizdeki park günlerimiz hala dün gibi aklımda. O spor yapardı ben de banka oturup onu izlerdim. O bankta yaşadığımız anılar...Ah ne özledim o günlerimizi...
Kenan'ın yüzünde beni içine çeken bir çift mavi göz vardı ki işte tüm konu orada kapanıyordu. Koyu mavi gözlerini çok seviyordum benden başka bir kadına bakınca kendimi kesmek istiyordum. Kimse ona bakmasın, kimse benim gördüğü mavilikleri görsün istemiyordum. Kocamı deliler gibi kıskanıyordum.
Bu kıskançlıklarımda da haksız değildim, çok kadın müşterisi vardı Kenan'ın hepsi de zengin alımlı çalımlı güzel kadınlardı. Kenan'ın son dönemde benden her anlamda uzak durması endişelendiriyordu beni. Kendine güveni olmayan bir kadın değildim ama engel olamıyordum duygularıma.
Bazen onu evden çıkartmak bile istemiyorum ama o gidip o kadınlarla iş yapıyordu. Bunun sefasını o sürerken ben de cefasını çekiyordum.
İlk evlendiğimiz zamanki o tutkumuz yatağımızda hala devam ediyordu. Onu sevmeyi seviyordum. Yatağımızda mutluyduk ama bu her şeyi çözmüyordu. Kenan kavgalarımızdan sonra beni öpmeye kalkıyordu bir sevişmeyle çözülür müydü bazı şeyler? Kenan çözülsün istiyordu ben buna müsaade etmek istemiyordum. Eğer en ufak tartışmamızı bile birbirimize dokunarak çözersek artık birbirimizi hep bunun için isteyebilirdik. Ne hata yaparsak yapalım seviştiğimizde bu hatanın affedileceğini de düşünebilirdik. Ben asla kavgalarımızdan sonra onunla yatmamıştım, ve asla yatmazdım da.
Kenan'a göre çoğu kavgamız gereksizdi ve zaten hepsi benim büyütmemdi. Kenan kavgadan nefret eden kavga etmekten rahatsız olan bir adamdı. Ben ise kendimi tartışmayla dışarıya vurmayı seviyordum. Bir bakıma bana iyi geliyordu bu durum, her konuya tartışmalıydık eve peçete diye aldığı tuvalet kağıdını bile tartışmalıydık. Çünkü diğer türlüsü üstünü örtersek mutlu olamazdık, hiçbir kavganın üstü örtülmemeliydi her sorun konuşulmalıydı.
Saatlerce oturduğum balkondan kalktım. Tavandaki özgün süslemeler balkonun dekoru insanın içini açan manzarasını ama en çok da fesleğen kokusunu özleyecektim.
Özleyeceklerim arasında sadece maddi açıdan fesleğene sahip olabilirdim ama yine de en çok onu özleyecektim.
Balkondan içeriye girip yatak odamıza adımladım. Her şeyin benim için özenle çizildiği, özenle döşendiği bu ev beni mutlu etmiyordu artık. Biz birbirimizi tüketmiştik artık.
Yatak odamıza girip dolaptan bir battaniye aldım. Yatağa bir bakış attığımda aklıma gelenleri silmek istercesine başımı salladım. Artık eskide kalmıştı o sevişmelerimiz, aynı sevmelerimiz gibi.
Çok şey yaşamıştık, Kenan'la beraber büyümüştük belki de, beraber olgunlaşmıştık. 5 yıllık geçmişimizde çok şey gelmişti başımıza. Bir şekilde mücadele etmiştik işte. Ben mücadele etmiştim, Kenan mücadele etmişti. Bir olmuştuk çoğu zaman, gelmiştik zorlukların üstesinden. Artık birbirimizi sevmeye değil de silmeye başlamıştık en üzücü haliyle.
Yaşadığımız aşk, tabii her ne kadar Kenan'ın o aşkının çoktan ölmüş olduğunu düşünsem de benim ona olan aşkım zarar görmüştü. Ben zarar görmüştüm. Ben tükenmiştim, tükendiğim kadar da tüketmiştim itirafımdır. Kolay bir kadın değildim, kolay olmamıştı bizim için bu işler. Bir şekilde yaşarken artık bitmesi gerektiğini de anlamıştık aslında.
Bir avukat olarak dava açması gereken kişi ben miydim? Bu duruma avukat gözüyle bakmamalıydım biz karı kocaydık. Kim boşanmak istiyorsa ilk adım ondan gelsin. Evet bu düşünce beni şimdi benim rahatlamama sebep oluyordu.,
Bağıra çağıra kavga ettik her zamanki gibi, ama bu sefer diğerlerinden farklı olarak Kenan'ın sesi beni bastırmıştı. Yüzüme yüzüme vurmuştu her şeyi, hata olarak gördüğü ne varsa yüzümde parçalanmıştı bir bir. Onun hata dediği her şey benim için hayatta var olmak gibi bir şeydi ama. Beni hiçbir zaman anlamadığını dün gece ben çok iyi anlamıştım.
Sözleri yakmıştı canımı, en çok gözleri yakmıştı belki de. Mavi gözlerinde bana karşı dalgalanan o öfke denizinde yüzmek zor gelmişti daha önce hiç zor gelmediği kadar.
Elime battaniyemi alıp onsuz uyumaktan nefret ettiğim yatak odamızdan çıktım. Salondaki kanepeler çok rahat olduğu için gün doğana kadar orada uyuyabilirdim. Gün doğsun toparlanıp annemin evine giderdim nasılsa. Gitmeme müsaade eder miydi? Dünden sonra ölsem dönüp bakmazdı kannımca. Öfkesi hala gitmiyordu gözümün önünden. Keşke o da gitmeseydi...Gözümün önünden.
Kapıyı çekip çıkmıştı kim bilir hangi zengin ve güzel müşterisi için yine ve yine ev çiziyordu. Öfkelendiğinde bile bir şeyler çizmeye devam ediyordu ben evlere sığamazken o bilmem kaç santimlik kağıda sığıyordu. Bu beni daha da sinirlendiriyordu.
Merdivenleri inip salona geldim, en rahat olan koltuğun üzerine uzanıp battaniyeyi gelişi güzel örttüm üzerime. Gözlerim acıyordu ağlamıştım yarınki dava için az da olsa uyumaya ihtiyacım vardı. Gözlerime batan bıçakları etkisiz hale getirmek için savaşırken siyah sehpanın üzerinde duran kağıt dikkatimi çekti.
Hızla koltuktan doğrulup kağıdı aldım elime. Parmaklarımın arasında duran bir boşanma dilekçesiydi. Kenan bana boşanma davası açıyordu. Bunu o istemişti, benden boşanmak istiyordu. Dün geceki kavgadan sonra pek şaşırmamam gerekiyordu aslına ama bu gerçeklik yakmıştı canımı.
Kendi imzasını atmıştı, Kenan'ın imzasını çok beğeniyordum ama nikah defterimizde boşanma dilekçesinde değil!
Sehpanın üzerine bıraktığı kalem onu ilk gördüğüm gün elinde olan mavi mürekkepli kalemdi... Ve bir not iliştirmişti hemen yanına.
''Nasıl başladıysa öyle bitsin, biz seninle ilk günkü kadar güzel kalamadık.''
Çizimi çok güzel olsa da çirkindi bu adamın yazısı. Bu yazdığı şey yazısından daha da çirkindi. Güzel kalamamışız, ben mi çirkinleştirdim bizi? İlişkimize makyaj yapmaya çalıştıkça yüzünü çeviren sen değil miydin?
Kenan nasıl başladıysa öyle de bitsin istiyordu. Kenan artık güzel kalamadığımızı söylüyordu.
Benden boşanmak isteyen bir adam için artık ağlamak istemiyordum. Gözlerimin bir çöl kadar kuru olmasını istiyordum tam da şimdi. Bir daha onun için hiç ağlamak istemiyordum.
Sehpaya bıraktım kağıdı mavi mürekkebi kağıda akıtırken kalbimin dağlanmasına engel olamadım.
Ben onu ilk gördüğümde elindeki mavi mürekkep akıtan bu kalemle boşanma dilekçemizi imzalamıştım. Nasıl başladıysa öyle bitsin Kenan Yıldırım, biz seninle eskisi kadar güzel kalamadık...