Kapının önüne geldiğimde aralık bırakıldığını görmüştüm. Ses çıkarmadan yavaş yavaş içeri girerken ayağımdaki ayakkabıları da sessizce çıkartıp kapıyı örttüm. Yunan Heykeli salonun ortasındaki koltukta oturmuş, sırtını geriye yaslayıp düşünüyordu. Bir bacağını dik bir şekilde diğerinin üstüne atmıştı. Her hâliyle hem cool hem yakışıklıydı. Aslında... Bu adamla aynı evde kalsam... Fena olmazdı bence.
"Bak kabul ediyorum güzel bir tanışmamız olmadı. Hatta şu an benden kelimenin tam anlamıyla nefret ediyorsun. Ama-"
"Otur." dedi lafımı aniden keserek. Ben o sırada ona şaşkınca bakıyordum, o ise eliyle bana karşısındaki koltuğu gösteriyordu.
Onunla zıtlaşmamak için dediğini yapıp gösterdiği koltuğa oturdum. O bana , ben ona bakarken ikimiz de konuşmuyorduk. Tek dikkatimi çeken şey güzel mavi gözleriydi. İstemsizce gülümsedim. Yapmacık bir gülümsemeydi çünkü ona yaranmaya çalışıyordum.
Umarım vicdanlı bir beyefendi çıkardı da beni kapının önüne koymazdı.
Az önce o paragöz aldı kocayla konuşmalarına bakılırsa vicdanlıydı da.
"Oturdum. Konuşmayacak mısın?" dedim sessizlikten rahatsız olmuş bir şekilde yerimde kıvranırken.
"Sana parayı geri verdiler mi?"
Sorusu üzerine başımı olumsuz anlamda iki yana salladım. "Hayır, vermediler. Yani ben kavga etmekten almayı unuttum. Ama ben onlara paramı yedirmem. Gerekirse burunlarından fitil fitil getirir yine de alırım o parayı!"
Gülümsedim ve oyunculuğumu konuşturarak bakışlarıma hüzün ifadesi ekledim. "Yani şimdi... Ne yapacağım onu düşünüyorum. İşe de girmedim daha."
Evet lütfen biraz vicdanlı ol, canımsın Yunan Heykeli. Hadi bana iş bulana kadar burada kalabilirsin de.
Derin bir iç geçirdi. "Ne iş yapıyorsun?"
Sorusuyla gülümsedim. Her ne kadar mesleğimi zerre kadar sevmesem de üniversitesini okuduğum altı yıl boyunca her bir detayına küfretsem de... Havalı bir meslekti, bunu inkar edemezdim.
"Doktorum ben." dedim gülümseyerek.
Tek bacağının üstüne attığı diğer bacağını yavaşça yere indirdiğinde mavi gözlerinde büyük bir şaşkınlık ifadesi belirdi. "Ne?" diye sorduğunda söylediğime inanmıyor gibiydi. "Sen... Sen doktor musun?"
"Evet." dedim umursamazca omuz silkerken. "Doktorum. Her ne kadar sevmesem de..."
Cevap vermedi. Uzun süren sessizliğini ısrarla bozmayınca onun yerine ben söze girdim bu sefer. Az önce kavga etmiş iki düşman gibi değil de yeni tanışmış iki yabancı gibiydik şu an onunla. Tabii bunda aynı evi tutmuş olmanın verdiği garip tesadüf, bendeki mahcubiyet ve az önce o paragözlerle ettiğimiz kavgada aynı safta durmamızın etkisi vardı. Ama ne yalan söyleyeyim, onunla kavga etmediğim sürece aynı evde yaşayabilirdim.
Abartmayı hiç sevmem, erkekleri de hiç sevmem.
Ama sıfır şaka, karşımda oturan bu Yunan Heykeli gördüğüm en yakışıklı adamdı.
"Sen?" dedim yapmacık bir gülümsemeyle ona soru sorarken. "Senin mesleğin ne?"
"Askerim."
Verdiği cevapla kaşlarımı çattım. Açık söylemek gerekirse bu mesleği ondan beklemiyordum. Ama itiraf etmem gerekirse de... Bu meslek ona fazla yakışmıştı..Onu şöyle bir asker üniformasıyla hayal edince... Ah neyse!
"Nasıl asker yani?"
Saçma bir soruydu ama aramızdaki sohbetin dönmesini sağlıyordum.
"Yüzbaşı."
Sanki çok normal bir şeymiş gibi bunu söylediğinde ağzım şaşkınlıkla aralandı. "Ne? Yüzbaşı mı?"
Tepkim onu gülümsetmedi ama sert yüz hatları biraz gevşemişti. En azından kötü gözlerle bakmıyordu bana eskisi gibi. "Evet," dedi başını hafifçe aşağı yukarı sallayarak. "Yüzbaşıyım."
"Yaşın..." Aklımda bir sürü dolaşırken gözlerimi, gözlerinden kaçırıyordum ama o da aksi gibi gözlerini asla üstümden çekmiyordu. "Yaşın yüzbaşı olmak için fazla genç değil mi?"
"Yirmi dokuz," tek kaşını hafifçe yukarı kaldırıp bana baktı. "Yirmi dokuz yaşlı mı?"
"Değil ama çok gençsin yüzbaşı olmak için."
Ah neyi savunuyordum ki ben! Adam demek ki başarılı. Benim gibi TUS sınavına iki kere girip bok yememiş, çalışmış başarmış.
"Ya neyi tartışıyoruz ki biz?" dedim öfkeyle. Açıkçası sohbet hiç sarmamıştı çünkü aklımda sürekli beni kabul edip etmeyeceğinin sorusu dolaşıyordu.
"Sen özel olarak mı böylesin?" O da öfkelenmişti.
Pekala. O zaman geri adım atma sırası bendeydi.
"Ya şimdi şöyle-"
Devamını uzun süre düşündüm o da ne saçmalayacak bu manyak der gibi bakıyordu gözlerime. "Bak..." dedim onunla uzlaşmaya çalışmaya çalışan bir ses tınısıyla. "Ben zor durumdayım. Aptal kardeşim benim doktorluğu bıraktığımı yanlışlık ağzına kaçırmış. Aileme söylemiş hâliyle de kavga ettik çünkü beni bu mesleğe onlar zorladı, ben severek yapmadım asla. Altı yıllık bölümü sekiz yılda zor bitirdim. Ah neyse, sonuç olarak ailemle kavga ettim ve evi terk ettim. Ayrıca onlara, beni bu mesleğe zorladıkları için de hep kızgındım. Yani bu terk ediş, aslında uzun zamandır istediğim bir şeydi. Ama şimdi... O şehri, yani İzmir'i terk ettikten sonra buraya geldim. İşe daha başlamadım maalesef, biriktirdiğim para da suyunu çekti. Bu aptal paragözler de bana paramı vermedi. Kalacak yerim yok anlayacağın ve galiba senin merhametine ihtiyacım var."
Tatlı olmaya çalışarak gözlerimi kırpıştırdım. "Ben çok iyi yemek yaparım."
Yalan
"Çok iyi temizlik yaparım."
Yalan
"Beni kabul edersen yani... Sen faturaları ödersin ben de yemek, temizlik falan... Bunları üstlenirim. Olur mu?"
Cevap vermedi.
Bu sessizlik de beni sinirlendirdi. Gururumu yeterince ayaklar altına almıştım. Ben küstah bir insandım, böyle şeylere gelemezdim.
Öfkeyle ayağa kalkıp valizime doğru ilerlemeye başladım. Gerekirse sokakta yatardım ama yine de kimseye yalvarmazdım.
Gidecektim.
"Aman her neyse canım! Sana da bunları niye anlattım bilmiyorum, çok dolmuşum ondan herhalde. Tamam gidiyorum sen de bu evde tek başına kal, hadi hoşçakal!"
Son sözümü söyleyip saçlarımı savurduğumda ağzımdan "Hıh!" diye saçma bir tepki döküldü.
Titremeye başlayan ellerimle valizin kulpunu kavradığımda içimden bir ses gitme kal diyordu ama o sesin, ses tellerini kesip susturdum. Lanet gururum her zaman galip geliyordu.
"Dur."
Bu ses...
"Tamam kalabilirsin."
Heyecanla ona bakıp valizin kulpunu anında bıraktım. Aynen canım, gurur önemli.
"Gerçekten mi?"
Utanmasan adama sarılacaksın! Kızım biraz ağır başlı olsana lan!
"Ama bir şartım var."
Yüzümdeki tebessüm anında silindi. "Ne?" dedim sönük bir sesle. "Ne şartı?"
Ayağa kalkıp bana doğru ilerlemeye başlığında aramızdaki boy farkı yüzünden başımı kaldırıp ona bakmak zorunda kaldım.
"İstediğim her şeyi yapacaksın küçük şeytan."
Ne? Şaka mı bu?