3

1193 Words
Kore'ye döner dönmez uyku düzenim yine alt üst olmuştu. Gece Andrew ile izlediğimiz diziden altı bölüm izlemiş ve geç uyumuştuk fakat ben sabahın erken saatlerinde uyanmıştım. Yine aynı kabuslara uyanmaya başlamıştım. Jungkook'un beni terk ettiği sabaha uyanmıştım. Bir insan kaç kere terk edilirdi? Ben düzenli olarak hemen hemen her sabah terk ediliyordum. Makinadan fincana doldurduğum kahveyi alıp balkona doğru ilerledim. Artık düşünmek istemiyordum fakat bu benim elimde olan bir şey değildi. Doğum günümün sabahında her şeyin artık çok daha farklı olacağını düşünerek uyanmıştım. Her şey çok daha farklı olmuştu fakat düşündüğüm üzere iyi anlamda değil. Geceyi kollarında geçirdiğim adam uyandığımda yanımda yoktu. Aklıma beni terk edeceği ihtimali gelmediği için kahvaltı hazırladığını düşünerek mutfağa bile bakmıştım. Yoktu. Telefonu kapalıydı, şirkette yoktu. Kimse onun nerede olduğunu bilmiyordu. Sürekli ne hata yaptığımı düşündüğüm üç saatin ardından çıkıp geldi fakat o değildi. Yani benim sevdiğim adam değildi. Bakışlarındaki farklılık, konuşması, benim aşık olduğum, gece boyunca bana aşk dolu sözler fısıldayan adam değildi. ' Büyük bir hata yapıyoruz.' Sesi zihnimde yankılanmaya başladığında refleks ile gözlerimi yumdum. O gün gözlerimin önüne geldiğinde göz yaşlarım özgürlüğüne kavuştu. 27 Kasım 2015 Kapıdan içeri girdiğinde hızla koşup boynuna sarılırken kollarımı itebileceğini hiç düşünmemiştim. Tedirgince geri çekildiğimde bakışlarında gördüğüm değişikliği kabul etmek istemedim bir süre. "Büyük bir yanlış yapıyoruz." Neyden bahsettiğini anlamadığım için bir süre boş boş yüzüne bakmıştım. "Ben artık bu ilişkiyi yürütemiyorum." Bu asla beklediğim bir şey değildi. Beni seviyordu, onu seviyordum ve bu beraber olmamız için yeterliydi. Ellerini saçlarına daldırıp bıkkın bir nefes verdiğinde şok içinde onu izledim. "İkimiz de henüz çocuğuz ve dün gece yaptığımız şey çok yanlıştı." Jungkook, pişmanlık barındırmayan yüz ifadesiyle konuşurken kafamı iki yana salladım. "İkimiz de reşitiz ve çocuk falan değiliz. Beni seviyorsun?" Merakla gözlerine baktığımda kafasını hızla iki yana salladı. "Sevmiyorum." Kalbimi paramparça eden tek kelimenin ardından göz yaşlarım dökülmeye başladı. Buna inanmak istemiyordum. Daha önce defalarca bana beni sevdiğini söylemişti. Hepsi yalan olamazdı. "Ben seviyorum sandım. Sen çok güzel bir kızsın ve ben senden etkilendim. Dün geceden sonra fark ettim ki bu sadece hormonal bir durum." Tüm bunları nasıl söyleyebiliyordu? Beni, düşünmeden nasıl böyle parçalara ayırabiliyordu? Yaşımız küçük olabilirdi fakat hissettiğim şey gerçekti. "Şu an başka bir şey var ve sen saçmalıyorsun. Lütfen daha fazla konuşma." Kafamı iki yana sallayarak söylediği tüm şeyleri reddederken Jungkook kendinden gayet emin bir tavırla beni paramparça etmeye devam etti. "Saçmalamıyorum. Ben çok fazla düşündüm. Daha fazla yanlışa sürüklenmeden bitirelim." Tekli koltuğa bedenimi bırakırken kafamı ellerimin arasına alıp bir süre göz yaşlarım eşliğinde düşünmeye çalıştım. Aklıma gelen şey ile göz yaşlarımı silerken bakışlarımı ona çevirdim. "Neden korkuyorsun? Babam mı? Kariyerin mi? Şirketin ilişki yasağını düşünüyorsan bu zamana kadar nasıl devam ettiyse öyle devam eder." Ben heyecanla konuşup ondan ufacık bir umut beklediğimde yine karşılığında parçalara ayrıldım. "Seni gerçekten sevseydim bunlar engel olmadı ama ben tüm bunları karşıma alacak kadar seni sevmiyorum. Ufacık bir cahillik için kendimi tehlikeye atama Ha Eun." Soğuk kanlı bir katil gibiydi bakışları. Bunları gerçekten düşünmüş müydü? Yaşadığımız onca şey, geçen iki sene tamamen yalan mıydı? Ben onun için gerçekten de sadece basit bir çocukluk heyecanı mıydım? "İnanamıyorum. İnanmak istemiyorum. Sen bu değilsin." Hayret içinde konuştuğumda rahat bir tavırla omuz silkti. "Seni gerçekten sevseydim, başka birinden etkilenmezdim." Duyduğum şeyi duymamış olmayı isterdim. O an sağır olmak belki de dünyada en çok istediğim şeydi. Jungkook, dün gece benimleydi. Bana çok özel bir doğum günü hediyesi vermişti. Bu kadar yalan olamazdı hayatımızda. "Bu senin için yeterli bir açıklama sanırım artık inanırsın." Dış kapıya doğru ilerlerken şaşkınlıkla ona bakıyordum. "Umarım çabuk toparlanırsın ve gerçekten aşık olup aşkın ne olduğunu anlarsın." Bunları söyleyen o olamazdı. O , beni küçücük bir çocuktan bile kıskanan bir adamdı. Başka birine aşık olmamı temenni edecek kadar kafayı mı yemişti? Kapıdan çıkmadan önce arkasına döndü ve duygusuz bir şekilde gözlerime baktı. "Mecbur olmadığımız sürece görüşmeyelim Ha Eun." O, kapıdan çıkıp gitti ve biz bir daha hiç görüşmedik. Tam da onun istediği gibi oldu ve biz mecbur kalmadığımız sürece görüşmedik, hiç mecbur da kalmadık. Gözümden akan yaşları silerken kendime gelebilmek adına derin bir nefes aldım. Zamanında çok ağlamıştım ve artık onun için tek bir göz yaşı bile dökmemem gerekiyordu. Sıcak bir duş beni kendime getirebilecek en iyi yöntemdi. ... "Sabah neden ağladın?" Andrew'in sesi ile bakışlarımı telefondan çekip ona döndüm. Sabah ağladığımda uyuyor olduğuna emindim. Duşa girmeden önce kontrol etmiştim. "Bunu nereden çıkardın?" Zoraki bir şekilde gülümseyip etrafıma baktım. Şirketin yakınlarında bir kafede kahvaltı yapıyorduk ve tanıdık birinin bu konuşmaya şahit olmasını istemezdim. "Ağladığın belli olmasın diye sıcak duş alıyorsun." Kendinden emin bir tavırla konuşunca şaşkınlıkla bir süre ona baktım. "Bunu nereden çıkardın?" Bakışlarımı ondan çekip kahvemden bir yudum aldım. Beni bu kadar iyi tanıması haksızlıktı. "Çünkü sıcak duş gözlerini kızartıyor ve sen sürekli sıcak duştan dolayı gözlerinin kızardığını bahane ediyorsun. Şimdi bunu boşver Ha Eun. Ne oldu?" Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım ve konu ile alakasız olsa da aklımdaki şeyi dürüstçe söyledim. "Andrew, bana böyle davrandığın zaman kendimi kötü hissediyorum. Bu kadar ilgili olma çünkü karşılığını veremiyorum." Andrew, hafifçe gülümseyerek elindeki peçeteye dudaklarını sildi. Ben merakla onun tepkilerini ölçerken o gayet rahat görünüyordu. "Ne zamandan beri senden bir karşılık bekliyorum? Ne zaman böyle bir şeyi dile getirdim? Ayrıca karşılık almak için değil içimden geldiği için seninle ilgileniyorum." Bir süre gözlerinin içine baktım. Gerçekten hiç üzülmüyor muydu? Ona aşık değildim ve o bunu biliyordu. Buna nasıl katlanıyordu? "Seni daha fazla üzmek istemiyorum Andrew. Bu yüzden lütfen bu kadar ilgili olma." Andrew şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı ve bir süre sonra alaycı bir ifadeyle gülümsedi. "Buraya geleli üç gün oldu ve sen şimdiden ilişkimizi sorgulamaya mı başladın?" Bu kesinlikle yanlıştı fakat elimde olan bir şey değildi. Ayrıca bir ilişkimiz olduğunu kabullenemiyordum. O hala benim Amerika'ya gittiğimde bana destek olan arkadaşım gibiydi. "Sorgulamak değil. Sadece seni düşünüyorum." Yalan değildi, onun üzülmesini istemiyordum. Sevilmeyi oldukça hak eden bir adamdı. "24 yaşındayım ve kendimi düşünebilirim sevgilim. " Çatala batırdığı peyniri bana uzatırken gülümsedi. "Hem kendimi hem de seni düşünebilirim." Bazen o kadar inandırıcı konuşuyordu ki inanıyordum. Ama daha sonrasında boş bulunup gizleyemediği hüzünlü bakışlarla karşılaşınca iyi bir yalancı olduğunu anlıyordum. "Ben doydum. Ellerimi yıkayıp geliyorum." Masadan kalktığımda kafasıyla beni onayladı. Lavaboya giden koridordan geçerken erkekler için olan bölümden çıkan tanıdık bedenle adımlarım bir anda durdu. Ben şaşkınlıkla ona bakarken o beni burada gördüğüne hiç şaşırmamış gibiydi. Kendimi toparlayıp yanından geçeceğim an bileğime değen eli ile irkilerek bir iki adım geri gittim ve temastan kurtuldum. Bana bir daha asla dokunmayacaktı. "Dün söylediğim şeyde ciddiydim." Yüzüne boş boş bakarken dün ne söylediğini ve hangisinde ciddi olduğunu anlamaya çalıştım. "Hyunglar seni seviyor ve sanırım şirkette çalışacaksın. Birbirimizi görünce en azından selam verebiliriz." Bıkkın bir nefes verip kafamla onu onayladım. "Merhaba." Sahte bir ifadeyle gülümseyip adım atacağım anda söylediği şey ile duraksadım. "Ona aşık değilsin." Alay içeren sesine karşılık gözlerim şaşkınlıkla açıldı. Bu konuyu benimle konuşmaya nasıl cesaret ediyordu? "Bunu bilemezsin." Kafamı iki yana sallayarak gülümsediğimde aynı şekilde alayla güldü ve ellerini cebine koydu. "Aşıkken nasıl baktığını biliyorum ben." Kendinden emin ifadesi yüzünü dağıtma isteği uyandırsa da yapmadım.  Onu, onun lafları ile vurmaya karar verdim. "Beni hiçbir zaman aşıkken görmedin. Unuttun mu? O sadece çocukluktan ibaretti." Afallamış ifadesini fırsat bilerek yanından geçip lavaboya girdim. Yüzüme soğuk suyu çarparken zihnimde tek bir cümle dönüp duruyordu. Ağlamak yok. Vote Jungkook'a sövme köşesi.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD