2

1602 Words
"Yalnızca üç gün için otelde mi kalacağım yani?" Andrew, huysuz bir şekilde konuştuğunda göz devirmemek için kendimi zor tuttum. New York'ta birkaç kere aynı evde kalmıştık fakat bu arkadaşlarımızla birlikte olmuştu. Başbaşa iken aynı evde kaldığımız hiç olmamıştı. "Senin için babanla tanışmaya geliyorum ve beni evinde bile misafir edemiyorsun." Söylenerek yürümeye devam ettiğinde elinden tutup onu durdum ve gülümsedim. "Babam seni sevmiş olabilir fakat aynı evde kaldığımızı duyarsa sorun çıkarabilir." Tatmin olmamış bir şekilde kafasını iki yana salladı. "Sorun baban değil, sensin sevgilim. Önce bunu bir kabul etsen mi?" Omuzlarım düşerken bakışlarımı kaçırıp caddede gezdirdim. Yaklaşık bir senedir güzel giden bir ilişkimiz vardı. Aşık değildim fakat mutluydum. Bana kendimi iyi hissettiriyordu. Değer veriyordu ve ona aşık olmadığımı bilmesine rağmen beni hiçbir şey için zorlamıyordu. Zor zamanlarımı atlatmak için bana büyük yardımları olmuştu. Beni gerçekten sevdiğini söylüyordu ve bunu hissettiriyordu. Bazen bu durum yüzünden kendimi kötü hissetsem de onun tüm her şeyi bilmesi ve bilerek yanımda olması beni rahatlatıyordu. Aynı evde kaldığımız durumda bana bir zararı olmayacağını biliyordum fakat yine de istemiyordum. Bazen bir aptal gibi, Jungkook'u aldattığımı hissediyordum. Bu hastalıklı bir histi. Jungkook'un tüm yaptıklarından sonra bu düşünce yanlıştı fakat elimde olan bir şey de yoktu. Onu tamamen ardımda bırakmak yaşananları unutmak demek değildi. Hafızamı sildirmediğim sürece yaşattığı iyi ve kötü anıları unutamayacaktım. "Salonda uyurum." Andrew, küçük bir çocuk gibi yüzüme baktığında yeşil gözleri umutla parladı. Dudaklarımı birbirine bastırdım ve kafamla onu onayladım. Buraya geldiğim ilk andan itibaren en başa dönmüş gibi hissediyordum ve Andrew'in varlığı yanımda olursa iyi olurdu sanırım. Ellerimizi hiç ayırmadan yürümeye devam ettiğimizde gülümseyerek yanağıma bir öpücük bıraktı. Biraz önce ona izin verdiğim için teşekkür ediyor olmalıydı. "Onu gördün mü?" Sesi bir anda ciddileştiğinde ona bakmadan kafamla onayladım ve kenarda duran çikolata dükkanını gösterdim. "Çikolata alalım mı?" Bakışlarımı ona çevirdiğimde onaylamaz bir şekilde kafasını iki yana salladı. "Sen çikolata sevmezsin. Çok mu kötü geçti?" Bu konu hakkında konuşmak istemiyordum ama anlaşılan Andrew bu konuda ısrarcı olacaktı. "İyi veya kötü diye nitelendirilebilecek bir karşılaşma değildi. Sadece karşılaştık ve selamlaştık bu kadar." Derin bir nefes alıp gülümsedim. "Sen seversin çikolata. Bak buranın çikolataları harika." Andrew, son söylediğim şeyi hiç duymamış gibi bir süre düşünceli bir şekilde yüzümü inceledi. "Canın mı acıdı? Nasıl hissettin?" Bir insanın yeni sevgilisi ile eski sevgilisini konuşması kadar boktan bir durum olamazdı ve bu durum canımı sıkmaya başlamıştı. "Hiçbir şey hissetmedim Andrew. Sadece onu görmek istemedim hepsi bu. Şu konuyu kapatabilir misin?" Zoraki bir şekilde gülümseyerek beni onayladığında ben de gülümseyerek karşılık verdim ve biraz önce gösterdiğim çikolata dükkanına ilerledim. Andrew'in buraya gelmesi bir hata değildi aksine benim için iyi bir olaydı fakat onun için aynı şeyi söyleyemezdim. Üzüldüğünü hissetmek kendimi kötü hissettiriyordu. Ona karşı her zaman şeffaf olmuştum. Onunla uzun süren bir arkadaşlığımız vardı, sonrasında bana olan hislerini söylediğinde ona açıkça hislerimi anlattım. Ona aşık olmadığımı fakat onunla iken mutlu olduğumu eğlendiğimi söyledim. Onu gerçekten çok sevdiğimi fakat bunun tutkulu bir şekilde olmadığını da söyledim. Yine de denemek istedi. Hislerimin değişebileceğini ve beni bekleyebileceğini söyledi. Bir senedir sözde sevgiliydik fakat el ele tutuşmak, öpüşmek ve ufak temaslar dışında eskisi gibiydik, arkadaş olduğumuz dönemler gibi. Derin bir nefes alıp zihnimdeki düşünceleri silmeye çalıştım. İlişkimi sorgulamam gereken bir zamanda değildim. Kesinlikle bu ilişkiyi şu an sorgulamak bir hatadan ibaretti. Seul sokaklarında uzun bir yürüyüş yapmış ve sonunda eve gelmiştik. Andrew, söylediği gibi salonda yatarken ben yeni odama geçip kendimi yatağa attım. Her şey yolundaydı, kötü şeyler düşünmeye gerek yoktu. Her şey yolunda olmak zorundaydı. .... "Şirkete gelmek zorunda değildin. Babamı görüp hemen çıkacağım zaten." Memnuniyetsiz bir şekilde konuştuğumda Andrew elimi tuttu ve destek olmak istercesine sıktı. "Şu yüz ifadeni biraz düzeltsen mi? Gören sevgilin değil sapığın sanacak beni." Dudaklarımı büzerek kafamla onu onayladım ve asansöre doğru ilerledim. Kimseyle karşılaşmak istemediğim için muhakkak birileri ile karşılaşıyordum işte. Neyse ki bu sefer çok sevdiğim biri ile karşılaşmıştım. "Ha Eun?" Hoseok, gülümseyerek kollarını iki yana açtığında Andrew'in elindeki elimi çekip asansör kabininin içindeki Hoseok'a sıkıca sarıldım. "Dün gelmişsin?" Geri çekilip kafamla onu onayladım ve gülümsedim. Gerçekten çok özlemiştim. "Sürpriz yaptım." Bakışları Andrew'e kaydı ve kısa bir tebessümün ardından tekrar bana döndü. "Konuşulacak çok şey ve verecek büyük bir hesabın var. Biliyorsun değil mi?" Yarı şaka yarı ciddi bir ifadeyle konuştuğunda dudaklarımı birbirine bastırarak onu onayladım. "Çocuklar seni görmek istiyor. Pratiğe gelmek ister misin?" Kafamı anında iki yana salladım. Diğerlerini görmek isterdim fakat bu Jungkook'un olmadığı bir ortamda olmalıydı. Hoseok'un bakışları kısa süreli tekrar Andrew'e kaydı ve bana dönüp fısıldayarak konuştu. "Bizi anlıyor mu?" Gülümseyerek kafamı iki yana salladım. Andrew, belli başlı kelimeler dışında Korece bilmiyordu. "O olmayacak, bugün izinli. Pratiğe gel ve eskisi gibi sohbet edelim" Birkaç saniye düşünüp derin bir nefes aldım ve kafamla onu onayladım. "Andrew de isterse pratik bitiminde geliriz." Asansörün kapısı açıldığında Hoseok gülümseyerek elini omuzuma patpatladı ve göz kırptı. Andrew'in bakışlarını üzerimde hissettiğimde ona döndüm. Durgun ifadesi bir anda değişti ve hafifçe gülümsedi. Her şeyin farkındaydı. Acılar geçiyordu fakat anılar baki kalıyordu. Onu görmesem bile bana onu hatırlatacak birilerini görmek bile bana iyi gelmiyordu. Nasıl bu kadar çok sevebilmiştim bilemiyordum. Geçirdiğimiz her an çok güzeldi, ayrılık anı hariç. Hayatımda yaşayıp yaşayabileceğim en büyük hayal kırıklığıydı. Yıllarca o anın kabusları ile uyanmıştım. Babamı ziyafetimizin ardından prova bitişini beklemiştik. Provaları bittiğinde pratik odasına girip hepsi ile samimi bir şekilde sarılmıştık. Sanki üzerinden yıllar geçmemiş gibi aynı samimiyet ile karşılanmak bana iyi gelmişti. Bu odadaki bir kişi hariç herkes eskisi gibiydi. Yoongi, sanki bana karşı tavırlıydı. Bunu habersizce çekip gitmeme yormuştum, bu yüzden bana kızgın olabilirdi. Minderlere oturup sohbet etmeye başladığımızda Andrew anlamasa da yanımda gülümseyerek beni izliyordu. "Saçını kestiğimiz günü hatırlıyor musun?" Jimin, gülümseyerek konuştuğunda göz devirdim. "Gerçekten bazen çok sinir bozucu oluyordunuz." Homurdanarak konuştuğumda herkesin aklına o gün gelmiş olacak ki kahkaha attılar. "Hala öyle olduklarına emin olabilirsin." Namjoon, bıkmış bir ifadeyle konuşup Taehyung'un kafasına hafifçe vurduğunda kıkırdadım. Jimin ve Taehyung, ben pratik odasında uyuklarken saçımı kesmişlerdi hem de çok denebilecek kadar fazla. Sırf ben yeni saç renkleri ile dalga geçtiğim için bunu yapmışlardı. Sonrasında küçük çaplı bir kıyamet kopmuştu. Gerçi benden çok Jungkook kızmıştı, uzun saçlarımı çok seviyordu ve onlar yüzünden saçlarımı omuzlarıma kadar kestirmek zorunda kalmıştım. Uzun bir süre saçlarımı uzatmak için türlü bakımlar yapıp uygulamıştık. Jungkook, her gün yeni bir saç maskesi ile geliyordu. Belki de onun yüzden artık saçlarımı kısacık kestiriyordum. Omuzlarımın biraz üstünde olan saçlarıma ellerim gittiğinde buruk bir ifadeyle gülümsedim. "Sonra da Jungkook benim en sevdiğim tişörtlerimi kesmişti. Küçük bir çocuk gibi ağlayacaktım."  Taehyung, anı yaşar gibi hüzünlü konuştuğunda Jungkook'un adını duymak boğazıma bir düğüm oturmasını sağladı. "Ağladın ya zaten." Jimin, gülümseyerek konuştuğunda Hoseok'un bakışlarını üzerimde hissettim. Tepkilerimi ölçmeye çalışıyor gibi bir hali vardı. Zoraki bir şekilde gülümseyerek bakışlarımı kaçırdım. "Bırakın eskileri şimdi. Yeni hayatın nasıl?" Namjoon da Hoseok gibi durumun farkında olanlardan biri olarak konuyu dağıtmaya çalıştığında ona ayak uydurdum. "Süper. Okulu derece ile bitirip Hollywood'da çok güzel bir oyunculuk eğitimi aldım." Ben heyecanla konuştuğumda hepsi şaşkınlıkla gülümsedi. "Bu süper. Oyuncu mu olacaksın yani?" Jin, destekleyici bir şekilde konuştuğunda omuz silktim. "Başkanı ikna edebilirsem öyle olacak." Memnuniyetsiz bir tavırla konuştuğumda Taehyung omuzuma patpatladı. "O biraz zor gibi ama neyse." Ben zor olduğunu düşünmüyordum. Babamı ikna edebilirdim eğer ikna edemezsem de hayallerimden vazgeçecek değildim. "Bir yolunu bulacağım artık." Mırıldanarak konuştuğumda pratik odasının kapısı açıldı ve herkesin bakışları anında kapıya kaydı. Kapıda gördüğüm beden ile birkaç saniye duraksadım. Ben ne kadar şaşkınsam o da en az benim kadar şaşkındı. "Sen izinli değil miydin?" Hoseok, tedirgin bir şekilde konuşup kapının önünde duran jungkook'a doğru ilerlediğinde Jungkook omuz silkerek elindeki anahtarı gösterdi. "Yurda geçecektim. Anahtarımı burada unutmuşum." Bakışları benim ile Andrew arasında gidip geliyordu. Tedirgince bakışlarımı önüme çevirdiğimde Hoseok'un sesini duydum. "Anladım. Gidip dinlen o zaman sen." Jungkook'u açık bir şekilde yollamaya çalıştığında bakışlarım Yoongi'ye döndü. Bana öldürecekmiş gibi bakıyordu ve rahatsız olmuştum. Beni buraya Hoseok çağırmıştı, benim ne suçum vardı şimdi? Ayrıca onun geleceğini nereden bilebilirdim ki? "Artık burada olduğuna göre sürekli karşılaşacağız değil mi? Beni göndermek için girdiğin saçma çaba yersiz." Jungkook, sert bir tutumla konuştuğunda adım sesleri duydum. Kalbim kısa süreli bir hızlanma yaşarken Andrew'in elini elimin üzerinde hissettim. Destek olmak ister gibi sıktığında hafifçe gülümsedim. "E pratik nasıl geçti?" Jungkook, rahat bir tavırla konuşup tam karşımdaki mindere oturduğunda bıkkın bir nefes verdim. Onun için hiçbir şey olmamış gibi davranmak kolaydı çünkü acı çeken bendim, terk edilen bendim. O kendi tercih ettiği yolda ilerlerken ben kendime yeni bir yol tercih etmek zorunda kalmıştım. Yine de melankoliye bağlayıp ona tekrar boyun eğmeyecektim. O böyle olmasını istiyorsa böyle olurdu. Benim için sıkıntı vardı fakat yokmuş gibi davranacaktım. "Yorulduk." Taehyung, fısıltı şeklinde konuşup tedirgince etrafına bakındı. Ortamda inanılmaz bir gerginlik vardı ve bunun sebebi biraz önce odaya giren şahıstı. Andrew'e uzatılan tanıdık eli gördüğümde bakışlarım elin sahibine kaydı. "Jungkook." Jungkook'un yüzündeki sahte gülümseme silinmeden Andrew elini uzatıp tokalaştı. "Andrew." Herkes gergin bir şekilde Jungkook'un oluşturduğu ortama bakarken ben jungkook'u öldürmek istiyordum. Nasıl bu kadar rahat olabiliyordu? "Akşam yurttayız hepimiz değil mi?" Jungkook, diğerlerine bakarak konuştuğunda Namjoon kısaca onu kafasıyla onayladı. Kimse bu tavırlarına anlam veremiyor gibiydi ama ben anlayabiliyordum. Maalesef ki onu çok iyi tanıyordum. Bana meydan okuyordu. Geçip giden yılların üzerine neden böyle bir şey yaptığına anlam veremesem de bu böyleydi. "İsterseniz siz de gelin. Akşam oyun partisi var. Sen seversin." Jungkook, bana bakarak konuştuğunda bir süre duraksadım. Muhatabının ben olup olmadığımı anlamam biraz uzun sürmüştü. "Ben artık oyun oynamıyorum." Mırıldanarak konuşup ayağa kalktım. Andrew de benimle aynı anda ayağa kalkmıştı. "Biz gitsek iyi olur. Andrew'e göstermek istediğim yerler var." Diğerlerine bakarak konuştuğumda Jungkook hariç hepsi ayaklanmıştı. Ben hepsine tek tek sarılırken Andrew yalnızca el sıkışmıştı. Kendimi odadan dışarıya attığım an rahat bir nefes aldım ve kendime gelmeye çalıştım. Jungkook, haklıydı. Bundan sonra sık sık karşılaşacağımız için ondan kaçmam yersizdi. Buna alışmam gerekiyordu. Vote  Jungkook'un ne bok yediğini tahmin edebilen var mı?
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD