Kömürlük
Bir sonraki sene, ortaokullu olacak olmamın sevinci kursağımda çoktan kalmıştı. Babamın kızların ortaokula gitmelerine gerek olmadığı sözü geçerlilik kazandı ve benim ortaokul kaydım yaptırılmadı. Ağlayıp yakardım babama. Okumayı ne kadar çok istediğimi anlatırsam ikna olur sandım. Babam bir temiz sopa çekti bana ve o gece evimizin bahçesindeki kömürlüğe ilk kez kilitledi beni. Kilitlemeden önce de aklım iyice başıma gelsin diye oradan bir odunla sırtıma bir iki kez vurdu. Canım çok yandığından değil de halen babama okula gitmek için ısrar ederek yakardığımdan gürültüler çoğaldı, kavga büyüdü, komşular bahçenin etrafına üşüştü. Kapı üzerime kilitlenirken pencereden komşuları da babamın Sezai Amca'yı ite kaka bahçeden çıkarmaya çalıştığını da gördüm. Cezalıydım ben o gece kömürlükte kalacak ve bir daha baba sözüne karşı gelmek neyse işte onu görecektim. Birkaç saat korkudan ağlamaya devam ettim. Her geçen saat dışarıyı iyice ıssızlaştırıyor, tuhaf seslerle beni karanlık kömürlükte başbaşa bırakıyordu. Sırtım acıyordu fakat yine de çok dua ettim; bir an önce uyumak için. Çok geçmedi uyumuş bir de uyanmışım. Gün ışığı, cezamın bittiği anlamına geliyordu. Kurtarıcım annemdi, kapı açıldı ve dışarı çıktım. Birlikte beni matematik kitabım yok diye kepaze eden eski öğretmenime gidip ricada bulunduk. Babam beni okula göndermiyordu ve eğer o benim başarılı bir öğrenci olduğumu söylerse babam belki beni ortaokula göndermeye razı gelirdi. Matematik kitabının kan davası bitmiş olmalı ki öğretmenim babamla konuşmaya geldi. Ama babam netti, "Onu okutacak durumum yok. Kitabı, defteri dünya para... Yetişemiyorum."
Öğretmen yapacağı bir şey olmadığını söyleyerek gitti. Okullar açıldı, kaydım yapılmadı. Okulların açıldığı ilk sabah Halil Efe'yi okula doğru yürürken gördüğümde çaresizlikle hıçkıra hıçkıra ağlamıştım. Gün içinde ise babamın yokluğunu fırsat bilip çarşının yolunu tuttum. Önce Kadir Amca'ya gittim. O çok zengindi ve beni okutmak için burs verirse babam okula gitmeme ikna olabilirdi. Ben de ileride ünlü bir avukat olup ona borcumu öderdim. Kadir Amca bu teklifime kahkahalarla gülerken öğle yemeğinde lahmacun yiyordu. Ucundan bir lokma bile ikram edilmeyen lahmacun kokusu genzime yapışmış bir halde çıktım dükkânından. Eve doğru yürürken Sezai Amca'nın matbaasının önünden seslendiğini duydum. Bana gazoz ikram etmeyi teklif ediyordu. Onun dükkânında gazoz içtiğimiz zamanları özlediğim önceki senedi de Halil Efe'nin beni oraya hiç getirmediğini hatırlayıp içerledim. Gecikmiş bir içerlemeydi. O okula giderken ben gitmiyorum diye de aklına hiç düşmediğime emindim ve hiçbir zaman benim onu önemsediğim gibi onun da beni önemsemediğini biliyordum. Eve gitmem gerektiğini söyledim. Israr etti, bir gazoz içimlik kadar. Beni dükkânın içine aldı, çırağına gazozumu sipariş etti. En son kömürlük hapsimi düşündüğünü belli etmemeye çalışarak halimi hatırımı sordu.
"Kötüyüm," dedim apaçık. "Babam beni okula göndermiyor Sezai Amca. Annem çok istiyor ama onu da dinlemiyor."
"Üzülme," dedi büyük adammışım gibi sırtımı okşayarak. "İkna olursa seneye devam edersin."
"Seneye neden ikna olsun ki? Kızlar on beş dedin mi evlenmeliymiş? Verirmiş beni birine bundan sonra o bakarmış. Sen kızın olsa onu da Halil Efe gibi okutur muydun Sezai Amca?"
Gülümsedi. Öyle çok oğlunu anımsatırdı ki bu gülüş onu en çok bu zamanlar severdim. Başını salladı olumlu manada ağır ağır, henüz gelen gazozumu uzattı.
"Halen kuaför mü olmak istiyorsun bakalım?" diye sordu. Bunu en son sorduğunda 8 yaşındaydım.
"Artık avukat olmak istiyorum. Sizin evde izlediğim bir filmde gördüm. Hapse sokulan suçsuzları savunuyorlardı. Etkilendim. Düşünsene Sezai Amca seni hapse attıklarında avukatın olmasa çıkabilir miydin?"
Yeniden gülümsedi. Saçlarımı okşadı yavaşça. Matbaa makinelerinin arasında, burnuma çalınan o bildiğim mürekkepli pas kokusunu çektim içime.
"Babanla konuşayım olur mu? Zor bir konuşma olacak ama sene ilerlemeden bir şeyler yapabilirsem yapayım."
"Babam..." ondan hiç haz etmediği gibi o konuştu diye benim bir araba sopa yiyeceğim de aşikardı. Bunları ona söyleyecek oldum ama o benden önce davrandı.
"Biliyorum beni sevmez ama yanıma Mustafa Amca'yı alırım. Onu kırmaz, dinler. Ama uygular mı bilmem?"
Sakallarının arasına gömülmüş zayıf yüzünden uzanıp öptüm. Bana o hep hatırladığım çocukluk umutlarımı aşıladı sözleri. Gazozumu bırakıp koşarak çıktım dükkândan. Eve girdiğimde soluk soluğaydım. Annemle göz göze geldiğimizde gülümsedim. "Unutuyorsun bak. Okula gitmemek dünyanın sonu değilmiş," dedi.
Mustafa Amca ile Sezai Amca o gece babamı ikna ettiler. Sezai Amca matbaada ona yardım edersem yevmiye verebileceğini söyledi. Babam bu fikre binaenaleyh beni okula göndermeye cazip baktı. En azından ekmeksiz akşamımız olmazdı. Babamın iş tutamadığı günler bir ekmek parası ile dönerdim eve. Yük azalırdı. Yokluk hafiflerdi. Ertesi gün annem, Ümit ve ben okula kaydolmaya gittik. Ortaokulun birinci sınıfında koca kızdım artık. Bir an önce derse girmek, özellikle de Türkçe öğretmenimi tanımak istiyordum.
Türkçe öğretmenim Burcu Hanım, hayallerimdeki öğretmendi. Bana romanlar getiren, kompozisyonlar yazdırıp yüreklendiren, şiirler okuyan ve okutan. Anladıklarımızın bakış açılarımıza göre değiştiğini öne süren bir farkındalıktaydı. Kısacık etekleri, kısa kesim modern saçları, takma kirpikli gözleri ile de dünya güzeliydi. Ta ki Halil Efe'nin Burcu Öğretmen'e aşık olduğunu duyana kadar. Duymakla da kalmayıp ona yazdığı mektubu okuyana dek. Halil Efe'nin edebi tarafının izlerini görmenin mümkün olduğu hisli mektubu öyle derin bir yara bırakmıştı ki içimde ona hiç söz etmeden mektubu geri uzatmış ve hiç fikir beyan etmemiştim. Oysa o mektuptan ve aşkından sadece bana bahsetmişti. Tek güvendiği kişi bendim bu konuda, çünkü onun dostuydum. Dostluk pek bir şey ifade etmedi benim için. Artık onunla dost olmak istemediğimi biliyordum. Önceki senelere nazaran ne istediğimi daha bilen edasında. Haftalarca küs gibi davrandım ona. Yolumu değiştirdim görüşmeyelim diye, iyice bir içerledim hakkım mı değil mi demeden? Matbaaya mı geldi Halil Efe? Daha çalışacak olan makinelerin arasını süpürmeye koyuldum. Ama benim hayatım ondan büsbütün kaçışı reva görmedi hiçbir zaman bana.
Annem Emine Teyze'nin topuklu terliklerinden biriyle evde dolaşmaya başladı o akşam. Emine Teyze, yenilerini aldığı için daha eskimeden verivermiş anneme de aman annem o ince topuklar, ucundaki tüylü ponpon ile kendini prenses sanıvermiş. İnsan onu giyince şapadanak hanımefendi oldum sanırmış. Bir giymek istedim, öyle kısa süre izin verdi fakat ayağıma da büyük gelince terlikler, üstelik de topuklu beceremedim verdim yine anneme. Keyifle arkama yaslanıp izledim onu. Evin içinde her zamankinden daha çok ayakta kalmak ister gibiydi. O esnada girdi babam, kapı ağzındaki höykürüşünü hiç unutmam. Soba demirini kaldırarak topuklu terlikleri annemin ayağından cebren alışını... Neyime gerek ise o terlikler kurtarılmalı dedim kendimce. Babama engel olmak istedim. Sen misin engel olan? Oysa bu defa hiç suçum yoktu. Terlikleri giydiğim an yakalanmamıştım, o terliklerin eve girişine sebep de değildim ve terlikleri sadece uzaktan izlerken görmüş, saf bir tanıktım. Soba demiri çevrildi bana. Ne ara kömürlük cezasına çarptırıldım bilmem. Babama karşılık veriyormuşum. "Bıraksaydın sadece evde giyseydi baba," dediğimi hatırlıyorum ama o kadar. Komşulardan birkaçı yine geldi bahçeye, kimse giremedi içeri. Bu defa Sezai Amca bile bahçe dışından yalvardı babama. Kapı üzerime kilitlendi, karanlıkla başbaşa kaldım. Avucumun içinde sımsıkı bir şey tuttuğu fark ettim uluyan köpeklerin arasında. Emine Teyze'nin suç aleti terliğinin tüylü tokası... Koparmış ve onu ateşten kurtarmıştım.
Çoktan uyuduğum bir vakit. Epeyce de üşümüşüm, kollarımla kendimi sarmış hafiften de titriyordum. Kaç saat uyudum öyle bilmem. Kapı gıcırtıyla açıldığında dışarıda uluyup duran köpeklerden birinin sesi dana net duyuldu. Gözlerimi açtım, kısık bir gaz lambası... Annem gelmişti, karanlıkta, soğukta ve yalnızım diye. Annemin bu cesareti nereden bulduğunu dillendirmezsem belki bir sonraki cezalarımda yine gelirdi. Halil Efe'nin tanıdık yüzü annemin korkaklığını bir kez daha vurdu yüzüme. Gece yarısı, kocasının yatağından kalkıp gelmezdi annem. Duyarsa, fark ederse onu da beni de öldürürdü. Belki Ümit'i bile kapıya atardı. Yok babam Ümit'i kapıya atmazdı. Ama çocuk korkardı! Annesi evde olmadı mı durmaz hep ağlardı. Yanı başıma diz çöktü Halil Efe, avucumdaki tüylü tokayı gösterdim ona. Kazandıklarım da var bu hayatta demek istedim belki de. Yanıma ilişti, üzerimize bir battaniye örttü. Evinden taşımış bana kadar, üşüdüğüm düşmüş belli ki aklına. Uyuyamamış! Battaniye azaltmadı soğuğumu, bildi sanki Halil Efe. Kollarını uzattı, sardı bana. Saçlarımı kokladığını fark ettim. Göz yaşı, is ve soba demiri kokuyor olmalıydı. Soba demirinin kokusunu bilmem, kokar mı onu hiç bilmem. "Sana hafta sonu izlediğim sinemada ki filmi anlatayım mı?"
Saçlarımı kokluyor diye bakamadım yüzüne. Bakamadan sordum. "Ne anlatıyor?"
"Aşk!"
"Artık aşk filmleri mi izliyorsun?"
"Büyüdüm ben..."
"Sende büyümeye ne kadar heveslisin?"
"Güzel bir şey..."
"Babam gibi bir kocam olacağını düşününce hiç güzel olmadığına karar verdim."
"Neden baban gibi kocan olacakmış ki?"
"Annem kızlar annelerinin kaderini yaşar diyor."
"Kaderini değiştirmek senin elinde diyen de benim babam."
"İyi de benimle daha iyisini evlenmeye ikna edecek değilim ki."
"Saçlarını koklayan her erkek seninle evlenmeye ikna olur merak etme."