4

1815 Words
Çiçek kokulu şampuan! Dokuz yaşındaydım. Dördüncü sınıfa yeni başlamıştım ve eylül ayının sonlarındaydık. Ortaokula başlayan Halil Efe'nin artık benimle oynamaktan çok da haz etmediği zamanlara denk düşen yıllardaydık. Kalecilikte epey yol kat ettiğim senelerden sonra onun yaşında ki erkeklerin attığı topları zapt edemediğim bahanesiyle erkek oyunlarına da alınmaz olmuştum. Dokuztaş oynadıklarında çağırıyorlardı  bir tek... Halil Efe hızlı koştuğum için hep kendi grubuna istiyordu beni. Gururlanmam için de yetiyordu. Okul çıkışı her sene, her gün olduğu gibi beni bekleyeceğini sandığım için her zaman beklendiğim kapı ağzında onu bekliyordum. Bilmem kaç dakika sonra okulda kimse kalmadığında Halil Efe'nin beklemediğini anlayıp da evin yolunu tuttum, yol boyu da kafamda senaryolar yazıyordum. O beni asla bırakıp gitmeyeceği için hastalanıp erkenden gitmiş olmalıydı. Eve girmeden, Emine Teyze'nin anlayışına sığınarak evlerine uğrayıp bir görmeliyim diye de yaptım planımı. Babamın en son bahçelerinde beş taş oynadığımız birkaç ay öncesinin sonrasında bana kati suretle onlara gitmeyi yasakladığını ise hatırıma hiç getirmedim. Halil Efe'nin babası Sezai amcanın matbaasında basılan yasaklı bir şeylerden dolayı hapse girip çıkmasına denk düşer bu zamanlar. Mahalleden babamla aynı fikirde olanların onlardan uzak duruşunun hikâyesi ile hiç ilgilenmediğim için gizli saklı gitmeye devam edecektim. Zaten babam da sonralarda "Sezai'yi kandırmışlar canım, yoksa bilmez miyiz onu, basar mı öyle şeyler?" demeye başlayacaktı. Sezai amca bir daha basana dek... Yol üzerinde yenilerde yapılan iki salıncaktan ibaret çocuk parkının salıncaklarında oturan iki çocuğu fark ettim kararlı adımlarla Halil Efelere doğru yürürken. Kıskançlık duygusu ile ilk tanışmama denk düşer bu zamanlar. Çocukluk aşkım... Daha doğrusu süper kahramanım Halil Efe'nin yan salıncağında oturan Lale'nin saçlarını kokladığını görmem. Ağladım mı bilmem? Ağlamamışımdır. Küçüktüm! Çok küçük! Ama öbek öbek yayıldı o his içime. Ne yapacağımı kestiremediğim bir hırçınlık yerleşti. Bir taş fırlattım onlara doğru. Salıncakları tutan direklerden birine çarptı lanet taşım ve hışımla uzaklaştım onlardan. Eve geldiğimde ise Halil Efe'nin bana okumam için verdiği Tommiks kitaplarından birini yırttım. Birkaç saat sonra yaptığıma pişman oldum. Yapıştırmaya çalıştım. Ama evimizde ki bant yetmedi. O gece gözümü ne zaman kapatsam Halil Efe ile Lale'yi parkta birlikte sallanırken hayal ettim. Ne yaptıysam kurtulamadım bu illet hatıradan. Alındım, kırıldım, parçalandım ama bir türlü kendimi bunun için haklı göremedim. Sabahında okula gitmek için çıktığımda ise Halil Efe her zamanki gibi kapımın önündeydi. Tommiks kitabını yırttığıma bin kez daha pişman oldum. Üç yaşındaki kardeşim Ümit'in, onun bana verdiği Tommiks kitabını yırttığından bahsettim. Emanet kitaplarına gözüm gibi bakardım ama nasıl olduysa bunu Ümit'e kaptırmıştım, çok üzgündüm. Onarıp ona geri verebilirdim. Belki yenisini bile alabilirdim... Oysa bunu yapamayacağımı ikimiz de biliyorduk. Geçen sene giydiğim ayakkabılarla geçirmiştim seneyi ve bana küçük geldikleri için uçları iyice patlamış, parmak uçlarım görünür olmuştu. Babam ya da annem bana hiçbir zaman okul harçlığı da vermezlerdi. Verseler eminim ki hep biriktirir ben de hediye etmek için Halil Efe'ye kitaplar alırdım. Bunları konuşacak değildik, Halil Efe vaadime karşılık, "Senden önemli değil," deyiverdi. Fakat bunu söylediği günün teneffüslerinden birinde yine Lale ile görünce onu ikircikli bir duygu yapıştı yakama. Mücadele etsem, minicik bedenimin altından kalkacağı yük de değil ki bu. Halil Efe, yine her sabah benimle okula gidiyor, bazı akşamlar ekse de çoğunlukla okuldan benimle dönüyor, bana kitaplarını hediye ediyor, güzel şeyler de söylemeye devam ediyor fakat bütün teneffüsleri Lale ile geçiriyordu. Garipti! Sonra bir laf ilişti kulağıma meğer Halil Efe ile Lale sevgililermiş. Sevgili olmak tam olarak ne demek bilmiyordum. Bir akrabalık türüymüş gibi geldi önceleri ama düşündükçe karar verdim. Lale'yi de Halil Efe'yi de hep tanırdım. Akraba olsalar bunu herkes gibi ben de bilirdim. Sevgililik sonradan olunan bir şeydi. Arkadaşlık gibi... Hangisi daha üst olabilir diye düşünedurdum. Arkadaşlık için herkesin herkesle yakıştırıldığını fark edince sevgililiğin üst aşama olduğunu da anladım. Gücüme gittiyse de bunu anlamanın tek yolu Halil Efe'ye hangisinin bir üst aşama olduğunu sormaktan geçerdi. Bir dönüş yolunda yan yana birlikte yürürken pat diye soruverdim. "Sevgili olmak nasıl bir şey ki?" "Arkadaşlık gibi işte..." "Öyle olsa adı sevgili olmazdı. Bir farkı olmalı." "Daha önemli hissetmek işte..." "Ne yani Lale, benden daha mı önemli?" Gülümsediğinde ince dudaklarının gerilmesi ile daha da ortaya çıkan çene gamzesi bu sorumla sunuma hazırdı. Annemin kumaştan diktiği çantamın sırtımda ki kulplarından birinden tutarak çantamı sırtımda askıya aldı. "Ağır olmuşlar yine sana göre. Bu kadar doldurma diyorum sana," dedi. Soruma cevap vermedi. O gece Lauren'den mi Lale'den mi daha çok nefret ettiğime bir türlü karar veremedim. Lale'nin Dandy sakızlarının kâğıtlarını pencereden dışarıya savurup huzursuz bir uykuya daldım. Birkaç gün sonra yine onları o parkta, aynı salıncaklarda gördüm. Halil Efe, yine saçlarını kokluyordu, Lale'nin. Yine beni okulun kapısında beklememişti. Ertesi sabah bunu ona sordum. Önce neden beni Lale varken görmezden geldiğini sonra saçlarını koklarken ne hissettiğini... Lale'nin benden pek haz etmediğini söylerken ki tereddüdü diğer soruma cevap verirken yoktu. Lale'nin beni sevmediğini altı yaşımdan beri bilirdim de diğer sorumun cevabı bir bilinmezlikle salladı beni. "Saçları çok güzel kokuyor." "Ne kokuyor?" "Çiçek gibi..." "Çiçek mi sürüyormuş saçına?" "Sanırım şampuanı öyle kokuyor." Kumral keçelerden oluşan saçlarımdan bir tutam çekip burnuma götürdüm. Toz kokuyordu! O gece anneme şampuanla yıkanmak istediğimi söyledim, sabunla değil. Saçlarımın arkadaşlarımın saçları gibi  kokmasını istiyordum. Sadece bir gün sonra yiyecek erzaklarının içinde gizlice taşıdığı şampuanı dolabıma kaldırıp babamın görmemesi için tembihledi annem. Babam fuzuli masraflara kızardı. İnşaatlarda çalışarak kazandığı üç kuruş paranın böyle lükslere harcanmasına razısı olmazdı. Para kazanmak kolay değildi. Babam ne Kadir Amca'ydı ne de Sezai Amca. Parlak ayakkabıları da yoktu, her akşam eve hediye kitapla gelmişliği de... Dandy sakızlarına ise kıl olurdu! Sen benden küçüksün! Halil Efe, daha kış bile çıkmamıştı ki Lale'den de saçlarının çiçek kokusundan da hevesini almış, sevgilisinin hayatındaki önemini eksiltmiş kısa sürede de yok etmişti. Yine Teksas kitaplarından bahseder olmuştu, çantama babasının en son aldığı kitabı sıkıştırırken bir an önce okuyup ona geri vermemi, Ümit'e kaptırmadan sağ salim diğerlerinin yanına koymak istediğini söylüyordu. Bazen belki de böyle söylediğinde alınırım diye kitaplarını tekrar tekrar okuduğu için benden geri dönüşünün çabuk olmasını istediğini söylerdi. Sabırsızlanıyormuş tekrar okumak için. Elbette Halil Efe o kitapları çok kez evirip çevirip okuyacaktı ama yine de benden dönüşü sağlanan her sağlam kitaba daha çok seviniyordu. Bana hiç vermemesi de olurdu, alınmazdım fakat o zaman muhabbetlerimiz sıkıcı olurdu. Halil Efe'ye göre biz en çok Teksas kitaplarından konuşurken eğleniyorduk. Bana göre Halil Efe ile yapılan her şey eğlenceliydi. Çok soğuk havalarda koştura koştura eve dönmemiz bile... Tommiks'ten bahsetmek onun için en eğlencelisi diye ben de keyifle en çok bunu konuşmayı severdim. Tommiks tıpkı Sezai amca gibiydi Halil Efe'ye göre. Bunu bana söylediği bir keresinde orta birinci sınıfa geçmek üzere olduğum ikinci dönem sonlarındaydık sanırım, "Bence Tommiks tıpkı sen gibi," demiştim. Onu Tommiks gibi gördüğümü bilseymiş, beni her gün okula bisikletle götürürmüş. Artık biliyordu ve karne alacağımız o gün beni okula bisikletle götürdü. Biz daha önce Halil Efe'nin bisikletine birlikte çok binmiştik fakat Halil Efe'nin gidona uzattığı kollarının arasında otururken saçlarımı koklayıp da "Senin saçların da güzel kokuyormuş," dediği ilk gündü. Halil Efe sabundan şampuana geçtiğimi ancak fark etmiş ve bin zahmetle sakladığım, korkarak banyoya taşıdığım şampuan zahmeti zafere ulaşmıştı. Ertesi sene aramızda ki arkadaşlığın hafiften koptuğunu düşündüreceğim uzaklıklar yaşandı. Bir kere beni okula her gün götürmez oldu. Bazı günler itina ile unuttu. Bazı günler unuttuğunu bile unuttu. Lale ile ayrılmıştı ve onunla aralarında sevgililik denen o şey olmazken de arkadaş gibi konuşmaya devam ediyorlardı. O zaman anladım ki sevgililiğin tek özeli saçların koklanmasıydı ve Halil Efe benim saçlarımı çoktan koklamıştı. Halil Efe'nin sesinin tonu değişmeye başlamış, biraz babası gibi biraz kendisi gibi olmuştu. Yaşıtlarının her birinde görülen o iğrenç sivilcelerden ara ara o da nasibini alıyordu. Yine yaşıtlarından çok daha uzundu boyu, ela gözleri, ince yüzü, ufak tefek burnu, hafiften peltek konuşması ise yaşıtlarının en karizmatik adamıydı. Yakışıklısı da... Artık eskisi gibi sokakta oynamıyor, sokakta yürürken bazı kızlar ona bakıyor, bisikletini ise sadece bir yerden bir yere gitmek için kullanıyordu. İspanyol paça pantolonlar giyiyor, saçlarını babası gibi yapıyordu. Ortadan ikiye ayırıp uzun tutamlarını kulaklarının tam üzerine bırakıyordu. Gömlekleri, yakalı en son moda sivri kesimlerdendi, boğazlı kazakları vardı. Anneme göre Halil Efe'ye boğazlı kazak çok yakışıyordu. "Delikanlı olmuş, söyledim ona Halil Efe hep kazak giy sen koca adam havası vermiş dedim, pek hoşuna gitti." Annem Halil Efe'yi sevse de babam ondan ve ailesinden çok haz etmezdi. Annem de sırf bu yüzden Emine Teyze'nin evine kahve içmeye gittiğini söylemezdi. Ona eskiyen kıyafetlerini verenin de Emine Teyze olduğunu söylemezdi. Hep başka başka adlar verirdi. Zengin bir akrabaları olduğu yalanını atardı. Babam da Sezai Amca'nın gömleklerini giydiğinden habersiz onun arkasından atar tutardı. Çoğu zaman da inancından dem vururdu. Bir gün akşam babam eve bir çığ gibi düştüğünde ise sebep işte o hiç sevmediği Sezai'nin oğluydu. Halil Efe'yi okul yolunda ki parkta görmüş ve bir kızı öpüyormuş. "Yaşına başına bakmadan... Arsız... Namussuz!" diye söylenip duruyordu. Halil Efe beni hiç öpmemişti! Ben de onu öpmemiştim. En küçükken bile. "Bana bak kız," babam yakamdan tutup da peşinen beni tartaklamaya başladığında ise şunu fark ettim. Babamın tehditlerinden daha önemliydi, Halil Efe'nin beni değil de başkasını öpmüş olması. "Bir daha o oğlanla gidip geldiğini duyayım kırarım kemiklerini. Elimi it kanına bulama benim." Ertesi gün Halil Efe beni okuldan almasa da ben gidip onun okulunun kapısına dikildim. Sonunda arkadaşları ile şakalaşarak gelen Halil Efe'yi gördüm. Sanırım beşinci sınıfı bitirmek üzereydim. Seneye onunla aynı okulda olacağım için de hevesli. Beni görünce arkadaşlarını bırakıp yanıma geldi. Sanki daha dün görüşmüşüz gibi, önceki senelerin samimiyeti ile eve doğru yürümeye başladık. Malum parka gelince salıncakta sallanmayı teklif ettim. Beni çocuklukla suçladı. O günlerde çocuk olmak çok fena bir şeydi. Büyümek ise paha biçilemez. Halil Efe orta ikinci sınıfı da bitirmek üzere olan bir yetişkin iken ben daha ilkokul bebesiydim. Huysuzluk ettim biraz da ısrar... Halil Efe beni sallamayacağını peşinen söyledi. Yine de yan yana o salıncaklara oturduk. Bana yeni kitaplarından vermediğini söyledim. Yarın hepsini toplu getirebileceğini söyledi. O da eskisi kadar çok okumuyormuş. "Neden ki, dersleriniz çok mu zor?" diye sordum bende. Bence bizimkiler o sene çok zordu. Alınamayan matematik kitabım yüzünden koca bir sene sürekli kulağımı çekip duran öğretmenin sınıfta beni madara edişi yüzünden bir an önce bitsin istediğim bir seneydi aynı zamanda da. Halil Efe'nin beşinci sınıf kitabından değil de başka bir yayınevinin kitabından almam gerekiyordu. Oysa ben başkasının eski kitapları ile okumaktan başka çaresi olmayan bir çocuktum. "Ödevler çok," diye kestirip attı. "Bizim de," diye anlatmaya başladım matematik dersinde başıma gelenleri. Çok kızdı. Öğretmenle konuşmayı teklif etti. "Boş ver," dedim ben de. "Annem konuştu birkaç kez. Fayda etmedi. Hem zaten sene bitiyor. Bir sonraki sene de senin okulunda olacağım." Kocaman gülümsedi. Bunu önemsiyor olması hoşuma gitti. Oysa artık eskisi kadar varlığımı düşünmediğine emindim. "Yine mi sevgilin var?" diye sordum. Bu normalmiş. Erkeklerin de kızların da başka başka sevgilileri olurmuş. "Benim neden yok?" "Demek ki kimseyi beğenmiyorsun. Kimse de seni beğenmiyor." Kimsenin beni beğenmemesi biraz ağır geldi. Suratımı astım belli belirsiz. Babamın söylediği düştü aklıma, hıncımı almak için onu vurdum suratına. "Babam bir daha seninle konuşmamı istemiyor. Sen kızları öpüyormuşsun." "İyi ya konuşma o zaman." "Ama beni öpmüyorsun ki." "Baban seni öpmemden mi korkuyormuş?" "Bilmem bunu babama sormadım." "Eğer öyleyse söyle korkmasına gerek yok, sen benden çok küçüksün. Seni öpmem." Küçük olmaktan bir süre daha nefret etmemin tek sebebiydi Halil Efe'nin sözü. 
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD