Berfu, okuduğu mesajla paniğe kapılıp hemen Şahin’i aradı. Tek seferde açılan telefonla hızlıca konuşmaya başladı.
“Şahin, böyle bir şey yapamayız! Sonu çok kötü olur.” dedi.
Şahin, “Sonu ne olursa olsun, seninle her yola girerim. Buraları az çok biliyorum ama benim bir asker olduğumu unutma, töre diyerek bizi bir şeye mecbur bırakamazlar. Seni kaybetmek istemiyorum.” dediğinde, Berfu,
“Töreler… Eğer kaçarsak ya ölüm ya berdel derler. Bizi öldüremezlerse ailenden bir kız almak isterler ve buna kimse engel olamaz.” dedi.
Şahin, “Güven bana, öyle bir şey de olmaz, buna izin vermem, seni de bırakmam. Yarın sabaha karşı konağın alt sokağında bekliyor olacağım. Bizi ayırmalarına izin verme, eğer sen gelmezsen gelir konaktan ben alırım seni.” diyerek Berfu’ya çok da bir seçenek bırakmadı.
Berfu, tüm gün sessiz sedasız ortalıkta dolaşırken, herkes onun Azad ile evlenmeyi kabul ettiğini düşünüyordu. Bir kızın ailesine karşı gelmesi bu topraklarda çok zordu.
Welat Ağa ise konakta kalmayı tercih etmiş, işleriyle ve oğlu ile ilgileniyordu. Oğlu sekiz yaşındaydı. Annesi doğumda hayatını kaybettikten sonra hayatına kimseyi almamış, sadece işi ve oğluyla ilgilenmişti.
Miran büyüdüğünde babası gibi olmak istiyordu; güçlü, otoriter, sert bakışlarıyla dostunu da düşmanını da ürkütmek, babasından gördüğü hareketlerdi.
Şervan ve Lale, çocukları Adil ve Arin ile zaman geçirirken, hayat onlar için bu konaktan çok daha fazlasıydı. Lale, bu topraklarda büyümüş biri değildi; Şervan’la okulda tanışmış ve evlenmişti ama bir gün bu topraklardan, bu töreden uzak yaşamak istiyordu.
Heja Hanım, kızındaki durgunluğu fark edip yanına gelip defalarca konuşmaya çalışmıştı. Ama Berfu,
“Lütfen anne, beni yalnız bırak.” diyerek odasından çıkmamıştı.
Akşam olduğunda, herkes yemek masasının etrafında toplanmış, yemeklerini yerken, Jehat Ağa,
“On beş gün sonra düğün kurulacak, ona göre hazırlığınızı yapın.” diyerek Heja Hanım’a baktı.
Heja Hanım kafasını sağa sola sallayıp derin bir nefes aldı. “Olur bey.” diyebildi sadece. Vedat ve Şervan herhangi bir tepki vermezken, Lale, Berfu’nun böyle bir evlilik yapmasına üzülüyordu.
Yatmak için herkes odalarına çekilirken, Berfu konağın içinde son kez dolaşmaya başladı. Gözünde canlanan bir sürü anı vardı; çocukluğu, gençliği, heyecanları, sevinçleri, gözyaşları bir bir gözünün önünden geçerken,
“Bundan sonra ne olacaksa olsun.” diyerek odasına gidip kendisi için küçük bir çanta hazırlamaya başladı.
Sabaha karşı telefonuna gelen mesajlarla, Şahin’in geldiğini anladı. Usulca çantasını alıp konağın dış kapısına geldiğinde, herkes uykuda olduğu için ortalıkta kimse yoktu. Korumaların nöbet değişimi için kapıyı boş bıraktıkları anı kolladığı için kimseye yakalanmadan çıkabilmeyi başarmıştı.
Şahin, Berfu’yu arabaya bindirip,
“Sakın korkma, hiçbir şey olmayacak. Her şey çok güzel olacak.” deyip arabanın motorunu çalıştırarak hızla gaza bastı.
Şahin ve Berfu, geleceğin onlara ne getireceğini bilmeden beraber bir yola çıktılar. Gidecekleri yer belliydi: Şahin’in memleketi.
Şahin’in memleketinde ise her şey aslında her zamanki gibiydi. Hilal, annesiyle birlikte uyanmış, hayvanların bakımını yapmış, daha sonra da her sabah olduğu gibi nişanlısı Ahmet’in mezarını ziyarete gitmişti.
Hilal, mezarlığa girdiğinde ayakları onu artık ezbere bildiği mezarın başına götürmüştü: Şehit Ahmet Tunca...
Hilal, boğazında oluşan düğüme engel olamayarak konuşmaya başladı sevdiğiyle:
“Ahmet’im, ben geldim. Sana söz verdiğim gibi hiçbir günüm senden ayrı geçmeyecek. Sensizlik çok zor geliyor, beni neden yanına almıyorsun? Ben seni çok özledim, sen hiç özlemedin mi?” diyerek mezar taşını okşadı.
Hilal, gözlerinden akan yaşları silme gereği duymuyordu. Beş yıldır her sabah buraya geldiğinde, içindeki özlemi bir nebze de olsa böyle durdurabiliyordu.
Hilal, yanında getirdiği suyu yavaşça mezarın üstüne dökerken,
“Sana söz veriyorum, toprağını hiçbir zaman kurutmayacağım. Kalbimde aşkın yaşadığım müddetçe her gün geleceğim, ölene kadar.” deyip ayağa kalktı.
“Yarın yine geleceğim ama bir kere de sen gel, benim rüyalarıma. Neden hiç gelmiyorsun ki?” diyerek yorgun, bitkin, çaresiz bedenini sanki sürükleyerek mezarlığın dışına doğru çıktı.
Fatma Hanım ve Turan Bey, evde yan yana oturmuş, konuşmadan gözleriyle birbirlerine, “Bu Hilal ne olacak?” diye soruyorlardı.
Şahin’in diğer kız kardeşi Esma, uyanınca,
“Günaydın anneciğim, günaydın babacığım!” diyerek Fatma Hanım ve Turan Bey’e sarıldı.
Turan Bey, karısı Fatma Hanım’a dönüp,
“Hanım, Esma’yı Fatih’e istemeye gelecekler, bizden haber bekliyorlar, ne zaman gelsinler?” dediğinde, Esma’nın yüreğinde kelebekler uçuştu.
Fatih, amcasının oğlu, çocukluk aşkı… Sonunda kavuşacaktı sevdiğine, Esma en azından öyle umut ediyordu.
Fatma Hanım,
“Şahin’le de konuşalım, izne gelebilirse gelsin o zaman; hem sözü hem nişanı bir arada yaparız, tez vakitte de düğünlerini kurarız inşallah.” dediğinde, Esma’dan daha mutlusu yoktu.
Hilal, eve geldiğinde duyduklarıyla hem sevindi hem de derin bir kedere gömüldü. Esma, biricik kız kardeşi sevdiğiyle kavuşacaktı ama Hilal’in kavuşması mahşere kalmıştı.
Hilal ve Esma, hızlıca kahvaltıyı hazırlayıp, ailecek kahvaltı yaptıktan sonra günlük bağ bahçe işlerine giriştiler.
Şahin ve Berfu, Samsun yoluna doğru döndüklerinde, Berfu yeşilin en güzel halini hayranlıkla izliyordu.
Şahin’e bakarak,
“Buralar gerçekten çok güzel, Şahin.” dediğinde, Şahin gülerek,
“Bundan sonra bu güzelliği her zaman seyredeceksin.” dedi.
İki âşık hiç durmadan Samsun’a, Şahin’in köyüne ulaştıklarında, Fatma Hanım ve Turan Bey, evin kapısında oturmuş akşam serinliğinde çay içiyorlardı. Gelen arabayı gördüklerinde,
“Oğlum, Şahin’im geldi!” diyen annesinin sesine Hilal ve Esma da kapıya çıktı.
Şahin arabadan indiğinde, arabanın sağ tarafına geçip kapıyı açtı. Uzattığı eli tutan Berfu, arabadan indiğinde herkes şaşırsa da bir şey söylemeden,
“Hoş geldiniz.” diyerek eve doğru yürüdüler.
Eve geldiklerinde, Şahin meraklı gözlerle onlara bakan ailesine dönüp,
“Berfu ile tanıştırayım. Biz kaçtık.” diye aniden söyledi.
Hilal ve Esma, ellerini ağızlarına götürüp tiz bir çığlık koparırken, Fatma Hanım ve Turan Bey birbirine bakmaya başladı.
Şahin, ailesinin sakinleşmesini bekledikten sonra, Berfu ile aralarında geçenleri anlattı. Turan Bey’in tek korkusu, oğlu Şahin’e ya da ailesine bir zarar gelmesiydi; yoksa Berfu’yu gelinleri olarak elbette kabul ediyorlardı.
Şahin’in amcası Murat ve yengesi Ayşe Hanım da Fatih’ten öğrendikleriyle hemen Şahinlere gelmiş, ne yapmaları gerektiğiyle ilgili oturup konuşmuşlardı.
Şahin, Mardin’in törelerinden bahsettiğinde herkesin rengi attı. Fatih’in içinde derin bir korku oldu çünkü biliyordu, Hilal asla bir evliliğe yanaşmaz, Şahin de ona karşı mahcup olduğu için böyle bir şey istemezdi. Eğer berdel derlerse, Esma’yı kaybetmekten deli gibi korkmaya başladı.
Fatih, sinirlerine hâkim olamayarak Şahin’e öfkeyle dönüp,
“Sen nasıl böyle bir sorumsuzluk yaparsın? Ya berdel isterlerse o zaman ne yapacaksın, kime vereceksin? Hilal’i mi, Esma’yı mı?” dediğinde, Şahin,
“Kapa çeneni Fatih! Kimseyi verdiğim yok, hem sana ne oluyor?” dedi.
Fatih hiç düşünmeden,
“Biz Esma ile birbirimizi seviyoruz! Eğer ya ölüm ya berdel derlerse, sen ölümü seç, çünkü ben Esma’yı ölürüm de vermem!” dedi.
Şahin, duyduklarına hem kızmış hem de sevinmişti. Fatih iyi bir çocuktu, kız kardeşi Esma’ya da iyi bir eş olurdu.
Şahin, Fatih’e doğru yaklaşıp elini omzuna koydu:
“Bak koçum, kimseyi vermeyeceğim ha, sen ne! Esma’ya gelince de çifte düğün yaparız.” diyerek Fatih’in içindeki korkuları sildi.
Hilal, tüm bu olanları odanın bir kenarında oturmuş sessizce dinliyordu. İçinden abisi ve kız kardeşinin mutluluğunu istemekten başka bir şey geçmiyordu.
Hilal, yaşadığı onca zorluğa rağmen Allah’a isyan etmemek için yaşama tutunmaya çalışıyordu, yoksa Hilal için bu hayatın hiçbir anlamı yoktu.
Fatma Hanım ve Ayşe Hanım, aralarında konuşup,
“Nikah olmadan Şahin’in evde kalması doğru olmaz.” diyerek, Şahin’in amcası ile birlikte gitmesine karar verdiler.
Berfu, yabancı olduğu bu evde bir türlü rahat olamıyordu. Bu aileye bela getirmek, isteyeceği en son şeydi ama Şahin’i ikna edemese de, Berfu bu aileye bela getirdiği için çok mahcuptu.
Hilal ve Esma, yatakları açıp,
“Berfu, dinlen, yarın yorucu bir gün olacak; düğün hazırlıkları başlar.” dediler.
Berfu, sabaha kadar bir sağa bir sola dönmüş, uyumakta çok zorlansa da gecenin geç saatlerinde uykuya dalabilmişti. Esma ise Fatih’e kavuşacak olmanın verdiği huzurla uykuya dalmıştı.
Hilal ise beş yıldır olduğu gibi bir türlü uyuyamamış, sabaha karşı bir saatlik bir uyku ile yeni güne başlamıştı. Sabah erkenden yine Ahmet’in mezarına gidip onunla konuşup, mezarını sulayıp eve döndüğünde, kapının önünde park etmiş arabalarla karşılaştı.
O an göz göze geldiği adamdan korkarak bir iki adım geri attığında, Hilal babası Turan Bey ile göz göze geldi. Turan Bey, kızına başı ile eve girmesi için işaret edip tekrar Welat Ağa ile konuşmaya devam etti.
Hilal, eve girdiğinde, evde gördüğü yabancı kadınlarla bu işten bu kadar kolay kurtulamayacaklarını anlamış oldu.