3. BÖLÜM KAN ARZUSU 4/4

2298 Words
Ay ışığı, ağaç dallarının arasından ince şeritler halinde süzülüyor, zemine titrek gölgeler bırakıyordu. Gümüş rengi ışık, ormanı neredeyse gerçek dışı bir hâle sokmuştu; her dal, her yaprak keskin konturlarla çizilmiş gibiydi. Bu manzara, başka bir zamanda huzur verici ya da romantik bile olabilirdi—serin hava, yıldızlarla dolu gökyüzü, kuru yaprakların keskin kokusu... Ama şimdi, bu güzelim gece, ölümün nefesiyle bozulmuştu. Ben, iki bin çene basıncına sahip, tıslayan nefesleriyle arkamı yakan yaklaşık yirmi öfkeli kurt tarafından kovalanıyordum. Ve içlerinden bazıları, yeni nesil... daha hızlı, daha çevik, daha kana susamıştı. Her nefes alışımda ciğerlerime dolan yalnızca kuru yaprakların kokusu değildi. Havada o tanıdık, yakıcı, ferah koku vardı—okyanus gibi tuzlu ama keskin, derimin altına işleyen türden. Kanla karışmıştı. Onun kokusuydu bu. O da buradan geçmişti. Burnumun ucunda gezinen o iz, içgüdülerimi harekete geçirdi. Gözlerim parladı, dişlerimi sıktım. Kendi içimdeki karanlık kıpırdanmaya başlamıştı. Ama şimdi zamanı değildi. Sırtımda hissettiğim hırıltılar daha yakındı artık. Sürünün hızı beni ciddi şekilde şaşırtmıştı. Her bir adımlarında toprağın sarsıldığını duyuyordum. Bu kadar hızlı olamamaları gerekiyordu. Ama peşimdeydiler. Çok yakındılar. Neredeyse nefeslerini ensemde hissedebiliyordum. Dallara sıçrarken, ayaklarım yerden kesiliyor, parmak uçlarım her seferinde bir ağacın dalına takılıyor, ellerimle tutunduğum her dal kırılma tehlikesiyle çığlık atıyordu. Ağaçlar artık sadece doğal birer engel değil, düşman kadar tehlikeliydi. Her sıçrayışta düşme riskini göze alarak ilerliyordum. Ama duramazdım. Gücümü dizginlemek zorundaydım. Eğer şimdi kontrolü kaybedersem, yalnızca sürü değil, içimdeki karanlık da beni avlardı. Sol yanımda aniden uluyan başka bir kurt belirdiğinde istemsizce sırıttım. “Hadi ama... vazgeçin artık,” diye fısıldadım, ama bu meydan okuma sadece kendimeydi. Gözlerim bir an için kolumda açılmış taze bir kesikten akan kana kaydı. İçimde yükselen açlık... o uğursuz açlık... damarlarımda bir titreşim gibi dolaşmaya başladı. Kendi kanıma bile aşeriyordum artık. Dişlerim istemsizce gıcırdadı. Hayır. Şimdi değil. Kontrol. Her şey bundan ibaretti. Bir an cesaretle sıçradım ve devasa bir ağacın en üst dallarına ulaştım. Ayakta dururken, aşağıdaki zemine yukarıdan bakıyordum. Kalbim öyle hızlı atıyordu ki göğsümde yankılanıyor gibiydi. Ama sonra… gözler. Ay ışığında birer mücevher gibi parlayan onlarca göz. Beni izliyorlardı. Hareket etmiyorlardı. Sadece izliyorlardı. Çevrem çoktan kuşatılmıştı. Birkaç saniyeliğine nefes almayı unuttum. Derin bir sessizlik çöktü. Ve ben, bu ölüm sessizliği içinde istemsizce sırıttım. Eski günleri anımsar gibiydim. Avcı olduğum zamanları. Şimdi ise avdım. “Hadi ama,” diye fısıldadım rüzgâra. “Ben düşman değilim.” Cevap, bir ulumayla geldi. Derin, kalın, yeri titreten bir uluma. Ardından diğerleri eşlik etti. Ulumalar yankılanırken ağaçlar bile sarsılmış gibiydi. Bu bir selam değil, bir ilanıydı: tehdit. Ne dersem diyeyim, onlar için bir anlamı yoktu. Aralarından biri, büyük bir siyah kurt, öne çıktı. Vücudu kaslı, kürkü kalın ve gölgelerle bütünleşmişti. Gözleri bana kilitlenmişti. Göz göze geldiğimizde, zaman bir anlığına durdu. O an tüm orman sustu. Hırıltılar sona erdi. Yerini, sadece sessizlik aldı. Sabırsız bir sessizlik. Bekleyen, hesap soracak olan. O anda, tüm bu kalp atışlarının içinde başka bir ritim duydum. Daha yavaş. Daha sakin. Daha tanıdık. Ve daha tehlikeli. Vanilya, gül ve yasemin… Bu kokuyu her yerde tanırdım. Tüylerim diken diken oldu. Neden buradaydı? Bu ormana onun yaklaşmaması gerekiyordu. Ağaçların arasından dikkatli, neredeyse şiirsel adımlarla geliyordu. Bastığı her yaprak çıtırdıyor ama sanki bu ses bile başka bir melodiye dönüşüyordu. Kurtlar da onu fark ettiklerinde, dikkatleri bana değil ona döndü. Kulaklar dikildi, bedenler gerildi. Denge bozuldu. Nefesim kesildi. Hayır… Ona bu kadar yaklaşmalarına izin veremezdim. Kurtlar bu kadar öfkeliyken gözleri hiçbir şey görmedi. Kımıldamak üzereydim ki, birden ormanın havası değişti. Sanki her şey bir perde gibi yerinden söküldü, gökyüzü karardı, toprak ağırlaştı. Büyülü bir atmosfer gibiydi. Ay ışığı daha parlak ama aynı zamanda daha tehditkâr görünüyordu. Gözlerim, aşağıda bekleyen kurt sürüsüne kilitlendi. Sanki aralarında görünmez bir dalga yayılmıştı; hepsi bir anda duraksadı, nefesleri kesildi, tüyleri diken diken oldu. O anın ağırlığı, ormanın sessizliğini iyice derinleştirdi. Ve sonra... gördüm. Annem, Vanessa, karanlığın içinden ağır ve kesin adımlarla çıktı. Gözleri, siyah geceye rağmen zümrüt gibi parıldıyordu. Bu, mecazi bir ifade değildi; gerçek bir ışık gibi gözlerinden fışkırıyordu. Sürüyü gören herhangi bir insan, o an korkudan yere yığılırdı. Ama annem... Onun gözlerinde yüzyılların deneyimi vardı; sarsılmaz duruyordu. Kurtlar annemi fark ettiklerinde aniden geri çekildiler, ama büyük siyah kurt olduğu yerde kaldı. Vücudu gergindi, devasa kasları geriye doğru çekilmiş, tehditkar bir tavırla yerinden kımıldamadı. Pençeleri sertçe toprağı kazıyor, nefesi buğu halinde havaya yayılıyordu. Fakat annemin yüzünde en ufak bir korku ya da tereddüt yoktu. Aramızdaki bağ sayesinde tehditi önceden hissetmiş olmalıydı. Bu bağdan nefret ettim; çünkü her seferinde daha da güçleniyordu. Vanessa’nın gözleri siyah kurtla buluştuğunda zaman sanki yavaşladı. İkisi arasında sözle anlatılamayacak bir meydan okuma vardı: vahşi doğanın hırçınlığı ile yıkılmaz bir iradenin karşılaşması. Siyah kurt, sessiz ama net bir tehdit olarak ağır adımlarla bir adım öne çıktı. Pençesiyle toprağı sertçe kazıdı; çıkan o keskin ses, ormanın derin sessizliğini paramparça etti. Toprak, onun öfkesiyle titriyordu adeta. Ancak annem olduğu yerde dimdik duruyordu; nefesini bile kontrol altında tutarcasına kıpırdamadı. Gözlerindeki sarsılmaz kararlılık, o anın ağırlığını katlayarak havada asılı kalan gerilimi iyice yoğunlaştırıyordu. Annenin varlığı, ormanda zamanı durdurmuş gibiydi. Tam o anda, annemin önünde belirdim. Kurtla annem arasına dikilen gölgemle, onları bölen ince ama sert bir çizgi oldum. Dişlerimi sivrileştirip sıkarken, içimdeki karanlığın ve iradenin birleştiği o noktadan, net ve sarsılmaz bir sesle konuştum: “Kaçmam sizin iyiliğinizeydi.” Siyah kurda doğru bir adım attım. “Geri çekil, Evan!” Gözlerine bakınca, o soğuk ve duygusuz ifadesini hemen onu tanıdım. Siyaha çalan koyu kahverengi gözlerinde, tehdit vardı. “Sürüyü geri çek.” Siyah kurt, gözlerini bir an olsun benden ayırmıyordu. Tüm vücudum tetikteydi, kaslarım sıkı sıkıya gerilmişti; saldırı anını bekler gibiydim. Ama o anda, annemin gözlerindeki zümrüt yeşili birdenbire parlamaya başladı. Parlaklığı, yavaş yavaş büyüyerek kocaman, sanki içten yanan bir ateş topuna dönüştü. Yüzünde derin bir odaklanma vardı, sanki tüm gücünü o an için toplamıştı. Aniden, havaya görünmez ama güçlü bir enerji dalgası yaydı. Sesi yüksek ve keskin çıktı: “Corrumpit effectum! Disable!” Etrafındaki hava birdenbire titreşti, sanki görünmez bir fırtına kopmuş gibiydi. Bu enerji dalgası kurtların arasından hızla yayıldı, onların kalın kürklerine dokundu ve derinlerine işledi. Tüyleri diken diken oldu, vücutları bir anlığına dondu. Güçlü, soğuk ve kontrol edilemez bir enerji, içlerindeki vahşi içgüdüleri frenliyor, adeta bilinçsiz bir panik hali yaratıyordu. Onların vücut dili aniden değişti; saldırganlıkları yumuşadı, çevreye daha temkinli ve kırılgan baktılar. O an annemin kudretini bütün benliğimle hissettim. Karanlık ormanın içinde durduk, nefeslerimiz birbirine karıştı, zaman bir anlığına durdu. Siyah kurt, o gergin hırıltısını aniden kesti ve yavaşça geri çekildi. Ardından diğer kurtlar da, liderlerinin sessiz emrini almış gibi gerilediler. Bir an için ormanın derinliklerine, sonra da bize şaşkın ve karışık ifadelerle baktılar. Sanki ne olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. Siyah kurt, bakışlarını annemden bana kaydırdı. O anda gözlerindeki öfke ve şaşkınlık birbirine karışmıştı; sanki bu karşılaşma beklenmedikti. Her şey yerinde duruyor, ama her an patlamaya hazır bir volkan gibi içten içe kaynıyordu. Sessizliğin içinde, annemle ben birbirimize baktık; bu karışıklığı çözmeliydik, ama şu an için bir duraklama vardı. “Etki altındalardı” dedi annem elimi tutup, kendine bastırırken. “Seni ve beni düşman soğuklar olarak görüyorlardı. Bu bir görsel illüzyondu. Sahte yansımalar onların aklını karıştırdı.” “Nasıl... kim?” diye sorarken, annemi arkama doğru çektim. Sanki onu böyle koruyabilirmişim gibi. “Bu oydu. O wampir...” Bu sefer annem sordu. “Kim?” “Peşinden gittiğim wampir!” Sesim öylesine gür çıkmıştı ki, kuşlar ağaçlardan uçuşarak kaçıştılar. “Evimizin yakınındaydı. Onu fark ettim. Güçleri, var...” Annemin gözleri karanlığın içinde parlayan zümrüt taşları gibiydi, bakışları derin ve sorgulayıcıydı. Sözlerimi sindirirken yüzündeki kararlılık bir an bile değişmedi. Sadece nefes alışı yavaşladı, adeta çevremizi saran gerilimden güç toplar gibiydi. “Sorun değil.” dedi, sesi sakin ama soğuktu. “Kendini ele verdi. Etkisini nasıl kaldıracağımı biliyorum. Güçleri sınırlı.” Söylediklerini sindirmek zordu. Nefes almak bile zorlaşmıştı. “Hayır anne” dedim, dişlerimi sıkarak. Öfkem içimde kaynayan bir volkan gibiydi. “Evimizin dibine kadar yakınlaşabildi. Kurtları aştı. Üzerine hepimizi kandırdı. Ölümcül bir oyun oynadı.” Annem bana doğru bir adım attı, elleri omuzlarımı sıkıca kavradı. Gözlerinin parıltısı biraz daha derinleşmişti. “Senin sorumluluğunda olan bir olay değildi. ” “Sana evden çıkma demiştim,” dedim, sesim sertleşmişti. “Ben halledebilirdim!” Bu sözler annemin gözlerinde ki bakışı sertleştirdi. “Burada ebeveyn olan benim!” dedi, sesi yankı yaparak ağaçların arasında dolaştı. Annem bir an duraksadı, bakışlarında hem gurur hem de endişe vardı. “Beni korumak istediğini anlıyorum... Demek böyle hissettiriyormuş.” “Seni eve götüreceğim anne,” dedim kesin bir sesle. Annemin dudaklarının kenarına sert bir çizgi oturmuştu. Ona bir cümle söyleme hakkı bile vermeden kucakladım. Annem biraz utanmış bir ifadeyle huysuzca homurdandı. Sıcak ve ortalama elle beş kilo olan bedeni tüy kadar hafifti. Sonra derin bir nefes aldım. “Evan sürüyü buradan uzaklaştır.” dedim, ağaçların ve yüksek kayaların üzerinde duran kurtlara tek tek bakarken. “Bölgenize izinsiz bir soğuk girdi ve bizi oyuna getirdi... Gidin ve bulun onu!” Kurtlar karşı çıkmadılar; aralarındaki anlaşmaya sadık kalmışlardı. Ancak bölgeye tanınmayan, hatta tehlikeli olan bir wampiri sokmuş olmaları bu uyumu bozmuştu. Bunu Harry öğrendiğinde onlara nasıl bir azar çekeceğini, tahmin edebiliyordum. Kurtlar, karanlığın içinde sessizce geri çekilip, gecenin ıssızlığında yavaşça kayboldular. Orman aniden eski sessizliğine büründü. Yalnızca rüzgârın hafif hafif salladığı yaprakların hışırtısı ve uzaklardan gelen baykuşun melankolik sesi, geceyi dolduruyordu. Kalbim göğsümde deli gibi atıyor, kanım damarlarımda hızla dolaşıyordu. Annem tam bir şey söylemek üzereydi ki, içimde yükselen ani bir hisle zıpkın gibi fırladım. Beni eve kadar sımsıkı saran o sıcak kucaklamasını hatırlıyordum. Sayısız kez koşmuştum onu kucaklayarak; her seferinde içindeki gerilim artıyor, ama bana sıkıca sarılmayı asla bırakmıyordu. Annemin nefesi boynumda, sıcak ve yumuşak bir meltem gibi hissediliyordu. Ormanın sessizliği tekrar çevremizi sardı, sanki dünya nefesini tutmuştu. Gözlerim karanlığın içine dalmış, en ufak bir hareketi bile kaçırmamaya çalışıyordum. Dikkatim tamamen çevremdeydi; her adımım titizlikle hesaplanmış, her sıçrayışım kontrollüydü. Annemi korumak zorundaydım. Artık hata yapma lüksümüz yoktu; burada, bu anın içinde, tehlike her an kapımızdaydı. Sessizlik bozulmuştu ama biz suskun kalmalıydık. Eve yaklaşıyoruz,” diye fısıldadım, sessizliği zorlayarak. Annem başını hafifçe kaldırdı; yüzündeki ifadenin derin düşüncelere gömüldüğünü görebiliyordum. O an ikimiz de biliyorduk: bu yolculuk, bitmek bilmeyen bir savaşın sadece küçük bir parçasıydı. Karanlık, hala etrafımızda sinsice dolaşıyor, bizi bir an bile rahat bırakmıyordu. “Senin yaşadıklarını düşündükçe…” dedi annem usulca, sesi yorgun ama hâlâ otoriterdi. Benimle konuşmak istiyorsa, her türlü sözü çekinmeden söylerdi. “Bu kadar yükü omuzlarına yıkmamın doğru olup olmadığını sorguluyorum. Ama… sen her seferinde olayların ortasında kendini buluyorsun. Sanki bela mıknatısı gibisin.” Sözcükleri titrekleşti, sanki bir an için söyleyeceklerini tartıyordu. “Senin güçlü olduğunu biliyorum. Yine de seni böyle görmek zor. Beş yüz yıldan fazla oldu Maryinn. Biz hâlâ biziz.” Bu sözler içimde bir yerleri acıttı; yüreğim sıkıştı ama kendime belli etmemeye çalıştım. Sadece başımı hafifçe sallayıp yoluma devam ettim. Orman, ağaçların gölgeleriyle daha da karmaşık, çetin bir labirent halini almıştı. Ay ışığı bile yol gösterici olmaktan çıkmış, sanki beni yoldan çıkaracak kadar sönüktü. Ama eve giden yolu, her taşını, her virajını ezbere biliyordum. Bir süre sessizlikten sonra, kendime seslendim: “Güçlü olmak zorundayım.” Sözlerim soğuk ve kararlıydı, ama içimde bir fırtına kopuyordu. “Aksi halde hayatta kalamayız. Bu dünya zayıflara karşı acımasız. Seni korumalıyım anne. Sara’yı koruyamadım… Ama seni korumalıyım.” Annem bir şey söylemedi, sadece derin bir nefes aldı; söylemek istediği çok şey vardı ama doğru anı bekliyordu. O an için ikimiz de sessizliği seçtik. Bir süre daha koştuktan sonra, nihayet eve yaklaştığımızı fark ettim. Ağaçların arasında, taş ve ahşap duvarlarla çevrili evimizin silueti belirginleşmişti. Annemin kollarından sıkıca tuttuğu ellerimi hissettim. “Beni bırakabilirsin,” dedi usulca, yüzünde hafif, umutlu bir gülümseme vardı. “Kendi başıma yürüyebilirim. Eve yaklaştık.” Ama ben onun isteğine direniyordum. “Henüz değil,” dedim kararlı bir sesle. “Burada güvendesin ama hâlâ yakında olabilirler. Eve girene kadar seni bırakmam.” Annem itiraz etmedi, sadece başını hafifçe omzuma yasladı; bu sessiz güç gösterisi, aramızdaki bağın derinliğini ortaya koyuyordu. Evin kapısına vardığımızda, ağır ahşap kapıyı tek hamlede açtım. İçeri adımımızı attığımızda üzerimdeki gerginlik biraz azaldı. Annemi dikkatlice yere bıraktım ve gözlerimle etrafı taradım. “Seni tekrar dışarıda görmek istemiyorum,” dedim sertçe ama hemen ardından sesimi yumuşattım. “Anne, kurtları bile aşan bu tehlike gerçekten korkutucu. İnsan değil, insandan öte bir düşmanla karşı karşıyayız. Bunu ancak ben üstlenebilirim.” Annem derin bir nefes alarak yüzüme baktı. “Korunmaya ihtiyacım yok,” dedi sakin ama keskin bir tonla, “Ama senin bu yükü tek başına taşımana da izin veremem. Birlikte hareket edeceğiz, tatlım.” Gözlerinin içine sessizce bakıyordum. “Savaşmayı biliyorum Maryinn,” dedi annem, o bildik kararlı ifadeyle. “Ben sadece annen değilim. Asırlardır hayatta kalmamın bir sebebi var. Ben, cadı soyundan gelen yetenekli bir bilim insanıyım.” Derin bir nefes aldım, gözlerimi kaçırdım. Haklı olduğunu biliyordum ama onu böyle tehlikenin içinde görmek içimde keskin bir acı yarıyordu. Sorumluluk sadece benim omuzlarımda olmalıydı. O, ne kadar güçlü bir cadı olsa da benim için hep kırılgan, korumasız bir anneydi. “Bu farklı, anne,” dedim usulca. “Bu vampir sıradan bir düşman değil. Zihinlere hükmediyor, illüzyonlar yaratıyor, sınırlarımızı delip geçebiliyor. Onun varlığı bile tehlikenin büyüklüğünü gösteriyor.” Annem kaşlarını çattı, kararlılığı daha da arttı. “Ve işte bu yüzden yalnız olamazsın. Eğer zihninle oynarsa, yalnız başına savunmasız kalırsın. Seni korumam gerekirse, bunu yapacağım.” İç çekerek hafifçe gülümsedim; annemle aramızdaki o derin ve karmaşık bağın farkındaydım. “Seninle sabaha kadar tartışabilirim anne,” dedim yorgun ama samimi bir tonda, “ama insan tarafım uyumak için can atıyor artık.” Esnedim, omuzlarımı gererken hafifçe yanağını okşadım ve sevgi dolu, uzun bir öpücük kondurdum. O an aramızdaki sessizlik, bütün yaşadıklarımızı ve hissettiklerimizi anlatıyordu. Ardından, olağanüstü hızımla merdivenleri tırmandım, odama sessizce süzüldüm. Pijamalarımı giyerken her hareketim yorgunluğun ağırlığını taşıyordu. Yatağa uzandığımda, üzerime çöken huzursuzluk bir nebze hafifledi ama zihin hala uyanıktı; zihnimde geçenlerin yankıları gecenin karanlığında dönüp duruyordu. Aşağıdan annemin mutfakta, ofiste, salonda dolanışını duydum; adımlarının ritmi, yorgunluğun ve endişenin sessiz ifadesiydi. Nihayet, sesleri kesildi; yorgunluğa yenik düşüp sessizce uykuya çekildiğini hissettim. O uzun, yorucu gece boyunca zihnim hiç durmadı; ama biliyordum ki bir dahaki sefere çok daha hazırlıklı olacaktım.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD