1. BÖLÜM SARA GİTTİĞİNDE 3/2

1718 Words
“Bu yüzden daha dikkatli olmalısın.” Sesi otoriterdi. Bu ses tonundan ölesiye nefret ediyordum. “Korkum insanlar değil diğerleri. Varlığın öğrenilirse olabilecekleri ben bile önleyemem. Bir kızımı daha kaybetmeye niyetim yok benim.” “Öyle bir şey olmayacak anne.” dedim dişlerimi sıkarken. Annemin kalp atışları çok hızlıydı ve hızlı kan akışı vücut sıcaklığını arttırıyordu. “Sakinleş. Doktor Fox gibi davranmıyorsun soğuk kanlı.” “Çünkü şimdi senin annen olarak konuşuyorum Elizabeth Maryinn Fox!” diye bağırdı. Bana bağırdığında bir nebze olsun öfkesine su serpilmişti. “Olay yerlerinden uzak duracaksın ve uzak durmaktan kast ettiğim orada fiziken var olmaman.” “Peki anne sen nasıl istersen.” dedim sadece. Annem ağır bir darbe almış gibi acıyla dolmuş gözleriyle bana baktı. “Babam öldükten ve Sara gittikten sonra hiçbir şey aynı olmadı ama senin bana karşı davranışlarında da değişen bir şey de olmadı. Hala bana karşı acımasızsın.” Vanessa bir şey demek için ağzını açtı, dudakları hafifçe kıpırdadı, ama sonra kelimeleri yutmuş gibi geri çekildi. Gözleri bir an bana takıldı; ne söylemek istediğini anlayamamıştım ama söylemekten vazgeçtiği şey, söylenenlerden daha ağır bir iz bırakmıştı. Sessizliği arkamda bırakıp, gecenin geri kalanını odamda yatağıma gömülerek geçirdim. Battaniyeyi dizlerime kadar çekmiş, tavana bakarak kendi iç sessizliğime sığınmıştım. Evin alt katında yankılanan boğuk sesler, uzaktan gelen yağmurun camdaki ritmiyle karışıyordu. Harry amca, o kendine özgü sakin ve ölçülü sesiyle, anneme benimle daha sabırlı ve nazik olması gerektiğini söylemişti. Onun bu lafı da annemin dudaklarında hafif bir kıvrılmayla karşılık bulmuştu. İronik bir şekilde gülmüştü annem — hem soğuk, hem neredeyse alaycı. “Bunu bana sen mi söylüyorsun, Harry?” der gibi… O gülüşü uzaktan bile görmeme gerek yoktu, tonundan bile hayal edebiliyordum. Evan… her zamanki gibi sessizdi. Yalnızca sorulan sorulara kısa, ölçülü yanıtlar veriyor, bakışlarını insanların gözlerine dikmekten kaçınıyordu. Sanki bulunduğu odaya ait değilmiş gibi davranıyor, varlığıyla yokluğu arasında neredeyse fark olmuyordu. Saat on bire yaklaşırken, evin içinde bir telefon sesi çaldı. Harry amcanın ceket cebinden çıkan titreşimle karışık melodiyi duyunca hemen anlamıştım. Bu gelen arama, gecenin sessizliğini bozacak, sıradanlığı bir kenara itecek türdendi. Ciddi bir tonla telefona cevap verdiğini duydum. Konuşmalar kısa ve netti — yeni bir ihbar alınmıştı. Aşina olduğum bir tonda “geliyorum” dediğinde, aksiyonun başladığını anlamıştım. Buraya annemin SUV’iyle geldikleri için, plan hızlıca belli olmuştu. Annem, Harry’yi kasaba şerifliğine bırakacak, ardından Evan’ı evlerine götürecekti. Sessiz evin içinde yankılanan bu birkaç cümlelik plan bile benim için fazlasıyla yeterliydi. Yukarı kata çıkan ayak seslerini işittiğimde, onların her adımını zihnimde takip ediyordum. Annemin benim odama yaklaştığını duydum. Nefesimi düzenleyip gözlerimi sımsıkı kapattım — uyur gibi yapıyordum. Kapının kolu hafifçe döndü, ardından kapı yavaşça aralandı. Odaya girerken adımlarını usulca atıyordu. Çekmecenin üzerine bir şey bıraktığını hissettim. Süt ve kurabiye... Altı yaşında değildim. Ama bu annemin bazen unutmak istediği bir detaydı. Belki de hâlâ çocukluğuma tutunarak anneliğini hatırlıyordu. Bir an durdu. Sonra elini saçlarıma uzattı, parmak uçlarıyla nazikçe okşadı. Hafifçe yanağıma eğildi, soluk kokusunu hissettim. Bir öpücük kondurdu. Ardından hiçbir şey demeden odadan çıktı. Geriye sadece ayak sesleri kaldı; koridorda yankılanan, sonra yavaş yavaş uzaklaşan. Evden çıkmaları üç dakika sürdü. O üç dakika boyunca, her hareketlerini duydum. Annem odasına uğradı, cüzdanını ya da belki silmesini aldı. Ne aldığını bilmiyordum ama sessizlik içindeki düzenli acele, onun bir göreve gittiğini gösteriyordu. Kapı açıldı, sonra kapandı. Ayak sesleri verandada yankılandı. SUV’in kapıları açıldı, motor çalıştı ve birkaç saniye sonra arabanın lastikleri su birikintilerinde iz bırakarak sokağın sonuna doğru ilerledi. Tekerlek sesleri uzaklaştı… ve sonunda tamamen sessizlik kaldı. O an gözlerimi açtım. Odanın karanlığına alışmıştım artık. Derin bir nefes verdim, battaniyeyi üzerimden sıyırdım. Sol elimle komodinin kenarındaki gece lambasının düğmesine uzandım. Tıklayan sesle birlikte loş bir ışık odama yayıldı. Ama o ışıkla birlikte bir şey daha oldu. Gözüm duvara kaydı. Lambanın arkasında, odaya vuran bir siluet… Hareket etmiyordu. Sadece duruyordu. Ve benim gölgem değildi. “Bende gerçekten uyuduğuna inanmaya başlamıştım Maryinn.” Sesi her zaman ki o alaycı ve gıcık tondaydı. Onu çekici yapan buydu sanırım. İşittiğim sesle yataktan doğrulmam bir olmuştu. Tatlı bir sesle sormuştu. “Beni özlemedin mi bebeğim?” Tobias Cohen… Frost’da tanıdığım ilk soğuktu. Ama bu, dışarının buzlu rüzgarlarından ya da pencerelere vuran karla karışık yağmurdan farklı bir soğukluktu. Soğukluk kalbindeydi. Tobias’ın bakışları, sesi, duruşu — her şeyi kendinden önce gelen bir sessizlik gibi ürperticiydi. O bir gezgindi. Neredeyse tüm dünyayı dolaştığına dair övünürdü. Ama süren o yolculuğun sonunda yolu Frost’a düşmüştü. Ve her nasılsa — burada kalmayı seçmişti. Belki de beni gördüğü için. Kasabanın soğuk havası onunla uyuşmuş gibiydi. Soğuk, yabancı ve ait. Onu ilk kez lisede görmüştüm. Dışarıdan transfer olduğu söylenmişti ama kimse tam olarak nereden geldiğini bilmiyordu. O sabah koridorda göz göze geldiğimizde… içimden bir şey geçip gitmişti. Soğuk bir ürperti ya da zamanın bir anlığına durması gibi bir şey. O günden beri, Tobias peşimdeydi. Açıkça değil — ama oradaydı. Göz ucuyla. Sessizce. Çapkın sayılırdı. Ama klasik anlamda değil. Başka erkekler gibi laf atmaz, yanına gelen kızlara fazladan ilgi göstermezdi. Gülümsediğinde bile o gülümsemenin altında ne olduğunu anlamak zordu. Evet, kızların ilgisini çekiyordu — bu inkâr edilemezdi — ama onların ona duyduğu merak, onun umursamazlığıyla daha da büyüyordu. Ama Tobias’ın ilgisi hiçbir zaman onlara değildi. En azından… insan olanlara değildi. İşte bu gerçeği ilk anladığım gün, ona gülümsediğim gündü. Bilinçsizce, istemeden, yalnızca kısa bir anda… o gülümsemeyle onu davet etmiştim. O anı sonra binlerce kez düşündüm. Keşke gülmeseydim. Keşke o an kafamı çevirseydim. Ama yapmadım. Gülümsedim. Ve Tobias bunu bir işaret olarak kabul etti. Kendimden bazen nefret etmemin sebebi işte buydu. Çünkü o günden sonra bazı geceler… bazı çok sessiz, çok karanlık, çok yalnız geceler… odamda beliriverirdi. Pencereden girmesine gerek kalmazdı. Kapıyı açtığını hiç duymamıştım. Ama bir an odada tek başımaydım, sonraki an onun nefesi tenimde olurdu. Tobias Cohen — gece ziyaretçimdi. Tıpkı şimdi olduğu gibi. “Tobias sakin kalmalısın.” demiştim. Kelimeler dudaklarım arasından zorlukla dökülmüştü. Çünkü kolları arasında, kucağında olduğum wampir orantısız güç kullanıyordu. Dudaklarımda ki baskısı arttığında ağzına doğru inledim. Annemlerin gitmesini beklediğine inanamıyordum. Resmen beni pusuya düşürmüştü. Duvarla bedeni arasında kalmıştım. Elimle boğazını sarıp tüm gücümle ittirdiğimde benden uzaklaşmak zorunda kalmıştı. Dudakları dudaklarımdan koparken, yüzünde o hırçın gülümsemesi belirtmişti. Gözlerimde korku görmüyordu ama şehvette yoktu. Boynuma doğru eğilerek dudaklarını boynuma bastırdı ve diliyle tenimi yaladı. Başımı duvara bastırdım. “Tobias,” derken ellerim saçlarının arasında dolanıyordu. Dudakları aralanıp, dişlerinin şah damarım üzerinde ki baskısının hissettiğimde, “Mary.” dedi yalvarırcasına. “Ben aşağılık ve iğrenç bir wampirim.” Kıkırdadım. “Bana bilmediğim bir şey söyle Tobias.” Boynumdan çekilerek, yüzünü yüzümün hizasına getirdi. Yüzünü ellerimin arasına aldım. “Daha bir hafta bile olmadı Tobias. Ne çabuk acıktın?” “Açlık değil.” Gözlerimin içine kanımın son damlasına kadar sahip olmak ister gibi bakıyordu. “Bu açlık farklı ama kanında yanında ikram olacak gibi.” Çenesinin altından sertçe kavrayıp, kaldırdım. “Sakın bana oyuncağınmışım gibi davranma. Sadece izin verdiğim sınırlar içindesin Cohen.” Başını yana eğdi. Boynu zarif bir kıvrımla açığa çıkarken, dudaklarına değen parmaklarımı tereddütsüzce içine aldı. Dilinin kayışı, parmak uçlarımda gezinen ıslak dokunuşuyla birleşti; ihtiraslı, kontrolsüz bir şekilde yaladı. Birkaç saniyeliğine göz göze geldik — gözlerindeki parıltı tehlikeliydi. Karanlıkla dans eden bir şehvet saklıydı bakışlarında. Başımı arkamdaki duvara yasladım. Soğuk taş tenime değdi, ama onun varlığı vücudumda yayılan sıcaklığı bastırmaya yetmiyordu. Onun üzerinde hiçbir tehditkâr sözüm, hiçbir gölgeden gelen baskım etkili olmuyordu. Beni korkmadan, ürkmeden, sanki önünde yatan bir ölüm değilmişim gibi izliyordu. Benden çekinmiyordu. Belki de bu yüzden onu yanımda tutuyordum. Onunla seks yapıyorduk. Yoğun, karmaşık, bedenlerin birbiriyle savaştığı bir ilişkiydi bu. Ama yalnızca seksti. Duygusuz, bağsız, yalnızca bir anlaşmanın yan ürünü. Daha fazlası değildi ve asla olmayacaktı. Bu ilişki, kan üzerine kurulmuştu. O, benimle beslenecekti. Ama insan öldürmeyecekti. Bu, baştan koyduğum şarttı. Anlaşmanın esas amacı çok daha farklıydı — Sara’yı bulmama yardım edecekti. Bu yüzden hayatımda kalmasına izin vermiştim. Ama zamanla, bu kırılgan bağ, geceleri paylaştığımız karanlıkta şekil değiştirdi. Arkadaşlık denilen şey, tenle karıştı ve yatak arkadaşlığına dönüştü. Ne o itiraz etti ne de ben mesafeyi korudum. O an, işaret parmağımı dişlerinin arasına aldı. Gözünü bile kırpmadan. Keskin dişleri derimi zarif ama acımasız bir şekilde sıyırdı. Küçük bir damla kan, tenimden dışarı sızdı. Ve o, tek bir nefesle… şehvetle… kana dudaklarını değdirdi. Damarımdan çektiği her damla, sanki içimde yankılanan bir çağrı gibiydi. Açık yeşil gözlerinde yaramaz ama derinlikli bir bakış parladı. Hem açtı hem doyumsuz. Ama beni öldürmeyecek kadar sadıktı. Ya da... şimdilik öyle görünüyordu. “Hadi Elizabeth Maryinn Fox.” Dudaklarımın dibine kadar yaklaştı. Soğuk nefesi tenimdeydi. “Beni daha ne kadar kıvrandıracaksın? Senin de istediğini biliyorum Mary. Duygularını okuyabiliyorum ve oksitosin hormonun azmış halde.” Bluzumun düğmelerin açmaya başladığımda beni yatağa fırlattı. Yatak ve bedeni arasıyla sıkışıp kalmıştım. Üzerimdekileri ise parçalayarak çıkarmıştı. Üzerimde kalan tek şey sütyenimken onu çıkarmak için acele etmiyordu. Gömleğinin düğmelerini çözerken bana izin verdi. Alnımdan öptü sonra dudaklarımdan. Seksi kabul ettirmek için acele ederdi ama seks yapacağımızda yavaştan alırdı. Ve o bir wampirdi. Hızlı olanlardan. Son düğmesini açtığımda, gömleğini omuzlarından kollarına sıvadım. Kulağını kalbimin olduğu noktaya yaklaştırdı. “Minik melez kalbini dinlemeyi seviyorum Mary. Çok hızlı ve sıcak. Bir serçe gibi.” Yüzünü göğüslerimin arasına getirip, boynuma kadar ıslak diliyle yaladı. Öpüşmeye yeniden başladığımızda gömleğini tamamen çıkardı. Çenemin altından öptüğü sıra pantolonundan kurtulmaya çalışıyordu. “Bay becerikli şu an beceriksiz gibi.” dedim dalga geçerek. Pantolonunu indirdiğinde gözlerimi tavana kaçırdım. Karanlıkta seks yapmak genel tercihim olurdu. “Tobias ışığı kapatabilir miyim?” “Bu sefer hayır bebeğim.” Ellerimden tutarak, çıplak bedenine yerleştirdi. Kaslı göğsünde donuk duran ellerimi boynuna çıkardım. Yüzünü tuttum ve kendime yaklaştırdım. “Bana öyle kedi gibi baktığında neredeyse her zaman itaatkar olduğunu düşünüyorum. Sonra aklıma Mary Fox olduğun geliyor.” Aniden yer değiştirdik. Çıplak üzerimde sadece sütyenimle aletinin üzerinde oturuyordum. “Çünkü ben Mary Fox’um. İnsan wampir melezi.” Tobias bana tanıdığı kişiye bakarken ilk kez bu durumu öğrendiğinde ki yüz ifadesi aklıma gelmişti. İyi kapışmıştık ve kazanan ben olmuştum. Şimdiyse onun kan torbasıydım. Bileğimi ısırıp, kanattım. “İç bakalım wampircik.” Önce bileğimi yaladı sonra dişlerini bileğime dişlerini geçirip kana kana içti. Çölde susuz kalmış bir insan gibiydi. Kanım çenesinden bedenine damlarken bile seksi görünüyordu. Tobias doğruldu ve kanımı içmeye devam etti. Zamanla kendini kaybetmemeyi öğrenmişti. Sınırını biliyordu. Göğsü şiddetle inip kalkarken birden durdu. İkimizde soluk soluğaydık. Tobias elinin tersiyle ağzını sildi. Bana teşekkür eder gibi bakıyordu. Sütyenimin kopçasını açtım ve onu kıyafet yığınına fırlattım. Tobias gözleri yaramaz bir kıvılcımla aydınlanırken, belimden tuttu. İçime girip beni mahvetmesi sadece bir anlıktı. İnsan gücünün sınırlarını aşamıyordu. Çünkü eşyalarımı insanlar için yapılmıştı. Özelikle de yatağım.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD